Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türkiye ve Dünyadan Haberler > Ülkemiz ve Dünya Gündemi > Diğer Köşe Yazıları

Diğer Köşe Yazıları Ülkemiz Yazarlarının Ulusal Basında Yazdıkları Köşe Yazıları ve Bizlerin Yorumları


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 07.01.2019, 17:43   #1
Çevrimdışı
Rosebud
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Suriyeliler Meselesini Konuşamazsak


Suriyeliler Meselesini Konuşamazsak

Baştan söyleyeyim, iktidara yakın bir gazete olan Yeni Şafak'ın yazarı Hasan Öztürk'ün yazısını Rosebud olarak burada yayınlayıp yayınlamama konusunda çok gidip geldim, sonunda yayınlamaya karar verdim çünkü bu konuyu çok önemsiyorum, zannedilenden çok daha önemli bir konu çünkü.

Yazarın kendisinin de söylediği gibi muhafazakâr cenahtan bile itirazlar var olduğunu göstermek, iktidarı vurmak için değil bilâkis gerçeği bulmak için gönderiyorum bu iki yazıyı çünkü gerçekler benim için doğrulardan daha önemlidir ve nereden gelirse gelsin değerlidir.
Suriyeliler meselesini konuşamazsak, gettolaşmanın sonuçlarına katlanabilir miyiz?
Sevgili Mehmet Acet “Göç zenginliktir, korkuya gerek yok” başlıklı dünkü yazısında Suriyelilerin Türkiye’ye değer kattığını anlatmış. Son cümle olarak da, “Bu durumda ‘Suriyeliler geldi huzurumuz kaçtı’ cümlesi de fazla propaganda kokan bir cümle haline dönüşüyor” diyor.

Yazının bir bölümünde de şöyle diyor, “(…) Unkapanı köprüsünden Fatih’e çıkarsanız, o bölgedeki değişimi bir Fatihli size daha iyi anlatabilir.” Bu cümleyi pas olarak kabul ediyorum ve bir Fatihli olarak Suriyeliler meselesini bir kez daha anlatmak istiyorum.

Fatih’te 300 ruhsatlı iş yeri var Suriyelilerin. Ve İstanbul genelinde 500 bin olan Suriyeli nüfusu Fatih’te 110 bin civarında. Fakiri az. Orta sınıfı çok.

Suriyelilerin işyerlerinin çok olduğu bir caddede oturuyorum. Değişimi gözlüyorum. Mesela, tek tük kalmış Türk esnafı, tabelasına “Türk Lokantası” yazma ihtiyacı duydu çoktan!

Yine apartmanlarda oturan Suriyeli ailelerden tanıdıklarım var. O ailelerin, apartmandaki yerleşik düzeni nasıl dönüştürdüklerini burada anlatmayacağım, canımız çok sıkılır zira…

Bir de alışkanlıklarının tamamını gelirken yanlarında getirdiklerini söylememe müsaade edin.

Yani, sığındıkları ülkenin kurallarına uymak yerine, kendi davranış biçimlerini dayatıyorlar, zurnanın zırt dediği yer burası.

Fatih’in yerlilerinin bir bir sitelere kaçtığı bir değişim ve dönüşümden söz ediyorum.

Güvenli bir sitede oturup, turistik seyahat için Fatih’e gelenler için “çok renkli” bir atmosfer olabilir burası. Ama yaşayanlar için her gün gettolaşan bir Fatih’ten söz ediyorum.


GELENE “NİYE GELDİN” DEMEDİK

İstanbul’un bazı semtlerinde sosyolojimiz değişti. Tabelalarımız değişti. Ağız tadımız, konuşma biçimimiz, yürüyüşümüz değişti! Apartman yaşamımız değişti. Ev halimiz değişti. Dilimiz değişti! Fatih bunların başında geliyor.

Suriyelilere kapılarımızı sonu kadar açtık. Birçok toplumsal riskleri göğüsleyerek yaptık bunu. Hiçbir etnik köken, mezhep, din gözetmeden yaptık.

Sadece yaşlılar, çocuklar, kadınlar gelmedi... Memleketlerini savunacağını düşündüğümüz nice gençler de geldi..!
Onlara da oturdukları yerlerde ya da sokaklarda gördüğümüzde “Niye kalıp memleketinizi savunmadınız” diye sormadık!

Bu gençlerin “Vatan nöbeti nedir”, “Vatan savunması nedir” diye bir derdi varsa eğer, gün bugündür. Zaman bu zamandır. Çünkü Suriye’de artık sona geliniyor.

Türkiye sadece ev sahipliği yaparak yardım etmiyor. Aynı zamanda Suriye topraklarını işgal eden, terör gruplarıyla da mücadele ederek Suriyelilere yardım ediyor.

Canımız yanıyor. Ocağımıza ateş düşüyor. O haldeyken bile millet yek vücut bu mücadeleye destek veriyor. Sokakta yürürken karşılaştığı genç Suriyeli erkeklere bir çift söz bile söylemiyor.

Peki onlara bir sorumluluk düşmüyor mu?

Hiç olmazsa sokakta yürürken, yüzünü düşürmemek, yere bakmamak için bir şey yapmalı değil mi?

Yok! Yılbaşı gecesi Taksim Meydanı’nı doldurup eğlenmeyi tercih ediyor. Diyebilirsiniz ki “Eğlenmek onların da hakkı değil mi?”

İyi de bizde bir adet vardır, ölü evinde televizyon bile açılmaz.

Böyle deyince, “Faşist, Arap düşmanı” gibi suçlamalara muhatap oluyorum. Olsun. Dost acı söyler. Bu işin geleceği sosyal patlamadır dostlar..!

Eleştirildiğimi biliyorum. Ama bilin ki biraz da milletin hissiyatına ayna tutmaya çalışıyorum.

Zira Suriyelilerle Fatih’te iç içe yaşayanım. Otobüste, minibüste onlarla seyahat edenim. Alışveriş yapıp, kapattıkları kaldırımda yürümeye, parkta dolaşmaya çalışanım.

SAVAŞI FIRSATA ÇEVİRENLERE DE Mİ LAF SÖYLEMEYELİM?

2011 yılında Suriye krizi alevlendiğinde, dönemin yöneticileri mülteci akınıyla ilgili olarak, “100 bin mülteci bizim kırmızı çizgimizdir” demişti.

Bu süreçte ilk önce “rejimden kaçan sığınmacılar” diye bir meselemiz vardı. Sonra, “Rejim ve DAEŞ’ten kaçan sığınmacılar” oldu. Ardından, buna PYD/YPG-PKK’dan kaçanlar da ilave edildi.

Bir de krizi fırsata çeviren, cebine nakdi koyup soluğu Türkiye’de büyük şehirlerde alanlar…
Bunların sayısı azımsanamayacak kadar çok. Onlara bir çift söz söylemeyelim mi?

GETTOLAŞMANIN SONU ÇATIŞMA DEĞİL MİDİR?

İstanbul’daki Suriyeliler meselesi gettolaşmaya gidiyor. Fatih’te bunu çıplak gözle görebiliyorum.

Kendi işyerlerini açtılar, kendi kafeleri, lokantaları var. Birbirlerinden alışveriş yapıyorlar. Bunların hepsi bir yere kadar kabul edilebilir.

Entegrasyondan çok, kendilerini ayrıştırmayı tercih ediyorlar. Bunun önümüzdeki yıllarda ne tür sorunlara neden olacağına bakmak gerekmiyor mu?

Bir de savaşın tarafı olmak nedeniyle göçenlerin dışındakiler var ki onların “fütursuzluğu” can sıkıyor.
Sosyolojimizi değiştiriyorlar. Sokak ortasında gruplar halinde bekleşmeleri, gece yarılarına kadar bağıra çağıra dışarıda yemek yemeleri, etrafı çöp yığınına çevirmeleri onların çok sıradan davranışları. Ama biz yadırgıyoruz doğrusu.

Genelleme yapmadan söylemek isterim ki imtiyazlılık hallerini bizim sıradan vatandaşlarımızın önüne geçmekte hak olarak görüyorlar…

Ve işte o zaman orada ipler kopuyor..!
Şunu biliyoruz: Suriyelilerin çoğu gitmeyecek ve burada kalacak. Bu gerçeği, Türkiye’nin ve Suriyeli kardeşlerimizin lehine nasıl çevirebiliriz bilen var mı?

Yoksa, gettolaşmaya başlayanlarla, yerliler arasındaki çatışmayı göze alabilecek biri var mı?

Acil eylem planı öneriyorum!
Göç bakanlığı bunlardan biri…
Bir diğeri, geri dönüşlerin teşviki…

Misafir misafirliğini unutur ise… Ya da mazlum mazlumluğunu… Ev sahibinin hiç olmazsa “gönül koyma hakkı” yok mudur sevgili Acet?

Bu millet bağrına taş basıyor, farkında mısınız?
__________________

TEARS AND SOUVENIRS

  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Rosebud'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 07.01.2019, 17:45   #2
Çevrimdışı
Rosebud
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Suriyeliler meselesini konuşamazsak...

Suriyeliler meselesini tartışmak fitneye sebep olursa, bize düşen susmaksa…
“Bir yazı yazdım kaderim değişti” demeyeceğim. Çünkü aynı konuda bu köşede daha önce 5 yazı yazdım. En son yazdığımaysa ne hikmetse iki kampın muhipleri acayip tepki verdi. Konu anlayacağınız üzere, “Suriyelileri meselesini konuşamazsak, gettolaşmanın sonuçlarına katlanabilir miyiz” başlıklı son yaz ve Suriyeliler meselesi.

Başta söyleyeyim, yazıdan “ırkçılık” çıkartanlar ile, “hah işte muhafazakar cenahtan aykırı ses yükseldi” diyenler arasına sıkışıp kalacağımı sananlar varsa avucunu yalar.

Zira, sadece Suriyeliler değil, son dönemde Afganistan, Irak, Mısır gibi ülkelerden Türkiye’ye özellikle de İstanbul’a sığınan mültecilerle bir şekilde temas kurmuşlardan aldığım tepkiler ve yaşadığımız kişisel tecrübeler bizim için yeni bir yol haritası niteliğinde.

Bir de meseleyi bilip bu konuda kafa yorup, kafa patlatanlardan gelen, örneğin, “Çok haklısınız. Mutlaka entegrasyon için sosyal politikalar geliştirilmeli” diyerek cümlesine başlayanların sayısının fazlalığını görmek hamdolsun durduğumuz yerin sağlamlığına işarettir..

Onların da fark ettiği gerçek şu: Mültecilerin çoğu, özellikle Suriyeliler geri dönmeyecek. O halde, onların dönmeyeceğini bile bile şu anki “başı boşluk” devam edebilir mi? Soru bu. Derdimiz de bu zaten!
Dönmek isteyenlerin teşvik edilmesi meselesi de var ki bu şu aşamada, özellikle Ak Partili bazı belediyeler tarafından kısmen yapılmaya çalışılıyor.

Kalanların, entegrasyonunu savunmaksa nasıl oluyor da “asimilasyon” şeklinde anlaşılıyor bilemedim. Okuduğunu anlamama bu olsa gerek. Oysa ilk mektepten itibaren, “Okuduğunu anlama, anladığını anlatabilme eğitimi görenlerdik” hani?

Yoksa bazı Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) bir nevi tekellerine aldığı “mülteciler meselesi”nin tek merkezden koordinasyonunu savunduğumuz için rahatsızlık mı var? Eğer öyleyse tehlike çok daha büyük! Kuşkumuz yok mu sanıyorsunuz?

Suriyelilerle ilgili eleştirilerim üzerinden benden bir “ırkçı, faşist” çıkartmaya çalışanlar ya bizi hiç tanımıyor ya da günlük popülist söylemler üzerinden zihinleri bulanmış.
Yine, “Suriyeliler kardeşimizdir” sloganının üzerine bir cümle dahi koymadan ve meselenin sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik boyutları hakkında kafa yormadan sadece slogan atanların bu tartışmaya katacağı hiçbir şey yok.


FİTNE ZAMANI YUTKUNMAK GEREKİR DİYENLERİN KISMİ HAKLILIĞI VAR

Ha şunu da söylemek isterim: Yılbaşı gecesi Taksim’de meydana gelen o “tuhaf” olayın ardından “Yabancı düşmanlığının yükseldiği bir dönemde sorunları tartışmak yerine ‘yutkunmak gerekir” diyenlerin kısmi haklılık payı vardır.

Bu haklılık da dediğim gibi, yabancı düşmanlığı üzerinden siyaset yapanların bu meseleyi istismar etmelerine prim vermemekten kaynaklanmaktadır.

İyi de istismar edilecek alan oluşurken sesini yükseltmemişsen ve o alanın kaşınacak bir yaraya dönüştüğü ortaya çıkmışsa bu daha vahim değil midir?
Güvenli sitelerde yaşayıp ya da Suriyelilerle iç içe yaşamayıp sadece “tercihli saatlerde” onlarla iletişim kuranların bu tartışmaya verebileceği hiçbir katkı yoktur.

Ya da bir iki Suriyeli dostu olanların “Aman benim dostlarım ne kadar da iyi insanlar, o bize Türk kahvesi yapıyor, biz de ona Fatih’teki Halep tatlıcısından aldığımız bülbül yuvasını ikram ediyoruz. Çok hoş” diyerek tartışmayı kişiselleştirmek isteyenlerin de katkı vermeleri mümkün değil.

Zira, bu tartışma Suriyelilerin kötü veya iyi olduğu konusu değildir.

Ya da mazlumun haklarını savunmakla, mazlumu hor görmek tartışması da değildir.

“Efendim siz Suriyeliler değil de diğer Arap ülkelerinden bu kadar insanın geldiğinin düşünebiliyor musunuz? O zaman çok daha büyük sorunlar yaşardık” diyenlerin de atladığı husus çok daha başka. “Bu kadar kısa sürede bu kadar kozmopolit mültecinin geldiği bir ülkede toplumsal olayların önüne geçmek için gettolaşmanın ve entegrasyonun yöntemini belirleyecek ve politika üretecek kurumların oluşturulması ya da oluşturulmaması” meselesidir.


KURAL HERKES İÇİN İŞLETİLSİN, BUNA SURİYELİLER DE DAHİL

Uzun lafın kısası, bir önceki yazıda, “Suriyelilerin bize dayattıkları yaşam biçimlerinin yakın gelecekte başımıza dert olacağını söyledim”, yine söylüyorum. Onların asimilasyonunu hiç söylemedim bu zaten benim inancıma da uymaz.

Ancak, her toplumun, her devletin kuralları vardır. Örf, adet ve gelenekle birlikte bağlayıcı olan anayasa ve yasalardır. Suriyelilerin de ör ve adetlerini unutsun demiyoruz ama sığındıkları ülkenin anayasa, yasa ve kurallarına uymak gibi bir zorunluluğu vardır.

Basit örnek, “Kabahatler kanunu Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir bireyine uygulandığı gibi, Suriyeli bir mülteciye de uygulanmalı ki toplumsal düzen korunsun.”

Daha somut örnek, “Bir apartmanda kat sakinleri arasında yüksek sesle komşusunu rahatsız edene kabahatler kanununa göre işlem yapılır. Peki Suriyelilere böyle bir işlem yapılabilir mi?”

Bu basit kuralları dahi işletmezsek, Suriyeliler meselesi canımız sıkmaya devam edecek.

Demedi demeyin, demeye çalışıyorum ama…

Kime anlatabiliyorum, bilmiyorum.

Bu hususta son bir şey daha.

Suriyeliler üzerinden toplumsal çatışma çıkar. Bunu körükleyenler var.

Görmüyoruz muyuz? Yumuşak karnımız halini aldı mesele.
Ama derseniz ki “fitne kol geziyor!”

Orada da yapabileceğim sadece şu hadisi şerife sığınmak:
Hazreti Peygamber (as), “Fitne zamanı, koşuyorsanız, yürüyün. Yürüyorsanız, durun. Duruyorsanız, çökün.

Çöküyorsanız, oturun.”

“Efendim, bu kadar kalabalık bir nüfusu içimize hiç sorunsuz bir şekilde aldık, çok başarılıyız” demekse düpedüz aymazlıktır, meseleyi halının altına süpürmektir.

Milletin bağrına taş basıp sabırla beklediğinin bir kez daha hatırlatıp susayım.

Sustum..!


Hasan Öztürk



Kaynak
__________________

TEARS AND SOUVENIRS

  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Rosebud'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.01.2019, 19:06   #3
Çevrimdışı
Rosebud
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Suriyeliler Meselesini Konuşamazsak

Aslında yazar da biliyor @Aristo ama entegrasyondan söz etmese linç edilecek onu da biliyor, çünkü karşı çıkış sebepleri, gösterdiği örnekler benimkilerle birebir aynı, dolayısıyla böyle düşünen birinin kalıcı olmalarını istiyor olmasına imân yok, zaten sustum diyor, susmazsa çekerler ipini çünkü.
__________________

TEARS AND SOUVENIRS

  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Rosebud'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
konuşamazsak, meselesini, suriyeliler


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 01:50.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.