Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk > Atatürk Kimdir?

Atatürk Kimdir? Ulu önderimizin hayatı, ilkeleri, devrimleri ve hakkında söylenilenler


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 27.01.2009, 22:36   #1
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Nutuk

NUTUK ( SÖYLEV )


Mustafa Kemal ATATÜRK

Nutuk1 (1.Bölüm)


SAMSUN’A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM

1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta(*) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir “Ateşkes Anlaşması” imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu Genel Savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini düşlediği alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini ayakta tutabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf devletleri, Ateşkes Anlaşması hükümlerine uymaya gerek görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İtilâl devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.

Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesi, devletin bir an önce çökmesi için çalışıp duruyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, İstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira Kurulu’nun illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı ve Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulu’nun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira Kurulu’nca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşmış gençler de katılarak, her yerde geliştiriliyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düşünce birliği ederek çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam olarak Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan ve İstanbul’daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.


KURTULUŞ YOLLARI

Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede bir takım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, bir takım örgütler doğurdu. Örneğin: Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli adlı bir dernek vardı. Doğuda, Erzurum’da ve Elâzığ’da, genel merkezi İstanbul’da olmak üzere Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon’da Muhafazai Hukuk adlı bir dernek bulunduğu gibi, İstanbul’da da Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ve Rize çevresinde şubeler açmışlardı.

Yunanlıların İzmir’e gireceğinin açık belirtilerini Mayıs’ın on üçünden beri gören, İzmir’de bir takım genç yurtseverler, ayın 14/15’inci gecesi, bu acıklı durumu aralarında görüşmüşler; bir oldu bittiye geldiği kuşku götürmeyen bu girişin, ilhak ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Redd-i İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Bu ilkenin yayılması için aynı gece İzmir’de Yahudi Maşatlığına toplanabilen halkça bir gösteri toplantısı yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu toplantıdan umulduğu ölçüde sonuç alınmamıştır.


ULUSAL KURULUŞLAR

Bu derneklerin kuruluş amaçları ve siyasal erekleri üzerine kısaca bilgi vermek uygun olur düşüncesindeyim.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha İstanbul’da iken görüşmüştüm. Osmanlı Devleti’nin çökeceğini kesinliğe yakın bir olasılıkla görüyorlardı. Osmanlı yurdunun parçalanacağı korkusu karşısında Trakya’yı, olanak bulunursa buna Batı Trakya’yı da bağlayarak İslâm ve Türk topluluğunu bir bütün olarak kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngiltere’nin, olmazsa, Fransa’nın yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle kimi yabancı devlet adamları ilişki kurmak ve korumak yollarını da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin ikinci maddesi), doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yasal yollara başvurmak; adı geçen illerdeki Müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklarını, gerektiğinde, uygar toplumlar önünde savunmak; doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunları yapanlar ve yaptıranlarla ilgili tarafsızca soruşturma açarak suçluların ivedilikle cezalandırılmalarını istemek; Türklerle azınlıklar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların pekiştirilmesine çaba göstermek; savaş durumunun ortaya çıkardığı doğu illerindeki yıkım ve yoksulluğu, hükümet katında girişimlerde bulunarak elden geldiğince düzeltme yollarını aramaktı.

İstanbul’daki yönetim merkezlerinden verilmiş olan bu yönerge gereğince, Erzurum şubesi, doğu illerinde Türklerin haklarını korumakla birlikte, Ermenilerin göçü sırasında yapılan kötü işlerle halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını ve Ermeni mallarının, buralara Ruslar girinceye dek olduğu gibi korunduğunu; buna karşılık Müslümanlara çok acımasızca davranıldığını ve dahası, buyruk dışı olarak göçten alıkonulan kimi Ermenilerin, koruyucularına yaptıkları kötülükleri, kanıtlanmış belgelerle uygarlık dünyasına sunmaya ve bildirmeye ve doğu illerine çevrilen açgözlü bakışları söndürmek için çalışmaya karar veriyor (Erzurum Şubesinin Bildirisi)

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin ilk Erzurum şubesini kuran kişiler, doğu illerinde yapılan propagandaları ve bunların amaçlarını, Türklük-Kürtlük-Ermenilik sorunlarını, bilim, teknik ve tarih açısından inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar (Erzurum şubesinin basılı raporu):

1. Kesinlikle göç etmemek,

2. İvedi olarak bilim, iktisat, din örgütleri kurmak;

3. Saldırıya uğrayacak Doğu illerinin herhangi bucağını savunmada birleşmek.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin İstanbul’daki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlık yöntemleriyle amaca ulaşabileceği konusunda çokça iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçekten de bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Doğu illerindeki Müslüman halkın haklarını savunmak için Löpeyi (Le Pays) adında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hâdisat gazetesinin sahipliğini üzerine alıyor. Bir yandan da İtilâf Devletleri başbakanlarına ve İstanbul’daki temsilcilerine birer plaket veriyor. Avrupa’ya bir kurul yollamaya girişiyor.

Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanırım ki, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kuruluşuna yol açan önemli kaygı ve nedenler, doğu illerinin Ermenistan’a verileceği olasılığına dayanıyor. Bu olasılığın da, doğu illeri nüfusunda Ermenilerin çoğunlukta göstermeye ve tarihsel haklar bakımından öncelikli saydırmaya çalışanların, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmaları; bir de Müslüman halkın Ermenileri toptan öldüren yırtıcılar olduğu yaygarasını doğruymuş gibi kabul ettirmeleri durumunda gerçekleşebileceği varsayımı üstün geliyor. Bundan dolayıdır dernek, aynı gerekçe ve araçlarla donanmış olarak tarihsel ve ulusal hakları savunmaya çalışıyor.

Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp yaşama haklarını koruma amacıyla, Trabzon’da da ayrıca bir takım kişiler ayrıca bir dernek kurmuşlardı.

Merkezi İstanbul’da olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti’nin siyasal ereği ve siyasal amacı, adından anlaşılmaktadır. Her durumda merkezden ayrılmak amacını güdüyor.


ULUSAL VARLIĞA DÜŞMAN KURULUŞLAR

Kurulmaya başlayan bu örgütlerden başka, yurt içinde daha birtakım kuruluşlar ve girişimler de ortaya çıkmıştır. Özellikle Diyarbakır, Bitlis, Elâzığ illerinde, İstanbul’dan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti vardı. Bu derneğin amacı, yabancı devletlerin koruması altında, bir Kürt hükümeti kurmaktı.

Konya ve dolaylarında, İstanbul’dan yönetilen Tealii İslâm Cemiyeti kurulmasına çalışılıyordu. Yurdun hemen her yanında İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri de vardı.


İNGİLİZ MUHİPLERİ CEMİYETİ

İstanbul’da çeşitli amaçlarla gizli ve açık olmak üzere de, birtakım parti ya da dernek adı altında kuruluşlar vardı.

İstanbul’da önemli sayılacak kuruluşlardan biri İngiliz Muhipler Cemiyeti idi. Bu addan, İngilizleri sevenlerin kurdukları bir dernek olduğu sanılmasın. Bence, bu derneği kuranlar, kendi varlıklarını ve kişisel çıkarlarını sevenler ve kendi varlıklarıyla çıkarlarının dokunulmazlık çaresini Loyd Corc (Lloyd George) Hükümeti aracılığıyla İngiliz desteğini sağlamakta arayanlardır. Bu mutsuzların, İngiltere Devleti’nin bütünüyle, bir Osmanlı Devleti bırakmak ve korumak isteğinde olup olamayacağını bir kez düşünüp düşünmedikleri üzerinde durmak gereken bir konudur.

Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte İngiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardı. Örneğin: Rahip Fru (Frew) gibi. Yapılan işlerden ve işlemlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Fru idi.

Bu derneğin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri dış görünüşü ve uygarca girişimlerle İngiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Ötekisi, gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve başkaldırmalara yol açmak, ulusal bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Molla’nın, derneğin açık girişimlerinde olduğu gibi ondan daha çok gizli işlerinde de rol oynadığı görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gerektiğinde göstereceğim belgelerle daha iyi anlaşılacaktır.


AMERİKA’NIN MANDASINI İSTEYENLER

İstanbul’daki kadın erkek birtakım ileri gelen kişiler de, gerçek kurtuluşu Amerika’nın güdümünü istemek ve sağlamakta görüyorlardı. Bu kanıda olanlar, düşüncelerinde çok direndiler; tutulacak en uygun yolun, kendi görüşlerinin uygulanması olduğunu tanıtmaya çok çalıştılar. Bu konuda da, sırası gelince kimi açıklamalar yapacağım.


ORDUMUZUN DURUMU

Genel durumu saptamak için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını açıklamak isterim. Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu. Ateşkes Anlaşması yapılır yapılmaz birliklerin savaşçı erleri salıverilmiş, silâh ve cephanesi elinden alınmış; bu birlikler, savaş gücünden yoksun bir takım kadrolar durumuna getirilmişti.

Merkezi Konya’da bulunan İkinci Ordu Müfettişliğine bağlı birliklerin durumu şöyle idi:

Bir tümeni (41. Tümen) Konya’da ve bir tümeni (23. Tümen) Afyonkarahisar’da, 12. Kolordu, karargâhıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de düşman eline düşen 17. Kolordunun, Denizli’de bulunan 57. Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı.

Bir tümeni (24. Tümen) Ankara’da ve bir tümeni (11. Tümen) Niğde’de bulunan 20. Kolordu, karargâhıyla Ankara’da idi.

İzmit’te bulunan 1. Tümen, İstanbul’daki 25. Kolordu’ya bağlanmıştı. İstanbul’da da 10. Kafkas Tümeni vardı.

Balıkesir ve Bursa yöresinde bulunan 61. ve 56. Tümenler, karargâhı Bandırma’da bulunan İstanbul’a bağlı 14. Kolordu’yu oluşturuyordu. Bu kolordunun komutanı, Meclis’in açılışına dek, rahmetli Yusuf İzzet Paşa idi.

Üçüncü Ordu Müfettişliği, ki müfettişi bendim, karargâhımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya buyruğum altında iki kolordu bulunacaktı. Biri, merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Komutanı, yanımda getirdiğim Albay Refet Bey. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasya’da, öteki tümenin (15. Tümen) merkezi Samsun’da idi. Öbürü, merkezi Erzurum’da bulunan Komutanı Kâzım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) merkezi Erzurum’da, komutanı Rüştü Bey; ötekisinin (3. Tümen) merkezi Trabzon’da idi. Komutanı Yarbay Halit Bey idi. Halit Bey İstanbul’a çağrılmış olduğundan komutanlıktan çekilerek Bayburt’ta saklanmış; tümen, vekillikle yönetiliyor; kolordunun öbür iki tümeninden 12. Tümen, Hasankale doğusunda sınırda, 11. Tümen Bayezıt’ta bulunuyordu.

Diyarbakır yöresinde bulunan iki tümenli 13. Kolordu bağımsızdı, İstanbul’a bağlıydı. Bir tümeni (2. Tümen) Siirt’te, öteki tümeni (5. Tümen) Mardin’de idi.

.. /..

MÜFETTİŞLİK GÖREVİM

Benim yetkim, bu iki kolorduyu doğrudan doğruya buyruğum ve komutam altında bulundurmaktan daha genişti. Müfettişlik bölgeme yakın birliklere de bildirim yapabilecektim. Yine bölgemde bulunan ve bölgeme yakın olan valiliklerde de bildirimde bulunabilecektim.

Bu yetkiye göre, Ankara’da bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile ve Diyarbakır’daki kolordu ile ve hemen bütün Anadolu’da sivil örgütlerin başında bulunan yöneticilerle yazışabilecek ve ilişkiler kurabilecektim.

Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne pahasına olursa olsun benim İstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, “Samsun ve yöresindeki düzen bozukluğunu yerinde görüp önlem almak üzere Samsun’a değin gitmek” idi. Ben, bu işin başarılmasının, üstün yetkili bir görev verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amacımı bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi de ben kendim yazdırdım. Dahası Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa bu yönergeyi okuduktan sonra imzalamakta duraksamış, mühürünü, anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde basmıştır.

Bu açıklamalardan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:

Düşman devletler Osmanlı devletine ve ülkesine maddesel ve ruhsal bakımdan saldırmışlar; yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, kendi yaşam ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de öyle. Farkında olmadan başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felâketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve olaylardan etkilenebilme güçlerine göre kurtuluş çaresi saydıkları önlemlere başvuruyorlar... Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumunun kıyısında kafaları, çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta...

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o kata ve o katta bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun... Bu inançla bağdaşmaz görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur.

Bir başka önemli bir noktayı da dile getirmek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskocaAlmanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar böyle düşünüyordu.

Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilâf Devletleri’ne karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı.

Şimdi Efendiler, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar akla gelebilirdi?

Açıkladığım bilgilere ve yaptığım gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı:

Birincisi, İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek;

İkincisi, Amerika’nın güdümünü istemek.

Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devletinin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin kanadı altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.

Üçüncü karar,bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin: Birtakım bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devletinden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Birtakım bölgeler de, Osmanlı Devletinin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına oldu bitti gözüyle bakarak başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.

Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.

Efendiler, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım boş sözlerdi.

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu?

Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.

İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.


YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM!

Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi:

Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve saygın bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun ulus, uygar toplumlar karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlük ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten de aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.

Oysa, Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.

Öyleyse, ya bağımsızlık ya ölüm!

İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.

Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?

Şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusa karşılaştırılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur.

Sonra, Osmanlı soyunu ve egemenliğini sürdürmeğe çalışmak, kuşkusuz Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü yapmaktı. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlık güvenli sayılamazdı. Artık yurtla, ulusla hiçbir gönül ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi?

Halifeliğe gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan öte bir yanı kalmış mıydı?

Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun diline düşmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen noktaların söz konusu edilmesinde kesin zorluk vardı.

Osmanlı Hükümeti’ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.


UYGULAMAYI EVRELERE AYIRMAK

Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silâhlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve isteklerini ilk gününde açıklamak ve söylemek, kuşkusuz yerinde olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan ve olgulardan yararlanarak ulusun duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık zinciriyle düşünülürse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.

Burada, kafalarda yer tutabilecek kimi duraksama düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz.

Beliren ulusal savaşın tek amacı yurdu dış saldırıdan kurtarmak olduğu halde bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulusal egemenliğin bütün ilkelerini ve kurumlarını evre evre bugünkü döneme değin gerçekleştirmesi olağan ve kaçınılmaz bir tarih akışı idi. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda bende gördüm ve sezinledim. Ama, baştan sona bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik. İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddesel savaşa boş kuruntular niteliği verebilirdi; dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasında göreneklerine, düşünme yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olasılık içindeki değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Başarı için kestirme ve güvenli yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yaptım. Ancak, tuttuğum bu kestirme ve güvenli başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman ilkelerde, davranışlarda, yapılan işlerde özle ve ayrıntıyla ilgili birtakım anlaşmazlıklar, kırgınlıklar ve dahası ayrılıklar çıkmasının nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına değin uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve ruh yapılarının kavrama sınırı bittikçe bana direnmeye ve ruh yapılarının kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yararlı olmak için, sırası geldikçe birer birer göstermeye çalışacağım.

Bu sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir toplumumuza uygulatmak zorundayım.



***


Nutuk1 (2.Bölüm)


ORDU NASIL YENİDEN ORGANİZE OLDU

Şimdi efendiler, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekli idi.

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanına 21 Mayıs 1919’da yazdığım bir kapalı telde: “Genel durumumuzun almakta olduğu korkunç durumdan pek üzgün olduğumu; ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdan ödevini yakından, işbirliğiyle en iyi yapabileceğimiz kanısıyla bu son görevi kabul ettiğimi; bir an önce Erzurum’a gitmek isteğinde bulunduğumu ama Samsun ve yöresinin durumunun, güvensizlik yüzünden kötü bir sonuca varmaya neden olabileceğinden, buralarda ister istemez birkaç gün daha kalmak gerekeceğini” bildirdikten sonra, “beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak konular varsa bildirilmesini” rica ettim.

Gerçekten, Samsun ve yöresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldırması ve daha işin başında araçsız bırakılmış olan bölge yöneticilerinin yabancı devletlerin işe karışmaları yüzünden hiçbir önlem alamaması, durumu güçleştirmişti.

Tanıdığımız ve kendisinden büyük çaba umduğumuz bir kişinin Samsun’a mutasarrıf olarak atanmasına girişmekle birlikte, Üçüncü Kolordu Komutanını geçici olarak Canik mutasarrıflığına atadım. Elden gelen bölgesel önlemlerin alınmasına ve özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada bulunan yabancı birlik ve subaylardan çekinmeye ve yer olmadığının anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütler kurmaya girişildi.

23 Mayıs 1919’da Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutanına: “Samsun’a geldiğimi ve kendisiyle daha sıkı ilişki kurmak istediğimi ve İzmir bölgesinden daha kolaylıkla alabileceği bilgileri öğrenmek istediğimi” bildirdim.

Bu kolordunun durumu ile daha İstanbul’da iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara bölgesine trenle taşınması söz konusu idi. Bu yer değiştirmenin engellendiğini anlamış olduğumdan, İstanbul’dan ayrıldığım günlerde Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’dan, kolordunun trenle taşınması gecikirse, karadan yürüyerek Ankara’ya gönderilmesini rica etmiştim. Bundan dolayı, söz konusu kapalı tel yazımda: “Yirminci Kolordunun bütün birliklerinin Ankara’ya gelmeyi başarıp başaramayacaklarını” sordum. “Canik sancağı” üzerine bilgi verdikten sonra bir iki güne değin Samsun’dan karargahımla, bir süre için Havza’ya gideceğim ve her durumda Samsun’dan ayrılmadan önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi” yazdım.

Yirminci Kolordu Komutanından, üç gün sonra 26 Mayıs 1919’da aldığım yanıtta: “İzmir’den düzenli bilgi alamadıklarını, düşmanın Manisa’ya girişini de telgrafçıların haber verdiğini, kolordunun Ereğli’de bulunan birliklerinin hepsini trenle taşınamadığından, karadan yürüyüşe başladıklarını, ancak, yolun uzunluğu dolayısıyla Ankara’ya ne zaman ulaşacaklarının belli olmadığını” bildiriyordu.

Kolordu Komutanı yine bu telyazısında: “Afyonkarahisar’da bulunan 23. Tümenin, er sayısının pek az olduğundan ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarından söz açtıktan sonra, Kastamonu ve Kayseri bölgelerindeki güvenliği bozan birtakım olaylar üzerine haberler gelmeye başladığını” bildiriyor ve zaman zaman bilgi vereceğini yazıyordu.

27 Mayıs 1919 gününde Havza’dan, hem Yirminci Kolordu Komutanından ve hem de bu kolordunun bağlı olduğu Konya’daki ordu müfettişliğinden: “Afyonkarahisar’daki tümenin güçlendirilmesi için hangi kaynaklardan yararlanıldığını ve gücünün artırılıp artırılamayacağını ve bugünkü durumumuza göre, bu tümene nasıl bir görev verilmesinin düşünüldüğünü” sordum.

Kolordu Komutanı, 28 Mayıs 1919’da sorduğum işler üzerine bilgi veriyor ve: “Düşman buralara girmeye kalkışırsa 23. Tümen, bulunduğu yeri bırakmayacak ve saldırıya uğrarsa, yerli halktan alacağı yardımla, kesimini savunacaktır” diyordu.

Ordu Müfettişi de, 30 Mayıs 1919’da verdiği yanıtta: 23. Tümen, Karahisar’ın güvenliğini korumakla birlikte, düşmanın her türlü ilerleyişine, her türlü araçla karşı koyacaktır” diyordu. Bu araçların hazırlanmakta olduğunu ve Konya’da orduyu destekleyebilecek bir kuvvet hazırlamaya çalışıldığını; ancak, bu daha ad ve san konmadığını bildiriyordu.

Ben, müfettişliğe yazdığım telde: “Konya’da bir vatan ordusu kurulmakta olduğu üzerine bir takım haberler yayılmıştır; bunun içyüzü ve örgütü nedir?” demiştim. Böyle bir soruyu sormaktaki düşüncem, biraz da onları özendirmek ve uyarmak idi. Müfettişliğin verdiği son bilgi, bunun üzerinedir.

Kolordu Komutanı bu soruma: “Konya’da vatan ordusunun kuruluşundan haberim yok” yanıt vermişti.

Yirminci Kolordu ve Konya’daki Ordu Müfettişliği ile ilişki kurmam üzerine aldığım haberlerden tetikte bulunmayı ve uyanıklığı gerektiren noktaları 1 Haziran 1919’da Erzurum’da On Beşinci Kolordu ve Samsun’da Üçüncü Kolordu ve Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanlarına bildirdim.

Trakya’da bulunan kuvvetleri ve komutanlarını bilmiyordum. O bölge ile de ilişki kurmak gerekti. Bu düşünceyle, İstanbul’da, Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa’dan 16 Haziran 1919’da özel şifre ile (Cevat Paşa ile ayrıldığım gün gizli bir şifre kararlaştırmıştık) Edirne’de Kolordu Komutanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey’in nerede bulunduğunu sordum. Cevat Paşa 17 Haziranda yanıt verdi. “Cafer Tayyar Bey’in Birinci Kolordu Komutanı olarak Edirne’de bulunduğunu” öğrendim.

Amasya’dan 18 Haziran 1919 günü, Edirne’de Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey ‘e kapalı telle yönergede başlıca şunları bildirdim: “Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerini hazırlayan İtilâf devletlerinin yaptıklarını ve İstanbul hükümetinin tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz.

Ulusun yazgısını böyle bir hükümetin eline bırakmak, dağılmaya boyun eğmektir.

Trakya ve Anadolu’daki ulusal örgütleri birleştirmeye ve ulusun sesini bütün gürlüğüyle dünyaya duyuracak güvenilir bir yer olan Sivas’ta birleşik ve güçlü bir kurul toplamaya karar vermiştir.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere İstanbul’da bir kurul bulundurabilir.

Ben İstanbul’da iken, Trakya Cemiyeti üyelerinden kimileriyle görüşmüştüm. Şimdi zamanı geldi. Gerekenlerle gizlice görüşerek hemen örgütler kurunuz ve benim yanıma da delege olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye değin, Edirne ili haklarının savunucusu olmak üzere, beni vekil ettiklerini belirten, imzalı bir belgeyi kendi imzanızla ve kapalı telle bildiriniz.

Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık benim için Anadolu’dan ayrılmak söz konusu olamaz.

Trakya’nın direnme gücünü artırmak amacıyla bu yönergeye şu bilgileri de ekledim: “Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün durumuna getirildi. Kararlar, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz koruyuculuğu altında bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler, Türklerle birleşti.”


YUNAN ORDUSUNUN GİRİŞİ

Bu tarihe değin Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerine de girdiğini öğrendim. Ama İzmir’de ve Aydın’da bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarını gösterir açık bir bilgiyi daha hiçbir yerden elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvetlerin komutanlarına da birtakım buyruklar yazmıştım. Bunun üzerine, 29 Haziran’da, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey’in, iki gün önceki tarihi taşıyan, bir kapalı telini aldım.

56. Tümen’e İzmir’de Hurrem Bey adında bir kişi komuta ediyormuş. Bu komutan ve İzmir’deki iki alayın kılıç artıkları, subaylarıyla birlikte, hemen hepsi tutsak olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanya’ya götürmüşler. Bekir Sami Bey bu kılıç artıklarının komutasını üzerine almak için gönderilmiş.

Bekir Sami Bey 27 Haziran 1919 günü telinde, 22 Haziran 1919 günlü iki buyruğumu ancak 27 Haziran’da Bursa’ya vardığında alabildiğini söylüyor ve verdiği bilgiler ve yaptığı açıklamalarda: “Ulusal amaçları gerçekleştirecek yeter araçları bulamadığımdan, tümenimi düzene sokmayı başarırsam daha iyi hizmetler yapılabileceği kanısında olduğumdan, 21 Haziran sabahı Kula’dan Bursa’ya doğru yola çıkmak zorunda kaldım. Bununla birlikte ve birçok engeller bulunmasına karşın, ulusal eylemlerin yurdun kurtarılması için çok gerekli olduğu düşüncesini her yana yaymayı başardım” diyor. Düşündüklerimin ve yaptıklarımın doğruluğuna sağlam inancı olduğunu bildiriyor ve bu konuda hemen işe giriştiğini; Çine’de bulunan 57. Tümene de buyruk vermekliğimi ve kendisine de buyruk vermeyi sürdürmemi istiyordu.


ULUSAL ÖRGÜTLER KURULMASI

Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a dek Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerekliğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlere bildirdim.

Dikkate değer ki, İzmir’e ve daha sonra Manisa’ya ve Aydın’a düşman girişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulümler üzerine ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç yumruğa karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızıltı göstermemişti. Ulusun, bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, kuşkusuz ulus için iyiye yorumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp eyleme geçirmek gerekli idi. Bu amaçta 28 Mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum’da On Beşinci Kolordu, Ankara’da Yirminci Kolordu ve Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya’da Ordu Müfettişliği’ne genelge ile şu bildirmde:

Ízmir’e ve daha sonra ne yazık ki Manisa’ya ve Aydın’a düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar, bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler dindirilemiyor. Ulusun katlanamayacağı ve dayanamayacağı bu olayların hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, pazartesi başlayıp çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek her yerde yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâliye etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıristiyan halka karşı saldırıya ve düşmanlık gösterisine benzer davranışlardan sakınılması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına tam güvenim vardır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.


ULUSAL GÖSTERİLER

Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteriler yapılmaya başlandı.

Yalnız sayılı yerlerde birtakım kuruntular yüzünden, duraksamalar olduğu anlaşılmıştır. Örneğin: On Beşinci Kolordu Komutanının Trabzon ile ilgili olarak gönderdiği 9 Haziran 1919 günlü kapalı telden “Gösteri toplantısı sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri hiç yoktan kötü bir olay çıkabileceği düşünülerek, gösteri yapılmasına verilmiş iken bu kararın uygulanmadığı.... gösteriyi düzenleyen kurulun toplantısında İstrati ve Polidis’in de bulunduğu” anlaşılıyordu.

Trabzon, Karadeniz kıyısında önemli bir merkez olduğundan, orada ulusal girişimler ve çalışmalarda kararsızca davranış ve Yunanlılara karşı yapılacak ulusal gösterilerle ilgili görüşmelerde İstrati ve Polidis Efendileri de bulundurmak gibi, girişimin ciddi olmadığını gösterecek gevşeklikler, kuşkusuz İstanbul ve düşmanlar için pek değerli sayılacak belirtilerdir.

Verdiğim yönergedeki temel düşünceyi kötüye kullanacak denli ustalık gösterenler de oldu. Örneğin: Sinop’a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve gösteri kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu adamın zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu: “Türkler ilerleyip gelişemediyse bu, şimdiye değin iyi bir yönetime kavuşamamasından ileri gelmiştir. Türk ulusu, ancak kendi padişahının buyruğu ve egemenliği altında olmak koşuluyla, Avrupa’nın gözetim ve denetiminde kurulacak bir yönetim örgütü ile yaşayabilir.”

Efendiler, Sinop halkı adına İtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 günlü bu bildirinin altındaki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasının yanında gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bulup çıkarmama yaradı. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası ikinci başkanı olan kişinin imzası idi.

Her yerde gösteriler yapılması için bildirimler yaptığım günden üç gün sonra, yani Harbiye Nazırının 31mayıs 1919 günlü şu telini aldım:

İngiltere Olağanüstü Komiserliğinden Babıâliye bildirilip Harbiye Nazırlığına gönderilen nota örneği aşağıya çıkarılmıştır:

Bugüne değin gelen raporlardan, Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman görülebilecek haydutluk olaylarından başka bir şey olmadığı bilinmekle birlikte, son noktada ileri sürülen olaylar üzerine özel soruşturma yapılarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.

31/5/1919

Harbiye Nazırı Şevket

Örnek

1- Sivas’ın bugünkü durumu ve adı geçen kentte ya da bu kentin yakınında toplanmakta bulunan Ermeni sığınaklarının esenliği üzerine en son olarak oldukça kaygı verici haberler aldığımı yüksek katılımı bildirmekle öğünç duyarım.

2- Bundan dolayı askerî komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve gözetilmesi için elden gelen bütün önlemlerin alınmasını kesin olarak belirten ve herhangi bir öldürme ya da kötü davranış olursa kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telin Yüksek Harbiye Nazırlığınca adı geçen komutana ivedilikle çekilmesi yolunda buyruk verilmesini katınızda rica ederim.

3- Bu yönergeye benzer yönergelerin ilgili sivil yöneticilere de ayrıca gönderilmesini rica ederim.

4- Yurt içindeki düzensizlik üzerine yüksek katınızın haklı olarak ne denli kaygılı bulunduğunu bildiğim için yüksek katınızca ayrıca işbu (...........) uyulacağı kanısındayım.

5- Söz konusu olan yönergenin gönderilme tarihi üzerine verilecek bilginin beni pek çok sevindireceğini bildiririm.

Sivas vali vekilliğinden aldığım 2 Haziran 1919 günlü bir telyazıda da: “Bugün Dömanj (Demange) imzasıyla alınan telde “İzmir’e Yunanlıların girişi üzerine Aziziye’de Hıristiyanların ölümle korkutulduğu öğrenilmiştir. Bu ise uygun değildir. Size haber veriyorum ki bu durumlar, müttefik askerlerinin ilinize girmesine neden olur, anlamında bildirim yapılmaktadır...” denilmekte idi.

Gerçekte, ne Sivas’ta kaygı verici bir durum vardı, ne de Hıristiyanlar ölümle korkutulmuştu. Bunu, ulusça yapılmaya başlanılan gösteri toplantılarından kaygılanan ve bu amaçlarının gerçekleşmesine engel sayan Hıristiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini çekmek için, bile bile yaydıkları uydurma haberler olarak saymak gerekir. Harbiye Nazırlığının nota örneğini içine alan teline verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım.


İstihbarat

Çok ivedidir. 3 Haziran 1919

Sayı 58

Harbiye Nazırlığı Yüksek Katına

Y: 2 Haziran 1919 şifre

Sıvas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonradan sığınanları korkutacak hiçbir olay geçmemiştir. Ne Sıvas’ta, ne de çevresinde kaygı verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi iş ve güçleriyle uğraşmaktadır. Bunu kesin olarak bilginize sunar ve inanmanızı dilerim. Şu duruma göre, İngiliz notasındaki haberlerin nereden çıktığını benim bilmem gerekir. Düşmanım İzmir ve Manisa’ya girişiyle ilgili acı haber üzerine Müslüman halkın yaptığı ve Hıristiyan azınlıklara karşı hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan kimi kişilerin olmaları düşünülebilir. İtilâf devletleri, ulusumuzun haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça, ulus da yurt dokunulmazlığının kesinliğine güvendiklerinin baş göstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve iç acısını, ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi bu yüzden ortaya çıkacak olguların ve olayların karşısında da sorumluluk yüklenebilecek ne bir komutan, ne sivil yönetici, ne de hükümet düşünürüm.

Mustafa Kemal

Bu nota örneğiyle verdiğim yanıtın örneği bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara genelge ile bildirildi.

O günlerde İngiliz Muhipler Cemiyetiyle birlik olarak bütün ulusça İngiltere’den yardım istenmesinin bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telle bildirildiğini ve bu teli etkisiz bırakmak için, ulusu gereği gibi aydınlatmakla yetinmeyerek hükümet katına başvurmaktan geri kalmadığımı da öğrenmiş bulunuyorsunuz. Bundan başka, 27 Mayıs 1919 günü “Türkiye-Havas- Reuter” adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şûrası ile ilgili olarak verdiği haberler arasında: “Bütün üyelerin düşüncesi, Türkiye’nin büyük devletlerden birinin yardımını sağlamak üzerinde toplanmıştır.” haberini yayması üzerine, Sadrazama: “Ulusun, bağımsızlığını korumaya kararlı olduğunu ve bütün kötü sonuçlara karşı her türlü özveriyi göze aldığını ve ulusal vicdanı yansıtmayan haberlerin kaygı verici tepkiler doğurduğunu” yazdıktan başka, bütün ulusa da bu durumu nasıl bildirdiğimi başka bir açıklama sırasında söylemiştim.

Sadrazam Ferit Paşa’nın Paris’e, bilinen çağrılışı üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantı günlerinde birtakım demeçler vermiştim. Bu konuda düşünce ve davranışımın ne olduğunu açıklamak amacıyla şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım:


Şifre

İvedidir. Havza, 3.6.1919

Kişiye özel.


Samsun’da Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendiye

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa

Hazretlerine

Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendiye

Erzurum Valisi Münir Beyefendiye

Sıvas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretlerine

Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendiye

Ankara’da Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa

Hazretlerine

Konya’da Yıldırım Birlikleri Müfettişi Cemal Paşa Hazretlerine

Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu komutanı Vekili Cevdet Beyefendiye

Van Valisi Haydar Beyefendiye

Fransa siyasal temsilci Bay Döfrans’ın (Defrance) sadrazamlık yüksek katına gelerek Osmanlı Devletinin haklarını konferansta savunmak için Paris’e gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nazırlığının resmi bildirimlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. Ulusumuzun İzmir olayı üzerine gösterdiği ulusal dayanışma ve böylece bağımsızlığı koruma konusunda beliren kesin direnişinin sonucu olan bu şerefli durum övülmeye değer. Ama, bununla birlikte Yunanlılar İzmir iline girmekten alıkonulmuş değildir. Her halde ulus, haklarını bilir ve onu çiğnetmemek için parçalanmaz bir bütün olarak ölesiye savaşa hazır olduğunu İtilaf devletlerine karşı göstermeyi ve tanıtlamayı sürdürdükçe adı geçen devletlerin ulusumuzu sayar ve haklarını tanır olacaklarına kuşku yoktur.

Sadrazam Paşa Hazretlerinin konferansta Osmanlı Devletinin haklarını savunmak için büyük çaba gösterdikleri doğaldır. Ancak, ulusça kesin olarak savunulması istenilen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, kesin olarak devlet ve ulusun tam bağımsızlığı, ikincisi de yurtta çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.

Bu konuda, Paris’e gitmeye hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin isteği arasında tam bir uygunluk gerekir. Böyle olmazsa ulus, çok güç durumda ve düzeltilemez oldu bittiler karşısında kalabilir. Bu kaygıyı doğuran nedenler şunlardır: Sadrazam Paşa Hazretleri, duyduğumuz demecinde Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını bildirmedi. Bundan, doğu illeri halkı doğal olarak üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat Şurası’nda da, hemen bütün kurulun, ulusal bağımsızlığın korunmasını ve ulus alın yazısının bir ulusal kurultay eline bırakılmasını istemelerine karşın, yalnız, hükümetin dayandığı İtilaf ve Hürriyet Fırkası adına, başkanı Sadık Bey İngiltere’nin koruyuculuğunu istemeyi yazılı olarak önerdi. Geniş bir Ermenistan özerkliği ve devletin bir yabancı devlet koruyuculuğunu kabulü konularında ulusal istekle bugünkü hükümetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa Hazretleriyle yanında gidecek kurulun, ulus haklarını savunmada uyacakları ilkeler ve program ulusça bilinmedikçe, yukarıda bilgilerine sunulan noktalarda kaygılanmaktan insan kendini alamıyor. Bundan dolayı, illerdeki ve illere bağlı yerlerdeki Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak derneklerinin temsilci kurullarınca ve bu derneklerin kuruluşları tamamlanamayan yerlerde de Belediye Kurullarınca Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişah Hazretlerine telyazılarıyla başvurularak ulusal bağımsızlığın tam dokunulmazlığı ve ulus çoğunluğu haklarının korunması ilkesinin ulusun temel koşulu olduğu bildirilmeli ve gidecek kurulun buna göre savunma ilkelerini ulusa resmi olarak ve açıkça duyurması istenmelidir. Ulusun bu davranışıyla, gidecek kurulun savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten ulusun isteği olduğu İtilaf devletlerince bilinecek ve doğal olarak daha çok önemle göz önünde tutulacağı için, kurulun görevini kolaylaştıracaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere tez elden ulaştırılmasını ve bildirilmesini, yurdumuzun alın yazısı adına yüce ve yurtsever kişiliğinizden önemli rica ederim. Bu telin alındığı zaman bildirilmesini de rica ederim.

Mustafa Kemal

***
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:42   #2
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart

İSTANBUL’A GERİ ÇAĞRILIŞIM

Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 haziran 1919’da Harbiye Nazırı’nın beni İstanbul’a çağırdığını ve gizli olarak sormam üzerine kimlerin isteğiyle ve niçin çağırıldığımı, devlet büyüklerinden bir kişinin bildirdiğini daha önce yaptığım bir açıklama sırasında söylemiştim. Bu bilgiyi veren devlet büyüğü, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış yazışmaların bir bölümü herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum’da görevimden çekildiğim güne değin değişik Harbiye Nazırlarıyla ve doğrudan doğruya saray ile süregelmiştir.

Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordularını birlikleriyle ilişki ve bağlantı sağlanmış ve halk elden geldiğince aydınlatılarak uyarılmış, ulusça örgütlenme düşüncesi yayılmaya başlamış. İşler, artık bir komutan kimliği ile yürütülüp yönetilemeyecekti. Yapılan çağrıya uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütleri ve eylemleri yönetmeyi sürdürdüğüme göre, kişisel olarak, başkaldırır duruma girdiğim kuşku götürmezdi. Bundan başka ve özellikle uygulamaya karar verdiğim girişimlerim köklü ve sert olacağını sezinlemek güç değildi. Bundan dolayı girişimlerim bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması ve bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve yansıtacak bir kurul adına yapılması çok gerekli idi.


SİVAS’TA GENEL KONGRE

Bunun için, 18 haziran 1919 günü Trakya’ya verdiğim yönergede altını çizdiğim bir noktanın uygulanması zamanı gelmiş bulunuyordu. Anımsarsınız ki o nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirerek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sıvas’ta genel bir ulusal kurultay toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Beye 21/22 haziran 1919 gecesi Amasya’da söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları şunlardı:

1. Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.

2. İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.

3. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.

4. Ulusun durumu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.

5. Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sıvas’ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.

6. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.

7. Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek, bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.

8. Doğu illeri adına 10 temmuzda Erzurum’da bir kurultay toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sıvas’a ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sıvas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar.

Görüyorsunuz ki bu yazdırdıklarım, çoktan vermiş ve dört gün önce Trakya’ya bildirmiş olduğum bir kararın Anadolu’ya da genelge ile bildirilmesinden başka bir şey değildir. Bu kararın 21/22 haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve giz dolu yeni bir karar olmadığı kolaylıkla anlaşılır sanırım.

Bu noktanın aydınlanması için isterseniz küçük bir açıklamada bulunayım.

Efendiler, o karalama işte şu kağıtlardır, dört maddeliktir, içindekileri söyledim. Altında benim imzam vardır. Bir de, görevi dolayısıyla, kurmay başkanım bulunan Albay Kâzım Bey’in (şimdi İzmir Valisi Kâzım Paşa), kurmaylarımdan bildirim işleriyle görevli Hüsrev Bey’in (şimdi elçi), askeri makamlara şifre eden emir subayım Muzaffer Bey’in ve sivil katlara şifre eden bir sivil görevli imzaları vardır. Bundan başka daha birtakım imzalar vardır.

Bu İmzaların bu karalamaya konması güzel bir talih ve rastlantıdır.

Daha Havza’da bulunduğum sırada, Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan bir kapalı tel aldım. Bu tel: “Tanıdığınız bir kişi kimi arkadaşlarla İstanbul’dan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyuruyorsunuz?” anlamında idi. Sanki bir bilmeceyi andıran bu tel beni hem pek çok ilgilendirdi hem de şaşırttı. Söz konusu kişiyi tanıyorum. Benden ne yapacağını soruyor. Ankara’da arkadaşım olan güvenilir bir komutanım yanımda. Tel de kapalı teldir. Öyleyse neden adını kapalı olarak bile yazdırmaktan çekiniyor? Epeyce düşündüm. Anlar gibi oldum. Kestirilebilir ki bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Ama Fuat Paşa’yı yakından görmek; bölgeleri, çevreleri düşünceleri üzerinde görüşmek bence çok istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telin uyandırdığı düşünceyle kendisine şu ricada bulundum: “Ankara’dan ayrıldığımızı belli etmeyecek düzenlemeleri ve önlemleri aldıktan sonra ad ve kılık değiştirerek birkaç gün için ivedilikle yanıma geliniz. İstanbul’dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.”

Gerçekten Fuat Paşa dediğim gibi Havza’ya doğru, yola çıkar. Ama birtakım zorlayıcı nedenlerden dolayı, hemen Havza’dan ayrılıp Amasya’ya gitmek zorunda kalmıştım. Fuat Paşa Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya yönelir. İşte böylece 21/22’de Amasya’da yanımda bulunuyor. Adı kapalı telde bildirilmeyen kişi de Rauf Bey idi.

İstanbul’dan ayrılmak üzere evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey oraya gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve İstanbul’da iken yakalamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir kimselerden işitmiş, onu bildirdi. Ben İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa batıp boğulmayı yeğledim ve yola çıktım. Kendisine de, önünde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.

Rauf Bey gerçekten İstanbul’dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış; ama benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’le buluşmak istemiş ve İzmir savaş boyuna daha yakın bir yerde daha etkin ve daha yararlı olacağını sanarak Bandırma Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde, halkın içgücünü bozulmuş, durumu öldürücü ve korkunç görmüş.

Hemen adını değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye-Sivrihisar yoluyla ve araba ile de Ankara’ya Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana baş vurmuş. Pek güzel ama, adını saklayarak beni üzmenin anlamı var mıydı?

Öte yandan, Üçüncü Kolordu Komutanım olup Samsun Mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey’i artık Sıvas’a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez, gelmesi için buyruk vermiştim. Bölgesinde geziye çıkmış. Buyruklarıma bile karşılık alamıyordum. En son, o da bir rastlantıyla, o gün gelmişti.


RAUF VE REFET BEY

Şimdi imza işine gelelim: Ben yazının yeni gelen arkadaşlarca da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.

Rauf Bey, konuk olduğundan bu yazıya imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel anı değerinde olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.

Refet Beyimzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.

İstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın –tuttuğumuz yola göre– anlaşılması pek kolay olan bir konuda açığa vurduğu düşünüş ve duyuş biçimi bana çok acı geldi.Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, düşüncemi anlayınca hemen imza etti. Fuat Paşa’ya Refet Bey’in çekinme nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa Refet Bey’i oldukça sıkı bir sorguya çekince Refet Bey yazıyı eline alarak kendine özgü bir im koydu. Öyle bir im ki bunu bu yazıda bulmak biraz zordur.

Buyurun, isteyen inceleyebilir.

Efendiler, gereksiz gibi görülebilen bu açıklama, sonraki yıllar ve olaylarla ilgili birtakım karanlık noktaları aydınlatmaya yarar düşüncesiyle yapılmıştır.

Kongreye çağrı genelgesi, sivil ve askeri katlara şifreli olarak gönderildi. Bundan başka, İstanbul’da bulunan kimi kişilere de gönderildi. Ama, bu kişilere ayrıca, bir de genelge niteliğinde mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kişiler şunlardı: Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafıa Nazırı idi), Sulh ve Selamet Fırkası Başkanı Ferit Paşa (sonra-dan Harbiye Nazırı oldu) Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.

Bu mektupta söylediğim noktalan özet olarak yineleyeceğim.

1- Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman gerçekleştiremez.

2- Bunlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.

3- Gerçekte, acı olan durumu öldürücü biçime sokan en keskin etmen, İstanbul’daki karşı akımlar ve ulusal erekleri zararlı bir biçimde desteksiz bırakan siyasal ve ulus yararına aykırı propagandalardır. Bunun cezasını yurdumuzun nasıl çektiğini pek çok görmekteyiz.

4- Artık İstanbul Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmak zorundadır.

5- Size düşen özveri pek büyüktür.


***


ALİ KEMAL BEY

25 hazirana değin Amasya’da kaldım. Anımsarsınız ki, o günlerde Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çıkarıldığım ve artık benimle hiçbir resmi işlerin yapılmaması ve hiçbir isteğimin yerine getirilmemesi konusunda kapalı bir genelge yayımlamıştı.

23 haziran 1919 gün ve 84 sayılı olan bu genelge, ilginç bir anlayışı gösterir belge olduğu için, olduğu gibi bilginize sunacağım:

Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in 23.6.1919 gün ve 84 sayılı şifresinin açılmış örneğidir.

“Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte, bugünün siyasasını o ölçüde bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba göstermesine karşın, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu. Reddi İlhak dernekleri gibi, Karesi ve Aydın dolaylarında Müslüman halkı haksız yere kırdırmaktan ve böyle bir durumdan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka bir iş görmeyen buyruk dinlemez, saygısız ve yasadışı kurulan birtakım kurullar için öteden beri çektiği tellerle de siyasadaki yanılgılarını yönetimde de artırdı. Adı geçenin İstanbul’a getirilmesi Harbiye Nazırlığını ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazırlığının size kesin buyruğu, artık o kişinin görevinden çıkarılmış olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleriyle ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir. Bu yönergeye uygun iş görmekle ne gibi sorumlulukların ortadan kalkacağını anlayacağınızı biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikalarda görevli olsun, halktan olsun, her Osmanlıya düşen en büyük ödev, barış konferansınca alınyazımız üzerine karar verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek; akıllıca ve öngörüşlü davranışlara uymak; parti, mezhep, ırk anlaşmazlıklarını gözetmeksizin herkesin yaşamını, malını, ırzını korumakla uygarlık dünyası karşısında bu yurdu bir daha lekelememek değil midir?”

... / ..
***


Nutuk1 (3.Bölüm)


ALİ KEMAL BEY VE PADİŞAH

Bu kapalı genelgeden ancak Sıvas’a vardığım 27 haziran 1919 günü haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 Haziran günü bu genelgesiyle düşmanlara ve Padişaha karşı önemli bir görev yaptıktan sonra 26 Haziran 1919 günü hükümetten çekilmiştir. Ali Kemal Bey’in Sadrazama verdiği resmi çekilme yazısından başka, Saraya gidip Padişaha kendi eliyle verdiği çekilme yazısı örnekleri ve sözlü olarak bildirdikleri ve Padişahın ona verdiği karşılık üzerine çok sonra bilgi edindim.

Ali Kemal Bey, çekilme yazılarında, özellikle Padişaha sunduğunda: “Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde birden baş gösteren ayaklanma ve kargaşalık belirtileri üzerine, ayaklanma ateşinin hemen ve yayılmadan durdurulup söndürülmesi ve yok edilmesi için önlemler almak yalnız kendi katını ilgilendirirken, Padişahtan gördüğü yakın ilgiyi ve güveni çekemeyen kimi arkadaşlarının birçok boş özürler ileri sürerek ayaklanmanın genişlemesine yol açmakta olduklarından” söz ettikten sonra:

“Resmi görevinden çekilmekle birlikte özel olarak hizmet edeceğini ve bağlılıktan ayrılmayacağını” yazısına ekliyor ve sözlü olarak da: “Resmi görevden ayrılmamı fırsat sayan hasımlarımın saldırılarından kulunuzu koruyunuz.” diye yalvarıyor.

Padişah, buna karşılık: “Beni büsbütün yalnız bırakmayacağına güveniyorum. Bağlılığınız bana büyük umut ve avuntu vermişti. Saray her dakika size açıktır. Refik Bey’le işbirliği yapmaktan ayrılmayınız.” gibi okşayıcı sözler söylüyor.

Bağlılığından Padişahın büyük umut ve avuntuya kapıldığı Ali Kemal’i, nazırlık görevinde ve Padişahın yanında gördükten sonra, onu bir de asıl gerçek görevi başında görelim.

Canınız sıkılmazsa, Sait Molla’nın Rahip Fru’ya yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim:

“Ali Kemal Bey’e son felâketi üzerine üzüntü duyduğunuzu söyledim. Bu değerli kişiyi elde bulundurmak gerek, bu fırsatı kaçırmayalım. Bir armağan sunmak için en uygun zamandır.”

“Ali Kemal Bey dün o kişi ile görüşmüş. Basın işinde biraz ağırdan almak gerektiğini söylemiş. Bir kez herhangi bir gidişten yana çevrilen düşünür ve yazarları öncekine aykırı bir amaca yöneltmek bizde kolay olmaz. Bütün resmi görevliler ulusal eylemleri şimdilik iyi görüyorlar, demiş. Ali Kemal Bey, yönergenize eksiksiz uyacak. Zeynelâbidin Partisiyle de işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası, işler bulandurulacak.”

Bu mektuba bir ekleme yapılmış, şimdi onu da okuyalım: “Ekleme: Birkaç kezdir söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa’ya ve onu tutanlara biraz arka çıkar gibi görünmeli ki kendisi tam güvenle buraya gelebilsin. Bu işe olağanüstü önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu destekleyemeyiz.”

Bu belgeler üzerinde sırası gelince, daha çok bilgi veririm. Şimdilik bu kadarı yeter.


ALİ GALİP BEY

Ali Kemal Bey’in, Amasya’da iken daha duymadığımı söylediğim genelgesi, görevlilerin ve halkın kafalarını gerçekten karıştırmış. Her yerde eksik olmayan yıkıcı ruhlu kimseler, hemen bana karşı propagandaya ve çalışmaya girişmişler.

Bu yoldaki baltalayıcı gösterilerin ve işlerin en önemlisi Sıvas’ta düzenlenmeye başlamış.

İzin verirseniz bunu kısaca anlatayım: Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in genelge ile verdiği buyruğun tarihi olan 23 Haziran günü, Sıvas’ta Ali Galip Bey adında bir kişi, on kadar adamıyla hazır bulunuyormuş. Bu kişi, İstanbul’dan, Elazığ Valisi olarak gönderilmiş olan Kurmay Albay Ali Galip’tir. Sözde, ilin ikinci derecede görevlileri olmak üzere, birtakım adamları da İstanbul’dan seçmiş, yanında götürüyor.

Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sıvas’ta durmuş. Özel görevi bulunduğu belli olan Ali Galip, orada hemen kendinden yana etkin kişiler bulmuş. Görevini iyi uygulamak için düzen kurmaya ve önlemler almaya başlamış.

Dahiliye Nazırlığının, beni kötüleyen buyruğu gelir gelmez, çalışma başlamış. Sıvas sokaklarında benim “hain, başkaldırmış, zararlı bir adam” olduğum yolunda, duvarlara yaftalar yapıştırılmış.

Kendisi de bir gün, Sıvas’ta vali bulunan rahmetli Reşit Paşa’nın yanına giderek, Dahiliye Nazırlığının buyruğundan söz açtıktan sonra, Sıvas’a gidersem bana karşı nasıl davranacağını sormuş.

Reşit Paşa, ne yapılabileceğinin açıklanmasını istemiş. Ali Galip: “Ben senin yerinde olsam hemen kollarını bağlar, tutuklarım ve senin de böyle yapman gerekir.” demiş.

Reşit Paşa, bu işin bu denli kolay olacağına inanamamış; görüşme epey uzamış. Görüşmeye katılanlar çoğalmış. Üstelik bir bölük halk, verilecek kararı anlamak üzere toplanmış.

Bugün, Haziran’ın 27’nci günüdür. Gözlerimizi, yeniden bu noktaya dönmek üzere, bir an için bu levhadan ayıralım ve Amasya’ya çevirelim.


SIVAS’A HAREKET

Ayın yirmi beşinci günü, Sıvas’ta bana karşı bir-takım uygunsuz olaylar geçmeye başladığını öğrendim. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey’i çağırdım ve: “Yarın sabah karanlıkta Amasya’dan güneye gideceğiz” dedim. Bu gidişimiz gizli tutularak hazırlık yapılması için buyruk verdim.

Bir yandan da Beşinci Tümen Komutanı ve kurmaylarımla, gizli olarak, şu önlemi kararlaştırdık: Beşinci Tümen Komutanı, tümeninden seçme subay ve erlerle olabildiğince güçlü bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak çabucak kuracaktı. Ben, 26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobil ile Tokat’a gitmek üzere yola çıkacaktım. Birlik, kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sıvas’a doğru gönderilecek ve benimle bağlantı kurulacaktı. Gidişimiz, hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasya’da da açığa vurulmayacaktı.

26’da Amasya’dan yola çıktım. Tokat’a varır varmaz telgrafhaneyi göz altına aldırarak benim varışımın Sıvas’a ve hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 26/27 gecesini orada geçirdim, 27’de Sıvas’a doğru yola çıktım. Otomobille Tokat’tan Sıvas’a aşağı yukarı altı saattır.

Sıvas valisine, Tokat’tan Sıvas’a gelmek üzere yola çıktığımı bildiren açık bir tel yazdım. İmzada “Ordu Müfettişliği” sanını kullanmıştım.

Telde, özel bir düşünce ile, yola çıkış saatimi bildirmiştim. Ama bu telin, ayrılışımdan altı saat sonra çekilmesini ve o zamana değin hiçbir yoldan Sıvas’a bilgi verilmemesini sağlayacak önlemleri aldırdım.

Şimdi efendiler, gözlerimizi yeniden Sıvas’ta bıraktığımız levhaya çevirelim.

Ali Galip Bey’le Reşit Paşa arasında bana karşı ne gibi bir işlem yapılacağının tartışılması sahnesine... Tartışmanın kızıştığı bir sırada, Reşit Paşa’nın eline benim Tokat’tan çekilen telimi verirler. Reşit Paşa, hemen Ali Galip Bey’e uzatır: “İşte kendisi geliyor; buyurun, tutuklayın!” der. Reşit Paşa, telde yazılı olan yola çıkış saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar; sonra da: “Efendim, geliyor değil, gelmiş olacaktır.” diye ekler.

Bunun üzerine Ali Galip: “Ben tutuklarım dedimse, benim ilim içinde olursa tutuklarım, demek istedim.” deyince toplantıda bulunanları bir coşku kaplar. Hep birden: “Haydi öyle ise karşılamaya gidelim.” diyerek toplantıya son verirler.

Ancak, kentin ileri gelenleri ile, halkla ve askerle parlak bir karşılama hazırlığı yapabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; oysa, hesapça benim, Sıvas kenti kapılarına değin yaklaşmış olacağımı göz önünde bulundurarak beni, kentin yakınında bulunan Ziraat Nümune Çiftliğinde biraz dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa, karargahının sağlık başkanı olup daha önce, gerekli örgütleri kurmak için Sıvas’a göndermiş olduğum Tali Bey’i çağırtarak, bu görevin yapılmasını ondan rica etmiş ve karşılama hazırlıklarını bitirince hemen kendisinin de yanımıza geleceğini söylemiş.

Gerçekten, tam Nümune Çiftliği yakınında, karşımıza çıkan bir otomobilin içinde Tali Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftliğin avlusunda oturduk. Tali Bey, anlattığım durumu ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak olduğunu söyleyince hemen ayağa kalktım: “Çabuk otomobillere ve Sıvas’a!” dedim.

Bunun nedenini anlatayım. O anda aklıma gelen şu idi: Karşılama töreni yapacağız diye Tali Bey’i aldatmış olabilir ve gerçekte ters düzen almak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi. Otomobillere binmek üzere iken Sıvas yönünden başka bir otomobil yanımıza yaklaştı. İçinde vali Paşa vardı.

Reşit Paşa: “Efendim, birkaç dakika daha dinlenmez misiniz?” diye söze başladı. “Yarım dakika bile dinlenmek istemiyorum. Hemen gideceğiz ve sen benim yanıma gel.” dedim.

“Efendim” dedi, “sizin yanınıza Rauf Bey binsin; ben arkadaki otomobille de gelirim.”

“Hayır, hayır!’’ dedim, “siz buraya...”

Bu küçük önlemin neden alındığı kendiliğinden anlaşılır.

Sıvas kentinin girişine vardığımızda, caddenin iki yanı büyük bir kalabalık ile dolmuş, askeri birlikler tören duruşu almış bulunuyordu. Otomobillerden indik... Yürüyerek askeri ve halkı selamladım.

Bu görünüş, Sıvas’ın saygıdeğer halkının ve Sıvas’ta bulunan yiğit subay ve erlerimizin bana ne denli bağlı olduğunu ve sevgi beslediğini belirten canlı bir tanık idi.

Bundan sonra, doğruca Kolordu Komutanlığına gittim ve hemen Ali Galip’i ve onun yardakçısı olduklarını anladığım bozguncuları getirttim. Onlara ne yaptığımı açıklayarak, aslında epey yorgunluk verdiğinden kuşku duymadığım ayrıntıları uzatmak istemem.

Yalnız bir noktayı belirtmekle yetineceğim.

Efendiler, bu Ali Galip, karşılaştığı kötü durumdan sonra gizli diyecekleri olduğunu söyleyerek, geceleyin yalnız olarak yanıma gelmek istedi. Kabul ettim. Davranışlarının dış yüzüne önem vermemekliğimizi rica ile, Elazığ valiliğini kabul ederek gelmekten amacının, benim yolumda hizmet etmek olduğunu ve Sıvas’ta kalışının, benimle buluşup buyruk almak için olduğunu açıklamaya ve bin türlü kanıtla bizi inandırmaya çalıştı ve sabaha dek oyalayarak başarı da sağladığım açıkça söylemeliyim.


***


ERZURUM’A YOLCULUK

Sıvas’ta kurulan örgütler ve yapılacak işler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sıvas’tan Erzurum’a doğru yola çıkıldı.

Bir haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü, halkın ve askerin içten gelen gösterileri arasında, Erzurum’a varıldı. İstanbul Hükümetinden gelebilecek yıkıcı bildirimleri denetlemek ve durdurmak için haberleşme kanalı olan önemli merkezlerde gereken önlemlerin alınması için bütün komutanlara, 5 Temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim.

Komutan, Vali ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile görüşüldü. Vali Münir Bey, İstanbul Hükümetince görevinden çıkarılmıştı. Gitmeyip Erzurum’da kalmasını bildirmem üzerine daha Erzurum’da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp İstanbul’a gitmek üzere Erzurum’dan geçen Mahzar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurum’da beni bekliyordu.

Bu iki vali beyle, On Beşinci Kolordu Komutanı Kazım Kara Bekir Paşa ve yanımda bulunan Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan yolu anlattım.

Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, sırasına göre nelerin göze alınması zorunlu olacağını açıkladım: “Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini düşünenler bugün yalnız Saray, İstanbul Hükümeti ve yabancılardır. Ama bütün halkın aldatılabileceği ve bize karşı duruma çevrileceği olasılığını da düşünmek gerektir. Önder olacakların, her ne olursa olsun, tutulan yoldan dönmeleri, yurtta barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü, böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar.

Bir de, söz konusu görev, resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yapılamaz. Böyle bir tutum bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama, artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını sağlamak gerektir.

Benim, görevden çıkarıldığım ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğum kuşku götürmez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben olabilecekmişim gibi bir sav yoktur. Yalnız, her halde bu yurt çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin.” dedim.

Bu konuşma ve açıklamadan sonra hemen ayaküstü bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek ve özel konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi bildirdim.

Yeniden toplandığımızda, işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, önemli özrü dolayısıyla bir süre için kendisinin eylemli görev almaktan bağışlanmasını rica etti. Ben görünüşte görevden ve askerlikten ayrıldıktan sonra, şimdiye değin olduğu gibi, üst komutan imişim gibi buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandıktan sonra toplantıya son verildi.

Efendiler, İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı katında, görevden ayrılan Cevat Paşa ile göreve başlayan Fevzi Paşa’dan ve Barış Hazırlıkları Komisyonunda çalışan İsmet Bey’den başlayarak, Erzurum’a gelinceye değin her yerde gördüğüm ve karşılaştığım komutan, subay, her türlü devlet adamları ve ileri gelen kişilerle, burada, Erzurum’da yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bunun yararını değerlendirebilirsiniz.


***


ERZURUM KONGRESİ HAZIRLIKLARI

Erzurum’a varışımın ilk günlerinde. Erzurum Kongresinin toplanmasını sağlamak için gerekli önlemleri almakla uğraşmaya önem verildi.

Efendiler, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 3 Mart 1919 günü, bir çalışma kurulu meydana getirilerek kurulmuş olan Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı Temmuz’unun onuncu günü Erzurum’da bir Doğu İlleri Kongresi toplamaya girişti. Benim daha Amasya’da bulunduğum günlerde, Haziran içinde, doğu illerine delege göndermeleri için öneri ve çağrı mektubu yolladı. İllerden delege getirilmesi için, o günden başlayarak benim Erzurum’a varışıma değin ve ondan sonra da, bu konuda olağanüstü çaba gösterdi.

Ama, o günlerin koşullan içinde böyle bir amacın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü, kolaylıkla anlaşılır. Kongrenin toplanma günü olan 10 Temmuz yaklaştığı halde illerden gerekli delegeler seçilip gönderilmiyordu.

Oysa, bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli bir iş olmuştu. Bundan dolayı, bizim de sağlam önlemler almamız gerekti.

İllerin her birine açık bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapalı tellerle valilere, komutanlara gereği gibi bildirimler yapıldı. Sonunda, on gün gecikme ile yeterince delege toplanabildi.

Efendiler, ulusal eylemleri ordunun desteklemesi, askerin ve halkın çalışmalarını birbiriyle düzenli duruma getirmek, önemli bir konu idi.

Trabzon’daki tümeni, komutan vekili yönetiyordu: Asıl komutanı Halit Bey Bayburt’ta gizlenmişti. Halit Bey’i, gizlendiği yerden çıkarmak, iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, İstanbul’a çağrılmanın ve bu çağrıya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadığını halka ve özellikle askerlere göstererek içgücünü yükseltmek gerekiyordu. Bir de, kıyıda önemli bir yer olan Trabzon’a dışarıdan bir saldırı olursa oradaki tümenin başında ateşli bir komutan bulundurmak uygun olacaktı.

Bunun için Halit Bey’i Erzurum’a getirttim. Ona, kendim, özel bir yönerge verdikten sonra, gerektiğinde hemen tümenin başına geçmek üzere Maçka’da bulunması için buyruk verdirdim.

Biz bu işlerle uğraşırken, bir yandan da İstanbul’da Harbiye Nazırlığı makamında bulunan Ferit Paşa’nın ve Padişahın, İstanbul’a dönmemi sağlamak için sürüp giden aldatıcı tellerine de, türlü karşılıklar vermekle zaman yitirmek zorunda kalıyorduk.

Harbiye Nazırlığı: “İstanbul’a gel.” diyordu. Padişah: “Önce hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur; ama bir işe karışma.” diye başladı.. Sonunda, ikisi birlikte: “İlle gelmelisin.” dedi.

“Gelemem.” Dedim. En sonra, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Hazirandan 8 Temmuza değin, bir aydır süren oyun son buldu. İstanbul, o dakikada benim resmi görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat I0.50 sonrada Harbiye Nazırlığına, saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş oldum.

Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, cömertliğine ve yiğitliğine güvenerek ve onun bitmez verimlilik ve yaratıcılık kaynağından esin ve güç alarak vicdanımızın gösterdiği yolda görevimizi sürdürmeye koyulduk.

Biz 8/9 Temmuz gecesi İstanbul ile telgraf başında konuşurken, bunu başka dinleyenlerin ve bununla ilgilenenlerin de bulunduğunu kestirmek güç değildir.

O günlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimiyle bönlüklerini uyanıklık ve öngörüşlülük gibi göstermeye alışmış olanlar üzerine, bir bilgi vermiş olmak için, izin verirseniz, şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunmak isterim.

140-140 Konya, 9 Temmuz 1919

Saat: 6

Üçüncü Ordu Müfettişliği Başyaverliğine

Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 temmuz gecesi, telgrafla makine başında konuştular. Konuşmanın şu yolda geçtiğini öğrendim:

“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri için gereken işlem yapıldı. İstanbul’a getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de işlem yapılmak üzeredir.”

Konya valisi de: “Teşekkür ederim.” dediler.

Paşa Hazretlerine uygun göreceğiniz biçimde bildirmenizi rica ederim.

İkinci Ordu Müfettişliği Şifre Müdürü

Hasan


MERSİNLİ CEMAL PAŞA’NIN İSTANBUL’A GİTMESİ

Gerçekten, Konya’da bulunan İkinci Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın on gün süre ile izinli olarak İstanbul’a gittiğini dört gün önce öğrenmiş ve şaşmıştım.

Cemal Paşa ile, Samsun’a çıktığımdan beri, ulusal amaçları gerçekleştirmek için işbirliği yapma, askeri ve ulusal örgütler kurma konularında yazışmamız vardı. Kendisinden umut verici, olumlu yanıtlar almıştım. Benim ile bu yolda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi kendine, izin alıp İstanbul’a gitmesi akla sığacak iş değildi. Bunun için, 5 Temmuz 1919 günlü kapalı tel ile Konya’da On İkinci Kolordu Komutanı Albay Salâhattin Bey’e şu iki maddeyi yazdım:

1- Cemal Paşa’nın on gün için İstanbul’a gidişinin gerçek nedenini açıkça ve tez elden bildirmenizi;

2- Sizin her ne olursa olsun, oradaki birliklerin başından ayrılmanız uygun değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile haberleşerek olabilecek en kötü davranışlara karşı önlemler almanız gereklidir. Her gün, durumunuz üzerine kısa bilgi vermenizi rica ederim.

Bu kapalı telin örneğini o gün Ankara’da Fuat Paşa’ya da bildirdim.

Salâhattin Bey’in Konya’dan 6/7 Temmuz günü, yani Refik Halit Bey’in Konya Valisi Cemal Bey’le telgraf başında konuştuğu sırada, karşılık olarak çektiği kapalı telde: “Cemal Paşa İstanbul’da kimi kişilerle ve ailesiyle görüşmek üzere on gün süre ile ve kendi isteğiyle izinli olarak İstanbul’a gitmiştir.” denilmekte idi.

Cemal Paşa gitti, ama gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı göreceğiz.

Ne yazık ki, bu durumu bilen ve kendisine birliklerin başından ayrılmaması salık verilen SaIâhattin Bey’in de bir süre sonra İstanbul’a gittiğini öğrendik. Cemal Paşa’nın gösterdiği bu kötü örnek üzerine 7 Temmuz 1919 günü şu genel bildirimi yaptım:

1- Bağımsızlığımızı koruma uğrunda derlenip örgütlenmiş olan ulusal kuvvetlere hiçbir yönden karşılamaz ve dokunulamaz. Devletin ve ulusun alınyazısında, ulusal buyruk etmen ve egemendir. Ordu, bu ulusal buyruğa bağlı ve onun hizmetindedir.

2- Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir nedenle, komutanlıktan çıkarıldıklarında, yerlerini alacak kişiler, işbirliği yapılacak nitelikte olursa, komutayı bırakacaklar; ama etkili bulundukları bölgede kalarak ulusal görevlerini yapmayı sürdüreceklerdir. Olmazsa, yani bir ikinci İzmir olayına meydan verebilecek kimseler atanırsa, komuta hiç bırakılmayacak ve bütün müfettiş ve komutanlarca, güven ve inanın kalmadığı ileri sürülerek yapılan işleme uyulmayacaktır.

3- Yurdumuzu kolaylıkla ele geçirmek amacıyla, İtilaf devletlerince yapılan baskı sonunda, hükümet herhangi bir askeri birliğimizi ve ulusal örgütümüzü dağıtmak için buyruk verirse, kabul edilmeyecek ve uygulanmayacaktır.

4- İstek ve amacı ulusal bağımsızlığı sağlamak olan Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetleri ile bunların girişimlerinin bozulup dağılmasına yol açacak herhangi bir etkiyi ve karışmayı ordu, kesin olarak önleyecektir.

5- Devletin ve ulusun bağımsızlığını sağlama uğrunda bütün sivil devlet görevlileri, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin, ordu gibi, yasal yardımcılardır.

6- Yurdun herhangi bir bölgesine saldırı olursa bütün ulus, haklarını savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar çıkınca işbirliği için her yer birbirine en kısa zamanda haber vererek savunmada birlik sağlanacaktır.

Bu bildirim, Anadolu ve Rumeli’de bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarına ve başka gerekenlere gönderilmiştir.

***
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:43   #3
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart

REFET BEY’İN ÜÇÜNCÜ KOLORDU KOMUTANLIĞINI BIRAKMASI

Bu genel bildirimden beş altı gün sonra, Kavak’tan Üçüncü Kolordu Komutanı Refet” imzalı, 13 Temmuz l919’da yazılmış bir kapalı tel aldım. Tel şudur:

“İstanbul’dan bir İngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin Bey, beni değiştirmek üzere geldi. Benim de o gemi ile dönmemi Harbiye Nazırlığı buyuruyor. Salâhattin Bey, amaca uygun olarak çalışacak. Genel duruma göre komutayı adı geçene bırakmayı uygun buldum ve Harbiye Nazırlığına görevden çekildiğimi bildirdim. Ayrıca geniş bilgi veririm. Sıvas’a doğru yola çıkıyorum. Beşinci Tümen Komutanı Arif Bey aracılığı ile Amasya’ya karşılık veriniz.”

Efendiler, açıkça söylemeliyim ki, bu tutum ve davranışı pek beğenmedim. Refet Bey’in benimle olan işbirliği, İstanbul’ca biliniyor. Bu çalışmalardan yana olan bir kişi, onu değiştirmeye ve hem de İngiliz gemisiyle gelince, hemen düşünülecek şey, bu kişinin İngiliz görüşüne uygun iş görebileceğine güvenilmiş olmasıdır. Bu yargı, bir sanı niteliğinde olsa bile, Refet Bey’in komutayı hemen vermemesi, hiç olmazsa bizim de düşüncemizi sorması gerekirdi.

İnanıp komutayı verdiğine göre de, hiç olmazsa bir süre yanından ayrılmayıp durumu ve görüşlerimizi iyice benimsetinceye dek birlikte çalışması ve kendisi ile aramızda gerekli bağlantıyı kurduktan sonra uzaklaşması doğru olurdu, düşüncesinde bulundum. Bununla birlikte, oldu bittin karşısında bırakılmış olduğuma göre, iki noktada teselli aramakla yetinmek zorunda kaldım. Birincisi, Refet Bey’in telindeki: “Salâhattin Bey amaca uygun olarak çalışacak.” Tümcesi; öteki de, Refet Bey’in hiç olmazsa İstanbul’a gitmemiş olması idi.

Bu durum üzerine: “Komutanların İstanbul’a gitmek konusunda en küçük bir yanılmalarını pek pahalıya oturacağını gene de programımızı olduğu gibi uygulamayı sürdüreceğimizi” bütün komutanlara bildirerek hemen dikkatlerini çektim. Refet Bey’e, de o gün (14 Temmuz 1919): “Salâhattin Bey’in kararlarımızı iyi uygulayacağı, buradaki arkadaşlar arasında pek çok sevindirici ve güçlendirici olmuştur.” tümcesini de içine alan bir kapalı tel çektirdim.

Salâhattin Bey’in kendisine de şu teli çektirdim:

14 Temmuz 1919

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

Refet Bey’edir: Aşağıdaki teli uygun görürseniz Salâhattin Bey’e ulaştırınız ve sonucunu bildiriniz.

Mustafa Kemal

Salâhattin Beyefendiye: İstanbul’un kapalı çevresinden ulusun mutlu kucağına gelmeniz ve özverili arkadaşlarınızın yurtseverlik çevresine girmeniz büyük sevinçle karşılandı. Kutsal amacımızın gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek ortak çabada Tanrı hepimizi başarılı kılacaktır. Gözlerinizden öperim.(Mustafa Kemal)

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay Kâzım


Salâhattin Bey üzerinde ilk kuşku ve duraksamayı gene, Salâhattin Bey’in “amaca uygun çalışacağını” söyleyerek ona güvenen ve hemen komutayı bırakıp Sıvas’a doğru uzaklaşan Refet Bey göstermiş oldu.

Refet Bey’in Amasya’dan çektiği bir tel, yalnız Salâhattin Bey üzerindeki kuşkuyu değil, daha birkaç nokta ile ilgili düşünceleri de kapsıyordu. İzin verirseniz olduğu gibi bilginize sunayım.

İvedidir.

Güvenlikle ilgilidir. 719 Amasya, 15.7.1999


Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Salâhattin Bey’i tanırsınız. Birdenbire ürkmemesi gereklidir. Önce Kâzım Paşa, kutlama dolayısıyla, yumuşak sözler kullanarak kendisiyle yazışmaya girişmelidir. Hamit Bey’in görevden çıkarılması konusunda daha bir şey yok. Ama yerinde bırakılması için gereken yerlere başvuruldu. Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum. Bununla birlikte, gene etki yapıyorum. Benim dönmem için İngilizlerin hükümete baskı yapacakları kuşku götürmez. Ben, duruma göre, gereken yollara başvura-rak buralarda kalacağım, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anladığıma göre, Kâzım Paşa’nın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranılmasını ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm. (Refet)

5. Tümen Komutanı

Arif

Bu telde adı geçen Hamit Bey, Samsun mutasarrıfı idi. Hamit Bey, Samsun’a varışımızın ilk günlerinde Refet Bey’in, geçmişteki dostluğu dolayısıyla, ortak amaç yolunda sonuna dek bizimle birlikte özveri ile çalışacak nitelikte bir arkadaş olduğuna güvendiği için bana salık verdiği ve benim Sadrazamlığa ve özel olarak, Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa’ya yazmam üzerine Samsun’a getirebildiğimiz kişi idi.

Böyle bir kişinin er geç görevden çıkarılacağı kuşku götürür müydü? Ama, Refet Bey: “Yerinde bırakılması için gereken yerlere başvuruldu.” diyor. Nereye? Kimlerin katına? Kim başvurdu? Sonra: “Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum, bununla birlikte gene de etki yapıyorum.” diyor. Nereye, İstanbul’a mı gidecek, nasıl? Bu kişi bugüne değin bizimle çalışmıyor muydu?

Bu telinde Refet Bey, kendisinin dönmesi için İngilizlerin hükümete baskı yapacaklarını kesin görüyor ve duruma göre gereken yollara başvurarak buralarda kalacağını söylüyor. Oysa durum belliydi ve yapılacak işi ben kendisine 7 Temmuz 1919 günlü genel yönergemde bildirmiştim (adı geçen yönergenin ikinci maddesi). Ondan başka yapılacak iş yoktu.

Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış ki: “Kazım Paşa’nın da durumu tehlikelidir.” Bu ne demektir? En çok sıkı durmaları gereken arkadaşların, iyilik düşünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine tehlike kuruntusuna kapılmaları ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir?

Refet Bey, telinin sonunda, bana da ders veriyor: “Her zaman ölçülü davranılmasını ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm.” diyor.

Buradaki “ölçülü davranılması” sözünden, ne anlam çıkabileceğinin yorumlanmasını anlayışlı kişilere bırakırım.

Bana iyi yönetimi salık veren kişi, bu öğütlemeyi, benim verdiğim buyruk ve yönergeyi iyi uygulayıp görevi başından ayrılmadan önce yapmış olsaydı daha içten davranmış olurdu, sanırım.

HAMİT BEY’İN GÖREVİNDEN ALINMASI

Efendiler, Hamit Bey, 14 Temmuz dan bana şu kısa teli eklemişti:

“Görevden çıkarıldığımı sağlam yerden öğrendim. Şu bir iki gün içinde buyruğun gelmesini bekliyorum. Sonra İstanbul’a gideceğimi saygı ile bildiririm.”

Refet Bey’in komutayı bırakmış olmasının üzüntüsü içinde iken, o gün, önemli bir kesime özveri ile çalışacağını umduğumuz başka bir arkadaşın da, sanki olağan koşullar içinde bulunuyormuşuz gibi, anlaşılmaz bir düşünüş göstermekte olduğunu öğrendim.

Hamit Bey’e 15 Temmuz 1919 günü şöyle bir tel yazıldı:

“Kardeşim Hamit Bey, sizin yerinize İbrahim Ethem Bey’in atandığını öğrendik. Refet’e yazdım, buluşarak birlikte içeri doğru gelmenizi rica ettim. Bilmem hangi güven düşüncesi, size İstanbul’a gitmek isteğini veriyor. Bundan başka, biz, değerli arkadaşlarımızı İstanbul’dan Anadolu’ya çekip çıkarmaya ve böylece gerçek yurtseverleri dileklerinden yoksun etmemeye çalışırken siz, bu davranışınızla, en azından, kapalı bir çevreye giriyorsunuz. Biz hiç uygun görmedik. Refet’le buluşunuz. Ya Sıvas yakınlarında birlikte kalırsınız ya da rahatça bizim yanımıza gelirsiniz. Kesin yanıt bekleriz.”

Beş gün sonra (20 Temmuz 1919) Canik Mutasarrıfı Hamit Bey’in Samsun’dan gelen teli şu idi:

Bizans’ın artan alçaklıkları karşısında umutsuzluğa düşen ulus, doğudan bir umut ışığı bekliyor.

Buraları ve buradakileri öyle düşsel bir biçim ve yaratılışta görüyorlar ki acaba bir şey var mı diye ben de kuşkuya düşüyorum. İlgisizliğimden utanıyorum.

Gerçekte uyumuyoruz. Bir şey yapmak istiyoruz. Ama bu şeyin biçim ve kuramlarıyla uğraştığımız, uzun yollar seçtiğimiz kanasındayım. Zaman ve durum, beklemeye elverişli değildir. Yurdun durumu dakikadan dakikaya kötüleşiyor. Bunun için sözümüzü kısa kesip işleri çabuklaştırmak gerekiyor. Bu konuda benim aklıma gelen şudur:

Her yerden ve hep birden Padişah Hazretlerine tel çekelim. On aydan beri gözü önünde ve çok zaman kendi istek ve hevesince olup biten alçaklıklarla nereye sürüklenmekte olduğunu gören ulusun, ne olursa olsun, kendi yazgısına yön vermeye karar verdiğini anımsatalım ve kırk sekiz saat içinde ulusun güvenebileceği bir hükümet kurulmaz ve kurucular meclisinin toplantıya çağrılması karar altına alınmazsa, ne kendisini ne de hükümetini tanımadığımızı bildirelim. Bunda hiçbir zorluk yok, geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin efendim.

Beş gün önce, görevden çıkarılırsa, İstanbul’a gideceğini bildiren Canik Mutasarrıfının bu telini, biraz kızgınca yazılmış olmakla birlikte, karar ve çalışma öğütleyen bir nitelikte bulduğunuzu umarım.

Mutasarrıf Bey, ulusun bir umut ışığı beklediği yerde, acaba bir şey var mı diye kuşkuya düşüyor.

Bizi, ne yapmak istediğini bilmeyen, biçim ve kuramlarla uğraşan şaşkınlar sanıyor. Sözü kısa kesip işleri çabuklaştırmak için yapılacak şeyi de söylüyor. Eğer bundan sonra bütün görüşlerindeki yersizliği belirten çirkin bir düşünceyi ortaya koymasaydı iyi ederdi.

Efendiler, tarih “geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin.” düşünce ve inancında bulunanların karşılaştıkları sonuçlar ve cezalarla doludur. Yöneticilerin, özellikle devlet adamlarının, böyle yanlış ve çürük düşüncelere hiç kapılmamaları gerekir. Hamit Bey, bu telinde, bizim Refet Bey’le birlikte içerlere çekilmesi konusunda yazdıklarımıza hiç değinmiyor.

Hamit Bey’in bu teline 21 Temmuz 1919 günü verdiğimiz bir yanıtta şunu söyledik: “Tanrı dilerse her şey olacaktır. Yalnız, ulusun güveneceği bir hükümet kurmak için önce o hükümete destek olacak bir gücü yaratmak gerekir. O da, doğu illeri kongresinin ve ondan sonra da Sıvas genel kongresinin toplanmasıyla olacaktır.”

REFET BEY’LE YAZIŞMALAR

Efendiler, Üçüncü Kolordudan, dolayısıyla Refet ve Salâhattin Beylerden gene söz açmak gerekiyor. İlişki şudur:

İngilizler, Sıvas’a bir tabur gönderecekleri haberini yaydılar. Her olasılığı göz önüne alarak, Sıvas’a gelen çeşitli yollar boyunca askeri önlemler aldırmak gerekti. Bunun için Amasya’da bulunan Beşinci Tümen Komutanlığına 18 temmuz 1919 günü yazdığım bir buyrukta, o sırada Amasya’da bulunan Refet Bey’le ilgili olarak da şu tümceler vardı: “Duruma Refet Bey’in önemle dikkati çekilir. Belki Refet Bey böyle bir durumu göz önünde tutarak şimdilik Amasya’da kalmayı daha uygun bulur.”

Beşinci Tümen Komutanının 19 Temmuz 1919’da verdiği yanıtta şu ilginç tümceler vardı: “Salâhattin Bey daha Samsun’dadır. Şimdiye değin kendisiyle görüşemediğim gibi hiçbir gerçek ve önemli yazışma da yapılmadığından, adı geçenin düşünce ve görüşünün ne yolda olduğunu bilemiyorum. Ama Refet Bey, gerektiğinde İngilizlere karşı koyacak kadar atılganlık gösteremeyeceğini sezdirmişti. Refet Bey, 18 Temmuz 1919’da Sıvas’a doğru yola çıktı.”

Bunun üzerine Refet Bey’e şu kapalı teli çektirdim:

Şifre

Kişiye özeldir. Sayı 115

19 Temmuz 1919
Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

Sıvas’ta Üçüncü Ordu Sağlık Müfettişi

Albay İbrahim Tali Beyefendiye

Refet Bey’edir: Salâhattin Bey’e telimi verdiniz mi? Bu arkadaşımızın kesin görüşlerinin önemle saptanması ve kararsızlık ya da iki yüzlü davranış gibi felaket doğuracak bir duruma kesinlikle göz yumulmaması bir yurt ödevi olduğundan bu konuda “evet” ya da “hayır” diye kendisinden söz alınması ve ona göre bir karar verilmesi çok gereklidir. Sizin bıraktığınız yerden başlamak, kendileri için tek izlencedir. Şimdiye değin hemen bir hafta olduğu halde hiçbir kesin bilgi alınmaması ve İstanbul’dan alınan bir bilgide, adı geçen için sağlam bir güven gösterilmemesi ve yola çıkmadan önce Sadık Bey’le gizli bir görüşmesinden ve dostluğundan söz edilmesi ve yakınılması bu telimin yazılmasına yol açmıştır. Bunu ve bunun sonuçlarını özellikle sizin değerlendirmeniz ve çözümlemeniz gereklidir. Çünkü, herhangi bir halk topluluğunda söyleyeceği yanlış ve ulusal amaca aykırı bir tek sözün bile yapacağı ters etkiyi ve bunun yaratacağı durumu şimdiden düşünmek yeter. (Mustafa Kemal)

Üçüncü Ordu Kurmay Başkanı Albay Kâzım

Yalnız bu telimize değil çok şeye yanıt olan Refet Bey’in şu telini olduğu gibi bilginize sunacağım:

Güvenlikle ilgili ve

Çok ivedidir.1828 Sıvas, 22.7.1919

Erzurum’da Üçüncü Ordu Müfettişliği Vekili

Kâzım Kara Bekir Paşa Hazretlerine

1- Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Telinizi Salâhattin Bey’den ayrıldıktan sonra aldığım için kendisine veremedim. Salâhattin Bey’i herkes gibi siz de çok iyi tanırsınız. Kararsız yaradılışta bir kişi. Bu bölgede on günden çok kalmamak düşüncesi ile gelmiş. Az kaldı, komutayı almadan geri kaçacaktı. Kendisine güven vererek yurt ödevini anımsattım. Yurdunu kuşkusuz sever; ama günü gelmeden iş görmeye gelemez. Aşağı yukarı Vali Reşit Paşa’dan biraz daha iyi. On Üçüncü Kolordudan geçen silahlardan haberli olduğu gibi, bu işi düzenlemek için İstanbul’da da çalışmış ve başarı göstermiş. Buraya onu Cevat Paşa seçmiş. Bu duruma göre, amaca zararlı olamaz ve hiçbir halk topluluğunda amaca aykırı tek bir söz söylemez. Tersine, amaca göre, ama sessiz olarak çalışacağına söz verdi. Sadık Bey’le ilişkisi üzerine verilen bilgiye inanamıyorum. İşin içyüzüne bakılırsa, aldığımız haberi iyi belgelemeden ve belli bir izlence düzenlemeden çalışmak, kuvvetlerin yitimine yol açıyor. Doğu durumu üzerine bana bilgi verirken, aldığınız şişirme haberlere kapılmamış olsaydınız, belki ben daha iyi bir yol tutar ve komutayı bırakmak zorunda kalmazdım. Tek başına karar verecek kişilerin, gerçek durumu bilmeleri gerektiğini siz de kabul edersiniz. Bunun için, Salâhattin Bey’i boş yere ürkütmek ve “hayır” dedirtmekle ne çıkacak? Aslında, o kaçmaya hazır. Yerine kimbilir kim gelecek? Buyruklarınızın kısa ve açık olmasını rica ederim. Salâhattin Bey için olan telinizi zahmet edip bir daha okuyunuz. Fırtına ile başlayıp yavaşlıkla biten bu telden kesin düşüncenizi çıkaramadım. Bununla birlikte birkaç güne dek Salâhattin Bey Samsun’dan dönüyor. Kendisiyle görüşeceğim. Her durumda onu uygun bir yolla amaca göre çalıştırmak için gerekli önlemleri alıyorum.

2- Samsun’a çıkarılan taburun, buradaki Hintli Müslümanları değiştirmekle birlikte, özellikle Sıvas’ta bulunduğunu sandıkları sizlere karşı bir korkutma amacı da güttüklerini, İngilizlerle görüştüğümde anladım. Beni İstanbul’a gitmeye kandırmak için, Kavak’ta bulunduğum sırada bir İngiliz binbaşısı geldi. İngilizlere gösterdiğim direnmeden yararlanarak, sizi güçten düşürmek için beni aldırdıklarını açıkça söyledi. Sizin öteki dayanağınız, Kâzım Paşa imiş; onun için Kâzım Paşa, İngilizlerin üstelemesini gerektirecek bir ipucu vermemelidir. Ferit Paşa’nın, görevden çekilirken, Kâzım Paşa’yı vekil olarak ataması, İstanbul’dakilerden kimisinin kötü bir düşüncesi olmadığını gösteriyor. Ama İngilizlerin üstelemesi karşısında bir şey yapamazlar. Kazım Paşa’nın vekilliğe atanması da Salâhattin Bey’in Sadık Bey hesabına buraya gelmediğini kanıtlar.

3- Benim İstanbul’a götürülmem için İngilizler resmi olarak İstanbul Hükümetine baskı yapabilirler. Çünkü, benimle İngilizlerin arasında resmi bir bağlantı var (!). Bu baskı artarsa Salâhattin Bey’i güç bir durumda bırakmamak için izimi yitireceğim.

4- Hamit Bey’in değiştirilmesi söylentisi henüz gerçekleşmedi. Onun, yerinde bırakılması için gerek Salâhattin Bey gerekse İngilizler İstanbul’a başvurdular. Adı geçenin değiştirilmek istenmesi, Dahiliye Nazırlığı ile kavga etmesindendir. Salâhattin Bey’in yerine Konya’ya Sedat Bey’in geldiği de doğru değildir. Her ne kadar bütün komutanların değiştirileceğini haber aldığını, adı geçen yazıyorsa da Kazım Paşa’nın vekilliğe atanması bunun doğru olmadığını gösteriyor.

5- Sıvas Kongresi ile ilgili olarak Sadrazamlıktan doğruca illere gönderilen 20 Temmuz 1919 günlü teli gördünüz mü? Karahisar’daki Tümen Komutanı, bu kongreye delege seçimi için buralarda bildiri yayımlamış. Böyle bir davranışı uygun buluyor musunuz? Alman barışı ve Doğudaki sessizlik, durumun gelişmesini bekleyerek, bizim de sakıngan bulunmaklığımızı gerektiriyor mu? Kendim için hiçbir kaygım olmadığını artık anlamışsınızdır(!). Yalnız, kararsız ve izlencesiz davranışlarla amaçtan ayrılacağız. Ya sakıngan davranalım ya da hemen işi açığa vuralım. Ama ikisinden birini yapalım. Sıvas Kongresinin bugün için yararlı olacağını umuyor musunuz? Bugünkü duruma göre bu kongrenin Sıvas’ta ve açık olarak yapılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz? Güney yön1erinden Sıvas’a gelecek bir baskın, özellikle bu il halkının kansızlığı yüzünden Anadolu’yu ikiye ayırır ve pek tehlikeli olur. Bunun için bu ilin, son gün!ere değin, yan tutmuyormuş gibi görünmesi pek çok önemlidir. Bu kongrenin ille toplanması gerekiyorsa, aldığınız haberlere göre delegeler gelebileceklerse, acaba bunun doğuda bir yerde toplanması daha uygun olmaz mı?

6- Sıvas ve Amasya kentleri halkı pek karışık; ilçelerde ve köylerdeki halk, bunlara göre pek çok iyi. Bundan sonra, ona göre çalışmamı düzenleyeceğim.

7- İstanbul’dan aldığım haberde buradaki ulusal eylemlerin, hiçbir parti ya da hiçbir kişinin özel isteklerini yerine getirmek için olmayıp ulusal kurtuluş ve bağımsızlığın sallanması amacı ile yapıldığını bildirmek üzere, sizin bir bildiri yayımlayarak İngilizleri yatıştırmanız salık veriliyor. Gerekli görülürse ben bunun, sizin bir bildirinizle değil belki Erzurum Kongresinin kararları arasında yayımlanmasının uygun olacağını sanıyorum.

8- Ajanslar, Millet Meclisi seçimlerinden söz ediyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? (Refet)

Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı

Zeki

Bu tele verdiğimiz karşılığı da olduğu gibi bildirmekle yetineceğim.

Şifre

Subay eliyle çekilmesi

ivedidir.

171 23.7.1919

Sıvas’ta Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey’e

Refet Beyefendiye:

1- Salâhattin Bey’le ilgili teli bir daha okumak üzere aradım, ama bulunamıyor. Anımsadığıma göre Salahattin Bey için söz konusu olan şeyler İstanbul’dan bildirilmişti. Her alınan haberi, istenildiği gibi belgelemek kolay olmuyor. Doğu durumu üzerine aldığımız bilgiler aşırılıktan uzak olmamakla birlikte, bize yanlış bir adım attırmış değildir, kanısındayım. Ulusun yazgısı ile ilgili işlerde, yalnız doğu olaylarının gelişimi temeline dayanmakla yetinilmiş değildir. Ulusal örgütlere genişlik ve canlılık vermek; kongrelerle ulusal istekleri ortaya koydurmak; orduyu ulusal örgütlere yardımcı kılmak; ulusal amacın yitimine meydan vermemek için komuta ve silah işlerinde, bilinen kesin kararı vermekte, yapıldığından başka türlü ve daha ölçülü davranmak, acaba bugünkü iyi sonucu verebilir miydi? Her halde şimdiki durum sevindirecek niteliktedir.

2- Kazım Paşa’nın vekil olarak atanması pek uygun düşmüştür. İngilizlerin üstelemesini gerektirecek bir ipucu vermemeye çalışıyor. Ama silah işinde ve Trabzon’a yapılacak bir çıkarmayı önleme konusunda çekingen davranamayacağımız apaçık bir gerçektir. Oysa, bu nedenler İngilizlerin kuşkusuz hoşuna gitmeyecektir.

3- İngilizler, benim İstanbul’a götürülmem için pek çok üstelediler ve Hükümeti iyiden iyiye sıkıştırdılar. Hükümet ve Padişah ile, makine başında günlerce süren konuşmalarda işin bu yanı apaçık olarak bildirildi. Bu konuşmalarda neler geçtiği, buluşmamızda bilginize sunulacaktır. Ama, meslekten çekilince üsteleme son buldu. Bu duruma göre, sizin için de, görevden çekildikten sonra çok üsteleyeceklerini ummam. Bununla birlikte, tersi de olsa, izinizi kaybetmektense Salahattin Bey’in güç duruma girmesini yeğlerim. Burada Halit Bey için, Hükümet ve İngilizler, Kazım Paşa’yı çok sıkıştırdılar. Kazım Paşa, bir şey yapılamayacağını söylemekte direndiğinden, şimdi Halit Bey, bugün, resmi olmasa da, tümeninin başındadır.

4- Hamit Bey, son bir teli ile hepimizden daha hızlı iş görmek isteğini gösteriyor. Şimdilik yumuşatıldı.

5- Sıvas kongresi ile ilgili teli daha görmedim. Gerçekten kimi yerlerde olumlu ve kimi yerlerde de olumsuz aşırılıklar görülüyor. Kuşkusuz duruma göre verimli iş görmek için çekingen davranma isteğindeyim. Herkes için bu kesin ve açık izlence, bugün toplantıya başlayan Erzurum Kongresi görüşmelerinden çıkacaktır.

Sıvas Kongresinden pek çok yarar beklerim. Bugün değil, Sıvas Kongresi ilk söz konusu olduğu gün bile, her yerden ve özellikle güneyden bir baskın gelmesini, çok olası gördüğümü ve bu nedenle savunma önlemleri alınması için ricada bulunduğumu anımsarsınız. Bununla birlikte, Erzurum Kongresi’nin toplantıları sırasında, Sıvas’a gelecek delegelerin sayısına ve Erzurum Kongresinin yapacağı etkilerle doğacak duruma göre daha elverişli ve güvenli bir yöntem de düşünülür.

6- İşleri düzenleme konusundaki, siz kardeşimin görüşleri pek yerindedir. Bununla birlikte, kentlileri de ulusal duygu ve etki altında tutmaktan uzak kalınmayacağını umarım.

7- Ulusal eylemlerin amaç ve ereği, kongrece her yere gönderilecek bildirilerle, düşündüğümüz gibi yayılacaktır.

8- Millet Meclisi toplanmalıdır. Ama İstanbul’da değil, Anadolu’da. Bu konu, kongrede görüşülecek ve bunun üzerine işe girişilecektir. Hepimiz gözlerinizden öperiz, kardeşim. (Mustafa Kemal).

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı

Albay Kazım

***

ERZURUM’LULARIN DESTEĞİ

Efendiler, ben askerlikten çekilince, bütün Erzurum halkının ve Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum Şubesinin bana karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz izlenimleri burada açıkça anmayı bir ödev sayarım.

Derneğin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 günlü yazıda: “Derneğin başına geçmemi ve Çalışma Kurulu Başkanlığını kabul etmemi” öneriyorlar ve birlikte çalışmak üzere ayırdıkları beş kişinin adlarını bildiriyorlardı.

Bu beş kişi: Raif Efendi, Emekli Binbaşı Süleyman Bey, Emekli Binbaşı Kazım Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursun Beyoğlu Cevat Bey idi. Söz konusu ettiğim yazıda, Rauf Bey’in de Çalışma Kurulu İkinci Başkanlığına seçildiği bildiriyordu.

O günlerde, Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi ve üyeler Hacı Hafız Efendi Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kazım Bey ve yazman Cevat Bey idi.

Erzurum Şubesi, İstanbul’daki Genel Merkez Başkanlığına ulaştırmaya çalıştıkları bir telle: “Genel Merkez adına söz söyleme yetkisinin bana verildiğinin telle bildirilmesini” de rica ettiler

Bundan başka, bizim Erzurum Kongresine girmemizi kolaylaştırmak için, Kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kazım ve Dursun Beyoğlu Cevat Beyler delegelikten çekildiler.

***
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:43   #4
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart




Nutuk1 (4.Bölüm)


ERZURUM KONGRESİ

Efendiler, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi l919 yılı Temmuz’unun 23’üncü günü, pek gösterişsiz, bir okul salonunda açıldı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir ölçüde, düşünülenler üzerinde aydınlatmak için yaptığım konuşmada:

Tarih ve olayların sürükleyişiyle, eylemli olarak içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan kabarıp coşmayacak hiçbir yurtseverin düşünülemeyeceğini belirttim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırılardan ve yurda düşmanların girişinden söz açtım.

Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını hiçbir zaman tanımazlıktan gelemeyeceğini, bunun için de yurdumuzu, ulusumuzu kötüleyici yargıların yüzde yüz değerden düşeceğini söyledim.

Yurt ve ulusun kutsal varlıklarını kurtarma ve koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yaptıracak gücün, bütün yurda bir elektrik ağı gibi yayılmış olan ulusal akımdan doğan yiğitlik ruhu olduğunu söyledim.

İçgücünün artırılmasına yaramak üzere de bütün kıyıma uğramış ulusların ulusal amaçlarına ulaşmak için o günlerdeki çalışmaları üzerine, elde edilen birtakım bilgileri özetledim.

Ve ulusun yazgısında sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini açıklıkla belirttim ve ulusal iradenin dayanan bir Millet Meclisi meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradenin alacak bir hükümetin kurulmasını ilk çalışma ereği olarak gösterdim.


ERZURUM KONGRESİNİN KARARLARI

Efendiler, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir.

Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği az önemli, göstermelik düşünce ve görüşler çıkarılarak incelenecek olursa elimizde bir takım köklü ve geniş kapsamlı ilkeler ve kararlar kalır.

İzin verirseniz bu ilkeleri ve kararları, benim daha o zaman yalnızca neler saydığımı açıklayayım:

1- Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük, madde 3’ün ayrıntıları; Tüzük ve Bildirinin 1’inci maddeleri okunup incelensin).

2- Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması durumunda ulus, birlikte direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).

3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).

4- Ulusal gücü etken ve ulusal buyrumu egemen kılmak temel ilkedir (Bildiri, madde 3).

5- Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez (bildiri, madde 4).

6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).

7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır (Bildiri, madde8)

Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulama olanağı bulmuşlardır.

Efendiler, biz Kongrede özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri saptamaya çalışırken Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere “Sadrazamın ulusu curnal etmesi” dense yeridir. 23 Temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya şunu duyuruyordu: “Anadolu’da karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu işlerin sivil ve askeri görevlilerce yasak edilmesi gerekir.”

Buna karşı gereken önlemler alındı ve Millet Meclisinin toplantıya çağırılması istendi.

Ağustosun yedinci günü kongre toplantısını kapatırken, kongre üyelerine:

“Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve: “Tarih, bu Kongremizi çok az görülebilen büyük bir yapıt olarak yazacaktır dedim.

Sözlerimin yersiz olmadığını zaman ve olayların tanıtladığı kanısındayım, efendiler.

Erzurum Kongresi, tüzük gereğince, bir temsilciler Kurulu seçmişti.

Dernekler yasasına uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına sunulan 24 Ağustos 1919 günlü bildiride Temsilciler Kurulu üyelerinin adları ve kimlikleri şöylece gösterilmişti:

Mustafa Kemal .................Eski Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten çekilmiş

Rauf Bey ......................... Eski Bahriye Nazırı

Raif Efendi ....................... Eski Erzurum Milletvekili

İzzet Bey ........................ Eski Trabzon Milletvekili

Servet Bey ...................... Eski Trabzon Milletvekili

Şeyh Fevzi Efendi .............. Erzincan’da Nakşi Şeyhi

Bekir Sami Bey .................. Eski Beyrut Valisi

Sadullah Efendi ................. Eski Bitlis Milletvekili

Hacı Musa Bey .................. Mutki Aşiret Başkanı.

Efendiler, yeri gelmişken şunu bilginize sunayım ki bu kişiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler, Sıvas Kongresine katılmışlar ve ondan sonra biri Erzurum’a, öteki Erzincan’a dönerek bir daha aramıza katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sıvas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey, İstanbul’daki Millet Meclisine gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuşlardır.


ERZURUM KONGRESİNDE GÖRÜLEN KARARSIZLIKLAR

Efendiler, söz arasında küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekliğim düşünülmeye değer görüldüğü gibi, Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin, düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon’daki ve oradan kaçtıktan sonra İstanbul’daki işleri ve eylemleriyle kesin olarak anlaşılmıştır.

Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Kimi yakın arkadaşlarım, benim Temsilciler Kurulu’na girip açık olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: “Ulusal girişim ve çalışmaların bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer kalmaz. Ama, tanınmış ve hele İstanbul Hükümetine ve halifelik ve padişahlığa karşı başkaldıran biri durumuna düşmüş: saldırı noktası olan benim gibi bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu görülürse, çalışmaların ulusal amaçlara dayanmaktan çok özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açabilir. Öyleyse, Temsilciler Kurulu üyeleri, illerle bağımsız sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir.”

Bu düşüncelerin ne denli yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin dayanak noktalarından bir bölümünü sayayım: Her şeyden önce ben, ne olursa olsun, kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına eylemli ve silahlı olarak önlemler almaya başlamasını sağlamak zorunluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, kongrede yönetici olarak çalışmayı ve üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım ilke ve kararını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliyim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya’da iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttuğum Sıvas Genel Kongresinin toplanmasını sağlamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma yollarını bulmaya çalışmak gibi işleri, herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundaydım. Çünkü, bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne dek, bu konuda uğraşanların çalışma sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım. Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı başkaldırmayı gerekli görmezdim. Tersine, ben de kimi iki yüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını elden bırakmazdım. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askeri işlerin başına geçmemde, kuşkusuz, sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok benim en büyük cezaya çaptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Oysa, bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken “yurtseverim” diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?


TUTUKLANMA KARARI

Efendiler, ben, kimi arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa vurmak ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu.

Efendiler, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için gücü ve yeteneği sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başarısız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, “yurtseverim” diyen bin bir çeşit kişinin, bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; korkusuz, kuşkusuz ve hele sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan amaca varılabilir mi? Tarihte böyle ereğe ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi, efendiler, ulus, yurt, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değer belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincan’lı bir Nakşi Şeyhi ve Mutki’li bir aşiret reisi gibi acınacak durumdaki kişilerden de kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında “yurdu ve ulusu kurtaracağız” dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Bu nitelikte bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülürse bile bu yöntem, güvenceli sayılabilir miydi?

Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca yadsınamayacak gerçeklerden olduğuna hiç kuşku yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma birtakım anılar ve belgelerle burada doğrulamayı, gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından ödev sayarım.

Bu dakikaya değin olduğu gibi, buradan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.


***

Efendiler, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nazırlığına yeni geldiği anlaşılan bir Nazım Paşa imzasıyla, On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 günlü şöyle bir buyruk geldi:

“Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararlarına ters düşen eylemlerinden ötürü hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri Babıailice uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden, kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur.

Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca gereği gibi yanıt verildi. Bu yanıtı, öteki komutanlara da, olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.

Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve başka güvenilir katlara kapalı tel ile bölüm bölüm verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının ve yayımının sağlanmasına çalışıldı. Bu iş, doğal olarak günlerce sürdü. Bununla ilgili olarak Sıvas’ta Üçüncü Kolordu Komutanı Salahattin Bey’den aldığım, 22 ağustos 1919 günlü bir telde: “Tüzüğün ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez daha incelenmesi gereği” bildiriliyordu.

İkinci madde-Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine:

Dördüncü madde Geçici hükümet kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.


KARAKOL CEMİYETİ

Biz, Erzurum’da kongre kararlarının her yerde anlaşılmasını ve birlikte uygulanmasını sağlamaya çalışırken “Karakol Cemiyetinin Teşkilatı Umumiye Nizamnamesi” ve “Karakol Cemiyeti Vezaifi Umumiye Talimatnamesi” diye basılı birtakım kağıtların bütün orduya, komutan, subay, herkese dağıtıldığı bildirildi.

Bu yönetmeliği okuyan bana en yakın komutanlar bile, bu işi benim yaptığımı sanarak iyiden iyiye kuşkuya düşmüşler. Benim, bir yandan kongreler toplayıp açık olarak ulusal ortak çalışmalar yaparken, bir yandan da giz dolu ve korkunç bir komite kurmakla uğraştığı sanısına kapılmışlar. Gerçi, bu işleri ve girişimleri yapanlar İstanbul’da bulunuyorlarmış; ama, her şeyi benim adıma yapmakta imişler.

Karakol Cemiyetinin tüzüğüne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları, toplanma yerleri ve nasıl toplandıkları, nasıl seçilip görevlendirildikleri kesin olarak gizli ve saklı tutulur. Bir de, en ufak bir gizi açığa vuran ya da Karakol Cemiyetine tehlike getiren; dahası, tehlike getirici bir kuşku uyandıran, hemen asılır.

Yönetmeliğinde de, “bir ulusal ordu”dan söz ediliyor ve: “Bu ordunun başkomutanı ye genelkurmay başkanı, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve kurmayları seçilmiş ve atanmış olup gizli ve saklı tutulur. Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar.” deniliyor.

Efendiler, hemen komutanları uyardım; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini hiç uygulamamaları gerektiğini ve bu işin kaynağını araştırmakta olduğumu bildirdim.

Sıvas’a varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vasıf Bey’den anladım ki, bu işi yapan kendisi ve birtakım arkadaşları imiş.

Kesinlikle böyle bir davranış doğru değildi. Herkesi asmakla korkutarak, bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bit başkomutanın, bilinmeyen birtakım komutanların buyruklarına uymaya zorlamak çok tehlikeli idi. Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen bir korku ve birbirlerine karşı güvensizlik başladı. Örneğin, herhangi bir kolordu komutanının: “Benim komutam altındaki kolordunun acaba saklı ve gizli komutanı kimdir? Bu gizli komutan acaba ne zaman ve nasıl komutanlığı ele alacak ve acaba bana karşı nasıl davranacak” gibi haklı birtakım kuruntulara kapılması beklenilmez değildi.

Sıvas’ta Kara Vasıf Bey’e, gizli merkezin, gizli başkomutanın ve gizli genelkurmay başkanının kimler olduğunu sorduğum zaman: “Hepsi siz ve arkadaşlarımızdır” yanıtını vermişti. Bu, büsbütün beni şaşırtmıştı. Bu karışık, kuşkusuz akla ve mantığa uygun olamazdı. Çünkü, hiç kimse bana böyle bir düzen ve kuruluştan söz açmış ve benden bu iş için izin almış değildi.

Bu derneğin daha sonra, özellikle İstanbul’da, bu ad altında çalışmasını sürdürmeye çabaladığı anlaşıldığına göre, iyi niyetle kurulduğu ve sıkışınca bize vermek zorunda kaldıkları bilgilerin içtenlikli olduğu ileri sürülemez.


FERİT PAŞA’YA ÇEKTİĞİM KAPALI TEL

İstanbul Hükümetini ulusal girişimleri engellemekten caydırmak, başarıyı çabuklaştırmaya ve kolaylaştırmaya yarayacağı için önemliydi. Bu düşünceyle, Ferit Paşa’nın doğal olarak hiçbir başarı sağlamadan hemen hemen onuru kırılmış bir durumda, İstanbul’a dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 Ağustos 1919 günü bir kapalı tel gönderdim. Bu telde başlıca şu tümceler vardı:

Son olarak Bay Klemanso (Clemenceau)’nun yüksek kişiliğinize olan ayrıntılı yanıtlarını okuyunca, İstanbul’a nasıl acı ve üzüntü içinde döndüğünüzü çok iyi anlıyorum ve takdir ediyorum.

Devletimizi bölmek ve ortadan kaldırmak düşüncesini bu denli açık ve onur kırıcı olarak gösteren bir yazı karşısında titremeyecek duygulu bir kişi düşünemem. Tanrı’ya binlerce şükürler olsun ki, ulusumuz, ruhundaki yiğitlik dayancıyla tarih boyunca sürüp gelen yaşam ve varlığını ne alınyazısına bırakacak, ne de böyle cellatça yargılara kurban edecektir.

Şimdi iyice inanıyorum ki, yüksek kişiliğiniz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun gerçek yararlarını üç ay önceki göz1erle görmüyordur.

Dokuz aydan beri iş başına gelen hükümetlerin, hep birbirinden daha çok güçsüzlüğe uğraması ve en sonunda ne yazık ki, artık felçli bir kerteye düşmesi ulusun yüksek onuru karşısında gerçekten pek üzücü oluyor. Doğrusu şu ki, yurdun ve ulusun yazgısı için içeride ve dışarıda sözü geçer olmak kuşkusuz ulusal iradeye dayanmaya bağlıdır.

Yaşama hakkı ve bağımsızlığı için çalışan ulusun amacındaki temizlik ve içtenliğe karşı İstanbul Hükümeti düşmanca davranma yolu tutuyor. Böyle bir davranış, kuşkusuz büyük üzüntüler doğurur. Ulusu İstanbul Hükümetine karşı istenilmeyen davranışlara sürükleyecek niteliktedir. Çok açık olarak söyleyeyim ki ulus, hertürlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Yapacaklarını önleyebilecek hiçbir güç yoktur. İstanbul Hükümetinin giriştiği olumsuzlukları hiçbir yerde, hiçbir kimse yürütemeyecektir. Ulus, çizdiği izlence içinde çok kesin ve belirgin adımlarla ereğine doğru yürümektedir. İstanbul Hükümetinin şimdiye değin olan engelleyici davranışlarının hiçbir yerde hiçbir etki yapmamakta olmasıyla gerçek durumun sizce anlaşıldığı kuşku götürmez.

İngilizlerin gösterdikleri yolda kurtuluş çaresi aramak da yersizdir ve sonunda düşmanlıklığına neden olacaktır. Kaldı ki İngilizler de en sonunda gücün ulusta olduğunu anlayarak hiçbir dayanağı olmayan ve ulus adına hiçbir yere söz veremeyen, verse bile bunu ulusa benimsetemeyecek olan bir hükümetle sonuçlu bir işe girişilemeyeceğine inanmışlardır.

Bütün dilekler şu noktada toplanmıştır: Hükümet, yasal olan ulusal akıma karşı engelleyici tutumunu bırakarak Ulusal Kuvvetlere dayansın ve her türlü girişiminde ulusun isteklerine uysun!

Bunun için de ulusal varlığı ve iradeyi temsil edecek olan Millet Meclisinin en kısa zamanda toplanmasını sağlasın.


SIVAS KONGRESİ HAZIRLIKLARI

Efendiler, Sıvas’ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onların Sıvas’a gelmelerini sağlamak için, Almanya’da başlamış olan çalışma ve yazışmalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler, olağanüstü çaba gösteriyorlardı. Fakat yine her yerde olumsuz ve kötüleyici propagandalar ve özellikle İstanbul Hükümetinin engelleyici önlemleri işi güçleştiriyordu.

Kimi yerlerden, hem delege seçmiyorlar, hem de halkın gücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek yanıtlar veriyorlardı. Örneğin, Yirminci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey’in İstanbul’dan alınan bilgileri kapsayan 9 Ağustos 1919 günlü kapalı telinde şu maddeler ilgi çekici görüldü:

1- İstanbul delege göndermiyor. Orada yapılan işleri uygun görmekle birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor.

2- İstanbul’dan delege göndermek olanak dışıdır. Gönderilmek istenen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları çekmemek için yola çıkmıyorlar.

(Bilindiği gibi birtakım kişileri özel mektupla da çağırmıştık.)

Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sıvas’ta da bir kaygı ve coşku başladı.

Efendiler, burada sırası gelmişken söyliyeyim ki, ben Sıvas’ı gerçekten her yönden güvenilir saymış olmakla birlikte, daha Amasya’da iken Sıvas’a gelen bütün yollar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askeri önlem ve düzeni aldırmayı da gerekli bulmuştum.

../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:44   #5
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart

SIVAS VALİSİNİN KAYGILARI

Sıvas’taki kaygı ve coşku şöylece anlaşıldı. 20 Ağustos günü öğleyin Sıvas’taki Vali Reşit Paşa’nın istemesiyle telgraf başına çağırıldığım zaman, paşanın uzun bir teli veriliyordu. O tel şudur:

Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

İlkin, sizi rahatsız ettiğimden dolayı beni bağışlamanızı diler, sağlığınızı sorarım. Ne iş için rahatsız ettiğimi aşağıda bildiriyor ve açıklıyorum efendim. Görünüşte, Fransız işyerlerini teslim almak, gerçekte buraların durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit papazları ile birlikte önceki gün İstanbul’dan Sıvas’a gelerek valilik katını ziyaret eden Fransız subaylarının bu ziyaretlerine karşılık dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve konuşmanın sonunda orada bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma Müfettişi Bay Brüno (Brınot), biraz özel görüşmek istediğini söyleyerek beni başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu gibi aktarıyorum:

“Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyelerinin Sıvas’a gelip burada bir kongre yapacaklarını işittim. Bunu İstanbul’dan gelen Fransız subayları söylediler. Sizinle böylesine dostça konuşur ve kişiliğinize karşı pek çok saygı beslerken bu işi benden saklamanıza çok üzüldüm.” dedi. Ben de gereken yanıtı vererek kendisini inandırmaya çalıştımsa da son söz olarak: “Eğer Mustafa Kemal Paşa Sıvas’a gelir ve burada kongre toplamaya kalkışırsa beş on gün içinde askerlerimizin buralara gireceğini kesin olarak biliyorum. Sizin kişiliğinize beslediğim saygı dolayısıyla bunu haber veriyorum. İnanmazsanız, iş olup bittikten sonra inanırsınız. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler arasına siz de girmiş olursunuz.” sözlerini söyledi. Dahiliye Nazırlığından dün aldığım kapalı tel de başka türlü yazılmakla birlikte gene bu kanıyı uyandıracak nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri dün Kolordu Komutanı uzun uzadıya görüşerek kongre konusunda Komutan Beyefendinin düşüncesini anlamaya çalıştığı gibi bu sabah da Bay Brüno bana gelerek alafranga saat üçte, öbür Fransız subaylarıyla birlikte kongre üzerine görüşüleceğini ama kendisinin aradaki dostluk dolayısıyla daha önce benimle ayrı görüşmek istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak şunu da söyledi: “Ben dünden beri bu iş üzerinde pek çok düşündüm sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyeleri Sıvas Kongresinde İtilaf devletlerine karşı kışkırtıcı davranışlarda bulunmazlar ve onlar için saldırgan bir dil kullanırlarsa kongrenin toplanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ben kendim General Franse Despere’ye (Faranchet d’Esperey) yazar. Mustafa Kemal Paşa için çıkarılan tutuklama buyrumunu geri aldırır ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nazırlığından size buyruk göndertirim. Fakat şu koşulla ki, siz de benden hiçbir şey saklamayacaksınız ve içten dostluğumuzu gözeterek birbirimize karşı hep açık bir dil kullanacağız. Yalnız kongrenin toplanacağı günü öğrenmek gerekir.” dedi. Ben de bu konuda kesin bir şey bilmediğimi ve öğrendiğimde kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluk dolayısıyla hiçbir şeyi saklamayacağımı söyledim. Binbaşının işgal konusunda dünkü kesin sözlerine karşın bugünkü yumuşaklığının nedenini, en ince ayrıntıları kavrayan yüksek görüşlerinize sunmayı ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayı gereksiz sayarım. Açıkça anlaşılıyor ki bunların düşüncesi kongreyi Sıvas’ta toplatmaya yanaşmış görünerek kongrenin yüce üyeleriyle sizi burada toplamak ve el altından hazırlıkta bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve hem de burayı ele geçirmeyi oldubittiye getirmekten başka bir şey değildir. Dün akşam Dahiliye Nazırlığından aldığım kapalı bir tel de başka biçimde yazılmış olmakla birlikte aşağı yukarı gene bu nitelikteydi. İşte ben her gerçeği saklı tutulmak ricasıyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak yolun çizilmesi size düşer. Düzenli dolaplı bir tehlikenin bu denli yakın ve sanki elle tutulacak denli görünmekte olduğunu bilip dururken durumu size bildirmemeyi ve sonuç olarak Sıvas’ta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanıma sığdıramadım. İşte bunun için sizlerden ve orada bulunan öbür yüksek arkadaşlardan pek çok rica ederim ki ikinci bir kongrenin toplanmasına kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa dört yandan ele geçirilmesi pek ko1ay olan Sıvas’ın toplantı merkezi olmasından vazgeçilerek, düşmanın kolayca giremeyeceği Erzurum’da ya da uygun görülürse Erzincan’da toplanma yoluna gidilmesini yurdun esenliği adına çok rica ederim. Kolordu Komutanı Salahattin Beyefendi de bu konudaki görüşlerini ayrıca Kazım Paşa Hazretlerin aracılığıyla size yazacaklardır. Şimdi yanımda bulunan eski Sıvas milletvekili Rasim Bey de eski Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düşüncesini kapsayan bir tel çekecektir. Doğal olarak okuduktan sonra Hoca Raif Efendi Hazretlerini Ilıca’dan dönüşünde kendilerine yollamak iyiliğinde bulunursunuz. İşte efendim, durum böyledir. Söz götürmez yurtseverliğinize karşı sizi daha çok rahatsız etmekten çekinir ve karşılık olarak göndereceğiniz buyruğunuzu beklerim, efendim. İşte Rasim Bey’in teli.

Reşit

Bu tele orada verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım. Ertesi gün, Temsilciler Kurulu adına da aynı anlamda uzun bir tel çekilerek yatıştırmaya ve inandırmaya çalışıldı. Ayrıca, Kadı Hasbi Efendi’ye de bir aracı eliyle tel çekildi. Kolordu Komutanına da gerektiği gibi yazıldı. Rasim Bey’e de, gönlünün rahatlaması için, kendim yazdım.

20 Ağustos 1919

saat:1 sonra

Sıvas Valisi Reşit Paşa Hazretlerine

Verdiğiniz bilgiye göre yüksek görüşlerinize özellikle teşekkürlerimi sunarım. Bay Brüno ve arkadaşlarının gözdağı vermek için söylediklerini yüzde yüz kurusıkı sayarım. Sıvas kongresinin toplanması yeni bir şey olmayıp aylardan beri dünyaca bilinen bir iştir. Tuhaftır ki, İstanbul’da bulunan yetkili Fransız siyaset adamlarının da bana gönderdikleri haberler, Anadolu’da ulusça girişilen işlerin pek haklı ve yasal olduğu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açıkça bildirilirse iyi karşılayacaklarını ve uygulanmasını üzerine alacaklarını gösterir yazılı bir güvenceyi şimdiden vermeye hazır oldukları yolundadır. Bay Brüno’nun ikinci görüşmede ağız değiştirmesi ve yumuşaması bizleri kazanmak için olsa gerektir. Binbaşı Brüno’nun dediği gibi, Fransızların beş on gün de Sıvas’a girmeleri öyle kolay bir şey değildir. Şunu anımsamanız gerekir ki, İngilizler bu konuda gözdağı vermekte daha ileri giderek Batum’daki askerlerini Samsun’a çıkarmaya karar verdiler ve dahası, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çıkardılar. Ama bu girişime karşı, ulusun güçlü bir dayanç, inan ve ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan sonra birlikte orada bulunan taburu alıp götürmek zorunda kalmışlardır. Sıvas Kongresinde görüşülecek konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlaşılacağı üzere, İtilaf devletlerine karşı kışkırtmalarda bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön yoktur. Burada şunu da bilginize sunayım ki, ben de Fransızların ne de herhangi bir yabancı devletin arka çıkmasına önemseyen kişilerden değilim. Benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır. Kongrenin gerekliği, zamanı ve toplantı yeri üzerine etki yapacak bir davranış, benim kendi kararımın çok üstünde geçerliği bulunan ulus kararına bağlı bir durumdur. Yalnız, düşündüğünüz gibi Fransızların, kongre üyelerinin Sıvas’ta toplanmasını ister görünerek sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi bence çok uzak kuruntulardandır. Bütün bu sözlerimi, olduğu gibi Bay Brüno’ya söylemenizde de hiçbir sakınca görmüyorum. Böylece, ulusumuzun haklarını korumak ve bağımsızlığını savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya olduğu gibi kendilerinin İstanbul’daki siyasal temsilcilerine de bildirmiş olduğu temel kararları uygulamaktan çekinmeye kesinlikle yer olmadığı Bay Brüno’ya ve arkadaşlarına anlatılmış olur. Bay Brüno bilmelidir ki, Fransızların Sıvas’a girmeye karar vermeleri, kendilerine pek pahalıya oturabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir savaşa karar vermelerine bağlıdır. Böyle bir kararın Jandarma Binbaşısı Bay Brüno ile arkadaşları arasında sözü geçse bile Fransız ulusunca benimsetmesine olanak yoktur.

Milletvekili Rasim Bey’in Raif Efendi Hazretlerine olan telyazısını okudum. Korkmaya yer olmadığını kendilerine lütfen duyrulmasını rica ederim.

Gerek bana ulaştırdığınız bilgi ve düşüncelerinizi gerekse Rasim Bey’in telyazını Temsilciler Kuruluna olduğu gibi sunacağım. Bundan dolayı Sıvas Kongresi ile ilgili kesin karar ancak Temsilciler Kurulunun görüşmeleri sonunda belli olacaktır. Alınacak karar doğal olarak size bildirilecektir. Yalnız bugün için ricam, Brüno’nun gözdağı verdiğini halka duyurmamanız, böylece halkın moralinin kırılmasını önlemenizdir. Saygılarım kabulünü ve Salahattin ve Refet Beyefendilere de selamımın ulaştırılmasını rica ederim saygıdeğer Paşa Hazretleri.

Mustafa Kemal

Verilen yanıt üzerine Reşit Paşa’dan alınan ikinci tel:

Ben anlayabildiğim kadarını sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmiş oluyorum. İstanbul’daki Fransız siyasa adamlarının görüşlerini ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyeceğini kestiremem. Söz götürmez yurtseverliğiniz açısından yurdun esenliği söz konusu olduğuna göre, iyice düşünerek gereken yolun tutulması sizlerle yüce kongre üyelerinden orada bulunan saygıdeğer kişilere düşer. Buyruklarınızı yerine getireceğimi bildirir, saygılarımı sunarım efendim.

Reşit

Efendiler, Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak düşüncesiyle, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda bir bölümünü kişisel olarak tanıdığım birtakım ileri gelen kişilere özel mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan birtakım aşiret başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum.


ERZURUM’DAN AYRILMA GEREĞİ

Sonunda Efendiler, ağustos içinde her yerde birtakım delegelerin Sıvas’a doğru yola çıktıkları ve kimilerinin de Sıvas’a varmaya başladıkları anlaşıldı. Sivas’a varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı sormaya başladılar.

Artık Erzurum’dan ayrılmak gerekiyordu. Ama, şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır ki, Sıvas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakya’nın, yani bütün yurdun birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için, bu kongrede doğu illeri delegelerinin bulunması gerekirdi. Bu illerden Sıvas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak elverişli olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin Sıvas’a götürülemeyecekleri de anlaşılıyordu. Kaldı ki, geldikleri yerlerden doğu illerinin haklarını savunmak için yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sıvas Kongresine doğu illeri adına bir delege topluluğu göndermeye yetkisi olmayacağı da açık bir gerçekti.

Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak ne ölçüde elverişsiz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin, çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde elverişsizdi.

En kolay ve çıkar yol, Vilayatı Şarkiye Müdafai Hukuk Cemiyeti Temsilciler Kurulunu Sıvas’a gidip kongreye katmaktı.

Üyelerden Mutki aşireti reisinin, Mutki dağlarından dışarı çıkmaktan korktuğunu ben kendim bilirdim. Siirt Milletvekili Sadullah Bey ortada yok.

Servet ve İzzet Beyler, kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzon’a gitmiş bulunuyorlar.

Erzurum’da Rauf Bey ve Raif Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor.

Yolumuzda, Erzincan’da Şeyh Fevzi Efendi’yi bulabileceğiz.

Servet ve İzzet Beyleri çağırdım, gelmediler. Raif Efendi’ye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti.

Sonunda, Temsilciler Kurulu üyesi olarak, Erzurum’dan üç kişi, Erzincan’dan bir kişi ve Sıvas’ta bulduğumuz, Bekir Sami Bey’le beş kişi olduk ve Sıvas Kongresini meydana getiren delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman, ben, orada şöyle bir belge yazdım ve altını Temsilciler Kurulu mühürü ile mühürledim.

Temsilciler Kurulundan:

Mustafa Kemal Paşa

Rauf Bey

Bilginlerden Raif Efendi

Şeyh Fevzi Efendi

Bekir Sami Bey

Yukarıda adları yazılı kişiler, Doğu Anadolu adına Sıvas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmişlerdir.

Mühür

Efendiler, Erzurum’dan çıktığımız gün, 29Ağustos 1919’dur


SIVAS YOLUNDA

Amasya’dan Erzurum’a gelirken Sıvas’ta küçük bir öyküye konu olan olayı unutmamışsınızdır. Tuhaftır ki, Erzurum’dan Sıvas’a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık.

Erzincan’dan batıya doğru yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan boğazı girişine gelir gelmez, birtakım jandarma er1erinin ve subaylarının coşkulu ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını gördük.

Durumu açıkladılar: “Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.”

Bir subay, kuvvet gönderilmesini merkeze yazmış, o, kuvvet gelince gerek1i düzenlemeyi yapacak, haydut1arı püskürtecek ve yolu açacakmış.. Pek iyi ama, bu haydutların kuvveti nedir; neresini, nasıl tutmuş; ne kadar kuvvet gelecek, ne zaman gelecek?

Bu bilmeceler çözülünceye değin, geriye Erzincan’a dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise işimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sıvas arasındaki yolu belli süre içinde aşıp belli günde Sıvas’ta bulunamazsam; şurada burada, şundan ya da burudan ötürü korktuğum ve beklediğim, Sıvas’ta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst olabilirdi.

Öyleyse karar? Tehlikeyi göze alıp yola koyulmak. Başka türlü de yapamazdık. Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum.

Ellerinde hafif makineli tüfek1er bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını (Şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır, bunların başında idi) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan açılmış ateşlere önem verilmeyerek otomobiller hızla karayolu üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla ilgilenilmeyecek... Tam karayolu üzerinde ve yakınında, yolu kapayan haydutlarla karşılaşılırsa hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara saldırarak yolu açacağız ve kalanlar gene, kullanılabilecek durumda olan otomobillere binerek ve hızla ilerleyerek yola devam edecekler... İşte verilen buyruk da buydu...

Bu düzenleme ve davranışı akla uygun ve güvenilir görmeyenler bulunabilir. Gerçi o günlerde Elazığ Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de dolaştığı ve birtakım oyalayıcı işler yapmaya ve türlü düzenler kurmaya çalıştığı biliniyor idiyse de, açıklayayım ki ben, öncelikle, boğazın gerçekten tutulduğuna inanmadım. Bunu, İstanbul Hükümetinin yardakçısı olabileceğini sandığım birtakım kimselerin, özellikle beni durdurmaya zorlamak için uydurdukları bir düzen saydım. Sonra, Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa bunların yapabilecekleri işin, uzak tepelerden yola ateş etmekten başka bir şey olamayacağım çok iyi kestiriyordum.

Kısacası, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sıvas’a vardık. Halkın, kentin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık.

Üçüncü Kolordu Komutanı olan Salahattin Bey Sıvas’ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, kongreye gelen delegelerin yerleştirilmesinde ve Temsilciler Kurulu için lise binasının ve kongre toplantı salonunun düzen1enmesinde ve her türlü ön1emin alınmasında konukseverliğe örnek olacak biçimde olağanüstü çalışmışlardı.

Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Oysa, 7 Temmuz 1919 günlü yönergemiz gereğince, kendi bölgesi olan Üçüncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması gerekli idi. Üstelik, tam Sıvas’ta kongre toplanacağı günlerde orada bulunması uygun olacaktı. Yazışma sonunda kendisinin Ankara’da olduğu anlaşıldı. Ankara’da Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya “Hemen ve hiçbir özür dinlemeksizin Sıvas’a gönderilmesini” buyurdum 7 Eylülde geldi. Kendisini Temsilciler Kurulu üyesi olarak kongre üyelerine tanıttım.

Efendiler, bizden önce gelmiş olan delegeler, bizi beklerken, aralarında toplantılar yapmışlar ve hazırlık niteliğinde birtakım tasarılar kaleme almışlar.

Bizim varışımızdan sonra da birkaç özel toplantı ve görüşme olmuş ve bu kez birtakım kararlar da verilmiş. İzin verirseniz, çok özel bir niteliği olduğu için, bu noktayı açıklayayım:

../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:45   #6
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart




Nutuk1 (5.Bölüm)a


SIVAS KONGRESİ AÇILIYOR

Sıvas kongresi 1919 Eylülünün dördüncü perşembe günü öğleden sonra saat ikide açıldı.

Öğleden önce delegeler arasında bulunan ve öteden beri kendisini tanıdığım Hüsrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber verdi: Rauf Bey ve birtakım başka kişiler, Bekir Sami Bey’in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle Rauf Bey’in, böyle bir davranışta bulunacaklarını hiç ummadım ve Hüsrev Sami Bey’in, açık söyleyeyim ki, biraz ağırca olarak, böyle yersiz sözleri bana ulaştırmaması için dikkatini çektim. Verdiği haberin doğru olamayacağını, arkadaşlar arasında yanlış anlayışlara yol açacak sözler söylemenin uygun olmadığını da sözlerime ekledim.

Efendiler, ben bu kongrede başkanlık işine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir kişinin getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu yüzden kimi arkadaşların da düşüncelerini sordum. Bu arada, kongre salonuna girmezden önce koridorda Rauf Bey’e rastladım. “Kimi başkan yapalım?” dedim. Rauf Bey, hemen hemen coşkulu bir sesle, önceden söylemeye hazırlanmış olduğu o andaki durumundan anlaşılan bir davranışla ve keskin bir dille: “Sen başkan olmamalısın!” dedi. Hemen Hüsrev Sami Bey’in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve doğal olarak üzüldüm. Gerçekte Erzurum Kongresinde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler var idiyse de onların ne biçim insanlar olduklarını açıklamıştım. Bu kez, en yakın arkadaşlarımın da o anlayışta olmaları beni düşündürdü. Rauf Bey’e: “Anladım, Bekir Sami Bey’in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun.” dedim ve yanıtını beklemeksizin yanında uzaklaşarak kongre salonuna girdim.

Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek kişinin, kongre tutanağına olduğu gibi geçirilen şu sözlerini işittik:

“Efendim, şimdi doğal olarak başkanlık işi söz konusu olacak. Ben başkanlık görevinin birer gün ya da birer hafta sürmek üzere sırayla yapılmasını ve üye adlarının ya da temsil edilen il ve sancak adlarının baş harflerine göre abece sırasıyla yapılmasını öneriyorum.”

Efendiler, öyle şaşılacak bir rastlantıdır ki, bu, öneriyi yapanın temsil ettiği ilin adı da, kendi adı da abecenin ilk harfi ile başlıyordu. Ben, çağrıyı yapan kişi olarak, bir söylevle kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık yerinde bulunuyordum.

“Bu neden gerekiyor efendim?” diye sordum.

Öneriyi yapan:

“Böylece işin içine senlik benlik karışmamış olacağı gibi dışarıya karşı da, eşitliği gözettiğimiz için, iyi bir etki yapılmış olur.” dedi.

Efendiler, ben yurdun, öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepinizin nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu göz önüne getirerek, kurtuluş yolu olduğuna inandığım girişimleri bitmez tükenmez güçlükler ve engeller de olsa maddesel ve ruhsal bütün varlığımla yürütmeye çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş ve doğal olarak işlerin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle bana senlikten benlikten söz ediyorlar.

Bu öneriyi oya koydum. Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum. Üç üye dışında bütün üyeler oylarını bana verdiler.


***


SIVAS KONGRESİNİN ÜZERİNDE DURDUĞU İŞLER

Sıvas kongresinin gündemi, Erzurum Kogresinin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce Sıvas”a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir bildiri olacaktı.

İlk açılış günü olan 4 Eylül günü ile eylülün beşinci ve altıncı günleri, yani üç gün, İttihatçı olmadığımızı açıkça belirtmek için andiçmek gereğini konuşmakla ve ant örneğini düzenlemekle: Padişaha sunulacak yazıyı yazmakla ve kongrenin açılışı dolayısıyla gelen tellere karşılık vermekle ve daha çok da, kongre siyaset uğraşacak mı, uğraşmayacak mı konusunun tartışılmasıyla geçti. İçinde bulunulan didişmeler ve uğraşmalar, siyasetten başka bir şey değilken bu son tartışmalara şaşılmaz mı?

Sonunda kongrenin dördüncü günü, asıl konuya geldik ve o gün, Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü, Erzurum Kongresi Tüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri önceden hazırlamış ve gerekli gördüğümüz üyeleri bu konuda aydınlatmış bulunuyorduk.

Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan kimi direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen noktaların önemlilerini bildireceğim:

1- Derneğin adı “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti’” idi, “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” oldu.

2- “Temsilciler Kurulu Doğu Anadolu’nun bütününü temsil eder.” sözü yerine “Temsilciler Kurulu yurdun bütününü temsil eder.” dendi. Üyeler arasına da daha altı kişi katıldı.

3- “Nasıl olursa olsun, yurdumuza girmeyi ve işimize karışmayı Rumluk ve Ermenilik örgütleri kurma amacıyla yapılmış sayacağımızdan elbirliğiyle savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir.” yerine “Nasıl olursa olsun, yurdumuza girmenin ve işimize karışmanın ve özellikle Rumluk ve Ermenilik örgütleri kurma amacını güden davranışların durdurulması için elbirliğiyle savunma ve uğraşma ilkesi kabul edilmiştir.” denildi.

Bu iki tümcedeki ayrılık, anlam bakımından kuşkusuz pek büyüktür. Birincisinde İtilaf devletlerine karşı düşmanca bir durum alınacağı ve direnileceği söylenmiyor. İkincisinde bu yön açıkça belirmiş oluyor.

4- Tüzüğün, dördüncü maddesinde yer alan sorun, oldukça tartışmalara yol açtı. Madde şu idi:

“Osmanlı Hükümetinin yabancı devletler baskısı karşısında buraları (yani doğu illerini) bırakmak ve buralarla ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa yönetim, siyaset, askerlik bakımlarından nasıl davranılacağını belirtilmesi ve saptanması” yani geçici yönetim kurma işi.

Sıvas Kongresi Tüzüğünde bu maddedeki “buraları” yerine “yurdumuzun herhangi bir parçasını bırakmak ve orası ile ilgilenmemek...” biçiminde kapsayıcı ve genel sözler kondu.


AMERİKA MANDASI İÇİN PROPAGANDALAR

Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında, demin söylediğim bildiri üzerinde konuşuldu. Bu bildiride başlıca Amerikan güdümü söz konusu oluyordu.

O günlerde, İstanbul’dan gelen kimi kişiler, Amerikalı Bay Bravn (Brown) adında bir gazeteciyi de Sıvas’a getirmişlerdi. Bu işle ilgili olarak kongrede geçen görüşmelerden söz açmadan önce konu üzerinde yüce kurulunuzun yeterince aydınlanmasını sağlamak üzere, ilkin bu konuya giriş olarak birtakım bilgileri sunayım. Bu bilgiler, Erzurum’dan beri başlayan birtakım yazışmalardan daha iyi anlaşılacağı için, onları olduğu gibi sunacağım.

Güvenlikle ilgili ve

çok ivedidir.

Amasya, 25/26 Temmuz 1919

Erzurum’da Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

1- Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: Bugün 25 Temmuz 1919 akşamı Bekir Sami Beyefendi Amasya’ya geldiler. Kendileriyle uzunca bir süre konuştum. Mustafa Kemal Paşa’ya ve Rauf Beyefendiye saygılarını sunarlar. Kendisi, aşağıdaki düşüncelerini bildirmemi rica etmiştir.

2- Bağımsızlık, istenilmeye ve yeğlenmeye değer. Ancak, tam bağımsızlık istemeye kalkışırsak ülkemiz birçok parçalara ayrılacaktır. Bu, kesindir ve hiç kuşku götürmez. Bu durum karşısında, iki üç il içinde kalacak bağımsızlıktan yurdumuzun bütünlüğünü sağlayacak bir devletin güdümü altına girmek kuşkusuz yeğdir. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimizi ve dışarda temsilci bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere belli bir süre için Amerika’nın himayesini istemeyi ulusumuz için en yararlı bir çözüm yolu sayıyorum. Bu konuda Amerika temsilcisi ile görüştüm. Birkaç kişinin değil, bütün ulusun sesini Amerika’ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki koşullarla Vilson’a (Wilson), Senatoya ve Amerika Kongresine başvurulmasını ileri sürdü:

a)- Adaletli bir hükümetin kurulması.

b)- Eğitim ve öğretimin yayılması ve genelleştirilmesi.

c)- Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması.

ç)- Gizli antlaşmaların kaldırılması.

d)- Bütün Osmanlı ülkesini kapsamak üzere Amerika Hükümetinin bizi güdümü altına almayı kabul etmesi.

3- Bundan başka kongremizin seçeceği bir kurulu, Amerika’ya bir zırhlı ile ulaştırmayı da temsilci üzerine almıştır.

4- Bekir Sami Bey daha bir iki gün buralarda kalacağından her türlü iradenin ve yönergenin benim aracılığımla duyurulmasını ve özellikle Sıvas Kongresinin toplanma zamanı ile kendilerinin o güne değin nerede beklemesi uygun olacağının bildirilmesini rica etmekte olduğu.

Beşinci Kafkas Tümeni Komutan Vekili

Arif

Şifre

İvedi ve kişiye özeldir.

196 Erzurum

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

1- Şimdi Amasya’da bulunan eski Vali Bekir Sami Beyefendiye özeldir: Yüksek telyazınızdan pek yararlandık. Toplantılarını sürdüren Doğu illeri Kongresi, hemen hepsi geldikleri yerlerdeki halkça, konuşmasını bilir, sözü geçer ve etkili olarak tanınmış kişilerden kurulmuş güçlü bir kurul niteliğindedir. Bu kongrede, şimdiye dek olan görüşmelerde, devletin ve ulusun tam bağımsızlığının savunulmasında direnilmektedir. Demek ki, daha bizce de koşulları ve niteliği bilinmeyen bir Amerika güdümünden kongreye doğrudan doğruya söz açılması pek sakıncalı olacağından, sizlerin İstanbul’da ilişki kurduğunuz kişilerle olan konuşmalarınızın ışığı altında aşağıdaki noktaları açıklayarak bizleri tez elden aydınlatmanızı özellikle rica ederiz. Bundan önce de doğrudan doğruya İstanbul’dan bu konuda gelen bilgiler kuşku verici görüldüğünden oradan açıklama istenmişti. 21 Temmuz 1919 günü Sıvas’ta Refet Bey aracılığıyla İstanbul’dan gelen bilgiler de gene öyle kuşku verici bulunduğu için buradan da, doğruca, koşullar sorulmuş ve açıklama istenmiştir.

a- “Tam bir bağımsızlık istenmeye kalkışılırsa ülkemiz birçok parçalara ayrılacaktır. Bu, kesindir ve hiç kuşku götürmez.” buyruluyor. Bu kanının kaynağı nedir?

b- Ülke bütünlüğünden, ülkenin bölünmezliği mi yoksa egemenlik hakları mı anlaşılacaktır?

c- Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz ve dışarda temsilci bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere bir devletin güdümünü istemeyi en yararlı bir çözüm yolu olarak görüyorsunuz. Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz şeylerle bu çözüm yolu çelişkili görünüyor. Çünkü meşrutiyetimiz yürürlükte kalınca hükümet, yasama organından güvenoyu almış ve onun denetimi altına girmiş bir kurul olur ki, artık bu kurulun meydana getirilmesinde Amerika’nın eli ve etkisi olamaz. Öyle ise, ya meşrutiyet yürürlüktedir ve adaletli bir hükümet kurulmasını Amerika’dan istemeye yer yoktur; ya da, adaletli bir hükümetin kurulması Amerika’dan istenilince meşrutiyetin yürürlüğü sözde kalır.

ç- Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin anlamı nedir? İlk aklımıza gelen, yurdun her yerinde Amerikan okullarının açılmasıdır. Çünkü daha şimdiden yalnız Sıvas’ta yirmi beş kadar okul açmışlardır ki, yalnız birinde bin beş yüz dolaylarında Ermeni öğrenci vardır. Buna göre, Türk ve Müslüman eğitim ve öğretiminin yayılıp genelleştirilmesi ile bu yapılan işler nasıl bağdaştırılabilecektir?

d- “Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması” sözleri de önemlidir. Patrikhanelerin ayrıca1ıkları varken bunun değişik yönü ve anlamı nedir?

e- Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün Osmanlı ülkesinin sınırları nedir? Yani savaştan önceki sınırımız mıdır? Eğer bu deyim içine Suriye ve Irak da giriyorsa Anadolu halkının Araplar adına himaye istemeye hakkı ve yetkisi olabilir mi?

f- Şimdiki hükümetin siyasası nedir? Tevfik Paşa neden Londra’ya gitti? Amerikalılar gibi İngilizlerin de ayrıca bir güdümcülük ardından koştukları görülüyor. Ayrımları nedir? Hükümet Amerika güdümüne ne gözle bakıyor? Yani buna yatkın mı, yoksa çekingen mi davranıyor? Amerikalılar neden Ermenistan’ın himayesini bıraktılar? Amerikalılar himaye almaya ne ölçüde eğilimli ve isteklidir?

2- Sıvas Kongresinin toplanması Erzurum Kongresinin sona ermesine bağlıdır. Bunun üzerinde ayrıca çalışılmaktadır. Sizlerin o zamana değin ya Tokat’ta ya da Amasya’da bulunmanız uygundur. Saygılarımızı sunarız.

Mustafa Kemal

Güvenlikle ilgili ve ivedidir.

93

Amasya, 30.7.1919

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

1- Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: Bekir Sami Bey’den alınan yanıt aşağıda bilginize sunulur:

a- Tam bağımsızlık istenirse ülkemin birçok parçalara bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Kurulunca kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek devletin himayesini istemenin en uygun olacağını söylemiştir.

b- Yalnız egemenlik hakları söz konusudur, ülkemizin bütün olarak bizde kalması temel ilkedir.

c- Amerika’dan, herhangi biçimde bir hükümet kuruvermesini istemeyeceğiz. Amerika’ya, adaletli bir hükümet kuracağımız konusunda güvence vereceğiz. Anayasamız hükümleri yürürlükte kalmak, padişah soyunun her türlü egemenlik haklarına dokunulmamak ve dışarda temsilcilerimiz eskisi gibi bulunmak koşullarıyla Amerika Hükümetinin mutluluğumuza ve gelişmemize yardım etmesini isteyeceğiz. İsteyeceğimiz himaye bu biçimdedir.

ç- Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin anlamı Amerikan okullarının köylerimize dek girmesine izin vermek değil, Türk ve Müslüman eğitim ve öğretimini yayıp genelleştirmeye özen göstereceğimiz konusunda kendilerine söz vermekle birlikte, yardımlarını istemektir. Güdümcülüğü Amerikan misyonerlerine değil, Amerika Hükümetine vermek istiyoruz.

d- Din ve mezhep özgürlüğü, öteden beri İslam dininin ilkeleri gereğindendir. Amerika kamuoyu bu gerçeği bilmedikleri için kendilerine bu konuda güvence vermek istiyoruz ve temsilcinin sözünü ettiği sınır, savaştan önceki sınırımızdır. Suriye ve öteki bölgeler üzerinde bizim güdüm istemeye yetkimiz olup olmaması, kongrece çözümlenecek bir sorundur. Daha önce Suriye ve Irak’ta Amerikalılar kamuoyu yoklamasına başvurdular. Suriye ve Filistin de bağımsız bir Arap hükümeti kurmayı istemekle birlikte, Amerika’nın himayesi altına girmeyi yeğlediklerini bildirdiler.

e- Şimdiki hükümet yeni kurulduğundan, güdeceği siyasa belli değildir. Ancak, önceki hükümetlerin siyasaları güçsüzlük ve İtilaf kuvvetlerinin her bir buyruğuna boyun eğmekti. Tevfik Paşa Londra’ya gitmeyerek Ferit Paşa ile geri dönmüştür. Amerika, Ermenistan Hükümeti kurulmadan önce, orada dolaşan Amerikan kurullarının raporlarına bakılırsa, büyük bir Ermenistan kurulamayacağı düşüncesindedir. Manda himaye konusunda ayrıntılı bir yazı posta ile gönderilmek üzeredir.

2- Şimdilik sizlerden gelecek bildirimleri bekleyerek Tokat’ta bulunacağım. Amasya ve Tokat’ta ve ilçelerde gereken bildirimleri yapmaktayım ve iyi sonuçlar vereceğini ummaktayım. Hepinize saygılarımı sunarım efendim.

Beşinci Tümen Komutanı

Arif

Şifre

Kişiye özeldir. Erzurum, 1 Ağustos 1919

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

Bu telin hemen Bekir Sami Beyefendiye ulaştırılması ve karşılığının ivedilikle alınması rica olunur:

Bekir Sami Beyefendiyedir:

30.7.1919 günlü tele yanıttır: Amerikan mandacılığı üzerine son açıklamanızı öğrendik. Bu koşullara göre, genel olarak korkulacak bir şey olmamak gerek. Bununla birlikte, daha bir nokta üzerinde yüksek görüşlerinizi de öğrenmek istiyoruz. Bize elverişli bunca koşullar ileri sürebilecek olan Amerika Hükümeti, böyle bir mandacılığı kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık, Amerika adına ne gibi yararlar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla kendi hesaplarına ne amaç güdüyorlar? Bu konuda edindiğiniz bilgilerle ve yüksek düşüncelerinizle de bizi aydınlatmanızı ivedilikle bekleriz efendim.

Mustafa Kemal

Amasya, 3.8.1919

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

Bekir Sami Bey’den alınan yanıt aşağıda bilginize sunulur;

Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: Amerikalılarla şimdiye değin yapılan görüşmeler, doğallıkla hep özel olarak yapılmış olduğuna ve salt bir varsayımdan öteye geçemediğine göre, manda ilgili anlaşmda iki devletin uyacakları koşullar üzerinde durulmamıştır. Sıvas Kongresinin, gerçekleşebilecekse, hazırlanacak ivedilikle açılması gereğini özet olarak bilginize sunarım.

Kurmay Yarbay

Arif

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Saygıdeğer Efendim,

Yurdun siyasal durumu en sıkışık bir evreye geldi. Kendimize bir yön çizmek için Türk ulusunun zarını atıp olumlu bir duruma girmek zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.

Dış durum İstanbul’da şöyle görünüyor:

Fransa, İtalya, İngiltere, Türkiye’nin manda işini Amerika Senatosuna resmi olarak önermekle birlikte, bütün güçlerini Senatonun bunu kabul etmemesi için harcıyorlar. Bölüşmeden pay kaçırmak doğal olarak işlerine gelmiyor.

Suriye’de umduğunu elde edemeyen Fransa, zararını Türkiye’den çıkarmak istiyor. İtalya, namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngiltere’nin oyunu biraz daha incedir.

İngiltere, Türkün birliğini çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecek için bile olsa, istemiyor. Yeni araçlar ve görüşlerle yepyeni ve güçlü bir Müslüman Türk hükümeti, başında Halife de olursa, İngiltere’nin Müslüman tutsakları için bir kötü örnek olur. Türkiye’yi bütün olarak İngiltere alabilse kafasını kolunu koparır, birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge durumuna getirir. Buna, en başta özellikle yurdumuzdaki din adamları çoktan isteklidir, Bunu Fransa ile döğüşmeden yapamayacağı için istemez. Fakat Türkiye’yi bütün olarak bırakmak zorunluluğu belirirse, yani bölüşmenin ancak askerlik yönünden büyük özverileri göze alarak elde edebileceğini anlarsa, Latinleri sokmamak için Amerika’nın mandacılık görüşünü tutar ve destekler. Nitekim, İngiliz siyasa adamları arasında şimdi bile bu düşünceye eğilimli olanlar var. Morison (Morisson) gibi tanınmış kişiler Amerika’nın Türkiye’de genel himaye almasından yanadırlar.

Bir başka çözüm yolu da Türkiye’yi, Trakya’dan, İzmir’den, Adana’dan, belki de Trabzon’dan ve kesin olarak İstanbul’dan yoksun bıraktıktan sonra, eskiden yabancılara tanınan ayrıcalık hakları ve bir gün, nasıl olsa çökecek iç sınırlar içinde bağımsız bırakmak.

Biz, İstanbul’da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan mandasını, kötülerin en iyisi olarak görüyoruz. Nedenlerimiz şunlardır:

1- Aramızda nasıl olsa Hıristiyan azınlıkları kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı uyruğu haklarından yararlanacaklar, hem de dışardaki bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, yabancı devletlerin boyuna işlerimize karışmalarına yol açacaklar, aslında sağlam olmayan bağımsızlığımızı azınlıklar adına her yıl parça parça yitireceğiz.

Düzenli bir hükümet ve çağdaş bir yönetim kurulması için Patrikhanenin siyasal ayrıcalıkları ve azınlıklarını güçlü devletler aracılığıyla, boyuna gözdağı verdirmeleri ortadan kalkmalıdır.Küçük ve güçsüz bir Türkiye bunu yapamayacaktır.

2- Birbirini yok eden; çıkar, hırsızlık ya da serüven ve ün için yaşayanların sonsuz isteklerini yerine getiren hükümet anlayışı yerine, ulusun rahatlığını ve gelişimini sağlayacak ve halkımızı; köyleri, sağlığı ve düşünüşü ile yepyeni bir halk haline koyabilecek bir hükümet anlayışı ve uygulaması bize gereklidir. Bu işin istediği para, uzmanlık ve güç bizde yok. Yabancı devletlerden ödünç para almak, siyasal tutsaklığı artıyor. Kayırma, bilgisizlik ve çok konuşmaktan başka, olumlu bir sonuç veren yeni bir yaşayış düzeni yaratamıyoruz.

Bugünkü hükümet adamlarına değer vermese bile, halkı ve halk hükümeti kurmayı ayrı sayan Filipin gibi yabanıl bir ülkeyi bugün kendi kendini yönetebilen yepyeni bir makine durumuna getiren Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye’yi; her kişisi öğrenimi ve anlayışı ile gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi, ancak Yeni Dünya’nın yeteneği yaratabilir.

3- Yurdumuzda boy ölçüşen devletleri ve kuvvetleri uzaklaştırabilecek bir yardımcıya gereksinme duyuyoruz. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa’dan güçlü bir elde bulabiliriz.

4- Bugünkü oldubittilerin kalkması ve ivedilikle davamızı dünyaya karşı savunabilmemiz için yeterince güçlü bir devletin yardımını istemek gerektir. Başka ülkeleri ele geçirmeye alışkın olan Ayrupa’nın bin bir dalaveresine ve alçakça siyasasına karşı, böylece bir vekil adı altında, Amerika’yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek Doğu sorununu da, Türk sorununu da gelecek için kendimiz çözmüş olacağız.


../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:45   #7
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart

Bu nedenlerden ötürü ivedilikle istememiz gereken Amerika da, kuşkusuz sakıncasız değildir. Onurumuzdan epeyce özveride bulunmak zorunda kalıyoruz. Yalnız, kimilerinin düşündüğü gibi Amerika’nın resmi kimliğinde din eğitimi ve dinden yana olma yoktur. Hıristiyanlara para verecek misyoner kadını Amerikası, Amerika’nın yönetim makinesinde bir yer tutmaz. Amerika’nın yönetim makinesi dinsiz ve milliyetsizdir. O, çok düzenli, çeşitli soy ve mezhepte adamları çok uyumlu olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.

Amerika, Doğu’da mandacılık ve Avrupa’da başına dert almak istemiyor. Ama onların onur işi saydıkları şey, yöntemleri ve ülküleriyle Avrupa’dan üstün bir ulus olmak isteğidir. Bir ulus, içtenlikle Amerikan ulusuna başvurursa, girdikleri ülkenin ve ulusun yararına nasıl bir yönetim kurabildiklerini Avrupa’ya göstermek isterler.

Resmi Amerika’nın önemli adamları arasında bizden yana epeyce bir eğilim belirdi. İstanbul’a Ermeni dostu olarak gelen birçok önemli Amerikalılar, Türk dostu ve Türk propagandacısı olarak döndüler.

Bu akımı yansıtan resmi ve özel Amerikan düşüncesi, gizli olarak şudur: Türkiye’yi olduğu gibi hiçbir parçaya ayırmamak, eski sınırları içinde bütün olarak bırakmak koşuluyla genel ve bir tek manda kurmak istiyorlar. Suriye, Amerika orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika’yı istemiştir. Amerika’da Suriye’nin bu isteği pek coşkunlukla karşılanmıştır.

Resmi Amerika, bizim, topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya eğilimli görünmüyor. Eğer manda alırlarsa bunun bütün ulusları eşit koşullar altında bir yurt çocuğu sayarak alacaklarını en önemli çevrelerinden öğrendim.

Ama, Avrupa kesin olarak bir Ermenistan sorunu ortaya çıkarmak özellikle İngiltere Ermenilere ödünler vermek istiyor; kıyıma uğramış Ermeniler adına Amerika kamuoyunda bir oyun oynamaya çalışıyor. Bizim düşünürleri Avrupa korkusu düşündürüyor. Reşat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, ulusal bütünlüğümüzü bile oluşturan siyasa adamlarımız, Ermeni sorunu için bir çözüm yolu salık veriyorlar. Resmi olarak size yazılıyor.

Çok tehlikeli günler geçiriyoruz. Anadolu’da olup bitenleri ilgi ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükümet ve İngilizler bunun, Hıristiyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için yapıldığı düşüncesini elbirliğiyle Amerika’ya aşılamaya çalışıyorlar.

Her an bu ulusal ayaklanmayı durdurmak için kuvvet gönderilmesi düşünülüyor; bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar. Ulusal eylemler ivedilikle ve olumlu isteklerle hemen kendini gösterirse (ve Hıristiyan düşmanlığı gibi bir tutumu da olmazsa) Amerika’da hemen destek bulacağını yine çok önemli çevreler kesinlikle söylüyorlar.

Sıvas Kongresi toplanıncaya değin, Amerikalıları alıkoymaya çalışıyoruz. Kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi bile belki başarabileceğiz.

İşte bütün bunlar karşısında, davamıza destek olabilmesi için, bu elverişli dakikaları yitirmeden, bölünme ve çökme korkusu karşısında Amerika’ya başvurmak zorunda olduğumuzu sanıyorum. Vasıf Bey kardeşimizle bu konuda ortak olduğumuz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır.

Türkiye’yi, istek ve iradesi olan geniş kafalı bir iki kişi belki kurtarabilir.

Serüven ve kutsal savaş zamanı artık geçmiştir. Gelecek için gelişme ve birleşme savaşı açmak zorundayız. Sınırlarında bunca çocuğu ölen acınası yurdumuzun düşünce ve uygarlık savaşında kaç şehidi var? Biz Türkiye’nin hayırlı çocuklarından yarının kurucuları olmalarını istiyoruz. Rauf Bey kardeşimizle sizin, temelleri bile çöken acınası yurdumuz için uzakları görerek birlikte düşünüp çalışmanızı bekliyoruz.

Saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim. Ulusal davada canıyla ve başıyla çalışanlar arasında gösterişsiz bir Türk eri alçak gönüllülüğü ile sizinle birlikte olduğumu bildiririm.

10 Ağustos 1919

Halide Edip

Afyonkarahisar, 13.8.1919

On Beşinci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: İstanbul’daki çeşitli partilerin birleşerek, Amerika Heyetine verilmek üzere, aldıkları kararlar olduğu gibi aşağıda sunulmuştur:

1- Ermenistan için, Türkiye’nin doğu sınırı üzerinde Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçasını vermeyi, doğu illerindeki Türklerin ve orada iş başında bulunan büyüklerin, gelecekteki rahatlıklarını ve özgür gelişimlerini düşünerek kabul edebilecekleri kanısında olduklarını; yalnız bu kanılarını, oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış olmaları ve Kürtlerin de Ermenilere toprak vermek düşüncesini hiç benimsemeyeceklerini bildikleri için açığa vurmak istemediklerini; açığa vursalar bile oradaki Türk çoğunluğunca aşağıdaki koşullara uyulma konusunda kendilerine güvence verilmedikçe bu düşüncede Kürtlerden ayrılmayacaklarını sandıklarını saptamışlardır. Şöyle ki: Birincisi, Türk ve Kürt çoğunluğu ile bunlar arasındaki başka azınlıkların oturdukları toprakların parçalanması; İkincisi, Türk bağımsızlığının tam olarak tanınması ve yürürlüğe konularak sağlama bağlanması; üçüncüsü, Türkiye’nin çağdaş uygarlığa erişebilmesi için, özgürce gelişimini engelleyen etmenlerin kaldırılmasıyla Vilson (Wilson) ilkelerine uygun olarak bağımsızlığından ve haklarından en güvenilir bir biçimde yararlanmasına olanak sağlanması dördüncüsü bu konularda ve Türklerin ilerlemesinin çabuklaştırılmasında yardımcı olacağım, Amerika’nın Milletler Cemiyetine karşı yüklenmesi.

2- Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve Kürtlerin yeni gönderilecekleri topraklarda hemen yerleştirilmesi ve hemen yeni topraklarından yararlanmalarını sağlamak için Amerika’nın yardım etmesi.

3- O bölgede ve özellikle Erzincan ve Sıvas arasında yoğun olarak bulunan Ermenilerin de yeni Ermenistan sınırı içine gönderilmelerinin sağlanması.

4- Ermenistan adına ve hesabına yapılacağını kestirdiğimiz toprak verme işi, bağımsız bir Ermenistan adına delil, ancak büyük ve uygar bir devletin güdümü altında gelişecek yeni bir devlet adına olacaktır. Çünkü, bugünkü Ermenistan’a toprak vermek, Türkiye’nin başına ikinci bir Makedonya derdi açmak olduğu gibi, Kafkasya için de bir ortam yaratmak demektir.

5- Bütün bunlar, tartışılabilir bir öneri niteliğindedir. Bunların kesinleşmesi için yurttaki kurullarla ilişki kurulabilirse oraya Amerika Heyetine bir kişinin gönderilmesi çok gereklidir

6- Ve en son olarak, işin yasaya ve tüzüğe uygun duruma getirilmesi için, Osmanlı Millet Meclisine bırakılması gerekir.

On İkinci Kolordu Komutanı

Salâhattin

Şifre

Kişiye özeldir.

339 Erzurum, 21.8.1919

On İkinci Kolordu Komutanlığına

Yirminci Kolordu Komutanlığına

(Yalnız 12’nci Kor.) 13. 8. 1919 günlü şifreye Y:

İstanbul’daki çeşitli partilerin Amerika Heyetine verilmek üzere aldıkları kararlar burada Temsilciler Kurulunca pek çok üzüntüye ve acınmaya değer görüldü. Çünkü, birinci maddede Ermenistan’a doğu illerinden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır. Oysa ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış toprağın bile Ermeniler hesabına bugün için eğimli olarak geçirilemeyeceği gibi, çeşitli soydan gelen halk arasındaki tiksinti ve öç alma duygusunun korkunçluğu ve sertliği, Osmanlı Ermenileri geri gelseler bile illerde yoğun olarak yerleştirilmelerinin tehlikeli olacağını göstermektedir. Bu duruma göre, suçlu olmayan Osmanlı Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylık, olağan ve eşit koşullar içinde yurtlarına dönmelerini kabulden başka bir şey olamayacaktır. Üçüncü maddede Erzincan ve Sıvas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu kuruntusu, bilgisizlikten ve sorunun derinliğine inememekten başka bir şey değildir. Savaştan önce bile buralarda oturanların büyük çoğunluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtler ve pek azı da Ermeni idi. Bugün ise, varlığından söz edilecek sayıda Ermeni yoktur. Öyle ise bu gibi dernekler, yetkilerini bilmeli ve bir iş yapmak ister1erse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye Nazırlarının barış hazırlıkları için düzenledikleri resmi istatistik ve grafiklere olsun başvurma sıkıntısından kaçmamalıdırlar. İş bu telin, olduğu gibi İstanbul’a gönderilmesini rica ederiz.

Mustafa Kemal

Güvenlikle ilgilidir.

2013 Ankara, 14.8.1919

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

1- Mustafa Kemal Paşa’ya İstanbul’a gönderilmek üzere yazmış olduğunuz son yanıtlar yerine ulaştırıldı ve buna karşılık olan basılı raporla: Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet Cevat, Çürüksulu Mahmut Paşalar, Reşat Hikmet, Câmi Reşit Sadi Beyler, Esat Paşalar gibi pek çok kişinin düşüncelerine uygun olan Kara Vasıf’ın yani Cengiz’in Halide Edip Hanım’ın görüşlerini kapsayan uzun mektuplar geldi. Bunlar sıra ile özetlenerek sunulacağı gibi asılları da Sıvas’a gönderilecektir. Bunların hepsinde bir yardımın gerekliği ileri sürülmekte ve bu yardımın Amerikaca yapılması kötülerin en iyisi olarak kabul edildiğinin gerekçesi bildirilmektedir. Basılı rapor; Câmi, Rauf Ahmet, Reşat Hikmet, Reşit Sadi Bey’lerle Halide Hanım, Kara Vasıf, Esat Paşa ve bütün parti ve derneklerin düşünceleri yoklandıktan sonra büyük bir çoğunluğun görüşüne uygun olarak düzenlenmiştir. Vakit varmış. Kongrede bir an önce iş görmek Amerikalılar gitmeden durumu bildirmek gerekmiş. Amerikalıları oyalayarak gitmeleri geciktirilmeye çalışılıyormuş. “Kongre ivedilikle kesin bir karar verebilir mi?” sorusuyla Amerikalılar, bu düşünceyi benimsediklerini belli ediyorlarmış. Kongrenin toplanmasını çabuklaştırmanız rica olunuyor.

Yirminci Kolordu Komutanı

Ali Fuat

Bu telde sözü geçen uzun mektuplar, günlerce telgrafçıları oyalayan kapalı tellerle verildi. Birbirine ek olan o tellerden biri de şuydu:

Güvenlikle ilgilidir.

Kişiye özeldir. Ankara, 17 Ağustos 1919

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı

Kazım Beyefendiye

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: 16.7.1919 ve 880 sayılı kapalı telin dokuzuncu maddesine ektir:

Kara Vasıf’ın 10 sayılı madde ile ilgili olarak verdiği ek bilgi:

1-Yardım için Amerika’yı isteyecek olursak ve bunu Doğu illeri Kongresi, Ulusal Kongre bir istek gibi telle Hükümetimize bildirirse Vilson için, Amerika Kongresine karşı güzel bir dayatmak olacağından, İstanbul’daki aydınların çoğu bu düşünceden yanadırlar ve böyle bir şey hazırlıyorlar. “Eğer Anadolu da yaparsa yararlı olur” diyorlar. Böyle olursa Amerika’nın güdümünden yararlanarak öbür alçakları çıkarabiliriz; sonra yalnızca Amerikalılarla karşılaşabiliriz ve onlarla uğraşmak da kolay olur. Bir de Amerikalılar bizi pek çok kınıyorlar. Yani hükümeti aşağılıyorlar, ulusumuzu da kınıyorlar. Delegelerin İstanbul’dan çıkışını, Paris’e gidişini, bildirileri..... Sonra diyorlar ki: “Avrupa’nın yapmaktan çekindiklerini siz kabul ediyorsunuz. Örneğin: Avrupa büyük Ermenistan diyor. Sizin Sadrazam Toros’tan sınır veriyor. Ermenistan istiyor. Oysa, şimdiye değin Amerika Heyetlerinden hiçbirisi bile buna olabilir demedi. Bütün raporlara göre Anadolu’da Türkiye’de bir Ermenistan olmak şöyle dursun, özerk ve yöresel yönetimler kurmak bile olamaz. Nüfusları yok, Toprakları yok, Bu yönetim çok büyük bir askeri güce dayandırılmazsa olmaz. Ermenilerde bu kuvvet olamaz. Amerika ise bu iyiliği yapamaz. Öbür devletler de buna katlanamaz. Elverir ki, oralarını ele geçirsinler ve..... barış yapsınlar. Bu da olamaz. Kıskançlık engeldir.” İşte İstanbul’un haberleri. Orada üzerinde düşünülsün. Zaman epeyce dardır. Amerikan Kongresi hemen hemen Vilson’u dinlemek üzeredir.

2-İstanbul’da önemli görüşmeler yapılıyor. Onun için Mustafa Kemal Paşa genel bir buyruk verir mi? Yoksa İstanbul’un karar ve çalışmasına uyar mı? Çalışmalardaki amaç ulusun birliği, yurdun bütünlüğü, bağımsızlığın ve egemenliğin sağlanması. Eğer Mustafa Kemal Paşa buraya genel bir buyruk vermezse ve kendisi de ivedilikle oradan Amerika ile, İngilizlerle ve öbür devletlerle ilişki kurmazsa doğal olarak burada da çalışmalar ilerleyecektir. Belki aykırı bir şey olur. Buna dikkati çekerim, Bu rolü, siyasayı daha iyi yürütür bir (tgtlkhn) Mustafa Kemal Paşa’nın çalışmalarına, gücüne dayanmak ise (btlstn) onun sözleri, demeçleri, tutum ve davranışlarıyla her bakımdan yalanlanmış.

3-Çolak Hüseyin Salâhattin iki yüzlü gidiyor. Sadık Bey’in en gözde kullarından olan bu adamın önemli bir görev almaması düşünülüyor.

20’nci Kolordu Komutanı

Ali Fuat

Kara Vasıf Bey’e bildirmek üzere verilen yanıt şuydu:

Şifre

Kişiye özeldir. İvedidir. Erzurum, 19.8.1919

Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

17.8.1919 günlü tele Y:

1- Sözü edilen Amerika manda ve yardımının pek çok dikkatle incelenmesi ve ulusal amacımızla karşılaştırılması pek önemlidir. İstanbul’da çalışanların amacı, ulusun birliği, yurdun bütünlüğü, bağımsızlık ve egemenliğin sağlanması diye anlatıldığına ve gösterildiğine göre, Amerika’nın mandası kabul edilince bu amaç, dokunulmaz olarak kalabilir mi?

2- Ulusal isteğe bağlı ve uygun olmayan kararlar hiçbir zaman ulusça tanınmayacağından, yurdun ve ulusun alınyazısında ulusal vicdanı yansıtmaktan başka bir şey olmayan ödevimizi iyi yapabilmek için ulusal isteğin belirip birleşmesini beklemeden hiçbir işe yetkili görünmemiz doğru değildir. Bundan ötürü, bizim yabancılarla ilişki ve bağlantı kurmamızın, kongre kararlarına dayanarak ulus adına yapılmasını yeğlemekteyiz. Çok şükür yurdumuzdaki ulusal akımın pek çok gelişmesi, kökleşmesi ve güçlenmekte oluşu bizleri hep bu noktaya çekiyor ve çağırıyor.

3- Şurası da dikkate alınmalıdır ki yurdun ve ulusun alınyazısı Amerika, ya da herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek ancak ulusal egemenlik ilkesini benimseyen ve bir ulusal varlığını kabul ederek ona dayanma yolunu tutan bir ulusal kurulun varlığını kabul ederek ona dayanma yolunu tutan bir hükümettir. Bunun için İstanbul Hükümetinde görev alacak kişilerin ille bu nitelikte olması gerekir. Bizce böyle olduğu gibi sizin oradaki çalışmanız da bu noktanın sağlanması amacını gütmelidir.

4- Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden öperiz.

Mustafa Kemal

../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:45   #8
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart




Nutuk1 (6.Bölüm)


MANDA SORUNUNUN KONGREDE GÖRÜŞÜLMESİ

Bir küçük bilgi daha vereyim. Sıvas’a gelmiş olan, gazeteci Bay Bravn ile kendim görüşmeyi uygun gördüm. Karşısındakini kolayca anlayan çok akıllı bir genç.

Şimdi efendiler, Kongrede manda işi üzerine yapılan görüşme ve tartışmayı, elden geldiğince orada geçtiği gibi, yüce kurulunuza dinletmeye çalışacağım:

Birçok kişi söz aldı. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık yerinden, tutanaklara olduğu gibi geçirilen şu kısa konuşmayı yaptım: “Bu bildirideki konular üzerinde görüşmeye başlamadan önce birtakım noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, örneğin Bay Bravn’dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu getirtileceğini söylediği yazılmaktadır.”

Efendiler, Bay Bravn: “Ben görevli bir kişi olarak görüşmüyorum, büsbütün özel olarak görüşüyorum.” diyor ve Amerika’nın manda kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini bile söylüyor. Onun için sözleri, Amerika adına değil, kendi adınadır; mandanın ne olduğunu kendisi de bilmiyor. “Manda, siz ne derseniz odur.”diyor. Bu bildiride önemli olarak manda işi vardır. Bunun üzerinde görüşme açmadan önce on dakika dinlenelim (saat: 3.25).”

Sonraki oturumda: İlk söz Vâsıf Bey’indir dedim.

Vâsıf Bey ilkin, mandanın tanımı üzerinde uzun bir konuşma yaptı. Sözü başkalarına bıraktı. Bir daha söz aldı: “İlkin genel olarak mandayı kabul edelim de koşulları üzerinde sonradan görüşürüz.” dedi.

Üyelerden Macit Bey adında bir kişi: “Genel Kurulca asıl görüşülecek konu, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandayı ne türlü anlayarak mandacı ile nasıl görüşeceğiz? Mandacı kim olacaktır? Asıl konu budur.” yollu konuştu. Ben, başkanlık yerinden: “Sanırım, bu raporda iki görüş beliriyor: Bunların birincisi, devletin iç ve dış bağımsızlığından vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve ulusun dokuncalı dış baskılara karşı bir yardım ve desteğe gereksinmesi bulunup bulunmamasıdır. Duraksamayı gerektiren ana nokta budur. İzin verirse, bu nokta üzerinde düşünülmesi için raporu öneri heyetine verelim. Sonra da yüce kurulunuza sunalım. Her halde iç ve dış bağımsızlığımızı yitirmek istemiyoruz.” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Üzerimize aldığımız görev çok ağır ve önemlidir; boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu andımız üzerinde görüşelim ve ivedilikle vakit geçirmeksizin bir karara varalım.” dedi. Ben, başkanlık yerinden: “Bu sorunu, heyet başkanı olmak dolayısıyla, açıklayayım. Bu bildiri, heyette okundu ve pek çok görüşüldü, tartışıldı; fakat kesin karar verecek bir kanıya varılamadı. Daha önce, genel kurulda okunmaksızın öneri heyete verilmişti. Bunun için bir kez de burada okunup genel kurulun görüşü belli olduktan sonra gene öneri heyetine verilerek kesin karar alınsın, istemiştik.” dedim. İsmail Fazıl Paşa (merhum) da söz alarak şunları söyledi: “Bekir Sami Bey’in düşüncesine katılırım; yitirecek zamanımız yoktur. Aslına bakılırsa iş de kolaylaşmıştır; tam bağımsızlık mı, yoksa yabancı bir devletin mandasını mı isteyeceğiz? Alacağımız karar budur. Böyle önemli, en önemli olan bir işi, bir daha heyete göndermek ve ondan sonra yeniden genel kurula getirmekle vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna bugün, yarın, ya da öbür gün her halde genel kurulda bir karar verelim. Heyette vakit geçirmeyelim. Çünkü pek önemli bir sorundur.”

Bundan sonra Hami Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendinin düşüncelerine katıldığım söyledikten sonra: “Her halde bize bir yardım gereklidir; bunun en ilkel kanıtı da, devlet, gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir.” buyurdular.

Bundan sonra Raif Efendi, mandaya karşı konuştu. İsmail Fazıl Paşa ona karşılık hayli uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra yeniden Bekir Sami Bey konuştu ve dedi ki: “İsmail Fazıl Paşa Hazretlerinin her bakımdan katıldığım konuşmasına yalnız bir şey ekleyeceğim: Kırım Savaşını, düşmanı yenerek bitirdikten sonra katıldığımız Paris Kongresinde, bağlaşıklarımızın bize yükledikleri o bilinen koşullarla bu şimdi okunan bildirideki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha çok bağımsızlığı zedelediği anlaşılır sanırım.”

Bekir Sami Bey’den sonra Hami Bey ve Hami Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey’in sözleri olduğu gibi şuydu: “Mandanın bağımsızlığı zedelemeyeceği kuşku götürmez iken, kimi arkadaşlarımız: ‘bağımsız mı kalacağız, yoksa mandayı mı kabul edeceğiz?’ yollu birtakım düşünceler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce mandanın ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla birlikte, mandacılıktan söz açmadan önce de, zihinleri gıcıklayan bu raporda, bu deyime ne gözle bakıldığını anlamak gerekir. Fazıl Paşa Hazretleri ‘bağımsızlığı koruma koşulu ile güdüm’ buyuruyorlar. Hami Beyefendinin mandacılıktan ilgili olarak verdiği bildiri iki bölüme ayrılıyor: Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de güdümün tanımıyla ilgili bölüm var. Güdüm konusunu bunlardaki görüşlere göre ele almak için önce bir noktayı anlamak isterim; bu bildirinin içindekiler genel kurulca görüşülmüş müdür, görüşülmemiş midir?” İsmail Fazıl Paşa: “Yanlış anlamaya yol açtığından biz üçümüz (yani Fazıl Paşa, Bekir Sami ve Hami Beyler) bu andırıyı geri alıyoruz. Verilmemiş saydık.” dedi (Bu bildiri karalaması da, temizi de kendilerinde kalmıştır).

Başkanlıktan: “Bildiri geri alınmıştır.” dedim.

Bildiri geri alındığına bakmayarak söz alan Refet Bey, tutanakta beş altı sayfa yer tutan parlak bir söylev verdi. Bu söylevin, tutanaktan olduğu gibi aldığım kimi tümceleri, söylevcinin isteğini açıklamaya yetecektir, sanırım.

Refet Bey diyordu ki: “Bizim, Amerikan himayesini yeğ tutmaktan amacımız, bütün toplumları tutsak kılan; yürekleri, vicdanları söndüren İngiliz mandacılıktan kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı gösteren Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa, asıl sorun para işi değildir.

Sözlük anlamıyla, mandacılık ile bağımsızlık birbirine engel şeyler değildir; yalnız eğer biz gerçekte güçlü olmazsak işte o zaman mandacılık altında eziliriz ve o zaman mandacılık bizim için bağımsızlığı bozucu olur. Bir de, diyelim ki biz içerde ve dışarda tam bir bağımsızlık isteriz. Ama, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası kuşku götürmez ki, bugün İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bizi paylaşmak, istiyorlar; ama eğer biz, bugün bir devletin kefilliği altında bir barış yapacak olursak ileride, uygun koşullar altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi çıkarımızı sağlarız. Ama olumsuz bir durum ortaya çıkacak olursa acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız?

Her halde bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir yurdu, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak beş milyon lira geliri olan bir ulus, bir dış yardım olmaksızın yaşayamaz. Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve bir dış yardımla kalkmamayacak olursak, belki ileride Yunanistan’ın bile saldırılarına karşı kendimizi savunamayız.

Tanrı korusun, eğer İzmir Yunanlılarda kalsa ve aramızda bir savaş açılsa düşmanımız, Yunanistan’dan vapurla asker getirecek durumda iken acaba biz Erzurum’dan hangi trenlerle ulaştırmamızı yapabileceğiz? Bundan dolayı, Amerikan mandasını her şeyden önce bir kefil ve destek bulmak için gereklidir.” Söylevci, sözlerini, şu tümce ile bitirdi: “Eğer bu söylediklerimle gelecek görüşmelere bir başlangıç yapabildimse buna sevinirim.”

Efendiler, bu parlak ve ustaca söylevin, dinleyenlerin düşünce ve kanıları üzerinde yapabileceği yanıltıcı etkinin ölçüsünü kolaylıkla kavrayabilirsiniz... Bunun ardından gelebilecek olan aynı düşüncedeki söylevcilerin söylevleriyle kongre üyelerinin büsbütün zehirlenmesine meydan vermemek ve özel aydınlatma ve uyarmalara zaman bulabilmek için hemen: “On dakika dinlenelim efendim.” diyerek oturuma ara verdim (saat: 5.30’da).

Efendiler, bu söylevin son tümceleri ilgi çekicidir. Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir’de geçici sayıyor ve savaş durumunda olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir’de kalırsa ve durumuna girilirse çıkamayacağımız kanısında bulunuyor.

Bundan sonraki oturumda Bursa delegelerinden Ahmet Nuri Bey, mandacılığa karşı uzun bir konuşma yaptı. Hami Bey buna daha uzun bir konuşma ile karşılık verdi gerçekten pek uzun olan söylevinin sonlarına doğru konuşmasını, şu bilgileri vererek pekiştiriyordu:

“Ama şimdi biraz da işin kesin bildiğimden söz açacağım işin bu evresinde ilgili görüştüğümden sözlerim yaklaşık değil kesindir. İstanbul’dan ayrılmadan önce eski sadrazam İzzet Paşa Hazretlerini görmeye gitmiştim. Kendileri de kesinlikle bir mandacılığın bizim için gerekli olduğu kanısında idiler. Benden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimi söyledim. Birkaç gün sonra beni çağırtıp şunu anlattılar: Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra İstanbul’a gelip siyasal partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerika Soruşturma Kurulu Üyeleri, İzzet Paşa’yı kınadığında ziyaret ederek Anadolu’daki ulusal örgütün Türk ulusunu temsil ettiğine inandıklarını ve Paşa’yı da (yani İzzet Paşa’yı) bu işe önayak olan bir kişi olarak bildiklerini söylemişler ve: ‘Eğer siz Erzurum ve Sıvas kongrelerine Amerika’nın mandasını istetecek olursanız, Amerika da Osmanlı Devletinin mandasını kabul edecektir.’ demişler. Paşa bunu bana anlattıktan sonra, bu ulusun bir savaşa daha gücü kalmadığını ve her durumda böyle bir çareye başvurmak zorunda bulunduğumuzu söyledi ve Sıvas’a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmaklığımı öğütledi. İzzet Paşa da bu yolla istenecek bir himayenin yüzde doksan kabul edilebileceği ve yalnız bizim için birtakım koşullar ileri sürmenin zorunlu bulunduğu kanısındadır. Paşa, ulusun isteğine dayanmaksızın Amerika’nın güdümcülüğü kabul edemeyeceğini, Kongrece belirtilecek isteğin Avrupa devletlerine karşı Amerika için bir dayanak olacağını bile söyledi. Ben bu işi İstanbul’dan kapalı telle Eruzurum’da Rauf Bey’e bildirdim. Mandacılığın kendisinden çok adına takılanlar yok yere kaygıya düşüyorlar. Sözcüğün önemi yoktur. Önem, işin özünde ve niteliğindedir. Mandacılığın altına girdik demeyelim isterlerse, sonsuza değin yaşayacak devlet olduk diyelim”.

Bu son söze yanıt verenler arasında Hüsrev Sami Bey’in bağırdığı işitildi: “Ama bizim bu çalışmadan amacımız, kendimizi savunarak sonsuza değin yaşayacak olduğumuzu tanıtlamaktır!” Hami Bey buna karşılık, eski düşüncesinden vazgeçer gibi bir konuşma yaparken Kara Vasıf Bey söz aldı ve o günkü oturumun sonuna değin konuştu. Vasıf Bey’in uzun sözlerinin özetini, tutanağa olduğu gibi geçen şu tümcelerle yüksek görüşlerinize sunuyorum: “Bütün devletler bizi tam bağımsız bile bırakacaklarını söyleseler yine de desteksiz yapamayız (Vasıf Bey sözlerinin başlangıcında, mandaya destek adını verelim, demişti). Dört yüzle beş yüz milyon lira arasında borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz. Bize ‘Bunu ödeyiniz.’ diyecekler; oysa bizim gelirimiz bunun faizine bile yetmez. O zaman güç bir durumda kalacağız; bunun için bağımsız yaşamaya akçalı durumumuz elverişli değildir. Sonra yanı başımızda bizi paylaşmayı amaç edinmiş hükümetler var; onların bu açgözlülükleri karşısında yok olmaz. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz daha kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu durumumuzla bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar.”

Vasıf Bey konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“...İstanbul’daki Amerikalılar: ‘Mandacılıktan korkmayız, Milletler Cemiyeti Tüzüğünde yer alınıştır.’ diyorlar. İşte bütün bu nedenlerden ötürü İngiltere’yi kendimize temelli düşman, Amerika’yı da kötülerin en yenisi sayıyorum. Eğer uygun bulursanız buradan İstanbul’daki temsilciye bir mektup yazıp Amerika’ya gizlice bir kurul göndermek için bir torpido isteyebiliriz.”

Eylülün dokuzuncu salı günü yapılan toplantıda himaye (manda) konusuna dokunan Rauf Bey’in, tutanağa olduğu gibi geçen sözleri şudur: “Bu manda (güdüm) işi üzerine şimdiye dek gerek basında ve gerekse başka çevrelerde birçok sözler söylendi. Yüce kurulunuz, dış destek düşüncesini kabul buyurdu ise de bu desteği kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika olduğu kapalı olarak anlatılıyorsa da, kanımızca doğrudan doğruya adının söylenmesinde bir sakınca olamaz.”


ERZURUM KONGRESİ KESİNLİKLE MANDA VE HİMAYE KABULÜNE KARAR VERMİŞ DEĞİLDİR

Bu sözlere bakılırsa Rauf Bey’in görüşüyle, gerek Sıvas Kongresi ve gerek Erzurum Kongresi Genel Kurullarının görüşleri arasında bir yanlış anlama olduğu kuşku götürmez. Rauf Bey’in anlayışını yorumlayan bu konuşmasının gerek Erzurum ve gerek Sıvas Kongreleri bildirilerinin yedinci maddesindeki yazılış özelliğinden kaynaklandığı kanısına varılabilir. Gerçekten, bu maddenin yazılışında, belki manda istemede pek ileri giden ve sonu gelmez propagandalarıyla kamuoyunu bezginliğe düşürenleri susturmak ve belki bundan daha çok, onların savlarına bir karşılık olmak üzere bir çeşit özellik vardır. Maddede yazılanlar, mantık ışığında okunup incelenince, ne manda ve ne de Amerika’nın mandacılığı isteme düşüncesini kapsamadığı anlaşılır. Bu noktayı açıkça göstermek için söz konusu maddeyi olduğu gibi anımsatmak isterim:

“Madde 7 Ulusumuz, çağdaş ülküleri yüce bilir teknik, sınai ve iktisadi durum ve; gereksinmemize önem verir. Bundan ötürü, devletimizin ve ulusumuzun içte ve dışta bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak koşuluyla, altıncı maddede belirtilen sınır içinde, ulusçuluk ilkelerine saygılı ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devletin teknik, sınai, iktisadi yardımını sevinçle karşılarız ve bu insanca ve adaletlice koşulları kapsayan bir barışın da ivedilikle gerçekleşmesi, insanlığın esenliği ve dünyanın rahatlığı adına ulusal isteklerimizin en önemlisidir.”

Efendiler, bu maddenin hangi noktasında mandacılık düşüncesi ve mandacının Amerika olacağı düşüncesi vardır? Olsa olsa: “Herhangi devletin teknik, sınai, iktisadi yardımını sevinçle karşılarız.” sözlerinden manda düşüncesine kapılanlar bulunabilir. Ama, mandacılığın anlamı ve özü kesinlikle bu değildir. Her zaman ve bugün de bu açık anlama göre yapılacak yardımları sevinçle karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim, Ankara-Ereğli ve Keller Diyarbakır demiryollarının yapılması için bir İsveç grubunun ve Kayseri-Sıvas-Turha1 yollarının yapılması için de bir Belçika grubunun teknik, sınai, iktisadi yardımlarını seve seve kabul ettik ve sözgelişi Ankara kentinin ve öbür Anadolu kentlerimizin bir an önce bayındırlaştırılmasına ve bütün öteki demir yollarımızla kara yollarımızın ve limanlarımızın yapımına yardım etmek isteyecek yabancı anamalcıların yardımlarını seve seve kabul ederiz. Yeter ki yurdumuza sermaye getireceklerin, devletimizin ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığını ve yurdumuzun bütünlüğünü zedeleme ereğini güden gizli düşünceleri olmasın. Bu maddede yer alan “ulusçuluk ilkelerine saygılı ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devlet” sözünden Amerika Devleti anlamı çıkarılmasına yer yoktur.” Çünkü bu ilkelere saygılı dünya devleti yalnız Amerika da değildir. Örneğin İsveç Devleti, Belçika Devleti de bu nitelikte devletler değil midir? Bu devletlerden herhangi birinin mandacılığı söz konusu olabilir mi? Bir de, eğer Amerika Devletine kapalı olarak işaret edilmek istenseydi “herhangi devletin” yerine “bir devletin” ya da hiç olmazsa sadece “devletin” sözleriyle yetinmek gerekirdi. Demek ki, maddenin açıkladığı koşullar içinde teknik, sınai, iktisadi yardımın iyiye yorulmasının, bütün devletleri kapsadığı açıktır.

Efendiler, bu manda konusundaki görüşümü ki bundan önce yapılan ve bu dakikada yüce kurulunuzun da bilgi edinmiş bulunduğu bunca yarışma ve tartışmalarımızla tanıtlanmıştır aylardan beri gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaşın daha anlamamış olduğu düşünülebilir mi? Öyle ise, ya Rauf Bey’in öteden beri benimle görüş birliği yoktu; ya da görüş birliği vardı da Sıvas’ta İstanbul’dan gelenlerle konuştuktan sonra düşüncesini değiştirmişti. Burasını kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz daha Rauf Bey’i dinleyelim. Rauf Bey, sözlerini şöylece sürdürüyor:

“Ateşkes Anlaşmasının başlangıcında Almanlar barış antlaşmasını imza etmeyecek sanılırken İngiliz basını birtakım” açıklamalarda bulundu. Bunlardan birincisi, Almanya’nın barış antlaşmasını imza edeceği konusuydu. Bu gerçekleşti. İkincisi de Türkiye’nin paylaşılması konusuydu. Bu çok şükür, gerçekleşmedi. Buna göre: Konferansın karar gereğince Kızılırmak’ın doğu yanı Ermenistan sayılarak Amerika koruyuculuğuna veriliyor. Belki Gürcistan’la Azerbaycan da Amerika’ya bırakılır, deniliyordu. Kızılırmak’ın batısındaki topraklar da, İzmir ve İstanbul dışarda kalmak ve denize çıkış kapısı Antalya olmak üzere, Türkiye’yi oluşturuyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan ve Fransız; güneyi de İngiliz koruyuculuğuna ve yönetimine veriliyordu. İzmir’e Yunanlıların girişi, bu açımlamaların doğruluğunu ortaya koymaya başladı. Demek ki, bu tehlike karşısında yurdumuz için en yansız durumda bulunan Amerika’nın yardımını kabul etmek zorundayız. Ben bu kanıdayım.”

Rauf Bey’in düşüncesini anlamak için bundan sonra daha çok uzun süren sözlerini dinlemeye bilmem gereklik kaldı mı?

Efendiler, pek uzun ve tartışmalı geçen bu manda görüşmeleri, mandacılıktan yana olanları susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi. Hem de bunu öneren yine Rauf Bey oldu: “Amerika’da yıllardan beri bize karşı yapılmakta olan kötüleyici propagandaların doğurduğu düşünce akımını düzeltmek için her şeyden önce Amerika Kongresinden yurdumuzu inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurulu çağırmak.” Bu öneri oybirliğiyle benimsendi. Kongre Başkanlık Kurulunun imzalarıyla bu yolda bir mektup taslağı hazırlandığını anımsıyorum da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi anımsamıyorum. Doğrusu bu mektuba özel bir önem vermiş değildim.

Efendiler, bu arada şunu da söyleyeyim: Belge olarak başvurduğum Kongre tutanakları, Başkanlık Kurulu yazmanlığında bulunan Afyonkarahisar delegesi Şükrü ve güdümü savunan söylevlerini dinlediğimiz Hilmi Beyler eliyle tutulmuş ve Hilmi Bey’in yazısıyla düzgün bir deftere temize çekilmiştir.

../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:46   #9
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart

SIVAS KONGRESİNİ SONUÇSUZ BIRAKMA ÇABALARI

Efendiler, Kongre 11 eylülde sona erdi. 12 eylülde Sıvas halkının da katıldığı bir açık oturum yapılarak söylevler verildi. Kongre görüşmeleri sırasında, önemli olarak Millet Meclisinin tez elden seçilmesi ve toplantı yerinin neresi olmak gerekeceği konularına değinildi. Fakat, şimdi açıklayacağım sorunlar, Kongre görüşmelerini kısa kesmeyi gerektiriyordu. Bu son noktalarla daha sonra Temsilciler Kurulu uğraştı, 9 Eylül 1919 günü toplanmış olan birtakım bilgiler Kongreye şöylece açıklandı: “Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki İngiliz kuvvetleri iki katına çıkarıldı. General Miln (Milne) Konya’ya geldi. Konya Valisi Cemal Bey ve Ankara Valisi Muhittin Paşa karşı çıkmakta duraksıyorlar. Yeni Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey de Cemal Bey’e benzer bir adammış. Değerli arkadaşlarımın böyle durumlar karşısında sert davranmak isteyeceklerini bildiğimden, çabuk ve sert önlemler alınmasını Fuat Paşa’dan rica etmiştim. Fuat Paşa da Kongrenin kendisine olan güvenine dayanarak Kongre adına gereken bildirim ve girişimlerde bulunmuştur. Bu türlü yürütümün yüce kurulunuzca kabul edilmesini rica ediyor. Fuat Paşa, valileri uyarmak için sert bildirimler yapıyor. Bölgelere üst subaylardan ulusal komutanlar atıyor ve bu komutanlara ulus adına her türlü yetki verilmiştir, diyor” Kongre öneriyi kabul etti. Bundan sonra açıklamalarımı şu yolda sürdürdüm:

“Buraya Galip Bey adında bir vali atanmış, geliyormuş; ama bunun Harput Valisi Ali Galip Bey mi, yoksa Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey mi olduğu anlaşılamadı. Fakat, biz başka bir bilgi elde ettik. Bay Novil (Nowil) adında bir İngiliz binbaşı, Bedirhanlılardan Kamuran, Celadet ve Cemil Beylerle birlikte yanında on beş kadar Kürt atlısı ile Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput Valisi de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki birlik de verilmiştir. Amaçlarının, Kürdistan kurmaya söz vererek Kürtleri, işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yöneltmek olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere de başvurulmuştur. Örneğin, valiyi ve ötekilerini tutuklatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine On Üçüncü Kolordu bölgesinde işe giriştik. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik bozguncu takımını tepeleyecektir. Buradaki kolordu komutanı da gereken önlemleri almıştır. Malatya’ya ve öbür yerlere de gereken buyruklar verilmiştir.”

Efendiler, hemen hemen Sıvas Kongresi’nin bütün toplantı süresince, sinirlere gerginlik verecek nitelikte haberler almaktan geri kalmıyordum. Ancak, aldığım bütün bilgileri olduğu gibi Kongre üyelerine sunmakta yarardan çok sakınca buluyordum. Gördünüz ki, şimdi açıklayacağım üzere, gerçekten tehlikeli sayılabilecek nitelikte olan Ali Galip işinden de söz ederken sakıngan bir dil kullanmayı yeğ tutmuştum. Bence en önemli iş, her türlü güçlüklere ve tehlikelere göğüs gererek Sıvas Kongresi görüşmelerini bir an önce kararlarla bitirmek ve bu kararları yurtta uygulamaya girişmekti. Bu dileğim gerçekleşti. Bütün yurdu kapsayan ulusal örgüt tüzüğünün ve Genel Kongre Bildirisinin hemen basılıp dağıtılması için gereken işler yapıldı. Yalnız, beklenenin üstünde yeni olaylar karşısında kalındığından, Kongre sona ermekle birlikte Kongre üyelerinin, yeni durumlar gelişinceye değin, Sıvas’ta kalmalarını uygun gördüm ve gerekirse daha güçlü bir olağanüstü kongre toplamak için de hazırlıklar yaptım. Ali Galip’in kaçması üzerine Kongre üyelerinin Sıvas’ta alıkonulmasından vazgeçildiği gibi, Ferit Paşa Hükümetinin düşmesi üzerine olağanüstü kongre toplamaya da gereklik görülmedi.


ALİ GALİP OLAYI

Şimdi Efendiler, savaş tarihimizde önemli bir olay olan Ali Galip işi üzerinde izin verirseniz biraz geniş bilgi vereyim:

“Efendiler, daha temmuz başında, Erzurum’da bulunduğum sırada Celadet ve Kamuran Ali adında iki kişinin yabancılarca, pek çok para ile İstanbul’dan Kürdistan’a gönderileceği, bunların türlü yalanlar söyleyerek kafaları karıştırmak ve bize karşı halkı kışkırtmakla görevlendirildikleri ve bir iki gün içinde yola çıktıkları ya da çıkacakları haber alındı. Bu haber üzerine, bunların sessizce gözetlenmeleri ve tutulmaları gereğini 3 Temmuzda Diyarbakır’da On üçüncü Kolordu Komutanına ve ayrıca Kurmay Başkanı olan Halit Bey’e ve Canik Mutasarrıfına bildirdim.

20 Ağustosta, On üçüncü Kolordu Komutanına verdiğim buyrukta, söz konusu kişilerin İstanbul’dan yola çıktıklarını bildirildiğini ve alınacak önlemler arasında özellikle Mardin istasyonunda sıkı bir denetleme yapılmasının uygun olacağını yazdım.

Sıvas Kongresinin ikinci günü, yani 6 Eylülde, “Bedirhanlı ailesinden Celadet ve Kamuran ile Diyarbakırlı Cemil Paşaoğlu Ekrem adlarında üç kişinin, yanlarında eskiden Diyarbakır ilinde bize karşı propaganda yapan bir yabancı subayla birlikte, silahlı Kürtler koruyuculuğundan Elbistan ve Akçadağ üzerinden Malatya’ya geldikleri ve kendilerini mutasarrıf ile belediye başkanının karşıladıkları On Üçüncü Kolordunun yazısından anlaşılıyor.”

On Beşinci Kolordu Komutanı Kazım Kara Bekir Paşanın üçüncü Kolordu Komutanlığına, bununla ilgili olarak gönderdiği 6 Eylül 1919 gün ve 529 sayılı kapalı telinde verilen bilgide: “Yabancı subayın, Türk, Kürt ve Ermeni nüfusunu incelemek üzere İstanbul Hükümetinin izniyle dolaştığını söyledikleri; Malatya’da bulunan süvari alayının, er sayısı az olduğundan, bunları tutuklamaktan çekindiği; bununla birlikte, bunların hemen tutuklanması için İstanbul’a başvurulduğu On üçüncü Kolordudan bildirilmiştir. Bu adamların ne amaçla ve ne görev için nereleri gezecekleri konusundaki bilgisini, Harput Valisinden sordum.” denilmekteydi. Harput Valisi Ali Galip Bey’dir. Bu adamların ne amaçla geldiklerini 3 Temmuzdan beri biliyoruz. Beş on silahlı Kürt’e karşı bir süvari alayının er sayısı az görülmüş, tutuklamaktan çekinilmiş. Asıl insanı şaşırtan şey, bunların tutuklanması için İstanbul’a başvurulmuş olduğu haberidir!

Bu küçük ve önemsiz gibi görünen noktaları; o zamanki durumu görüşte, ilgi çekici düşünce ve anlayış ayrılıklarım gösterdiği için anıyor ve belirtiyorum.

Diyarbakır’daki, On üçüncü Kolordu Komutanının tutumu kuşku verici görüldüğünden, doğrudan doğruya bu kolordunun Kurmay Başkanı üçüncü Kolordu Komutanının imzasıyla 7 Eylül 1919 günü yazılan kişiye özel kapalı telde, Vali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil, Kamuran, Celadet ve Ekrem Beylerle birlikte İngiliz binbaşısının ne yapıp yapıp yakalanmaları ve Sıvasta yollanmaları amacıyla, Elazığ’da bulunan On Beşinci Alay Komutanı İlyas Beytin doğrudan doğruya kendi komutası altında altmış kadar atlı ve katırlı erle en geç 9 Eylülde Harput’tan Malatya’ya doğru yola çıkması için işin ivediliği dolayısıyla doğrudan doğruya buyruk gönderildiği bildirildi ve birliğin çabucak yola çıkmasının sağlanması rica edildi. 8 Eylülde Sıvas’tan da bir otomobil ile birkaç subay gönderileceği bildirildi.

Diyarbakır’dan Kurmay Başkanının bana gönderdiği 18 Eylül 1919 günlü kapalı telde şöyle deniliyordu:

“Yakalama ile ilgili isteği öğrendim. Bu konuda komutan beyin buyruk vereceğini hiç sanmıyorum. Çünkü, askeri niteliklerini çok iyi biliyorum. Benim göndereceğim buyruğu ise, tümüyle yerine getirmekten çekinirler. Bu konuda İstanbul’la yazışma yapmaktayız. Bu durum karşısında gerekenin yapılması yüksek kararınıza bağlıdır; Şifre kaleminin 357 sayısıyla sunulmuştur.”

On Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı

Halit

Elazığ’daki AIay Komutanı İlyas Bey’den üçüncü Kolordu Komutanının buyruğuna karşılık olarak gelen 8 Eylül günlü telde de: “Kolordudan aldığım buyruk üzerine yola çıkmam geri bırakıldı. Kolordunun oluru buradan ayrılmam uygun olmayacağından yola buyruğunun kolordudan”

Halit Bey’e hemen verdiğim yanıt şuydu:

7/8 Eylül 1919

Bilinen kişilerin kötülükleri belli olmuştur. İstanbul Hükümeti... bu kötülükte ortaktır. Oradan buyruk beklemek düşmana sallamaktır. Bu konudaki bildirimleri, hiç de buyruk vermek, vakit geçirmemek duraksayacak görüyorsanız, bizim Elazığ ve Malatya’daki komutanlarına gönderdiğimiz buyrukların yerine getirilmesini bildiriniz. Gerçekten gerekiyorsa, komutayı uygun gördüğünüz komutanlarından ele alsın. Yavaşlık zamanı geçmiştir. İşin yapıldığını bildiren karşılık telinizi bekliyoruz kardeşim.

Mustafa Kemal

Alay Komutam İlyas Bey’e de, o gün buyruğu verdim: “Bilinen kişilerin hainliği belli olmuştur. İstanbul’daki Hükümet de bunların hayranlığına taktır. Kolordunuz komutanı belki bu konuda ne yapılacağını yazı ile sorar ve karşılık alamaz. Bunun için işin yürütülmesini ve sonlandırılmasını sizden beklerim. Vereceğiniz yanıtı bekliyorum efendim. Malatya’daki işleri bitirdikten sonra gerekirse, Sıvas’ta bize katılırsınız.

Mustafa Kemal “Kapalı tel dışındaki imza da üçüncü Kolordu Kurmay Başkam Zeki Bey’indi. Malatya’da bulunan On İkinci Süvari Alayı komutanını da 1 Eylül gecesi, kendim telgraf başına çağırmıştım ve görüşmekteydim. Alay Komutanı Cemal Bey’den durumunu ve kuvvetini sorup öğrendim. Gelenlerin yanlarında bulunan silahlı Kürtlerin “On beş yirmi kişi kadar” olduğunu ve alayın da merkezde” ancak o kadar bulunduğunu söyledi. Ben kuvveti yeterli gördüm. Topçu alayının yalnız subayları bile yetebilirdi ve ruhsal durumu anlamak istiyordum.

Bunun üzerine telgraf konuşması şöyle oldu:

Ben, “Vali Galip Bey ve İngiliz Binbaşısı ile Kamuran, Celadet ve Ekrem Beylerin hep bir düzenle bu gece yakalanmaları gereklidir. Durumunuz bunu yapmaya elverişli midir? Size buradan ve Harput’tan yardım yetiştirilecektir”.

Cemal Bey, “Valiyi de birlikte mi?”

Ben, “Özellikle, evet”.

Cemal Bey, “Bildirdiğim gibi, durum ve kuvvetim buna elverişli değildir. Kamuran Celadet ve Ekrem Beylerin yakalanmaları konusunda On üçüncü Kolordu Komutanıyla yazışmalar yapıldı. Sonunda, durumun inceliği dolayısıyla, şimdilik yakalanmalarının uygun olmayacağını bildirir buyruk da gelmiştir.” dedi.

Artık bu kişinin daha çok üstüne varılamazdı. “Kendilerine sezdirmeksizin sıkıca göz altında bulundurunuz. Kolordunuzdan buyruk gelecektir. Giderlerse, ne yana ve ne gibi araçla gittiklerini hemen bildiriniz.” yönergesini vermekle yetindim.

8 Eylül günü Cemal Bey’den kapalı tel ile “bilinen kişilerin şimdi gene orada olup olmadıklarını ve gözetlemeye ne ölçüde güvenilebileceğini” sordum ve kendisine “günde iki kez rapor vermesini” buyurdum...

Halit Bey’e yazdığım tele ertesi gün (8 Eylül 1919) aldığım karşılıkta, Elazığ Alay Komutam İlyas Bey’e buyruk verildiği ve bu buyruğun örneği bildiriliyordu.

Kolordu Komutanı Cevdet Bey de, İlyas Bey’in katıra bindirilmiş 52 er ve iki ağır makineli tüfekle, 9 Eylül sabahı yola çıktığım ve 10 Eylül akşamı Malatya’da bulunacağım bildirdi. 9 Eylül günlü plan bu kapalı telinde “karşı akımlarla dolu olan bir çevrede daha çok iş yapmamakta kendisini özürlü saymamı” da bildiriyordu.

9 Eylülde, İlyas Bey’in birliğinden başka, Aziziye’den iki süvari bölüğü, Siverek’ten Malatya’daki alaya bağlı bir bölük de Malatya ‘ya gönderildi.

Vali Ali Galip’in ve Bedirhanlılarla Cemil Paşaoğlu’nun yaptığı propagandanın etkisini ortadan kaldırmak için Elazığ ve Dersim dolayları ile ilgisi olduğunu bildiğim ve o sırada Kemah’ta bulunan Halit Bey’e (eski milletvekili) 9 Eylülde, Elazığ’a gitmesini ve Haydar Bey’le bağlantı kurmasını yazdım. Ayın sonuna doğru oraya vardı.

Van Valisi bulunan Haydar Bey de Elazığ Valiliği görevini almak üzere Erzurum’dan gönderilmişti. Haydar Bey, On Beşinci Kolorduyu bağlı olup Mamahatun’da bulunan bir süvari alayı ile de bağlantı kurarak, gerektiğinde bu alayı Malatya’ya doğru yola çıkaracaktı.

Otomobil ile birkaç subayın Malatya ‘ya gönderileceğini de yazmıştım.

Gerçekten, arkadaşlarımızdan Recep Zühtü Bey, “Üçüncü Kolordu Yaveri” takma sanıyla ve benden aldığı özel yönerge ile, yanına başka birtakım kimseler alarak otomobille Malatya’ya gitmek üzere, 9 Eylülde yola çıktı. Ne yazık ki, bindiği otomobil, yolları bozuk ve çamurlu olmasından Kangal’da kırılmış ve tam zamanında Malatya’ya yetişememişti. Kangal’dan sonra, kimi zaman araba ve kimi zaman hayvanla gece gündüz yol alarak Sıvas’tan çıkışının dördüncü günü öğleden sonra Malatya’ya ulaşabilmişti. Recep Zühtü Bey’in verdiği raporlar, durumun aydınlanmasına çok yardım etmişti.

Efendiler, 10 eylül günü geç vakit şu teli aldık:

Kişiye özeldir.

Hiç durmayacaktır.

Malatya, 10.9.191
Sıvas’ta On Üçüncü Kolordu Komutanlığı

Mustafa Kemal paşa Hazretlerindedir:

1- 10.9.1919 saat 2 sonrada kötü bir olayla karşılaşmadan Malatya’ya ulaşılmıştır.

2- Bilinen kişilerin hepsinin, ne yazık ki, Kahta’ya doğru kaçtıkları; ayrıntıların sonra bildirileceği, bilgilerinize sunulur.

15’inci Alay Komutanı

İlyas

Aynı günde ve fakat, İlyas Bey’in telinden sonra da şu teli alıyoruz:

Çok ivedidir.

Mayıs 10.9.1919
Sıvas’ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

1- Harput Valisi ile Malatya Mutasarrıfı, İngiliz Binbaşısı ve yardakçıları sizce bilinen kişiler, On Beşinci Alayın Elazığ’dan yola çıktığı ve kendilerinin yakalanacaklarını haber alır almaz, bugün sabah erkenden kaçmışlardır. Bunların Kahta’daki Bedir Ağa’nın yanına gittikleri ve oradan sağlayacakları Kürtlerle burayı basmaya gelecekleri söylenmektedir.

2- Bunlar ve Bedir Ağa aşireti, kötülüğe yeltenirlerse kovuşturma yapılması için Kolordudan buyruk alınmıştır; izlenmektedirler ve sonuç ayrıca bildirilecektir.

3- On Beşinci Alay Komutanının, buyruğu altındaki kuvvetle bugün 2 saat sonradan Malatya’ya geldikleri bilgilerinize sunulur.

12’nci Süvari Alayı Komutanı

Binbaşı Cemal

İkisi bir günde yazılmış olan bu teller, yan yana getirilerek incelenirse ilgi çekici birtakım noktaların göze çarpmamasına olanak yoktur.

Süvari Alayı Komutanı Cemal Bey, bizden aldığı yönergeye uyarak bilinen kişileri sıkı ve güvenli bir biçimde göz altında bulunduracak ve günde iki kez rapor verecekti.

Adı geçen kişiler 10 Eylül günü sabah erkenden kaçtıkları halde Cemal Bey bu bilgiyi, ancak İlyas Bey birliğinin varışından ve İlyas Bey’in raporundan sonra gönderiyor. Cemal Bey, kaçanların, İlyas Bey birliğinin Elazığ’dan yola çıkışını haber aldıklarını bildiriyor. Oysa telgrafhane, Cemal Bey’in gözetimi altında idi.

Sonra, kaçakların, Kürtleri toplayıp Malatya’yı basacaklarının söylendiğini de ekliyor. Bu noktalar süvari alayı komutanı üzerine kuşkuları çekmeyecek gibi değildir.

Sonradan alınan bilgilerden anlaşıldı ki, Ali Galip ve arkadaşlarına 9 Eylül akşamı haber verilmiştir. Ali Galip geceyi hükümet konağında uykusuz geçirmiştir. 10 Eylülde yanlarında birkaç jandarma ve silahlı Kürtle birlikte, hükümet konağında toplanıyorlar; sandık emininin odasına giriyorlar; sandığı açıyorlar; birlikte alıp götürmek üzere altı bin lira sayıp bir yana koyuyorlar ve sandığa koymak üzere şu senedi yazıyorlar:

“Mustafa Kemal Paşa ve yardakçılarının tepelenmesi giderlerine karşılık olmak üzere ilgili buyruğa uyularak altı bin lira alınmıştır. 10 Eylül 1919: Halil Rahmi, Ali Galip.”

İlyas Bey birliğinin Malatya’ya yaklaşmakta olduğunun anlaşıldığı bir sırada süvari alayı komutanı, subaylara Mutasarrıfın evini hedef gösteriyor. Mutasarrıfın evini sarıyorlar, telefon tellerini kesiyorlar ve evi basıyorlar. Bu işin başladığını sezinleyen Halil Bey’in eşi, hükümet konağına haber veriyor” Hükümette para almakla uğraşan Vali, Mutasarrıf ve arkadaşları durumu öğrenir öğrenmez korku ve şaşkınlıkla her şeyi unutup ayırdıkları parayı ve yazdıkları senedi olduğu gibi bırakıyorlar ve adamlarıyla birlikte hazır bulunan atlarına binerek hemen kaçıyorlar.

Süvari alayı komutanı ve topçu alayı komutanının, Valinin geceyi hükümet konağında geçirmekte olduğunu bilmedikleri kabul edilemez. Mutasarrıftan çok, Valinin önemli olduğu da besbelliydi. Öyle ise, bu kişilerin kaçmasına göz yumulduğu kesin bir gerçektir. En zayıf yoruma göre: Bilinen kişilerin yanlarındaki beş on silahlı jandarma ve Kürt ile çarpışmadan büyük kötülük doğabileceği kuruntusu Malatya’dakileri dolaylı önlem almağa sürüklemiş ve adı geçen kişileri ürküterek kaçırmayı yeğletmiştir, denilebilir.

10 Eylülde İlyas Bey’e verdiğim yönergede başlıca belirttiğim noktalar:

1- Kaçakların ivedilikle yakalanmaları;

2- Kürtlük akımına kesinlikle elverişli alan bırakılmaması.

3- Malatya’da mutasarrıflık görevini Jandarma Komutanı Tevfik Bey’in üstüne alması; uygun görülecek namuslu ve yurtsever bir kişinin de Harput’ta valilik görevine hemen başlaması;

4- Malatya ve Harput’taki hükümet kuvvetleri eksiksiz ele alınarak ulusa ve yurda karşı hiçbir davranışa meydan verilmemesi;

5- Kaçaklara uyanların acımadan ve aman vermeden yok edileceğinin duyurulması ve namuslu halka gerçeğin bildirilmesi;

6- Ulusal varlığımızı tehlikeye sokacak olan yabancı askerlere de karşı konulacağının göz önünde bulundurulması gibi önlemlerin ve başka bir şey değildi.

Efendiler, kaçakların o dolaylardaki aşiretlerden birtakım Kürtleri toplayabileceklerini ve Maraş’ta bulunan yabancı kuvvetlerden bile yararlanabileceklerini yüzde yüz olacakmış gibi kabul etmek gerekiyordu. Onun için, alınmış olan düzeni pekiştirmek ve bu işe ayrılmış olan birlikleri artırmak gerekiyordu. Bu amaçla Sıvas’tan, katıra bindirilmiş bir birlik daha 9 Eylül akşamı Malatya’ya gönderildiği gibi üçüncü Kolordu da elden geldiğince, birliklerini güneye indirecek; On üçüncü Kolordu, izleme işini sağlayacak ve hainlere kıpırdayacak elverişli bir durum yaratmamak için en geniş ölçüde etki yapmak gerekli olduğundan, Mamahatun’daki süvari alayı da Harput’a doğru gönderilecekti. Bu konuda Üçüncü, On Üçüncü ve On Beşinci Kolordu Komutanlarına gereği gibi bildirimler yapıldı ve dileklerde bulunuldu.

Efendiler, verdiğimiz yönergelere göre kaçakları izletirken, bir yandan da, elimize geçen birtakım belgeleri gözden geçirelim. Bu belgelerin, olayı ve Ali Galip’in girişimini, İstanbul Hükümetinin kötülüklerini her türlü açıklamadan daha iyi belirteceğini sandığımdan, olduğu gibi okunması gereksiz görülmez düşüncesindeyim.

İlkin, Dahiliye Nazırı Adil Bey’le Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’nın birlikte imzalayarak Elazığ Valisi Ali Galip Bey’e gönderdikleri 3 Eylül 1919 günlü yönergeyi okuyalım.

Bundan sonra, Dahiliye Nazırının, gönderilecek kuvvet ve harcanacak para tutarı ile ilgili olarak İstanbul’dan çektiği teli görürüz:


../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 22:46   #10
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart

İstanbul

906

Kendisi açacaktır.

Elazığ Valisi Galip Beyefendiye

Y: 2 Eylül 1919 sayı: İki.

Sunulmuştur. Padişah buyruğu bugün çıkacaktır. Demek, durum kesinleşmiştir. Yönerge şudur: Bildiğiniz gibi Erzurum’da Kongre adı altında birkaç kişi toplanarak birtakım kararlar aldılar. Ne toplananların ne de aldıkları kararların bir temeli ve önemi vardır. Fakat bu davranışlar yurtta birtakım söylentilere yol açıyor. Avrupa’ya ise pek şişirilerek yansıtılıyor. Bundan dolayı, pek kötü etkiler yapıyor. Ortada önemsenecek hiç bir kuvvet, hiçbir olay yokken salt bu şişirmelerden ve kötü etkilerden kaygılanan İngilizlerin son günlerde Samsun’a epeyce bir kuvvet çıkaracakları anlaşılıyor. Hükümetin, her yere olduğu gibi size de gönderdiği belli bildirimlere aykırı tutum sürdürülürse, çıkarılacak yabancı kuvvetlerin Sıvas’a ve oradan daha ilerleyerek birçok yerlere girmeleri yakındır. Bu ise, yurdun yararına doğal olarak aykırıdır. Erzurum’da toplanan belli kişilerin yakında Sıvas’ta toplanarak yine bir kongre yapmak istedikleri, yapılan yazışmalardan anlaşılıyor. Böyle beş on kişinin orada, toplanmasından hiçbir şey çıkmayacağı hükümetçe bilinmektedir. Fakat bunları Avrupa’ya anlatmanın yolu yoktur. İşte bunun için bunların orada toplanmasını önlemek gerekiyor. Bunun için de her şeyden önce Sıvas’ta hükümetin tam güveneceği ve yurdun esenliğine uygun olan bildirimleri eksiksiz yerine getirmeye kararlı bir vali bulundurmak gerekmektedir. Sizin gibi yüksek bir kişiyi onun için oraya gönderiyoruz. Gerçi Sıvas’ta kongre yapmak isteyen birkaç kişiye engel olmak pek güç bir şey değilse de kimi generali, üstsubay, subay ve erlerin de bunlarla bir düşüncede olduklarını anlaşılması dolayısıyla, hükümetin alacağı önlemleri ellerinden geldiğince etkisiz bırakacakları ve bilinen kişiler olabildiğince koruyacakları dikkate alınarak, güvenilir bir iki yüz kişinin buyruğunuz altında bulunması başarı sağlamak için uygun görülmektedir. Bundan dolayı, önce de yazdığım gibi oralardaki Kürtlerden güvenilen yüz, yüz elli süvariyi birlikte alarak, ne için oradan gidildiği hiç kimseye sezdirilmeden Sivas’a, hiç kimsenin beklemediği bir zamanda varıp valiliği ve komutanlığı hemen ele alacak ve oradaki jandarmalarla askerleri sayıları çok az olanakla birlikte, işi iyi yönetecek olursanız, karşımızda başka bir kuvvet bulunmayacağı için hemen etkin bir duruma girerek, toparlanmalarına meydan vermemiş olacağınız ve orada bulunanlar varsa hemen yakalatıp göz altında İstanbul’a gönderebileceğiniz apaçıktır. Bu yolla ele geçirilecek hükümet gücü ve erki, yurt içinde serüvenci davranışlarda bulunanları yıldırarak bu türlü hoşa gitmeyen davranışların ortaya çıkmasını önleyeceği gibi, dışarda da iyi etki yaparak yabancıların asker çıkarmak ve oralara girmek yolundaki düşüncelerden vazgeçmeleri için hükümetçe yapılacak girişimlere sağlam bir dayanak olacaktır. Aslına bakılırsa, Sıvas’ın kimi ileri gelenlerinden sağlam olarak öğrenildiğine göre halk, bu politikacıları kışkırtmalarından, para toplamak için yaptıkları baskılardan pek çok iğrenmiştir, bunların önlenmesi için hükümete her türlü yardıma hazırdır. Orada hemen jandarma yazılacak istenildiği kadar er bulunacağı ve buna, sözü geçer kişilerce özel olarak yardım edileceği bildirilmektedir. Böylece yeter sayıda ve hükümete sıkıca bağlı bir jandarma örgütü kurduktan sonra, birlikte götüreceğiniz süvarileri memnun ederek yerlerine göndeririz. İşte alınacak önlemler bunlardır. Bunun kolaylıkla ve başarıyla uygulanması, yalnızca işi son derece gizli tutmaya bağlıdır. Sıvas’ta görev aldığınızı, dahası oralara doğru gideceğinizi evinizde en güvendiğiniz kimseye bile söylemeyiniz ve Sıvas’a girinceye dek işi yanınızdakilere de sezdirmeyiniz. Bu, başarının baş ilkesidir. Bundan ötürü, şimdilik ne yapıp yapıp ailenizi orada bırakarak çevredeki aşiretlerle denetlemek için beş on gün dolaşacağınızı evinizdekilere ve başkalarına söyleyerek hemen yola çıkıp bir gün önce Sıvas’a ansızın varmaya çalışmalısınız. Oraya vardığınızda aşağıdaki telyazısını gerekenlere bildirip valiliği ve komutanlığı ele alarak: hemen işe başlamalısınız. Bir yandan da makine başında Nazırlığa durumu bildirmelisiniz. Böylece durum belli olur olmaz size yine makine başına gereğine göre bildirim yapılacaktır. Böylece işe başladıktan sonra, ne zaman uygun görürseniz ailenizi ve eşyanızı Sıvas’a getirtebilirsiniz. Ancak şimdi orada bulunan Reşit Paşanın valilikten çıkarıldığı yerine başkasının gönderileceği her nasılsa duyularak, kendisi Nazırlığa başvurduğu ve adları sizce bilinen kimselerin yakında Sıvas’ta birleşmek istedikleri, alınan yazılardan anlaşıldığı için yok yere bir dakika geçirilmeyerek bir an önce yola çıkıp bir saat önce Sıvas’a ulaşmaya çalışmanız da, işi başarma bakımından çok önemli ve çok gereklidir. Şu nedenlere ve düşüncelere göre, ne zaman yola çıkıp ne sürede Sıvas’a varabileceğinizin bildirilmesine gerek görülmektedir. Sıvas’ta ilgililere gösterdiğiniz telyazısı şudur: Sizin Sıvas valiliğine ve komutanlığına atanmanızı, hükümet kararlaştırmış ve Padişah Hazretleri onaylamıştır. Hemen yola çıkıp bu telyazısını Sıvas’taki asker ve sivil memurlardan gerekenlere göstererek valilik ve komutanlık görevini almanız ve işe başlamanız ve hemen durumdan bilgi vermeniz bildirilir.

3.9.1919

Dahiliye Nazırı Harbiye Nazırı

Adil Süleyman Şefik

Çok ivedidir.

İstanbul, 6 Eylül 1919

Malatya’da Elazığ Valisi Galip Beyefendiye

Y: 6 Eylül 1919,

Haydutları izlemek için gönderilecek kuvvet giderlerinin jandarma ödeneği karşılık tutularak mal sandığından ödenmesi gereklidir. Kaç kuruş harcanacağının ve gönderilecek kuvvetin sayısıyla yola çıkış gününün ivedilikle bildirilmesi.

Nazır Adil

Dahiliye Nazırı üç gün sonra da, Ali Galip’in bir teline karşılık olduğu anlaşılan şu teli veriyor:

İvedidir.

İstanbul, 9.9.1919

Malatya’da Elazığ Valisi Beyefendiye

Y: 8 Eylül 1919, sayı: 2.

Sıvas’ta güvenilir aracı olmadığından yeterince bilgi ........... alınmamakta ise de ora halkından, burada bulunan bir adamın sözlerine ve başka yerlerden de alınan genel bilgilere göre ilkin, halk bu kışkırtmaları istememektedir. İkincisi, asker, yok denecek kertede azdır. Bu ayaklanmayı yönetmekte olanlar, bilinen kişilerle kimi komutan ve subaylardır. Bunlar, ise ulusal bir kılık vererek amaçlarını benimsetmeye çalışmaktadırlar. Oysa, ulus bu işleri benimsemiyor. Orası daha yakın olduğundan istediğiniz bilgiyi daha kolaylıkla elde edebilirsiniz. Kaldı ki gazeteler, her nasılsa oraya atandığımızdan söz ettikleri için, bir gün önce gitmeniz daha çok önem kazanmıştır. Yanınızda bulunduracak kuvvet ne kadar çok olursa başarıyı ölçüde kolaylaştıracağı apaçıktır. Bu kuvvetin sayısıyla ne zaman yola çıkacağınızı bir gün önce belli edip bildirmenizi bekliyorum.

Nazır Adil

Ali Galip Bey, yanıt olarak, Malatya’dan şu son teli veriyor:

Çok ivedi ve gizlidir.

Kendisi açacaktır.

Dahiliye Nazırlığına

İçinde bulunduğumuz ayın on dördüncü günü yeter kuvvetle haydutların izlenip yakalanması için Malatya’dan yola çıkmak üzere gerekli önlemler alınmıştır. Tanrı’nın yardımıyla çarpışmada başarı sağlanacağına güvenilsin. Yalnız, yazılarımın karşılıkları ve gerekleri geciktirilmemelidir.

9.9.1919

Elazığ Valisi Ali Galip

Bu telden, 9 /10 Eylül gecesini hükümet konağında yürek çarpıntıları içinde sabaha dek uykusuz geçiren Ali Galip’in, 9 Eylül 1919 günü daha yiğitliğinin üzerinde olduğu ve Tanrı’nın yardımıyla çarpışmada başarı sağlayacağından çok ümitli bulunduğu anlaşılıyor.

Efendiler, olaydan ve bu belgelerden kendilerine bilgi verilen sivil yönetim başkanlarının, Dahiliye Nazırı Adil Bey’e ve komutanların da Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’ya güvensizliklerini bildiren teller çekmelerinin uygun olacağı düşünüldü. Herkesin dikkati çekildi.

Sıvas Valisi Reşit Paşa’nın teline karşılık veren Adil Bey’in şu sözleri pek şaşılmaya ve yadırganmaya değer. Adil Bey, sözünü ettiğim telini şu tümcelerle bitiriyordu: “...Kuşkusuz Padişah ve Halife Hazretlerinin yüksek buyruklarına uymak gereğini anlarsınız.”

Efendiler, bir rastlantıyla bu telin alındığı sırada ben de telgrafhanede bulunuyordum. Bir aralık dayanamadım; şu teli karalayıp çekilmek üzere görevliye verdim:

11.10.1919

Dahiliye Nazırı Adil Bey’e

Ulusun, padişahına düşünce ve dileklerini bildirmesine engel oluyorsunuz. Alçaklar, cana kıyıcı1ar Düşmanlarla birlik olup ulusa karşı haince düzenler kuruyorsunuz. Ulusun gücünü ve buyrumunu anlamaya gücünüz yetmeyeceğine kuşkum yoktur. Fakat yurda ve ulusa karşı hayıncasına ve bütün gücünüzle uğraşacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. Galip Bey ve yardakçıları gibi şaşkınların önce ve kuruntuya dayanan sözlerine kapılarak ve Bay Novil gibi ulusumuz ve yurdumuz için dokuncalı o1an yabancılara vicdanınızı satarak işlediğiniz alçaklıkların ulusça yükletilecek sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız.

Mustafa Kemal

Bütün komutanlar da ilgililere, gerektiği gibi baş vurdular.

12 Eylüle dek aldığımız raporlardan kaçakların, 10/11 Eylül gecesini Raka’da geçirdikleri ve 11/12 Eylül gecesini de, Raka’nın yarım saat yakınında bir köyde, bir aşiret başkanının yanında geçireceklerinin anlaşıldığı bildiriliyordu. Bu bilgi, 20’nci, 15’inci ve 13’üncü Kolordu Komutanlarına bildirildi.

11 Eylülde ve 11 /12 Eylülde Malatya ile telgraf başında yapılan haberleşme, henüz Malatya’da, kesin buyruk ve yönerge almış kişilerin daha kafalarında karışıklık olduğunu gösterir nitelikte idi.

Elazığ’dan gelen Alay Komutanı İlyas Bey: “Mutasarrıf Bey’in gönderdiği bir özel kişi aracılığıyla, Vali A1i Galip ve Mutasarrıf Halil Beylerin birtakım koşullarla yerlerine dönmek istedikleri bildirilmiş.

Bunun için, yurdun esenliği adına bunların bu yoldaki isteklerini kabul etmenin uygun olup olmadığı konusundaki buyruğunuzu beklediğimiz bilgilerine sunulur.” demekteydi.

Bunun ardından, 11/12 Eylül gecesi de, yine telgraf başına gelen Süvari Alayı Komutanı Cemal, Mutasarrıf Vekili Tevfik, Topçu Alayı Komutanı Münir, Jandarma Yüzbaşısı Faruk, Baytar Binbaşısı Mehmet ve Elazığ’dan gelen A1ay Komutanı İlyas Beyler adına, İlyas Bey şunları yazdırdı:

Malatya’dan İlyas Bey Güvenilir bir kişi olan Jandarma Yüzbaşı Faruk Bey’den şimdi alınan bilgi aşağıdadır:

Faruk Bey Kahta ve çevresinde kaçakları Malatya’ya beş saat uzaklıkta Raka köyünde Kürtlerin toplandıklarını ve şimdi Mutasarrıfla arkadaşlarının orada bulunduğunu; Siverek’e kadar olan aşiretlerin birbiri ardınca adı geçen yere gelmekte olduklarını ve Dersim aşiretlerine varıncaya değin Kürtlük adına çağrıldığını; Mutasarrıfın düşüncesine göre, ilkin Malatya’ya saldırıp baştan başa yağmaladıktan sonra bütün kuvvetle Sıvas’a doğru yürüyeceklerini; Malatya’da bulunan Türkleri öldüreceklerini ve kovacaklarını; bunlar yapılırken Dersimlilerin de Harput’a yürüyeceklerini bildiriyor. Çünkü Mutasarrıfın Malatya’dan gitmesi Kürtlük adına kendilerini büyük ölçüde aşağılama ve horlama sayılıyormuş.. Vali, bu yağma ve öldürmeden yana olmadığını ama Mutasarrıfın düşüncesine de engel olamayacağını bildirmiştir. Malatya’ya savaşla girdikleri zaman Kürt bayrağı çekileceği ve yanlarındaki İngiliz Binbaşısının da Urfa’da bulunan tümeninin gelmeye hazır olduğunu söylediği bildirilmiş ise de Hacı Bedir Ağa’nın bunu kabul etmesi, aşiretlerin de Malatya’nın Kürdistan olduğunda ve Malatya’da Kürt bayrağı çekilmesinde ayak diredikleri; dün akşam Vali Malatya’ya dönmek istemiş ise de bırakmadıkları abartma yapılmaksızın bilgilerine sunulur. Valinin Koşulları aşağıdadır:

1- Valinin yerine dönmesi;

2- Mutasarrıfın gene eski yerinde kalması;

3- Elazığ’dan gelen askerlerin geri gönderilmesi;

4- Valinin yüz silahlı Kürtle Malatya’ya girdiği zaman taşkınlık yapılmaması ve Sıvas’a doğru yürümesi;

5- Aşiretlerden alınan yedi tüfek, bir tabancanın geri verilmesi;

6- Yukarda bildirdiklerine buyrukları.

İlyas Bey’e şunu yazdım.

11/12 Eylül 1919

Malatya’da İlyas Beyefendiye

1- Verdiğiniz bilgi Kurulumuzca dikkate alındı. Size koşulları bildirenler kimlerdir doğal olarak böyle bir bağlantıya girişmek hiç doğru değildir. Hainlikleri ortaya çıkan Vali, Mutasarrıf ve yardakçılarının yakalanmaları ve kışkırtmaya çalıştıkları kimi aymaz kişileri uyarmak söz konusudur. Bunun için çok sert karşılık vermek gerekir. 13’üncü, 15’inci ve 3’üncü Kolordu Komutanları, bu dakikada telgraf başında hep birden alınacak önlemleri kararlaştırmaktadırlar. Elde bulunan kuvvetler her yandan yola çıkarılmışlardır. Sessizlik ve ağırbaşlılıkla orada gereken önlemleri sizin almış bulunduğunuza güvenimiz tamdır. O bölgede bulunan bütün telgrafhanelerin tutulması ve Mutasarrıf Vekili Tevfik Bey kardeşimizin, hükümetin gücünü ve etkinliğini en geniş ölçüde göstermesi önemle dikkate alınmalıdır.

2- Bu anda bütün Anadolu merkezlerinden Padişaha, bu yapılan hainlik bildirilmektedir. Orada da böyle davranılmalıdır.

3- İngiliz Binbaşının sözleri kurusıkıdır. Kürtlerin de toplanmayı bular bile, askeri birlikler karşısında ne ölçüde başarıya ulaşacaklarını kavrayabilirsiniz.

4- Bedir Ağa’yı ve Keven aşireti başkanlarını ve bu haince davranışı tutmayan başkanları kendi yanınıza çekmeye çalışmanız uygun olur.

5- Adıyaman’dan yola çıkan süvari bölüğü ile, Siverek ve Diyarbakır’dan yola çıkan birer taburla bağlantınız var mı? Nerelere vardılar?

11/12 Eylül 1919

Telgrafhanede bulunan Kongre Kurulu adına

Mustafa Kemal

Gerçi, Kongre toplantıda değildi ve telgrafhanede bulunmuyordu. Fakat içgücünü artırmak için Kongre üyelerinin ilgisini göstermeyi uygun gördüğüm gibi, imza olarak yalnız “Kongre Kurulu” diye de gene bu anlamda ayrıca bir tel daha çektim.

Bu telime ek olarak çektiğim telde; Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta bulunan ve sayıları pek az olan yabancı kuvvetleri bildirerek: “Size bir yabancı tümeninden söz edenlerin bu söyledikleri, yurt ve ulus hainlerinin yalanını aktararak içgücünüzü kırmak alçaklığından...”dır, dedim.

İlyas Bey, bildirimlerime verdiği karşılıkta: “Saldırı olursa çok sert karşılanması kesin olarak kararlaştırılmıştır.” dedikten sonra: “Eldeki kuvvet, Malatya’yı uzun süre bir Kürt saldırısına karşı savunmaya yetmez. Bunun için, olabildiğince çabuk, yardımcı kuvvetler gönderilmesini sağlamanızı pek rica ederim.” dedi.

İlyas Bey’e, gerektiğinde bir şey bildirebilmek için, telgrafhanede bir subay bırakarak, önemli olan işinin başına gitmesini rica ettim.

İ1yas Bey’in 12 Eylülde çektiği bir teli, çeşitli bakımlardan subaylarımız ve görevlilerimiz için yararlı olur düşüncesiyle, olduğu gibi sunacağım:

Ma1atya, 12.9.1919

Sıvas’ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına

Halep’teki İngiliz ordusundan albay rütbesinde Bay P.Pil (P.Peel) isminde bir İngiliz subayı, bugün 12.9.1919 günde öğleyin Malatya’ya gelmiştir. Malatya, Harput ve Diyarbakır bölgelerinde ileri gelen kişilerle, sivil ve askeri görevlilerle görüşmek istediğini; kaçak Bay Novil’in görevini bilmediğini ve bu konuda İngiliz Hükümetinin hiç bilgisi olmadığını; böyle bir propagandacı subayın buralarda gezmesini kabul edemeyeceğini ve aşiretler içerisinden hemen buraya gelmesi için kendisine buyruk vereceğini söyledi. Eğer haince düşüncelerle buralarda gezdiği kanısına varırsa tutuklu olarak Halep’e göndereceğini sözlerine ekledi. Vali Galip Bey’i de, kendisiyle görüşmek üzere, yaşamının korunacağı konusunda güvence vererek buraya çağırmak istedi. Bu konuda üst komutanlardan, adı geçenin buraya gelebileceği üzerine buyruk alınmadan, buraya gelemeyeceğini ve bunun için ilgili yerlere başvuracağını söyledim. Bu izin buyruğunun ivedilikle getirtilmesine aracı olmamı rica etti. Kendisi “yüksek siyasi mutemet” adıyla anılırmış. İstanbul Hükümeti kendisini tanırmış. Kendisi burada iki gün kaldıktan sonra Harput’a gidecekmiş. Belgesi yoktur. Kendisine, saygıdeğer bir konuk olduğu ve özel saygı gösterileceği söylenmiştir. Valiyi buraya getirmesine ve bu kişinin Harput’a doğru gitmesine izin verir mi? Bildirilmesi. Sıvas’tan iki subayın şimdi geldiği bilgilerine sunulur.

15’inci Alay Komutanı

İlyas

Bu telde sözü geçen konularda ne yapılacağını belirten görüşlerimiz, şöyle kısaca bildirildi:

Tel

Çok ivedidir.

Sıvas, 12.9.1919

Malatya’da On Beşinci Alay Komutanlığına

Y: 12. 9. 1919

1- Kim olursa olsun, belgesiz bir yabancı subayın Osmanlı ülkesinde işi yoktur. Kendisine incelikle fakat askerce kesinlikle durumu bildirip geldiği yere hemen dönmesi gerektiğini anımsatınız. Yurttan çıkıncaya değin de ileri gelen kişilerle ve görevlilerle hiçbir siyasal ilişki kurmaması için yanına becerikli, uyanık bir subay katınız.

2- Kaçak valinin yurda hainlik ile suçlandırıldığım, ele geçince yakalanarak yasanın adaleti eline verileceğini, bu konuda başka türlü bir şey yapılamayacağını ayrıca anlatırsınız efendim.

Mustafa Kemal

Efendiler, alınan önlemler ve yapılan düzenlemeler ve özellikle gösterilen dayanışma ve sertlik sonucunda, Ali Galip ve Halil Beylerin kandırmaya çalıştıkları aşiretler dağılmış, umutsuz kalan Ali Galip ilkin Urfa’ya ve oradan Halep’e kaçmıştır. Bay Novil de gözaltında rahatça Elbistan üzerinden gitmiştir. Ötekiler de birer yol bulup kaçmışlardır. Bu evreleri, daha çok açıklamayı yararlı görmüyorum. Söylediklerime ek olarak yayımlanacak olan bu konudaki belgeler okununca bugün ve yarın için uyarıcı sonuçlar çıkarılacağını umarım.

../..

.....
  Alıntı ile Cevapla
Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
deneme, nutuk


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:07.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.