18.11.2013, 23:38 | #1 |
Çevrimdışı
|
Lodos'tan Yansımalar
Olsa Hep son güne bırakıyorum hep. Ne olurdu sanki bir hafta kala şu derse çalışmaya başlasaydım. Yumurta tavuğun kıçına gelecek, sonra oturup Merve Hanım kitabı eline alacak. Ah hep teknolojinin kurbanıyım işte yok arkadaşlar nereye gitmiş dur bir face’ den bakayım. Bugün yaptıklarımı tweetlemezsem olmaz. Sms varken kafam daha rahattı. Şu whats up’ı icat eden adama da teşekkür mü etsem yoksa beddua mı bilemedim ben şimdi. Kalktın mı aşkım ? Giyindim aşkım . Çıktın mı aşkım. Kahvaltı ediyorum aşkım. Oldu olacak mıçtım da yazasım geliyor bazen de çocuk bozulacak hadi diyorum yazmayayım. Kahvaltıda yediğim sucuklu yumurtanın bile resmini çekip paylaşmazsam olmaz. Kaldırsalar şunları top yekün de bir çip taksalar hepimize birden hiç fena olmaz hani. İsmini bile düşündüm ‘cheap-life’. Elimizdeki zımbırtılarla hepimiz zaten yeterince ucuz yaşadığımızı ispatlıyoruz. Adını da üstüne yapıştıralım olsun bitsin. Kimsenin mahrem diye bir haltı kalmadı çok şükür. Gidip taktıralım çiplerimizi olsun bitsin.
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:39 | #2 |
Çevrimdışı
|
Maal
Geçer not alır mıyım acaba ? Biraz tanıdık geldi sorular. Sanki hepsi doğru gibi hissediyorum da emin olamıyorum. Garip …
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:40 | #3 |
Çevrimdışı
|
Görev
Bir kere de üstümü örtsen ölür müsün ? Yine buz gibi uyumuşum. Ayıp yahu ayıp. Hadi yatağına yat demiyorsun. Ben gidiyorum hoşça kal demiyorsun. Ben seninle iki saat sohbet ediyorum. Konuşup konuşup aklımı karıştırıyorsun. Şikayet etmiyorum.
-Duyuyor musun Maal ? Duyuyor musun ? Bir daha üstümü örtmeden gidersen eğer ! -Merveeeeeeee kiminle konuşuyorsun ? -Ders çalıştım anne onu tekrarlıyorum. Sesli okuyunca daha iyi aklımda kalıyor. Aklımı allak bullak yaptın Maal. Allak bullak. Ne görevi sayıkladın giderken ? Hadi sınav vardı yardıma geldin anladım. Ertesi gün gelip tüm o fikirleri konuşup konuşup nereye kaçtın ki şimdi ? Aşk olsun sana Maal . Duyuyor musun aşk olsun !!! Merve çağırmakla gelmeyeceğini bildiği halde odada bir süre oturur. Evden çıkmak istemez. Aklından Maal’in son cümlelerini bir türlü atamamanın merakı içinde sayıklayıp durur. -Maal, ah Maal. Ne demeye çalışıyorsun ? N’olur duy sesimi. Böyle beni yarım yamalak ortada bırakma. Yoksa Mert hakkında bir şey mi diyecekti ? Yoksa Aysel ile Harun’u bildiği gibi Mert ile ilgili bir mesaj mı vermeye çalışıyordu bana ? Bana bugün haram oldu işte. Gelip gelmeyeceği bir yana dursun daha var mı yok mu bilmediğim bir kızı neden bu kadar kafaya takıyorum ki ? Deli saçması işte ! Düpedüz deli saçması… -Merve kahvaltı etmeden mi gidiyorsun kızım ? Merveeee -Anne hiç havamda değilim. Kahvaltı edecek halim yok. Otobüsü de kaçırdım. Mecbur yürüyeceğim artık. -Tamam kuzum. Yürümek iyidir. Yürü yürü açılırsın biraz hava almış olursun hem de. Merve yıllardır oturduğunu evin merdivenlerinden sanki ilk defa iniyordu. Aklında taşıdığı düşüncelerin ağırlığı beyninin sarmalında yuvarlanmadan biran önce akşam olsun ve Maal ile tekrar sohbet etsin istiyordu. Sanki Maal her cümlesinde beyninin sepetine tek tek yumurtaları eliyle dizmiş ve ani bir hareketiyle hepsi birer birer yuvarlanacak ve beynine akacaklardı. Maal gelecek misin bu akşam ? diye mırıldanırken sırtına değen el ile irkildi. -Sevgilim ? Ne o ? Bembeyaz olmuşsun -Mert ! Sen de nereden çıktın ? -Aşkım. Dün gece mesaj attım ya unuttun mu ? Sabah beraber okula yürürüz tamam dedin. Yukarı çıkacaktım, baktım kapıdan çıktın yürüyorsun. -Unutmuşum canım. Sabah uyuyakaldım. Aceleyle hazırlandım zaten. -İyi yakaladım seni yoksa Mert ağaç olacaktı demek kapıda -Şu mesaj işi kötü oluyor işte. Sen bir şey yazıyorsun ben OK yazıyorum. Yarı uyur yarı uyanık. Anlamış mıyım anlamamış mıyım belli değil. İleti geliyor dıt dıt telefon ötüyor. Uyur uykunu bölüyor . Whats updan resim atıyorsun görmüyorum haydiiii Merve niye görmedin yolladım ya baksaydın. Bir bakmıyorsun telefonuna . Artık ilgilenmiyorsun benimle. Önceden olsa ışık hızıyla yanıtlarmışım da artık iki dakka sonra bakıyormuşum da o iki dakkada neden gecikmişim de falan filan fişmekan. Elim , kolum , bacağım , kulağım gibi bir organım sanki. Buyrunnn bu da benim yaşam ünitem işte… Harici organım ama biz hep bir aradayız hani harici dediğime bakma en dahilisi aslında. Bazen görünmez kablolarıyla beni kuşatmış bu organların hepsini dişlerimle ısıra ısıra söküp vücudumdan atmak istiyorum. -Hayatım sen iyi misin ? Sabah sabah bu ne hiddet bu celal ? -Saydım 3 dakika içinde Sevgilim, Aşkım, Hayatım hepsini birden kullandın. Ne o Mert bir kabahat mi işledin ? Ne o ? Yoksa benden sakladığın bir şeyler mi var ? Sessiz sakin durup içine mi atıyorsun ? Söyle ! Yoksa fırtına öncesi sessizlik mi bu duruşun ? -Merve sen iyi değilsin. Birşeyi içime filan attığım yok. İyiyim, mutluyum, nişanlımla okula yürüyorum. Yok bir yaramazlık. Sen sabah sabah ne oldu da böyle saldırıyorsun ki bana ? Ne yaptım şimdi ben anlamadım hiç. -Tabi önce aşkım, sevgilim de baktın bir arıza çıkacak Merve, nişanlım diye kıvırt. Anladın yutmadığımı. Bak hemen sosyal statümüzle konuşmaya başladın. Evlenince de karım diyeceksin olucak bitecek di mi Mert ? Sevgilim filan demeyeceksin bana. Sevgililer günü hediyesi filan da almazsın. Niye alasın ki biz artık karı koca olduk. Gavur icadı hem onlar. Millet para harcasın diye kurulan para tuzakları di mi ? Yapsınlar bir karı-koca günü onu da alırız dersin sonra bir iki sene sonra yıldönümümüz bile hatırlamazsın . -Mervecim. Ben bugün ağzımla kuş tutsam fayda etmeyecek. Satır aralarımı okumaya çalışmaktan manşetteki kocaman yazıyı göremiyorsun. Az bir soluklan . Kafanı kaldır da manşete bak. -Manşet ne ? -Seni Seviyorum geveze şey. Gel buraya. Sen uykunu almamışsın belli. Bıdır da bıdır , bıdır da bıdır. Ha anladımmmm. Ben elini tutamadım ki fırtınan yüzünden. Sen de sıcaklığımı hissedemedin ondan . Gel buraya benim uykusunu alamayınca tersinden kalkan sevgilim. Gel. Kafeteryada bir kahve iç, bir de poğçanı yedin mi bişeyciğin kalmayacak. Hoş sabah beri beynimin etini yedin doymuşsundur ama olsun. -Deli şey . Mıncıklama beni insanların içinde. -Otur canım sen. Ben kahvelerle poğçaları alıp geliyorum. Kim deli kim akıllı konuşuruz şimdi. … -Mertcim. Konuşmasak n’ooooluuuurrrr . -Tamam canım iç kahveni. -Cidden uykusuzum. Kabus gibi rüyalar görüyorum. Sınav iyi mi geçti kötü mü onu bile hatırlamıyorum. Kafam allak bullak. -Verirsin sennnn. Yaparsın merak etme. -Bakalım göreceğiz. Bugün açıklanıyor sonuçları. Çok gerginim. Tek ders yüzünden mezun olamazsam ya ? Resmen kaşınıyorum. -Yavaş kızım yavaş. Millet duyacak. Kaşınıyorum maşınıyorum hoppalaaaa -Hadi kalk derse gidelim. -Hadi hadi -Bugün bitmek bilmeyecek bana , bitmeyecek işte. Yine aynı hoca, aynı amfi Beyaz gömleği, petrol yeşili diz altında dar eteği ile Tülay Hoca derse girer. -Günaydın arkadaşlar. Sınav sonuçlarınızı ders çıkışı panoda bulabilirsiniz. Bugün yeni konumuza geçiş yapıyoruz. Mısır Uygarlığı Tülay Hoca’nın sesi gittikçe silikleşirken Merve kulaklarında sadece Maal’in sözlerinin yankısını duymaktadır. -Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır Mervecik. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır. Ses kendini tekrarlamaktan bir türlü vazgeçmez. -Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır Mervecik. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır. Merve şakaklarına parmak uçlarıyla bastırıp kulaklarında yankılanan sesten kurtulmaya çalışsa da fayda etmez. Ses gittikçe hızlanan bir ritim içerisinde tekrarlanarak gürleşmeye ve onu rahatsız etmeye başlar. Pencerenin dışında Maal’in silüetini görür. Oturduğu yerden hızla kalkıp GELDİN! diye bağırarak kapıdan dışarıya koşar adımlarla çıkar. Sesin yankısı saçlarından dalga dalga koridorun parlak granit taşlarına dökülmektedir. Dış kapıya doğru nefesi kesilircesine koşar ve kapıyı itip bahçeye çıkar. Maal’ in sesi kulaklarından kesilmiştir. Pencerenin önünde kimseyi bulamaz. Bahçedeki boş banka doğru yürür. Oturur. -Çok emindim geldiğine. Gördüm seni. Duydum seni. Sesin kulaklarımda perde perde uğuldadı. Yankılandı. Duydum. Duydum. Soluk alıp verişi düzene girene kadar Merve bankta bekler. Kendini kendine ispatlarca tekrarlar. Gördüm seni. Gördüm. Duydum sesini. -Sınıfa dönmek istemiyorum. Eve gidip uyumalıyım. Başım çatlıyor. Kulaklarım sanki saatlerce barda içip içip müzik dinlemiş gibi uğulduyor. Merve fakültenin bahçesinden çıkıp eve yürümeye başlar. Yürümekten çok ayaklarını ve bedenini sürükler sanki. Kapının önüne geldiğinde kapının ferforjesinden iterek içeriye girer ve ikinci kata çıkar. Kapıda takılı olan süs çiçekleri ters çevrilmiştir. -‘’ Annem evde yok. Anahtar da saksının içinde. Bir gün şifremizi bir hırsız çözecek ve girip evde ne var ne yok götürecek.’’ diye mırıldanarak kapıyı açar ve içeri girer. Odasına yürür. Kapıyı içerden kendisine açan Maal’i görünce bütün uykusu kaçar. GELDİN ! diyerek boynuna sarılır . GELDİN ! Seni gördüğümü biliyordum. Duydum seni . Duydum. Ama neden kaçtın benden ? -Bu son gelişim Mervecik. Akşamı beklerdim ancak o kadar vaktimiz olmayacak. Seninle okulda konuşamayacağımız için seni eve getirmeye çalışıyordum sadece. -Neden son gelişin ? Neden Maal ? -Bunu sana söyleyemem. Sana görevini söylemeden gitmek istemedim. -Başım çatlıyor, hasta gibi hissediyorum. Aklımdaki sözlerini çıkartamıyorum. Sabah deli saçması dediğim için özür dilerim. Çok kızdım sana ondan öyle söyledim. -Kızdın. Haklıydın. Bir ömürde öğrenemeyeceklerini iki günde duymanın şokunu yaşıyordun sadece. -Haklı mıydım ? -Evet. Sen özel bir kızsın Mervecik. Sen eğer başarabilirsen sadece kendin için değil diğerleri için de başarmış olacaksın. -Bilmece gibi konuşma lütfen. Anlayamıyorum. Yardım et anlamama. -Bana gerçek aşka inanıp inanmadığımı sormuştun. Evet inanıyorum. Hem de sadece senin değil. Aşık olan. Birbirine bağlılık ve sevgi yemini eden ve senin zamanında yaşayan tüm kadınların ve erkeklerin aşkına inanıyorum. -O zaman neden poligami konusunda aklımı bu kadar karıştırdın ki ? Sabah sabah Mert’e yapmadığımı bırakmadım. -Eğer bilmeseydin, senin de, eninde yada sonunda aşkını atacağın kuyunun kapağını kapatmam mümkün değildi de ondan. -Nasıl başaracağım Maal ? Görevim nedir ? -Görevinin tek bir anafikri var. Sevmekten vazgeçmeyeceksin. Etrafında her kim varsa onlarla düşüncelerini paylaşıp, öğretmekten vazgeçmeyeceksin. Aşık olup evlenene kadar karşısındaki Dünya’nın tek insanı olarak gören ve O’nsuz yaşayamacağını düşünen milyonlardan sadece birisin. Oysa aşk içindeki üç harf kadar kısa değildir. Ömür boyu sürebilmesi ve mutlu olması da üç harften daha uzun kelimelerin oluşturduğu cümlelerle anlatabileceğim bir hikayedir. Hikayenin nasıl devam etmesini istediğine kendin karar vereceksin. Aşk bir çiçek gibidir. Su’yu ilgidir. İlgilenmezsen solar,cılızlaşır. Aşk madendeki altın gibidir. Yıllar geçtikçe dıştan baktığında kömür karasıdır. Dışındakini kazımadan elindekinin altın olduğunu farkettirmez sana. Kazımalısın. Aşk siyah inci gibidir. Bazen yıllarca sağlam ve güzel kalmasını istiyorsan istridyenin içinde olgunlaşması için bırakman gerekir. Aşkın ruhu iki kişi değildir. İçinden kendi ruhunu çıkartıp onun ruhuna harman etmeden yanamazsın. Aşk kedi gibidir. Sen sevdikçe daha çok sana sırnaşır. Yumuşak davranmanı ister. Aşk çoğalır. Senin bedeninde onun bedeni can bulur ve aşkın gözleri bakar gözlerine artık sonsuzlaşır. Merve çalan telefonunu açmak için elini cebine atar. Arayan Mert’tir . -Merve nerdesin canım ? -Evdeyim Mert . Kötü hissettim. Eve geldim. -Sabahtan belliydi halin. Uyu dinlen. Merve odada bir yandan yürüyüp bir yandan konuşmaya devam eder. -Aşkım biraz uyumalıyım. Kalkınca ararım seni. Olur mu ? -Tamam sorun değil. Bu arada sınav sonuçları panoya asıldı. -Tamamen unuttum onu o kadar yorgunum ki. Lütfen iyi bir haber ver lütfen Mert . -Merve inanmayacaksın ama yüz almışsın. -Okula geliyorum Mert. Sakın bir yere ayrılma kendi gözlerimle görmeliyim. Uyumam mümkün değil. Merve sevinç çığlıkları atarak yerinde zıplamaya başlar. Elinden düşen telefonu bile farketmeden sarılmak için Maal’e döner. Maal’i odada artık göremez. Orada olmasa da duyduğunu bilerek seslenir . -TEŞEKKÜR EDERİM MAAL. TEŞEKKÜR EDERİİİİİM. LODOS 18/11/2013
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:42 | #4 |
Çevrimdışı
|
Belki de akvaryumdaki balıklarız
Tüm öğretilerin yada inançların kaynağı toplum değil mi ? Bir adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız 3 şey ne olurdu sorusu ile dolu anketlerin yapıldığı çocukluk zamanlarımı hatırlarım. Bazen sıradan bir deftere, bazen de soruları hazırlanıp matbu olarak basılmış özel bir defter elden ele dolaşırdı. Çoğu zaman hoşlandığın birine direk soramadığın soruları birden fazla insana sunarak aradan gizli cevaplara ulaşılmaya çalışılarak çöpçatanlığın zemini hazırlanırdı o vakitlerde.
O zaman değer yargılarımız bu kadar kuvvetli değildi. İnsanların düşüncelerini umursamazdık. Bağıra çağıra sokakta şarkılar söyler , oyunlar oynardık . O zaman ,işte asıl o zaman akvaryumdaki balıklardık Ancak akvaryumdaki balıklar olduğumuzun farkında değildik o dönemlerde. Kimse ciddiye almıyordu ki hali hazırda yaptıklarımızı. Çocuk işte , genç işte diye görmezden gelinirdi tüm kabahatler, yanlışlar ve hatta hatta günahlar . Zira o zaman günahları pek takmazdık. Yanlışları bile bile yapardık. Yanlış yaparken hoşumuza giderdi asilik duygusu. Sonra büyük evlerde yaşayan , büyük insanlar olduk . Evler büyüdükçe yaşadığımız hayatlar küçüldü bize hiç ama hiç fark ettirmeden. Her yeni gün , eski bir ölenin adını duyuyorum. Eskimiş hayatı, yaşayıp yaşlatılmadan bitip gitmiş. Ne koymuş göğsünün içine ? Cenaze arabası geçti yanımdan yol istedi. Adam elini uzatmış camdan . Niye acele ediyorsun ki ? O ‘ nun artık hiçbir şeye acelesi yok ki !!! Belki biraz daha arabada gezmek istiyor bile olabilir. Bazen çok ciddiye alıyoruz hayatı. Sonsuza değin yaşayacakmışçasına deli bir hırsla karşılanıyor her gün. Çok ciddiye alıyoruz hayatı sanki kalbi kırılan olmak bizde nasıl bir dejenerasyona sebebiyet verecek ise artık ? Yada kimin umurunda olacaksa ? Çok ciddiye alıyoruz başkalarının bizim hakkımızda düşüneceklerini de öyle ki kelimeleri bile kırpa kırpa , kuşa çeviriyoruz dudaktan dökmeye de yok mecalimiz . Şimdi her birimizi alıp ıssız bir adaya atsalar. Tek gayemiz hayatta kalmak olacak da farkında değiliz ! Şimdi bu yaşadığımız akvaryumun suyunu bir gün biri boşaltsa kalıverecek bedenlerimiz üst üste yığılı vaziyette kim öle kim kala ! Yaşadığımız hayat ise aslında akvaryumdan başımızı çıkartıp , soluksuz bırakan dakikalara eşit . Ondandır hayat kısa dedikleri . Yaşadığımız hayat ise aslında akvaryumdan başımızı çıkartıp , soluksuz bırakan dakikalara eşit .
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:43 | #5 |
Çevrimdışı
|
çatlak kediler
-Güneş gözümü kamaştırıyor.Sakın yaklaşayım deme ! Şu çatının kenarını zor hizaladım zaten.
- Sana meraklı değilim kartoloş. Siyah tüylerim Güneş'i daha çok çekiyor diye kıskandığını fark etmiyormuyum sanıyorsun ? Sarısın sen sarı. Ne yaparsan yap, benim kadar ısınamayacaksın işte . - Halt etmişsin. Güneş'ten aldım rengimi ben kara marsık. - Mırlayım da boşa gitmesin bari. Sarışının adı, esmerin tadı var bir kere. - O esmer dedikleri sen değilsin . Sen düpedüz zencisin zenci. - İnsanlar Ay'a çıktı. Sen hala kölelik zamanlarından kalma sokak jargonuyla konuşuyorsun. Hem ona zenci değil siyahi derler, afro-amerikalı derler, çikolata derler ne bileyim, zenci demezler de ne derlerse derler. İşediğin gazete kağıtlarının üzerine azıcık baksaydın devlet başkanı bile dediklerini görebilirdin. - Aaaaay ne doluymuşsun sen bu zenci lafına meğer.Ha haytttt. Ne derlerse desinler cicimmm. Gazetede zenci resmi de olsa farketmez işerim gider. - Zenciler kovalasın seni gece rüyanda da gör gününü Sarı Yelloz. - Kovalasın kovalasın. Bir fincan da süt ısıtıp ,getirsinler de cıkır cıkır içeyim. - Sütlerinde boğul e mi ? Başka da bişey demiyorum sana. Çevir başını devam et güneş banyona bakayım sen. - Yaklaşma bak. Patiyi taktım mı yakana görürsün gününü. Bank'ın arası boş kalacak. Ben sağdayım , sen solda . - Tamam be anladık. Sağ bank yellozu. - Hem sol bank oturucusu hem zenci olmaktan iyidir. Sen o bankın hep sol köşesini kollayacaksın. Çünkü insanlar aramıza oturunca sağ ellerinin tarafında ben olacağım ve beni sevecekler. Kimse de hem kara marsız, hem cılız bir de üstüne üstlük terslerine gelen sol ellerini kullanarak seni sevmeye yeltenmeyecekler. -Ya oturan solaksa ? Ne o ? Onu da mı bilmiyorsun. Cahilsin işte cahil. - Sus biri geliyor .Görürüz şimdi solak mı değil mi ? - Anammm şunlara bak. Bir de sipariş etmişim gibi açmışlar bana ortalarını. Ne bağrışıyorsunuz öyle klinik vakalar sizi. Kimse sizi sevmedi mi ? Oturmadı mı buraya ? Tırstılar mı iki çatlak kediden ? Durun sırnaşmayın bir sigara yakıcam doktor hanım iyi güldürdü zaten siz de üstüne tam terapi oldunuz hani çıkar çıkmaz. Odada başkalarının görmediği kişi yada varlıklar görüyor, insan sesleri duyuyor muymuşum ? Yok canım. Daha o kadar olmadım. Ama şimdi sizi kucaklayıp götürsem bunlar kapıda birbirine girmişler. Var bir dertleri bir konuşsan desem kesin yatırırlar içeriye. Ya şu yeşil gözlerin güzelliğine bakar mısın bir nasıl da parlıyor siyah tüylerin yaldır yaldır. Akıllı kedisin akıllı. Hem güneşlenip hem temizlenmişsin belli gel gel sevim seni. - Şşşt sarı yelloz . Kadının sigara yakıp sol elinin boşta kalacağını hesap etmemiştin di miiii ? Ne güzel siyah kadife pantolon da giymiş. Hiç tüyüm bulaştı diye dert de etmez. Oh bacaklarına şöyle hamur yoğurma masajı yapayım da alsın kucağına beni sen de çatla. - Kara marsık . Çıkma kucağına. Çantası var kucağında. Isırma çantanın sapını Heyy kime diyorum. - Gel sarı sarman gel gir bakim kolumun altına oooh . Ne güzel be. Sağımda sarı sarman , kucağımda arap. Doğru söyleyin ! Bordrolu çalışanı mısınız hastanenin yoksa part time mı geliyorsunuz buraya ? Yok sizden ala terapi olmaz hani. Başım ağrıyordu yeminle onu bile unuttum kavganızı izlerken. Aaaa Sarman dur be . - İn dedim uslu uslu kadının kucağından dinlemedin. Fikoykkkk. Nasıl dişlerimin tadını sevdin mi boğazında ? İn aşağı.Dalarım böyle. - Eeeeh. Heşitttt Sen ne ısırıyorsun bakim arkadaşını utanmaz seni. Hadi sevdim dokundum sana dettt. Terapide kavga çıkaranı şutlarlar banktan aşağı Hadi bakim. Gel arapcım gel. Boynunu da sevim. Sahi ya bunlar kesin klinik vaka. Çatlak kediler. Sizinle de konuşsun mu doktor hanım ? Bakarsınız anlaşma yolunu anlatır size. Olmaz böyle birbirinizi ısırıp tırmalayarak uzlaşamazsınız ki . İyi olur aslında çok iyi olur. Haksızlık değil mi ? Sen kapısındaki bankta otur sabahtan akşama. Girip çıkan doktor , müstahdem, stajer öğrenci kimse görmesin seni sormasınlar haliniz nicedir diye . Altı üstü iki ilaç yutturuvericeksiniz . Patilex her sabah sütten sonra , Ketidal akşam uyumadan önce. Hay allam ya . Hadi güzeller ben kaçar. Kavga etmeyin. Doktor Berrin sırtını koltuğa yaslar. Gözlerini ovuşturup kahvesinden bir yudum alır. Stajer öğrencileri de bir önceki hastasından sonra çıkmıştır. Masasında başka pembe-sarı hasta kartı da kalmamıştır. - Hasan Bey bakar mısın ? - Buyrun Berrin Hocam - Başka bekleyen hastam var mı bir kontrol eder misin ? - Yok Hocam. Kart yok da . - Kart yok da ? Bitti yani ? - Hocam kart yok da nasıl desem ? - Hasan Bey geveleme diyeceğini de deyiver. Çok yoruldum.Çıkacağım. - Berrin Hocam. Randevu kağıdını astığımız panoda elle eklenmiş iki yeni randevu görünüyor. - Ver bakayım. Hasta adı : Beyaz Altın KC Kimlik no : Fakülte özel çalışanı Şikayet : Kendini değersiz hissetme. Saldırganlık. Hasta adı: Yağız Zümrüt KC Kimlik no: Fakülte özel çalışanı Şikayet: Bencillik. Duygularını gösterememe. Not : Biz de randevu istiyoruz ancak kimse yardımcı olmuyor. Kendimiz odanıza gelemiyoruz. Lütfen çıkarken bizi kapıdaki bankta muayene eder misiniz ?
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:45 | #6 |
Çevrimdışı
|
Zili aşk çalacaktı
Değerliydi oysa, farkına varabilseydi eğer …
25 yaşındaydı Akın. Görenleri hayran bırakacak bir karizması vardı. Aklı başında, konuştuğu dinlemeye değen, boylu poslu, sportmen ve iş sahibi. Niyazi Bey elindeki kahve fincanının içine bakarak anlatmaya başladı. Oğlu’nun falına bakmak değildi niyeti etraflıca anlaşılmak istemekteydi. Oğlumuz kızınızı üzmez. Kırmaz. O bizim tek evladımız. Hanımı olacak kişiye nasıl davranması gerektiğini de mutlu etmesini de bilir. Munistir sesi. Hoş sohbettir. Ekmeğini taştan çıkartır. Nasıl babalık etmesi gerektiğini kulaktan dolma değil, ailemizin içinde öğrenmiştir. Çocuklarını hayatının en kutsal varlığı sayar. Bir kamu kuruluşunda üniversiteyi bitirdiğinden bu yana çalışıyor. Müdürleri de sever, iş arkadaşları da. Okul zamanlarında dahi hiç haytalığını duymadık. Ceza alacak diye değil, bizi kırmaktan üzmekten çekindiğindendi disiplini. Anama babama yüzümü eğmeyeyim, okulumu bitirip onların emeklerini boşa çıkartmadığını göstermeliyim düşüncesinde olduğu içindi derslerine olan düşkünlüğü. Hem iş arkadaşları sever oğlumuzu hem mahallede soranlar anlatır size ne kadar saygılı bir insan olduğunu. Yardımseverdir. Küçüğüne de büyüğüne de saygı duyması gerektiğini bilir. Küçükleri sadece sevmek değil saymak da gereklidir diye düşünür. Onları cankulağı ile dinlemeliyiz. Zira onlar bugün küçük ancak yarın büyüyecekler. Onlara bu yaşta sevgiden çok saygı göstermezsem ilerde onlardan nasıl saygı duyarım diye düşünür. Konuşurken dizlerine çöker ve gözlerinin içine bakarak konuşur onlarla, tepeden bakarak değil. Çok methettik oğlumuzu kusura bakmayınız lütfen başınızı ağrıttıysak ancak kızınıza talibiz diyecek kadar az buz bir iş değil bizim niyetimiz. Kızınızı hangi ele emanet edeceğinizi bilesiniz istiyoruz bundandır uzun uzadıya oğlumuzu anlatışımız . Şehnaz’ın babası Ethem Bey söze almak istiyor ancak Niyazi Bey ile olan arkadaşlığına hürmeten lafını bölüp ona saygısızlık etmekten de bir o kadar imtina ediyordu. Göz göze geldiklerinde başını sallayarak ; Akın elimizde büyüdü sayılır. Size itimadımız sonsuz. Ayaklarınıza sağlık , geldiniz şeref verdiniz. Lakin Şehnaz eğitim için Avrupa’ ya gidecek bu sene. Kariyer yapmak istediğini biliyoruz. Biz de destekliyoruz bu fikrini. Bir kadın eş olmadan önce kendi ayakları üzerinde durabilen bir birey olmalıdır. Elbette zamanı gelince evlenecek. Ancak şu anda bu düşünce bizim için çok erken. Niyazi Bey : ‘’ Elbette saygı duyarız. Kırmadınız davetsiz gelişimize ve buyur ettiniz. Kahvenizi içtik. Bize bu durumda müsaadenizi istemek düşüyor.’’ der ve gözüyle eşine ve oğluna kapıyı işaret eder. Kapıya doğru yürürken Akın ağlamamak için kendini sıkmaktan avuç içlerine tırnaklarını geçirmiş ve gözleri kızarmış bir halde yavaş yavaş yürür. Merdivenleri inerken evden çıktıklarından bu yana ağzını bıçak açmayan annesi Elif mırıldanarak ‘’ Oğlum üzülme ‘’ diye telkin etmeye çalışsada demir kapının kapanmasıyla birlikte ana babasının yanından koşarak uzaklaşır Akın. Elif Hanım Oğlum nereye diye seslenecek olur ancak Niyazi Bey kolundan tutar : Bırak Hanım gitsin . Gitsin diye derin bir iç çeker. Ben biliyordum bu cevabı alacağımızı ancak Akın’ı kırmak istemedim. Elif Hanım da biliyordur bilmesine ama yakıştıramıyordur oğluna kızlarını layık görmeyecek bir ailenin kapısına red edileceklerini bile bile gitmeyi. Biliyorum Bey. Ben de biliyorum. Biz onun anası babası her şeyiyiz. Nasıl diyebiliriz ki senin için Şehnaz’ı isteyemeyiz vermezler diye. Oğlum istesin kırk kapı dolaşırım ben onun için. Kırk kapı yüzüme kapansa kırkbirinciyi aşındırırım. Niyazi Bey’in koluna girer ve zar zor yürüdüğü topuklu ayakkabılarını sürüyerek yokuş aşağı inmeye çalışır. Niyazi Bey gel şu köşedeki pastanede iki tabak tatlı yiyelim öyle gidelim eve. Kahve de acıydı zaten ! Midem ekşiyecek yoksa. Niyazi Bey güler . Gel hanım gel gidelim. Red edilişimizi mi kutlayacağız. Alemsin sen. Ama olsun. Ben zaten seni alem bir hatun olduğun için aldım. Gidelim yiyelim. Ağzımız tatlı olsun ki Akın eve gelince tatlı konuşalım. Elif Hanım gülerek daha bir sokulur koluna. Bulacak bey bulacak. Ona bizim gözlerimizle bakmaya layık bir kızı mutlaka bulacak. Ben inanıyorum. O yüzden üzülmüyorum. Sen de üzülme olur mu ? der ve yürümeye devam ederler. Akın evlerinin yakınındaki kuruyemişçiden bir bira biraz da çerez alıp sahildeki meşhur kayalıklarının yolunu tutmuş çoktan. Artık ağladığını gizleyeceği kimse yok etrafta. Kırılan gururunu bir kutu bira ile telafi edemeyeceğini biliyor. Yapabileceğim ne var ki ? Nasıl razı edebilirdim ki ? Ben bahane ürettiklerini bile bile o koltukta nasıl öyle sakin oturabildim ? Beyninde binbir düşünce sirit atarken ailesini soktuğu durumu düşünüp daha çok üzülüyor. Birasından bir yudum alıyor. Çerez de niye aldıysam ? Çerez yiyecek hal mi var sanki bende ? Hep benim yüzümden. Benim yüzümden. Yüzümden. Akın annesi hamileyken geçirdiği ateşli bir hastalık yüzünden başında bir tümör ile Dünya’ya gelmişti. Tümör bebekliğinden bu yana geçirdiği 15 ameliyatla alınmış fakat yüzünde düzeltilemeyecek bazı izler bırakmıştı. Doktorların yaşamasını dahi mucize olarak gördüğü bir hastaydı. Doktorlar yaşatmaya bakıyordu. Yaşasın. Nefes alsın. Yaradan can vermişti. Onlar da ellerinden gelen ne ise yapacaklar. Niyazi Bey ile Elif Hanım’a çocuklarının bir ameliyattan daha sağ salim çıktığını ve iyiye gittiğini söyleyebileceklerdi. Akın alışıktı aslında red edilmeye. O’nun için şaşırtıcı olmamıştı Şehnaz’ın babasının bahaneleri. Hatta sonradan düşününce hak bile vermişti Ethem Bey’e. İlk kez hoşlandığı kız tarafından red edilirken hiç bu kadar nazik hitap edilmemişti. Çocuklar daha acımasız oluyor ondan mıdır ? Yoksa işin içinde aileler olmadığı için mi ? Ailesinin Prensesim diye sevdiği bir kıza kendini kurbağa gibi gören birinin yaklaşıp ‘’ Benimle çıkar mısın ? ‘’ teklifine. Aslaaaaa cevabını bu kadar kesin , net ve ukalaca duymaktan değil bundan daha kötülerine de ilerleyen yıllarda sıkça karşılaşacak olmasını bilemeyişindendi kendini her zaman hayır cevabına hazırlayamayışı. İlkokul , Ortaokul , Lise , Üniversite derken duygularını açtığında yüzüne kapanmayan tek bir kapı dahi bulamamıştı. Üniversite yıllarında arkadaşlarının acımasızca yıprattığı aşk hikayelerine içi sızlıyor ama onlara ayak uydurabilmek için dinliyordu kız muhabbetlerini. Anlatacak tek bir hikayesi dahi olamayışına hayıflanıyordu. Okul çıkışında birkaç öğrenciye matematik dersi veriyor. Biriktirdiği parayla da haftasonları gönlünce geziyordu. Galata’da balık tutuyor. Ortaköy’de nargilesini içip, Taksim’e yürüyor. Yürüyor , yürüyor bacakları ağrıyana ve bitap düşene kadar. Etrafındaki insan siluetlerinden sıyrılıncaya kadar yürüyor ve eve dönünce hiçbir şey düşünecek hali kalmayacak kadar yoruyordu kendini. Bir spor merkezine de kayıt olmuştu. Ağırlık çalışıp , yüzüyordu. Ne yaparsa yapsın zihnindeki red edilecek erkek imajını silemiyordu bir türlü. Hoş eskaza bir kız ona evet dese nasıl öpeceğini dahi bilmiyordu. Olamaz dedi. Olamaz . Hayır yapamam. Hayır. Ama sol sesi onu dürtüyor. Olmalı Akın. Yapmalısın sesi ile Olmaz sesinin kavgası arasında uyuyakaldı. Pazar sabahı erkenden uyandı. Hep önünden geçtiği fakat cesaretini toplayıp çıkmaya yeltenmediği o yokuşu bugün çıkmaya kararlıydı. Değer yargılarının keskinliği beynini ince ince dilimliyordu her adımında. Yol düzleşinceye kadar ardından iten rüzgar mıydı onu o camekanın önüne sürükleyen yoksa artık birileri tarafından erkek hissettirilme ihtiyacı mı bilmiyordu işte. Kızdı ! Bugüne kadar onun değer yargılarına değer vermeyen tüm kadınlardan nefret etti. Ayrıca denemişti. Gerçekten kendi yüzüyle tanışamadıktan sonra başka bir resmin ardına saklanıp sanal arkadaşlar bulmayı, kendini tanıtıp sevdirmeyi sonrasında ise buluşup durumunu anlatmayı da denemişti. Bu çabaları da sonuç vermemişti. Özür’ lü olduğum için kaçıyorlar benden. İlk izlenim önemlidir. Bana bakınca bir ucube görüyorlar. Benimle bir çay içmek dahi istemiyorlar gözlüğümü çıkarınca. Nezaketinden karşımda oturanlar ise ikinci görüşmeye gelmeyi bırak telefonlarıma, mesajlarıma dahi cevap vermiyor. Denedim . Çok denedim. Artık parama geçer sözüm. Yüzüme dahi bakmayacak kadar bana değer vermeyen bir ordu dolusu kız var dışarıda. Onlarla hiçbir şey yaşayamadım. Ben de paramla yapacağım artık. Ben de erkeğim. Bana kendimi erkek hissettirecekler. Kalabalığı yararak daldığı salonun ortasında ağzında sakızla masanın arkasında oturan kadınla göz göze geldi. Ağzından sadece Ne kadar ? cümlesi döküldü alelacele. Kadın duvardaki yazıyı işaret etti eliyle. Ne yapacağını nasıl yapacağını da bilmeden cebinden parayı çıkartıp masaya bıraktı. Kadın ‘’ Kimi istiyorsun ? ‘’ diye sordu. Akın seçemeyecek kadar heyecanlıydı. Farketmez dedi. Salondakilerin hepsi birden gülüşmeye başladı. İçlerinden biri ben çıkarım Abla dedi gülerek. ‘’ Gel peşimden , odaları karıştırma 6 numaraya gireceksin ‘’ Biraz bekledi Akın salonun ortasında. İlk defa bu kadar çok yarı çıplak kadının arasında duruyordu. Merdivenlere doğru yürüdü. Koşarca çıktı bir üst kata. 6 numara 6 numara Yanlış odaya girmemeliyim. Kapıyı bulup daldı içeriye. Üstünü bir çırpıda soyunup yatağa girdi. Kadının yanına uzanıp ilk defa birinin göğüslerine dokundu. Üzerine uzanıp öpmeye çalışınca yüzüne yedi tokadı. ‘’ Hey ben senin sevgilin değilim gerizekalı ‘’ Gör işini bas git ! ‘’ Haaa sen ilk defa geldin değil mi ? Dur ben sana işi yanlış öğreteyim de gör gününü’’ diye kıkırdarken üzerine çıktı kadın. Sen yapamayacaksın belli ben yapayım. Kucağında ilk defa bir kadın oturuyordu. İlk defa biri ona başta tokat atsa da sonrasında dokunmasına izin veriyordu. İlk defa karşısında sereserpe soyunmuş kokusunu duyduğu bir kadın vardı. Süresini bile kıyaslayamayacağı kadar tecrübesizdi ve daha fazla dayanamadı oynaşmalarına kadının. Tamam diyebildi. Tamam. Üstünü giyinip çıktı odadan. Şaşkın, mutlu ve ilk defa erkek hissederek. Artık anlatabileceği bir hikayesi vardı. Bundan sonra daha çok hikayem olacak diye söz verdi kendine. Kendini bir halt zanneden kızlarla işim olmaz artık. Veririm parasını gider. Bana kadın mı yok ? Envayi çeşit hemde . İçi içine sığmıyordu. Hepsi benim işte . İstediğimi de seçebilirim. Kapının solundaki sarışını mı seçseydim acaba ? Şaşkınlıktan ne diyeceğimi de bilemedim ki. Kadın sordu akıllım niye farketmez dedim ki. Ah benim aptal kafam diye gülerek ve koşarak indi yokuştan. Her hafta ziyaret ediyordu artık. Seçiyor. Beğeniyor. Alıyor ve gidiyor. Hem artık sadece kucağına da oturtmuyor gün geçtikçe ne yapacağını da bilir hale geliyordu. Bir gün seçtiği kadınlardan biri transseksüel çıktı. Odaya çıktığında kadını üzmemek için onunla da birlikte oldu. Ne de olsa ortada bir cinsel uzuv yoktu. Kadın olmuştu. Bu da kabul görebilirdi. Akın yüzündeki deformasyonu ve özrünü kapatabilmek için seçtiği yolda neleri feda ettiğinin farkında değildi artık. Normal bir ilişki yaşama şansını günden güne öldürürken içindeki benliğini de öldürdüğünden habersizdi. Bilseydi , ah bilseydi para ile satın aldığı mutluluğun ondan neleri götürdüğünü yine de dokunabilir miydi ? Değerliydi oysa, farkına varabilseydi eğer … Değerliydi Galata Köprü’sünden attığı her oltada bir gün bir denizkızının ona gülümseyebileceğini hayal ederken. Değerliydi duygularını yozlaştırmadan eveli. Değerliydi içinde taşıdığı kalp bir fahişenin dudaklarıyla buluşmadan Küçük yaşta bacaklarını tren kazasında kaybeden Gerald Matroz ‘dan daha zor bir durumda mıydı ? Değerliydi ona saygı duyan tüm insanların gözünde. Sözünü cankulağıyla dinleyen çocukların neşesinde. Kendi cevheri yerine karşısına çıktığı her kıza özrü ile gelmeseydi bir şansı olabilirdi. Önce kendine yakıştırmamış olsaydı eğer ben istenmeyen erkeğim, erkek bile değilim sıfatını görülürdü o elmasın ışıltısı. Dik durabilseydi hayata, yenilmeseydi . Onu red edenleri o red edebilseydi böylesine acınası bir bakış açısına sahip oldukları için kazanacaktı. O zaman hayal ettiği ; Akın’dan olma, Şehnaz’dan doğma , Kardelen adında bir kızı olacaktı. Baş harflerini evinin kapısına yazdırıp zili hep A.Ş.K. çalacaktı . LODOS 14/11/2013 Özrü bakış açısında olanlara ithaf edilmiştir.
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:46 | #7 |
Çevrimdışı
|
Kardelen (Zili Aşk Çalacaktı 2.Bölüm)
Akın tenine sinen kadın kokusundan rahatsız oluyordu. Hiçbiri ilk zamanlardaki kadar mutlu etmiyordu onu. Kapıda çıktı mı, çıkmadı mı neden bu kadar uzun kaldı diye nöbette bekleyen çam yarmalarına bahşiş vermekten de , altında sakız çiğneyip , elma yiyerek yatan fahişelerin ‘’ Aaaa Hadi sıkıldım artık ‘’ sözlerinden de usanmıştı. Artık iyiden iyiye yüzünün dastarı da yırtılmıştı. Yapıştırıveriyordu cevabı. ‘’ Çok konuşma veririm bir vizite ücretini daha olur biter. Amma cilvesiz karısın. Kabahat sende.’’
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:48 | #8 |
Çevrimdışı
|
Kalın Dal
Gün 24 saat ama yetmiyor.
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:50 | #9 |
Çevrimdışı
|
Timsah
Timsah gözyaşları meşhurdur. Bir damla gelir gözlerinden .Duygusuz olduğu kabul görmüştür. Kabuğundan mı yoksa soğuk görünüşünden midir bilinmez pek sevilmez timsah hayvanı. Derisi için avlandıkları halde hayvan severlerin tüylü kürk hayvanları kadar protesto edişlerine dahi şahit olmadım . Yani hayvanın severi bile çok timsah sevici olduğuna inanmıyorum. Neden ? O da hayvan değil mi ? Yaradılışı böyle ise onun suçu ne ? Neden o da tavşanlar, tilkiler, foklar,vizonlar,leoparlar kadar sevilmiyor ki ? Gücenmiyor mudur içten içe Belki de o yüzden o saldırgan vahşi tavırları Nerden biliyorsunuz ?
Tavşanı ele alalım . Küçücük hayvan, çok ürüyor, çiftliklerde kürkleri için yetiştirilip ticareti yapılıyor çokça. Tavşanı bu kadar sevimli kılan o ponpon kuyruğu mu ? Sessiz oluşu mu ? Gürültü yapmıyor Başımı ağrıtmıyor misali. Saldırmıyor Kendi halinde. Oysa eskiden tarlalara dadandığı ve talan ettiği için insanlar kolaylıkla avladıklarında kimsenin umurunda değildi. Bakış açısı işte Ama sevildi işte tavşan hatta sevmenin , sevişmenin sembolü bile oldu. Tilkilere kurnaz diye övgüler yağdırıldı Çocuk hikayelerine girdi Kargayı kandırıp ağzındaki peyniri çaldı Küçükken çocuklara sorsanız onlar bile tilkiye timsah gözüyle bakmadılar. İnsanlar birbirlerine övgüler yağdırdılar Ya sen de tilki gibi kurnazsın diye ama timsah gibisin dediler mi ? Demediler !!! Fokların , vizonların , leoparların oyuncakları yapıldı Çocukların ellerine verildi. Sevdiler Ne şirinnn diye arkadaşlarına gösterdiler el kadar bebeler. Ama bir çocuk oyuncak değil timsah resmi çizip ben bunu çok seviyorum dese pedagoji birimine gönderilip acaba psikolojik bir sorunu mu var diye incelemeye alırlar Ailesini çağırırlar. Haksızlık işte ! En başından haksızlık. Ha diyeceksiniz timsahın bu durum umurunda değil O nehirinde yüzüyor Dereden karşıya geçmekte olan hayvanlardan avlanıyor. Eskaza ormanına, nehrine yaklaşan bir insan olur ise affetmiyor Hop diye tek lokmada yutuveriyor. Peki tüm bunlar timsahın soğuk ve sevimsiz dış görünüşünü bir kenara bırakacak olursak kendi karnını doyurma içgüdüsünden gelen saldırganlığının dışında onu kalpsiz, duygusuz, gözünde timsah gözyaşı var işte diye atfetmemiz için yeterli mi ? Şimdi arkadaşlar soracaklar. Gece gece nereden aklına geldi Timsahın derdi seni niye gerdi diyecekler ? Aslında timsah değil de timsah gibi görünen insanların uğradığı haksızlık duygusu beni kamçılayıverdi bu akşam. Hani dıştan bakıyorsun Donuk Öyle şen şakrak hali yok Suskun Hemen toplum olarak yapıştırıyoruz değil mi ? Duygusuz canım o . Bak işte duruşundan belli. O timsah görünüşlü insanların içinde atanın da bir kalp olduğunu unutuveriyoruz. Yaftayı şak diye yapıştırıveriyoruz onlara. Soğuk nevale aman kimse sevmez onu Kimseyi de sevmez o. Belki de onların duymaya toplumun da duyurmaya alışkın olduğu bu sav yüzünden bu haldedir Bilinmez . Ama timsah insanlar kendilerini koruyabilen cinsten oluyorlar en azından tavşanlar kadar seri olarak katledilmiyorlar. Peki tavşan gibi görünen insanlar da haksızlığa uğramıyorlar mı ? Tavşan : Sessiz , yumuşak başlı , süslü , sevimli , cıvıl cıvıl görünüyor. O yüzden çokça arkadaş ediniyor Sonra o arkadaşları sadece süslü ve sevimli olduğu için yüzüveriyorlar kürklerini kalıyor tavşancağız çırılçıplak e ne oldu sevimlilik avantajı kaldın mı cıscıbıl ortada. Bir de leoparlar var. Hem gösterişli hem de vahşi. Onları avlaması da kandırması da çok kolay değil. Hem zeki , hem de koruma mekanizması gelişmiş ancak yine de tüylü hayvanlar familyasına dahil olduğu için dışı gibi içi de yumuşak Ne kadar akıllıyım diye de gezinse onu da bir tüfek olmasa da başka biri avlıyor. Kürkünü derisinden çıkartması tavşan kadar kısa sürmese de eninde sonunda kürkü ayrılıyor bedeninden ve küt o da gidiyor güme. Yani şimdi tüm bütün bu çerçeveden bakılacak olursa en avantajlısı timsah gibi insanlar Neden ? Onlara yaklaşan kişi sayısı az. Hasar alma ihtimalleri zayıf. Ancak ister kalın derili sert , ister yumuşak tüylü hassas olsun içinde taşınan kalp aynı atışa sahip. Tek farkla , birinin uğradığı hasar çok belli olurken diğeri belli olmuyor.
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
18.11.2013, 23:53 | #10 |
Çevrimdışı
|
Yaşayan bir ölü olursun
İlk aşk darbeni yedikten sonra yaşayan bir ölü olursun. Bir müddet taşırsın içinde o yarayı , acıyı. Zamanla kapanmayan hiçbir yara olmadığını öğretir hayat sana. Bir sonrakinde daha temkinli olmalıyım dersin. Kendimi kaptırmamalıyım.
Bıçak yaralarına teslim etmemek için kalbini etrafına görünmez duvar örmeye çalışırsın azalmış duygularınla. Öldürmek istersin içindeki sevebilen o çocuk tarafını . Kimsenin tekrar seni saçları dağınık, gözleri ağlamaktan şişmiş, o yenik , yıkık , viran halde görmemesi için daha çok mücadele edersin duygularınla. Bir daha sevmeyeceğim kimseyi diye yeminler edersin. Unutmazsın acısını içinde hep kanayan ama alışırsın . Bir gün mucizevi bir an gelir ve artık aklına hiç gelmediğini görürüsün. Hayıflanırsın elma şekeri elinden alınmış çocuk misali . Yani bu kadar az mı sevmiştim aslında onu ? Bu kadar çabuk mu unuttum acısını ? Demek sevmemişim. Sevdim sanmışım diye tekrarlamaya başlar içindeki ses sen susturmak istedikçe . Kızarsın bir yandan . Hayır sevdim , çok sevdim . Ağladım onun için günlerce. Hep yolunu gözledim. Gelsin bana dönsün diye dualar ettim. Şimdi bütün o yaşadığım günleri nasıl yalanlayabilirim derken hayat sana bir ders daha verir en incesinden. Ölümün acısı bile 40 günde azalıyor arkadaşım . Unutmuyor insan ancak alışıyor, kabulleniyor. Sen de kabullendin artık der sana. Gözlerini açıp yüzünü yıkarken her sabah aynada sana artık daha çok gülümseyen bir yüz görmeye başlarsın. Kuşların hala ağaçlara konduğunu farkedersin. O gün merdivenden inerken sana bakan bir kedinin bakışlarını yakalar gözlerin. O bakışları dahi uzun zamandır görmezden geldiğini anlarsın. Onu unutmak için hayatına girip çıkan birçok insanı aslında ne kadar çabuk harcadığını . Hiç şans vermediğini. Birinin günahını diğerine ödetmeye çalıştığını öğrenirsin. Sonra kızarsın kendine. Ben de ne çok ah aldım kimbilir. Nasıl üzdüm çaresizce etrafımda dolaşıp kalbimdeki çatlaktan içeri sızmak isteyen o duyguları taşıyan insanları dersin. Evet aslında bir zamanlar kızdığım , küfür ettiğim o çok sevdiğim dediğim insanın yaptığından farklı bir şey yapmamıştım. Hırsımı çıkartmıştım ben de başkalarından acımadan. Gözlerinin içine baka baka kendi kırılan gururumu onların saf duygularıyla tamir etmiştim. Çok güçlü hissetmeye başlarsın artık kendini. Güçlüyüm ben kırılmam artık. Taşlaştı kalbim sevemem. Çocuk değilim artık kandıramaz kimse diye ahkam kesmeye başlarsın etrafta kıs kıs gülmekte olan Eros’tan habersiz. En güçlü anın , en zayıf anındır aslında. En sevmem dediğin zaman, en çok sevmek istediğin anındır aslında. Kendinden ne kadar emin konuşursan bir o kadar açsındır aslında yeniden birine inanmaya, aşık olmaya. Bihabersindir sana verilen kalbin sadece organlarına kan pompalamaktan ibaret olmadığından. Hiç tutulmam dediğin bir kişiye, hiçbir beklenti içinde olmadan sohbet ederken EROS hazırlar oklarını ardı ardına. Başlar sırtından hiza alıp , kalbini hedef almaya. Nasıl olur canım ? Biz arkadaştık. Biz dosttuk. Biz konuşuyorduk sadece. O gözlere öyle bakmamıştım ki ben. Şimdi beni gece uyutmayan ve onun ne yaptığını merak ettiren bu duygu da nereden kapladı içimi ? Bu aşk olamaz. Hayır kabul etmiyorum. Bu duygunun adı başka bir şey diye inkara tutuşursun. Çoktan yemi yuttuğundan habersiz bir balık gibi sallanmaya başlar kalbin oltanın ucunda. Sağa dönersin olmazlarsın. Sola dönersin uyuyamazsın. Kalkıp bir kahve yaparsın kendine geceyi bölen sessizliğin içinde kalemi alırsın eline. Başlarsın şiirler yazmaya. Saklarsın önce hissettiklerini kendinden bile. Ama sabahın köründe beni kuş gibi uyandıran bu tanıdık duygu da ne ? Aramalyım onu hem havadan sudan konuşurum anlamaz dersin. Ararsın . Haydi kahvaltı edelim bugün canım sıkılıyor dersin uykulu sese kalkar gelir. Kahvaltı edersiniz. Canım sıkkın bugün dolaşsak ya biraz dersin Olur gezelim der karşındaki. Anlayacak mı heyecanımı diye ödün kopar ama çaktırmadan banyoya kaçıp saçlarını düzeltir öyle gelirsin yanına. Yanyana yürürken tutmak istersin elini. Baksa o da bana benim gibi de çarpışsa gözlerimiz O da hissedecek mi benim gibi diye düşünürken belinden kavrayan kolun seni kendine çekip öpmesi ile ayaklarının altından çimenlerin o ıslak hissini kaybetmen aynı ana denk gelir. Başın döner . Bir öpücük sadece ama onun öpücüğü aldı aklımı başımdan dersin. Bir öncekini bastıracak kadar kuvvetli duygularla tutarsın elini sıkı sıkı. Ellerine kokusu sinsin Akşam yıkamadan onun kokusuyla uyumalıyım diye düşünürsün. Artık biliyorsun . İçindeki kalbin en büyük görevi sevmek. Defalarca defalarca sevebilmek. Düşmeden öğrenmediğin gibi bisiklete binmeyi. Aşkı da düşmeden tam yaşayamaz insan. İnsan unutur ama Eros görev başındadır her daim. Unutanlara hatırlatır sevmenin güzelliğini.
__________________
Hayat hediyedir ama kurdelasını açmayı unutmamalı... |
Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz |
Etiketler |
2bölüm, ellerle, gelmezsin, görev, kardelen, karmıştık, kerpici, maal, söndü, tılsımı |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
|
|
Önemli Uyarı | |
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz. |