Saygı mı? O ne?
Japonya ile Türkiye arasındaki tuhaf benzerliklerin bir tanesi de, tarihe “Meiji Restorasyonu” olarak geçen hadisedir. Tıpkı bizde olduğu gibi Japonya’da da eskiye son verildiği ve bütün ulusun yüzünün Batıya döndürüldüğü bir olay yaşanmıştır. Yüzyıllardır var olan derebeyilik (yani Samuray) sistemine son verilmiş ve yine tıpkı bizde olduğu gibi devlet yapısından günlük yaşantıya kadar uzanan çok sayıda değişikliğe gidilmiştir. Buna da “Meiji” (aydınlanmış yönetim) adı verilmiştir.
Japonya’da daha önce yaşanan feodalite yüzyıllarında, Samuray sınıfı egemen devlet erkini, kalan halk da hizmetkâr üretici gücü meydana getiriyormuş. Bir Samuray sırf kılıcının keskin olup olmadığını anlamak için dahi, halktan birinin kellesini uçurma hakkına kanunen sahipmiş. Yani yaşama pek önem verilmiyormuş. Hatta adi suçlara verilen cezalar bile genelde ölüm cezasından ibaret oluyormuş. Hapis cezası aslında bir ceza değilmiş. Hapishaneler sadece idama kadar bekleme mekanı olarak kullanılıyormuş. Üstelik sadece suçu işleyen değil, tüm sülalesi cezalandırılıyormuş. Bir ayağı çukurda olan yaşlılardan tutun, kundaktaki bebeğe kadar hem de. Bu bağlamda gerçekten insanın tüylerini ürperten olaylar yaşanmış zamanın Japonya’sında.
Zaten bu yüzden, gerek sivil toplumda gerekse egemen sınıfta sürekli katliamlar meydana gelmesin diye, hiyerarşide aynı seviyede yer alan kişi ve aileler hep aynı mahallelerde yaşarmış. Çünkü üstler her zaman astların hayatını ellerinde bulundururmuş. Ama seviyeler eşit olunca hem insanların can güvenliği daha kolay temin edilebiliyormuş, hem de insanlar toplum içinde onurlarını koruyabiliyormuş. Bu bağlamda diğer insanlara (hayati sebeplerden ötürü) gösterilmesi şart olan saygı da, toplumu ve mevcut hukuku ayakta tutan caydırıcı ilkeyi teşkil ediyormuş. Yani yaşamak isteyen kişi, diğer insanlara ve özellikle hiyerarşide kendisinden daha yukarıda duranlara olabildiğince saygılı davranmak zorunda oluyormuş. Bu aşırı saygıyı, eğilmeleri ve iltifatları, selamlama ve ağırlama ritüellerinde bugün dahi görebiliyoruz.
İnsana yönelik saygı deyince, bir nevi eksiklik hissediyorum. Çünkü Japonlarla olan benzerliklerimizden birisi (en azından günümüz Türkiye’si açısından) insanlara duyulan saygı değil kesinlikle. Aslında saygısızlık yarışmalarında ön sıraları kimseye kaptırmayacak bir pozisyonda olduğumuzu söyleyebilirim rahatlıkla. İsterseniz arabanızla şöyle bir trafiğe çıkın da denemesini yapın. İlk kavşakta “belanızı” kolaylıkla bulabilirsiniz meraklıysanız. Komşular, akrabalar, alacaklı ve verecekliler ya da sadece canı sıkılanlar veyahut kafaları basmayanlar arasında her gün haberlik olanları sayacak kadar nefesim yok maalesef. Bunları her gün görüyoruz zaten ve onlar da kendilerini gayet iyi biliyor. Hak hukuk, insani değerler ya da bu yazının asıl özünü meydana getiren “saygı” onların hiç umurlarında olmuyor. Ne demişler: Böyle başa böyle tıraş. Demek ki biz buyuz. “Gölgem gölgesine düşerse, ona zulüm etmiş olabilirim” anlayışından bugünlere kadar geldik. Dur bakalım yarın neler olacak...
|