Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Başbakan'dan Korkmayan İhtiyar
Kafayı bana taktın...
Beni adım adım takip ettiriyorsun...
Oynadığım “İçerdekiler” oyununu oynamama mani olmak için; valilik, kaymakamlık, polis aracılığıyla yapmadığını bırakmıyorsun. Oynadığımız her oyuna polisler, ellerinde kamerayla gelip oyunu çekiyorlar, binlerce seyircinin tezahüratını, alkışını, attığı sloganları çekiyorlar.
Beni içeri atmak için çareler aradığını ve çaresiz olduğunu görüyorum. İşin tuhafı, senden zerre kadar korkmuyorum.
Hadi, beni içeri attın...
Türk halkını da mı içeri atacaksın?
Tarihe, Atatürkçü olduğu için hapse giren ilk komedyen olarak geçeceğim. Bunun benim için ne kadar büyük bir onur olduğunu bilemezsin.
Benim arkamdan Türk halkını nasıl zapt edeceksin, onu merak ediyorum?
Onca gazeteci, milletvekili, profesör, parti başkanı ve paşalar hiçbir suçları olmadıkları halde, sırf Atatürkçü oldukları için hapishanedeler...
Ben de, en az onlar kadar suçsuzum...
İçeri girmek umurumda mı sanıyorsun?
Polisler peşimde...
Sebep, beni tedirgin etmek...
50 yıllık T.C. sanatçısıyım. Eleştirmediğim, oynamadığım başbakan, cumhurbaşkanı kalmadı. En çok oynadıklarımdan Süleyman Demirel, beni Devlet Sanatçısı yaptı. Hiçbir iktidar, polisini gönderip oynadığım oyunları görüntüye almadı.
Sen neymişsin be abi?...
Datça’da oyunu binlerce kişi seyretti, biz gelmeden “Kırca tutuklandı” diye bir söylenti çıkarmışlar. Belediye hoparlörden, “Bu doğru değil” diye anons yapmak mecburiyetinde kalmış.
Sen böyle yaptıkça, seyirci sayısı artıyor.
Allah senden razı olsun!
Seyirci, oyunun sonunda, ayağa kalkıp alkışlardı, şimdi şimdi sahneye çıktığımda ayaklanıyor.
Şöhretim arttı, sayende kahraman oldum.
Ellerin dert görmesin, inşallah...
Bence çok komik
Polisler, takım taklavat her oyuna geldiğinde, tiyatro yöneticileri heyecan yapıyor, ben onları yatıştırıyorum.
“Arkadaşlar” diyorum...
“Oynadığımız oyunda bir suç unsuru yok... İçerdeki dostların kendi kalemleriyle yazdıklarını, kitapçılarda serbest satılan kitaplardan oyunlaştırdığımız bir oyun bu. Korkulacak bir şey yok.”
“Ama” diyorlar. “Başbakan, balkonda tencere, tava çalan halkı da suçluyor...”
Halkı da tutuklattıracak...
Ne halk ne ben, korkarak ülkemize sahip çıkamayız.
Oyun yöneticisi, oyunun sonunda gene geliyor... Polisler, hangi otelde kaldığımızı soruyorlar...
Diyorum:
Çağırın bakayım şu polisleri... Polisler, kırıla döküle geliyorlar. Çocuğum yaşında hepsi. “Abi” diyorlar... “Bu yaptığımız bizim de hoşumuza gitmiyor ama...”
“Hayır, böyle konuşmayın... Siz, vazifenizi yapıyorsunuz. Ben, sizin başbakanınıza şaşarım.”
“Biz” diyorlar bana, “Seninle büyüdük”.
Benimle birlikte resimler çektiriyorlar. Beni, aileden biri gibi görüyorlar.
“Babam seni çok seviyor, annem seni seyretmeden uyumaz... Bir tanesin... Bizim evde de Ulusal Kanal izleniyor” demez mi... Sonra elimi öpüp, yanımdan ayrılıyorlar.
İfade vermeye gideceğim
Soruşturma açtırttı başbakan. Zaten te-levizyonda da söyledi.
Dediğim şu:
“Kendini, Adnan Menderes’le özdeşleştiriyorsun. Kendini, ona benzetiyorsun. Sakın sonun onun gibi olmasın?” dedim.
Ve devam ettim..
“Senin hükümetin de, onunki gibi düşecek.”
İdamı kastetmedim. Zaten, benim ülkemde idam cezası yok. Çünkü, biz zamanında Adnan Menderes için de, Deniz Gezmiş ve arkadaşları için de “İdam cezaları kaldırılsın” diye eylemler yaptık.
Menderes, Amerika’ya ilk taviz veren, işbirliği yapan bir başbakandı. Hukukun üstünlüğünü tanımadı. Hukuku, hiçe saydı ve tüm yetkileri milletvekillerinde topladı. Cezası olan, cezasını çekmeli... Oldum olası, idam ve ölüm cezalarına karşıyım.
Bana açılan davada da, “Başbakanı tehdit ettiğim yazıyor”.
Şimdi gidip, ifade vereceğim. “Tehdit etmedim. Korkmasına gerek yok” diyeceğim.
Hayatımız komedi
Bir başbakan düşününüz ki;
Ülkesinin, halk tarafından çok sevilen ihtiyar komedyenine “Beni, tehdit etti” diyor.
Kendisinin arkasında; ordu, polis, devletin tüm güçleri var.
Benimse...
Halka, Atatürk’e sevgim, Cumhuriyet’e inancım, gençlere güvenimin dışında bir korumam bile yok...
Gemiciklerim... Paracıklarım da yok...
Ama, Allah’tan başka kimseden de korkum yok...
Gücümü nereden alıyorum?
Halk, arkamda.
Sen, niye güçsüzsün?
Çünkü, halkı karşına aldın.
Tenceresine, tavasına bile karşısın.
Halk, hiçbir şeye benzemez.
Halkı tarif etmek zor.
Gezi Parkı’nda gördün.
Bu, daha başlangıç...
Televizyonları, gazeteleri susturdun.
“Bitaraf olan, bertaraf olacak” dedin.
Yandaşlarınla, seçtiğin yalakalarınla çıktın televizyona.
Halkın, Mehmet Barlas’ı sevmediğinin farkında değil misin?
Fatih Altaylı’dan nefret edildiğini anlamıyor musun?
Onlarla televizyona çıkınca, inandırıcılığını hepten kaybediyorsun.
Gel, benimle çık.
İkimiz baş başa konuşalım.
İstersen yanına Fatih’i de al, iki laf ederiz.
Şafak Sezer
Bu arkadaş yıllar önce, ben “Gereği Düşünüldü” müzikalini oynarken, benim tiyatromda, Ankara turnesinde, teşrifatçılık, yer göstericilik yapardı. Sonradan kendisi hatırlattı.
Gezi Parkı olaylarında, dayanamadı, gitti direnişe katıldı. Sonra baktı ki, Tayyip onu cezalandırıyor. Reklamları kesildi. Yeni anlaşmalar yapılmıyor, bir anda panikledi ve başbakanın ayağının dibine çöktü, elini öptü ve özür diledi.
Oldu mu?
Olmadı.
Evet başbakan, önünde diz çökmeyene şans tanımıyor....
Ama, bir sanatçıya diz çökmek yakışmaz.
Halkı karşına alma, arkana al...
Ancak halkın kabülünde, halk desteğinde bir yere varabilirsin.
Aklını başına al, dön halkına...
Büyürsün, ölümsüzleşirsin.
İhtiyar komedyenin bu öğüdünü, kulağına küpe yap.
O hükümet, yarın demokratik yollarla oradan gider ve bir daha da gelmez.
Sanatçıların yitirilmesine, gönlüm razı gelmiyor.
Dön, halktan özür dile!
Koç Holding
Gezi Parkı’nda, yasal direniş hakkını kullanan gençler, Tayyip’in emriyle orantısız güç kullanarak, acımasızca telef edildiler. Gençlerin; kimi gözünü, kimi kolunu, bacağını kimi de hayatını kaybetti.... Yüzlerce yaralı da cabası... Darp edilen gençler çaresizce, Gezi Parkı’nın hemen yanındaki Divan Oteli’nin kapısına dayandı. Otel, bu çaresiz, yardıma muhtaç yaralı gençlere kapısını açtı.
İnsaniyet bunu gerektiriyordu. Ayrıca, dinimiz de bunu emrediyordu. Otel, Koç Holding’e aitti. Koçlar oteli açarak, insanlık vazifesini yerine getirdiler ve bu konuda Türk halkının takdirini topladılar. Ben de bu davranışları nedeniyle onlarla gurur duydum.
Ama, başbakan bu durumdan memnun değildi. Koçlara, “Kapıyı niye açtınız? Bırakınız insanlar ölsün, onlar zaten teröristler” dedi. Koç, ısrarla insani vazifesini yapmaya devam etti. Ben de oradaydım. Olup bitene tanığım. Koç, halkın gözünde yücelirken, başbakan bir kez daha karizmayı çizdiriyordu.
İntikamcı Başbakan, misilleme olarak Koç’un TÜPRAŞ Rafinerisi’ne polisiyle baskın yapıyor ve vergi memurlarını, müfettişlerini rafineriye yığıyordu. Koç, bir kez daha halk önünde yücelirken, Tayyip sıfırı tüketiyordu...
Bence Koç Holding’e Aydın Doğan muamelesi çekmek, Koç’u hafife almak demekti.
İhtiyar Komedyen
Levent KIRCA
__________________
Küçük hırsızlar el feneri kullanır, büyük hırsızlar deniz feneri...
|