Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türk ve Dünya Tarihi > Dünya Tarihi


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 30.05.2012, 00:03   #1
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Exclamation Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler ve Hasan Sabbah





Tanım
8. yüzyılda İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır

Kapalı bir topluluk olan haşhaşiler radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar. Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara ve Abbasilere Tapınak Şövalyelerine Haçlılara karşı siyasi yaptırım aracı olarak kullandılar. Ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerine de suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşindir(Vikipedi)

Kurucuları Hasan Sabbah'tır.. Kurulduğu şehir İran'ın Kazvin diyarı olup Merkezi Hasan Sabbah'ın "Kartal Yuvası" diyerek tabir ettiği Alamut Kalesidir..








Kuruluş

Hasan Sabbah'ın Biyografisi





Hasan Sabbah (1054-1124), Nizârî-İsmailî Devleti‘nin kurucusudur. Büyük Selçuklu Devleti’nin baş edemediği örgütü ve eylemleriyle dehşet saçmış, aralarında meşhur Nizamülmülk’ün de bulunduğu devletin ileri gelenlerini, kendilerine özgü metotlar ve suikastlarla öldürtmüştür. Kurduğu örgütü ve kendine bağlı adamları bağlılıklarıyla dikkatleri üzerlerine çekmişlerdir. Selçuklular kendisi ile mücadeleyi devlet politikası haline getirdikleri halde yaşadığı süre boyunca onunla baş edememişlerdir. Risâle-i Nur’da, Afyon Mahkemesi’nde savcının iddianamesi vesilesiyle ismi anılmaktadır. Künyesi Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyn bin Muhammed es-Sabbah şeklindedir.

Hasan Sabbah’ın 1054 tarihinde Kum kentinde doğduğu rivayet edilmektedir. Eserinde verdiği bilgilerle, soyunu Yemen’de hüküm sürmüş olan Himyeri krallığına dayandırmıştır. İfadelere göre babası Yemen’den Küfe’ye göç etmiş, buradan Kum ve Rey şehrine geçmiştir. Ancak, Himyeri asıllı olduğu iddiası tartışmalıdır. Bunun dışında Rey şehrinde doğduğunu nakledenler de vardır.


Hasan, ilk derslerini babasından aldı. Baba, oğlunun eğitimiyle yakından ilgilendi. İlmi birikimi olan babası kelam, mantık, felsefe, fıkıh ve riyaziyat alanında önemli bilgileri kendisine verdi. Hasan’ın, Büyük Selçuklu Devleti veziri Nizamülmülk ile arkadaş olduğu ve aynı hocadan ders aldıkları tarzındaki bilgiler, söz konusu şahısların doğum tarihleri göz önüne alındığında yakın bir ihtimal olarak görülmemektedir. Bu bilginin dışında, arkadaş oldukları halde sonradan aralarının bozulduğu, Hasan Sabbah’ın Nizamülmülk’ün desteğiyle sarayda görev aldığı da nakledilmektedir.


Yaşı ilerledikçe ilme merakı artan Hasan, eğitim amacıyla Rey şehrine gitti. Ailesinin etkisiyle, Şiiliğin İmamiyye itikadına bağlı olmakla birlikte, daha sonra Fatımî müntesiplerinin etkisiyle İsmailiyye mezhebine bağlandı. Bir süre sonra Rey şehrinden ayrılarak İsfahan’a gitti. Burada iki yıl kadar kaldı. Daha sonra Azerbaycan, Musul, Sincar, Meyyafarikin (Silvan), Rahbe, Dımaşk, Sayda, Sur ve Akka şehirlerini gezdi. Akka’dan Mısır’a geçti. Kahire’de Fatımî halifesi ile görüştü. Halife kendisine yakın ilgi gösterdi. Bu arada dolaştığı beldelerde İsmaili itikadını yaymaya çalıştı.


Hasan Sabbah, Fatımî Halifesi Müntazır Billah’tan sonra gelişen veliaht tayin işlerine müdahale etmeye kalkışınca yöneticilerle arası açıldı. Hasan Sabbah, ölen halifenin yerine oğlu Nizar’ın geçmesini istiyor ve İmamet’in bu soydan devam etmesi gerektiğini savunuyordu. Oysa ki Nizar, babasının yerine halife olamadı. Onun yerine küçük kardeşi Müsta’li halife oldu. Hasan Sabbah ve müntesipleri halife adayı olarak Nizar’ı isteyip destekledikleri için kendilerine “Nizârî”-İsmailî denmeye başlanmıştır.

Hasan Sabbah ise, yaptığı muhalefetten ötürü önce tutuklandı, arkasından da ülkeden çıkartıldı. İskenderiye üzerinden deniz yoluyla Mısır’dan ayrıldı. 1081 yılında İsfahan’a vardı. İran’ın muhtelif şehirlerini dolaşarak yıllarca Batınilik‘i yaymaya çalıştı. İran’ın kuzey taraflarındaki dağlık bölgelerde yaşayan ve devletten bağımsız, kendi başlarına buyruk olan savaşçı bir kavimle yakın temasa geçti. Adamları vasıtasıyla giriştiği faaliyet sonucu buradakileri kendine bağlamayı başardı. Bu arada bölgede yaşayan halkı da önemli ölçüde etkiledi.


Hasan Sabbah’ın faaliyetlerinden önce, Şii Fatımî Devleti ile Abbasi halifeliğine taraftar ve destekçi olan Selçuklu Devleti arasında siyasi ve fikri mücadeleler meydana gelmişti. Ancak, askeri üstünlüğe sahip olan Selçuklulara karşılık bu alanda mücadele veremeyen Fatımîler mağlup olup toprak kaptırmışlardı. Fikri alanda üstünlük kurmak isteyen Fatımîler, propaganda yoluyla karşı mücadele vermek için Darü’l-Hikme adlı kurumları oluşturmuş ve buradan yetişen kişileri Selçuklu topraklarına gönderip kendi fikri düşüncelerini yaymaya çalışmışlardır. Buna karşılık Selçuklu yönetimi de Nizamiye medreselerini kurmak suretiyle fikri yönden de onlara karşılık vermiştir. Hem askeri hem de fikri yönden başarılı olamayan Fatımî Devleti’nin Büyük Selçuklu Devleti ile mücadele edebilmesi için söz konusu faaliyetlerinden farklı yeni bir yöntem gerekmekteydi.


Hasan Sabbah’ın uygulamış olduğu mücadele tarzı hem diğerlerinden farklıdır hem de Selçuklular üzerinde daha fazla etki yapmıştır. Hasan Sabbah’ın mücadelesinde ve uyguladığı yöntemlerde başarılı olmasının ve devletin güvenliğini bozmasının en önemli sebeplerinin başında, Selçuklu Devleti’nin yapısını iyi bilmesi, zayıf ve kuvvetli yanları hakkında iyi bir fikre sahip olması gelmektedir. İyi eğitimli ve akıllı biri olan Hasan Sabbah, sahip bulunduğu bu bilgileri üzerine yeni metodunu inşa etti.


Büyük Selçuklu Devleti’nin siyasi ve sosyal düzenini hedef alan Hasan Sabbah’ın mücadele metotlarının orijinal yönleri şu şekilde sıralanabilir:
  • Selçuklu Devleti’nin muhalifi olan Fatımî Devleti’nin yürüttüğü mücadele dışardan bir müdahale idi ve bununla mücadele etmek daha kolaydı. Hasan Sabbah ise mücadeleyi Selçuklu ülkesine taşımıştır. Dolayısıyla içerden yapılan bu yeni duruma karşı Selçuklu yönetiminin yaptığı mücadelenin başarı şansı, öncesine göre çok daha zor olmuş ve Hasan Sabbah ile girişilen uzun süreli mücadele başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
  • Hasan Sabbah’ın ülke içinde yaptığı mücadele metodu da farklı olmuştur. Öncelikle alınması zor kaleler elde edildikten sonra buralara yerleşilmiş ve Hasan Sabbah’ı ele geçirmek imkansız hale gelmiştir.
  • Hasan Sabbah ve müntesiplerinin başvurduğu yeni bir yöntem de suikast ve suikastlarda kullanmış oldukları hançerleme olayı olmuştur. Kendilerine karşı mücadele veren, gelişmelerine engel olmaya çalışan Selçuklu Devleti’nin askeri ve sivil idarecilerini, “fedai” adlı kimselerin suikastlarıyla hançerleyerek öldürmeleri yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla bu hareketleriyle, doğrudan devletin düzenini yıkmayı hedeflemişlerdir. Ancak, bu saldırılarında Selçuklu hanedanını hedef almamış olmaları da dikkat çekmiştir.

Kendine bağladığı güçlerle devlet için tehlike teşkil etmeye başlayan Hasan Sabbah’ın faaliyetleri Selçuklular tarafından dikkatle izleniyordu. Son gelişmeler üzerine Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın tutuklanması emrini verdi; ancak bu mümkün olamadı. Sabbah, önce Kazvin’e ve oradan da meşhur Alamut Kalesi‘ne giderek buraya yerleşti. Alamut Kalesi’ni karargah yaptı. Akabinde 1090 yılında Nâzirî-İsmaili Devleti’ni kurdu. Sığındığı kalenin ele geçirilmesini önlemek için yeni savunma tedbirleri aldı ve uzun süre kendilerine yetecek miktarda yiyecek stokunu sağladı.

Hasan Sabbah, bir süre daha Fatımilerle ilişkisini devam ettirdi. Fatımiler ikiye ayrıldıktan sonra imam olarak Nizar’ı destekledi ve adına hutbe okuttu. Kendi akidesini müritlerine öğretmeye başladı. Kendilerine karşı olanların öldürülmesinin dini bir vazife olduğu inancını aşıladı. Müritlerinin eğitimini kendisi üstlendi. Bunların eğitim ve öğretime tabi tutulmalarından çok, imamın rehberliğini ön plana çıkardı. İmamların masumiyetinden hareketle, her devirde bunların rehberliğine ihtiyaç olduğu, dini meseleler için aklın yeterli olmadığını, Allah’ı iyi tanımak için imamların yardımına gereksinim olduğunu bildirdi.


Dine davet eden ve “dai” olarak adlandırılan adamları vasıtasıyla faaliyetlerini sürdürdü. İnsanları etkilemek için farklı yöntemlere başvurdu. Böylece Batınilik Hasan Sabbah’ın şahsında yeni bir kimlik kazandı. Dailer önceleri insanları, masum imam adına davet ederken, yeni bir gurup ortaya çıkmaya başladı. Sabbah’a bağlı bu gurup “Haşşaşin” adıyla anılmaya başlandı.

Liderlerine olan bağlılıkları haşiş (esrar) içmiş gibi gözü kapalı kabullenmeden ötürü bu isimle adlandırıldıkları belirtildiği gibi, gerçekten de bunlara söz konusu uyuşturucunun verildiği de iddia edilmiştir.


Hasan Sabbah’ın adamlarına Cennet vaat ettiği ve bu Cenneti dünyada da yaşamaları, mutluluğu tatmaları için esrar içirttiği ve bu yolla her türlü emrini yerine getirttiği ifade edilmektedir. Dini mahiyetten çok siyasi bir örgüt gibi çalışarak, fikirlerini zorla kabul ettirme yoluna gitti. Çıkardıkları olaylarla insanlar arasında dehşet saçmaya başladı. O zamana kadar görülmemiş bir tarzda, devletin en üst kademesinde bulunanlara varıncaya kadar, kendilerine özgü metotlarla suikast girişiminde bulunuldu.


Alamut’u aldıktan sonra, Fatımî Devleti’nin halifesi değil de desteklediği Nizar adına hutbe okutan Hasan Sabbah, Mısır ile olan alakasını tamamen kesti. Suikastlarda kullandırttığı hançeri adeta dini bir vecibe haline getirdi. Kurmuş bulunduğu yeni ekol de Nizârîlik olarak anılmaya başlandı. Hasan Sabbah, kurucusu bulunduğu ve temsil ettiği Batınî akidesine bağlı Nizârî-İsmailî hareketinin yayılması, daha kolay anlaşılması ve kabul edilmesi için, esasları bizzat kendisi tespit edip uygulamaya sokmasıyla da yeni bir eylem icra etmekteydi. Bu özelliği ile de orijinal bir hareket olarak telakki edildi.
Hasan Sabbah’ın Büyük Selçuklu Devleti’nin merkezine pek uzak olmayan Alamut kalesini alması, burayı ele geçirmek için yaptığı dikkat çekici faaliyetler, onun planlı ve bilinçli hareket ettiğini de göstermekteydi.

Alamut kalesi Selçukluların elinde olup Sultan adına korunmakta idi. Mısır’daki Fatımî idarecileriyle arası bozulan ve İran’a dönen Hasan Sabbah, 1081 yılından itibaren kaleyi eline geçirmek için, bütün faaliyetlerini bu amaç için yürüttü. Amacına ulaşmak için civar bölgelere gönderdiği dailer vasıtasıyla taraftar kazanmaya yöneldi. Halkı kendi tarafına çekmeye çalıştığı gibi, bölgede bulunan kale komutanlarını da kendi tarafına çekmek için yoğun bir şekilde çalıştı. Bu çalışmaların neticesinde Alamut kalesi komutanını elde etmeye muvaffak oldu.

Alamut kalesine girmeyi başaran Hasan Sabbah, çok kısa bir süre sonra kale komutanını kovdu. (1090) Ayrıca, başka bir kale komutanını da elde etmek için yüklü miktarda dinar gönderdiği ve adeta kaleyi satın aldığı da nakledilmiştir. 1090 yılında Hasan Sabbah’ın eline geçen, Selçuklular tarafından bir türlü ele geçirilemeyen, 1256 yılındaki Moğol istilası ve işgaline kadar elde tutulan Alamut kalesi, Batınî hareketinin merkezi haline geldi. Dışardan müdahalelerle alınması adeta imkansız sarp bir bölgede bulunan savunmaya çok elverişli bu kaleyi, çok önceden Hasan Sabbah’ın almayı tasarladığı büyük bir ihtimal dahilindedir.


Hasan Sabbah’ın faaliyetlerinin Selçuklular tarafından takip ve izlenmesi, Alamut kalesinin alınmasından sonra değil, aksine çok daha öncesinden başlamıştır. Hasan Sabbah ve yandaşlarının faaliyetlerini düzeni bozucu olarak kabul eden Selçuklu idaresi, bunları şiddetle takip etmiş ve en sert tedbirleri almaktan da geri kalmamıştır. Buna rağmen, Hasan Sabbah, Selçuklu Devleti’nin en güçlü olduğu bir dönemde; zekası, planlı hareketi ve teşebbüs yeteneğiyle en sarp kaleyi almaya muvaffak olmuş ve böylece kendisi ile yapılacak mücadeleyi zorlaştırmıştır.


Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın faaliyetlerini yakından takip ettirmiş ve yazmış bulunduğu “Siyasetnâme” adlı eserinde de konuyu işlemiştir. Eserinde, Hasan Sabbah’ın zararlı faaliyetlerine dikkat çeken ünlü vezir, Batınî hareketine de geniş yer vermiştir. Siyasi yönden tedbir almaya çalışan devlet, bu şekilde fikri yönden de tedbir alma yönüne gitmiş, Sünni anlayışa aykırı bu cereyana karşı fikri yönden de mücadele vermiştir.


Hasan Sabbah’ın yakalanması ve etkisiz hale getirilmesi için Rey şehri idarecisine emir veren Nizamülmülk, 1081 yılından itibaren kendisini takibata aldırdı. Takip edildiğini bilen Hasan Sabbah, yakalanmamak için sürekli yer değiştirdi, şehirden şehre dolaşarak izini kaybettirmeye çalıştı. İlk başlarda devlet idaresi, sadece Rey şehrine emir göndermekle yetinmiş, diğer vilayetlere yakalanması emri vermemişti. Hasan Sabbah, bir taraftan devletin takibatından kurtulmaya çalışırken, diğer taraftan da gittiği yerlerde propagandasını yapmaktan da geri kalmadı. Böylece, yakalanması için alınan tedbir yeterli olmadığı gibi, Sabbah’ın faaliyetlerini yaymasına da engel olunamadı.


Alamut kalesine yerleşen Hasan Sabbah, burayla yetinmedi. Yine Alamut gibi sarp kaleleri ele geçirmek için teşebbüslerde bulunurken savunma tertibatlarını da arttırdı. Selçuklu yönetimi, ilk önce olayı devlet problemi olarak ele almamış, bölgede ikta sabihi olan Yoruntaş’ın vereceği mücadeleyle iktifa etmişti. Yoruntaş, Alamut kalesini uzun süre baskı altında tutmuş, burada yaşayanları büyük sıkıntılara maruz bırakarak ümitlerini bazen yitirme noktasına kadar getirmiş, birçok kişiyi öldürmüş ve mallarını yağma etmişti. Bütün bu baskılara rağmen Hasan Sabbah teslim olmamış ve adamlarıyla birlikte dayanmaya devam etmiştir.


Hasan Sabbah, elinde bulundurduğu Alamut kalesini teslim etmeyerek güneydeki Kuhistan bölgesine el attı. Özellikle halktan elde ettiği taraftarlarla siyasi ve sosyal düzen için büyük tehlike oluşturmaya devam etti. Durumun giderek ciddiyet arz ettiğini gören Selçuklu Sultanı Melikşah, olayı devlet meselesi olarak ele almaya başladı. Arslantaş adlı komutanına görev veren Melikşah, Kuhistan bölgesinde bulunan Batınîleri yok etmesini istedi. Olay, böylece ilk defa kapsamlı bir şekilde ele alınmış oldu.


1092 Mayıs ayında Alamut kalesini kuşatmaya başlayan Arslantaş da bir netice elde edemedi. Çevre kalelerden elde ettiği kuvvetlerle bir gece baskını düzenleyen Hasan Sabbah, Selçuklu komutanını mağlup ederek onu geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu arada Kuzistan bölgesinde de Kızıl Sarıg adlı Selçuklu komutanı Batınîlere karşı harekete geçmişken Melikşah’ın vefat haberi üzerine savaşlar durmuştur. Böylece Selçuklu Devleti’nin giriştiği bu faaliyetler de sonuçsuz kalmıştır.


Selçuklu Sultanı Melikşah’ın ölümü ve bu arada İslam dünyasına yönelik başlayan Haçlı seferleri, Hasan Sabbah’ın daha da güçlenmesine uygun bir ortam sağlamıştır. Hasan Sabbah ve Batınî hareketine karşı harekete geçen diğer bir Selçuklu Sultanı Mehmed Tapar’dır. Sultan, iktidara geldikten sonra ilk seferini Isfahan üzerine gerçekleştirmiş, civar bölgelerde bulunan Batınîler üzerine yürümüştür. Sultan, Batınîlerin elinde bulunan Şahdiz kalesini almaktan öte bir başarı elde edememiştir. Bu hareket sırasında, Batınîler sekiz yıl boyunca kuşatma altında tutulmuş, kalelerin çevresinde ektikleri mahsuller yok edilmiştir. Yine Alamut kalesi üzerine harekete geçen Enuştekin Şir-gir, kaleyi tam ele geçireceği sırada Sultan Mehmed Tapar’ın ölümünü haber almış ve ordusu dağılmıştır. Böylece bu hareket de sonuçsuz kalmıştır.


Hasan Sabbah’ın adamlarıyla mücadele, Melikşah tarafından devlet politikası haline getirilmiş, ilmi noktada mücadeleyi sağlamak için Nizamiye medreseleri vasıtasıyla Sünniliğin takviye edilmesine ve batıl inançlarla bu şekilde mücahede yoluna gidilmesine çalışılmış ise de, Hasan Sabbah’ın faaliyetleri durdurulamamış, suikastlarına de engel olunamamıştır.


Sultan Sancar döneminde de Batınîlik’e karşı mücadele devam etmiştir. Ancak, Sancar tahta çıkmadan evvel Batınîlere karşı göstermiş olduğu cesareti ve hareketliliği, Sultan olduktan sonra gösterememiştir. Sancar’ın sultan olduktan sonra Batınîlere karşı daha pasif bir politika izlemesi ve üzerlerine şiddetle gitmemesi şu şekilde izah edilmiştir:


Selçuklu sultanının kendisine karşı harekete geçmesinden korkan Hasan Sabbah, buna engel olmak için harekete geçmiştir. Sultan’ın sarayına kadar sızan Hasan Sabbah, Sultan’ın hizmetinde çalışan bir kadını elde etmeye muvaffak olmuştur. Söz konusu kadın aracılığıyla, bir gece Sultan Sancar’ın yatağının başına bir hançer saplatmıştır. Eylemi gerçekleştirdikten sonra, Sultan’a haber yollayarak kendisine muhabbeti olduğunu, aksi takdirde o hançeri yumuşak göğsüne saplamanın daha kolay olduğunu belirtmiştir. Bu olayla bağlantısı kesin bir şekilde bilinmemekle birlikte, daha sonraki dönemde, Batınîlerle mücadelenin gevşediği ciddi bir şekilde gözlemlenmiştir. Ayrıca, Sultan’ın, Hasan Sabbah ve adamlarına karşı müsamahalı davrandığı Abbasi halifesi tarafından dile getirilmiş ve eleştiri konusu yapılmıştır.


Hasan Sabbah ve sonrasında Batınîlerin eylemleri devam etmiş, kendilerine muhalif olan, karşı mücadele için hareket emri veren devlet idarecilerine karşı suikastlara devam edilmiş ve hemen hemen bir çoğu öldürülmüştür. Böylece, devlete karşı siyasi ve askeri bir hareket yerine, ferdi eylemler halinde gerçekleşen gizli suikastlarla amaçlarını gerçekleştirme yoluna gitmişlerdir.


Hasan Sabbah’ın başını çektiği Nâzirîlerin suikastlarla gerçekleştirdikleri eylemlerde ilk kurban; kendilerine karşı hem askeri hem de fikri yönden mücadele vermiş bulunan ünlü vezir Nizamülmülk olmuştur. Suikastın gerçekleştiriliş şekli, önceden planlandığını akla getirmiştir. Selçuklu sultanından sonra en önemli makamda bulunmakta olan Vezir’in huzuruna, bir dilekçe verme bahanesiyle, sufi kılığında bir şahıs girmiştir. Kendisinden şüphelenilmeyen Batınî akideli şahıs, sözde dilekçeyi vereceği sırada veziri hançerleyerek öldürmüştür. (1092)


Batınîlerin ilginç bir şekilde öldürdükleri Selçuklu vezirlerinden birisi de Kaşanî‘dir. Çünkü, Kaşanî kendilerine karşı mücadele vermiş ve onları zor durumda bırakmıştır. Veziri ortadan kaldırmayı üstlenen iki fedai, vezirin atlarının barındırıldığı tavlasına hizmetçi olarak girmişlerdir. Bunlar sözde atların seyisi olarak çalışmaya başlamışlar ve dindar geçinerek göze girmeyi başarmışlardır. Vezirin güvenini kazanmayı başaran fedailer için fırsat, Nevruz dolayısıyla doğmuştur. Sultan Sancar’a Nevruz vesilesiyle hediye edeceği atı seçmek üzere ahıra giden Vezir, atları gözden geçirdiği sırada bu fedailer tarafından yine hançerlenerek öldürülmüştür.


Melikşah’ın ölümünden sonra Selçuklularda taht kavgaları başlarken, haçlı seferlerinin düzenlenmesiyle birlikte Müslümanların yaşadığı bazı bölgeler istilaya uğramıştır. Bu yeni durum Hasan Sabbah’ın işine yaramıştır. Fırsatı değerlendirerek faaliyetlerine hız vermiş, önemli bazı kaleleri ele geçirmek suretiyle konumunu güçlendirmiştir. Bu arada propaganda faaliyetlerine de hız vermiş, ayrıca, Selçuklu ordusuna sızmak suretiyle taht kavgalarına fiili olarak dahil olmuştur.


Hasan Sabbah’ın adamlarının toplum içine saldıkları korku sonucunda, din ve devlet adamlarını herkesin gözü önünde öldürmeleriyle devletin ileri gelenleri elbiselerinin altına zırh giymeden sokağa çıkamaz olmuşlardır. Selçuklular ve Hasan Sabbah arasındaki mücadele uzun süre devam etmiş, bazen netice alınacak duruma gelinmişse de sonrasındaki gelişmeler yüzünden, Alamut Kalesi elde edilemediği gibi, Hasan Sabbah da ele geçirilememiştir.
Hasan Sabbah ve adamları, siyasi rakiplerini öldürmekle yetinmeyerek, bütün cemiyeti etkileyecek bir faaliyetin içine girmişlerdir. Kurulu siyasi ve sosyal düzeni çökertmek için tepedekileri hedef almışlar ve halkı da kendi taraflarına çekmek için özellikle inanç noktasında yoğun bir propagandayı yürütmüşlerdir. Halkı ikna etmeye çalışırken kendi akidelerini aktarırken gerektiğinde halka karşı da zor kullanmaktan ve şiddete başvurmaktan çekinmemişlerdir.


Batınî hareketinin en büyük zararı; toplumun Batınî olanlar ve olmayanlar şeklinde iki düşman kampa bölünmesine neden olmasıdır. Taraftar olanlar devlet idaresi tarafından, karşı olanlar da Batınîler tarafından her an öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Devlet yönetimi, görüldükleri yerde Batınîleri öldürme politikasını güderken, Batınîler de kendilerine karşı olan herkesi ortadan kaldırmaya yönelmişlerdir.


Halk arasında ikilik meydana geldiği gibi, Devlet teşkilatında da büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Gerek sivil gerekse askeri teşkilat içinde belli makamlara gelmek isteyenler, rakiplerinin ayağını kaydırmak ve kendilerine ortam sağlamak için, söz konusu kişileri Batınî olmakla itham etmişler ve bunların Devlet gücüyle ortadan kaldırılmalarına zemin hazırlamışlardır. Buna benzer bir gelişme Kirman Selçukluları’nda yaşanmıştır. Batınî olmakla itham edilen, dönemin din ve ilim çevrelerince azline hükmedilen hükümdarları İranşah tahtını kaybettiği gibi, arkasından da öldürmek suretiyle hayatını kaybetmiştir.


Bütün bu gelişmeler Selçuklu Devleti‘nin siyasi ve içtimai hayatını alt üst etmiş ve önemli ölçüde istikrarsızlığa yol açmıştır. Alınan tedbirler istenilen amacı gerçekleştirememiş, daha sonraki dönemde halkın devlet ile birlikte eyleme geçmesi, Batınîlerin toplu bir şekilde öldürülmeleriyle neticelenmiştir.
Hasan Sabah, 1124 yılına kadar Alamut Kalesini elinde tutmaya ve faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. Birçok bilim dalında önemli birikime sahip olması, teşkilatçılığı, kurduğu düzenli örgütü ile dehşet saçan bir duruma gelmiştir. 1124′de Alamut Kalesinde ölmüştür.


Buraya kadar Hasan Sabbah’ın çok büyük zararlara sebep olduğu, toplumun sosyal ve siyasi düzenini sarstığı aktarıldı. Ancak, bütün bunların yanında; söz konusu iddiaları reddeden ve özellikle günümüzde Hasan Sabbah’ı büyük bir kahraman olarak ileri süren aleviler de mevcuttur.


Hasan Sabbah’ı hatırlatan ilginç bir gelişme ise, Bediüzzaman‘ın yargılanması sırasında yaşanmıştır. Bediüzzaman’ın maruz kaldığı ilginç olaylardan bir tanesi Afyon savcısının iddiasıdır. Bediüzzaman ömür boyu Peygamber Efendimizin sünnetini ihya etmeye, bizzat bunu hayatına tatbik ederek yaşamaya çalışmasına, Sünnilik konusunda büyük hassasiyet göstermesine rağmen savcının iddiasına akıl erdirmek mümkün değildir. Çünkü, iddiaya göre, Hasan Sabbah Ehl-i Sünnet’e karşı giriştiği siyasi faaliyetiyle nasıl siyasi sarsıntıya yol açmışsa, Bediüzzaman da benzer bir siyasi sarsıntı meydana getirmek istemektedir. Savcının bu asılsız iddialarına karşılık Bediüzzaman, mahkemeye verdiği savunmasında, kendi şahsına yönelik on beş sayfadan oluşan iddianameye, iddiacının seksen bir yanlışını ortaya koyarak karşılık vermiştir. (Şualar, 1994, s. 351-369
Abdünnasır Yiner)

*******



Tarihi Bir Kesit - Amin Maaluf adlı yazarın semerkant kitabından..

Alpaslan 1071 yılında Malazgirt savaşıyla Bizanslıları bozguna uğrattığı zamanlarda İran Sultan’ı Nasır Han’ın kızından dokuz çocuğu vardı. Fakat bu akrabalık ilişkileri kimseyi aldatmaz; Alpaslan’ın bir gözü, Acem krallığının en önemli kentlerinden biri olan Semerkant’taydı. Bizanslılar karşısındaki zaferinden sonra Semerkant’a bir korku düşmüştü, çünkü sıranın kendilerine geldiğini biliyorlardı. Aslında ilk sıra hep bu kentteydi; Semerkant, Buhara ve İsfahan kentleri o dönemde tüm dünyanın hem kültür, hem bilim, hem ticaret merkezleriydi. Alpaslan sadece, Bizanslılarla takıştığı için rotasını değiştirip Anadolu’ya gitmişti. Şimdi asıl önemli olan kente doğru sefer başlamıştı.


Ancak Semerkant seferi Alpaslan’ın ölümüne neden olacaktı çünkü yol üzerindeki bir kale kuşatmasında direniş gösteren Harzemli Yusuf, kıyafeti içine sakladığı bir hançerle onu öldürdü. Alpaslan bu direnişçinin kim olduğunu merak edip onu huzuruna çıkarmasaydı durum farklı olurdu kuşkusuz. Yusuf, Alpaslan’ın huzuruna iki büklüm çıkartılmış ama gururlu Yusuf, kendisine efemine deyince Alpaslan sinirlenip okuna davranmış, fakat sinirinden eli titrediği için olsa gerek hedefi tutturamayınca Yusuf hızlı davranıp Alpaslan’ı hançerlemeyi başarmıştı.

Alpaslan dünyanın en büyük devlet adamlarından biri olarak adını tarihe yazdırabilecekken onun bu özelliği hem ününe hem hayatına mal oldu. Dokuz çocuğuna rağmen, kadınlara az ilgi gösterir diye düşmanları tarafından isim takılmıştı ve efemine tavırları yüzünden, haklı ya da haksız, bu ünü, henüz başlayan parlak saltanatına bir anda son verecekti.

Alpaslan’ın beklenmedik ölümü Semerkant’ta bayram havası yarattı. Acemlerin Sultan’ı Nasır Han, çok sevinmekle beraber sevindiğini gösteremiyordu çünkü karısı, Alpaslan’ın kızıydı. Selçuklu krallığına bir taziye heyeti hazırladı. Bu taziye heyetinde Ömer Hayyam’da bulunuyordu. Taziyeleri kabul eden Alpaslan’ın büyük oğlu Melikşah onyedi yaşındaydı ve ziyaretçilere nasıl davranması gerektiğini, “ata” diye hitap ettiği Nizamülmülk ona söylüyordu.

Nizamülmülk’ün bir düşü vardı: En güzel, en zengin, en istikrarlı, en iyi korunan devleti kurmak istiyordu. Her eyaletin, her kentin, içinde Allah korkusu olan, adil, vatandaşlarının şikayetlerine kulak veren yöneticilerce yönetilmesini istiyor, kurt ile kuzunun yanyana su içebileceği bir devlet düşlüyordu. Taziye kabulunda Ömer Hayyam’ın kulağına onu yanına beklediğini söylemişti çünkü Nişapurlu Ömer’in gökbilimci, matematikçi, tıp bilimcisi olarak sınırları aşmış bir ünü vardı ve Nizamülmülk’ün düşlediği devlette ona ihtiyaç vardı. Nizamülmülk, ondan, günümüzde istihbarat teşkilatı olarak adlandırabileceğimiz bir sistemi kurmasını istemişti. Fakat Ömer Hayyam kendisine verilen teklifin kendisine uygun olmadığını, yolda tanıştığı genç arkadaşının bu vasıflara daha çok uygun düştüğünü söyleyerek Rey’li genç arkadaşı Hasan’ı Nizamülmülk’e önerdi.

Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ten iş istemek için yola koyulduğunda böyle bir mevki aklında yoktu kuşkusuz. Ancak yolda bilgelerin bilgesi Ömer Hayyam’la karşılaştığında Tanrı’nın kendi yanında olduğunu anlamış olmalı; hele ki Nizamülmülk’ten istihbarat teşkilatı kurması için görev verildiğinde kendisinin seçilmiş biri olduğuna inancı tamdı.

Hasan Sabbah büyük Acem krallığının düşünü kuruyordu ve krallıkta Nizamülmülk gibi Türklere uşaklık yapan Acem döneklerin hiç yeri yoktu. Yıllar sonra, kendiside Melikşah’ın Selçuklu Devletinde hizmet alan bir Acem döneği olmakla kendini suçlayacaktı. Ama o sırada düşündüğü bu değildi. Melikşah’la yaşıttılar; on sekiz yaşında iki iyi arkadaş oldular. Hükümdarı kazanmak önemliydi. İlk iş olarak Nizamülmülk’ü devre dışı bırakmaya çalışması, kendi sonunu hazırladı. Nizamülmülk ondan daha tecrübeli biriydi kuşkusuz; Hasan hazine konusunda üzerine aldığı bir işi “raporumu tamamladım” diyerek Melikşah’ın karşısına çıktığı vakit elinde tuttuğu sayfalarda tam bir tutarsızlık ve karmaşa gördü çünkü birlikte çalıştığı adamların Nizamülmülk tarafından aleyhte kullanılması çok kolaydı. Melikşah Nizamülmülk’ten kuşkulanamazdı; Hasan Sabbah’ı ölümle cezalandırdı ancak o dakikada hükümdarı sürgün cezasının yeterli olacağına ikna ederek Hasan Sabbah’ı ölümden kurtaran yine Ömer Hayyam oldu. Kaşan kentindeki konakta ilk tanışmalarında Hasan mevcut tüm kitapları ezberden okuyan ve kendisini etkilemiş bir bilgindi; kendi eliyle Selçuklulara getirdiği, arkadaşlık ettiği birinin ölümüne razı olmazdı.

Hasan sürgünden yedi yıl sonra kendine essasin (aslolan; gerçekçi) diyerek Acem krallığında bir derviş olarak ortaya çıktı. Nasır Han ölmüş yerine oğlu Ahmet geçmiş ve Hasan’ın bilgeliğinden etkilenmişti. Selçuklulara ise Melikşah ile veziri Nizamülmülk hükmetmeye devam ediyordu. Nizamülmülk için Hasan’ın ortaya çıkışı açık bir tehditti. Kendi istihbaratı ona Hasan’ın yakalanmasının an meselesi olduğunu söylüyordu ama Hasan hiçbir zaman ele geçirilemiyordu. Bu sayede hem Hasan’la karşı karşıya gelme fırsatını yakalamış olacak hem de Semerkant’ı Hasan’ın sapkın düşüncelerinden kurtaracaktı. Ancak Melikşah’ın karısı Terken Hatun, önünde bir engeldi. Terken Hatun, Semerkant’ı yöneten Nasır Han kardeşiydi ve şimdi başta olan Ahmet’te onun yeğeniydi.
Nizamülmülk’ün Terken Hatun’a, Hasan’ın Ahmet’i kandırdığını ve sefere çıkması gerektiğini söylemesi inandırıcı olmazdı; çareyi Hasan ile Ahmet’in sıkı arkadaş olduklarını gizlemekte buldu. En iyisi bu arkadaşlığı gizlemek ve onların birbirlerine düşman olduklarını söylemekti çünkü Terken Hatun kardeşinin soyunun Semerkant’ta hüküm sürmesinin Selçuklu saray kadınları arasında kendine yarattığı ayrıcalığın farkındaydı ve bu avantajı kaybederse Selçuklulara varis olarak kendi oğlunu bırakması güçleşirdi; Melikşah’a sefere çıkmasını ve yeğeni Ahmet’i Hasan’dan kurtarması gerektiğini kendisi söyledi. İki haftalık savaştan sonra Nizamülmülk’ün oyunu ortaya çıktı ve Selçuklu hanedanı ile arasındaki ilişki onarılmaz bir biçimde bozuldu. Hasan ise bu olaydan önemli bir ders alarak ucuz kurtulmuştu; artık hükümdarları kazanmaya çalışmayacaktı. Bundan böyle onların tam karşısında olacaktı. Dünyanın ilk terör örgütü Essasinler böylece kuruldu.

Hasan’ın, dünyanın ilk istihbarat teşkilatını yönetmiş biri olarak, bu terör örgütü için idari tecrübesi vardı, insanları etkileme ve yöneticilik derslerini sürgünde olduğu yıllarda Kahire’deki El Ezher medresesinde almıştı.Kısa zamanda kendilerine “dinin gerçekçileri” diyen essasinler, hükümdarların, valilerin, kadıların ölesiye korktukları bir örgüt oldu. Karşılarında hissettikleri ise sadece çaresizlikti. Çünkü essasinler ölmekten korkmuyorlar, eylemden sonra hiçbir yere kaçmıyorlardı. Bu yüzden onların haşhaşla kafayı bulmuş olduklarına inandılar, Hasan’ın bu adamları haşhaşla kontrol altında tuttuklarını söylediler. Bu terör örgütüne Haşhaşinler dediler.

Haşhaşinlerin lideri, Hasan Sabbah adıyla kendinden sonraki kuşaklara bile korku salmaya devam etti. Oysa Haşhaşinlerin haşhaş kullandığı iddiası yalandı. Hasan Sabbah Nizamülmülk’e ikinci kez yenildikten sonra, artık Selçuklu ve Acem krallıklarında gizlenme ihtiyacı duymamış; kartal yuvasını andıran sarp kayalıklardaki Alamut kalesini alarak kendilerine üs edinmişlerdi. Hasan Sabbah bu kaleden tüm Acem ve Selçuklu hükümdarlarına korku salmaya devam etti. Bu örgütün üyeleri eylem yapacağı kişiyle arkadaş olurlar, onların dilini şivesine kadar önceden çalışırlar, hiç dikkat çekmezler ve en umulmadık zamanda hançerini çıkartıp öldürürlerdi. Böylesine planlı bir çalışma ve ölüme karşı duyulan özlem, haşhaşla değil; inançla açıklanabilirdi. Haşhaşinlerin çok bağnaz bir imandan başka uyuşturucuları yoktu. Hasan Sabbah, kalesinde içki ve müzik dahil her türlü eğlenceyi yasaklamış biriydi. Kalesinden hiç çıkmaz tüm zamanını kendi hazırladığı, doğunun en eşsiz kütüphanesinde geçirirdi. İstihbarat kaidelerince kalesini yönetirdi ve cezaları açık ve sertti. Yalan yanlış bilgileri bile derhal cezaya bağlardı. Haklarındaki ihbarlar yüzünden iki oğlunu öldürmüştü. Dinsizlikle suçlana oğlunun ikiyüzelli yandaşını öldürtmüş ve diğer ikiyüzelli yandaşınıda arkadaşlarının cesetlerini sırtlarında taşıtarak kaleden kovmuştu.

Nizamülmülk ise Selçuklu Hanedanıyla arası açıldıktan sonra “Siyasetname” sini yazmaya koyulmuştu. Kitabını yetiştirmeye çalışıyordu çünkü Bağdat seferine katılması gerekiyordu. Nizamülmülk o günlerde rüyasında peygamberi gördü. Peygamber rüyasında şöyle demişti ona: “Sen İslam’ın temel direğisin; kendi ölüm tarihini seçme hakkını sana veriyorum.” O da “Ben Melikşah’ın doğduğunu, bana baba dediğini bilirim, onun ölümünü bana gösterme” diyerek yanıt verdi. Peygamberde bunun üzerine Melikşah’dan kırk gün önce öleceğini kendisine müjdeledi. Nizamülmülk bu rüyayı Melikşah’a anlattığında belki Melikşah bu tehditten yılmış olabilir ama Terken Hatun, planı çoktan yürürlüğe koymuştu. Nizamülmülk Alpaslan’dan bu yana Selçuklu Hükümdarlığının temel direği olmuştu ve ülkeyi ikiye bölecek kadar güçlüydü. Terken Hatun onu açıkça öldüremezdi. Bunun için Hasan Sabbah’ı kullanmaya karar verdiler. Nizamülmülk’ü bir Haşhaşin Bağdat seferi sırasında hançerledi. Haşhaşin kaçmadı doğal olarak, oracıkta onun da boğazını kestiler. Nizamülmülk Bağdat Seferinin kendi ölümü için hazırlandığını bilecek kadar tecrübe sahibiydi ama umursamıyordu çünkü mide kanserinden dolayı günleri sayılıydı ve de siyasetnamesini bitirmişti. Bu kitap batı dünyası için Macciavelli’nin Prens’i neyse, doğu içinde öyle olacaktı.

Nizamülmülk’ün adamları sözünde durdular ve Melikşah’ı kırk gün içinde zehirleyerek öldürdüler. Melikşah kendinden önceki tüm Türk sultanlar gibi hükümdarlık için varis bırakmadı. Terken Hatun’un üç oğlu vardı. İlk iki oğlunu sırayla Melikşah’a varis seçtirmişti ama bu çocuklar anlaşılamaz nedenlerle öldüler. Terken Hatun’un üçüncü oğlu henüz bir yaşında olduğu için Melikşah diğer saray kadınlarının baskısıyla bu bebeği varis ilan edememişti. Melikşah’ın hayatta kalan büyük oğlu Berkyaruk başa geçti. Terken Hatun Berkyaruk’u öldürmek için yeterince vakit bulamadı; adamları Berkyaruk’u esir aldıklarında kendiside Nizamülmülk’ün adamları tarafından öldürülmüştü.

Hasan Sabbah Alamut kalesinde 80 yaşında öldüğü vakit, varis bıraktığı imam onun odasına girmeye korkmuştu. Bu korku öylesine güçlüydü ki iki kuşak sonrasında bile Alamut’taki tüm yasaklar sanki Hasan Sabbah hayattaymış gibi devam ediyordu. Ancak üçüncü kuşak veliahtı kurtarıcı ilan edebildiler. Bu veliaht kendisinin beklenen kurtarıcı olduğunu söyleyerek Alamut tahtına çıktı ve artık imtihan zamanının dolduğunu, tüm yasakların kalktığını, şeriat zamanının bittiğini ve artık cennet zamanına geçildiğini söyleyerek Haşhaşin tarikatına son verdi. Peşisıra Moğol istilası başgösterdi. Alamut Kalesine, Semerkant’a, İsfahana’a, Buhara’ya, tüm bu kentlerin zenginliğine, kültürüne, kütüphanelerine son veren, Cengiz Han’ın yakıp yıkan Moğol istilası oldu.

********


  Alıntı ile Cevapla
14 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.05.2012, 00:04   #2
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler Ve Hasan Sabbah

Haşhaşilerin Yöntemleri ve Amaçları
İsmaililer olarak da bilinen haşhaşiler varlıklarını (1090-1275 arasında) iki yüzyıl sürdürmüştür. Thugların aksine politik hedefleri olan bir organizasyondu bu. amaçları politik ve dini kurumları birbirinden ayrılamayan bir din olan islam'ı gerçekleştirmek veya saflaştırmaktı. thuglarla kıyaslandığında çok az ölüme ve ekonomik zarara sebep olsalar da haşhaşiler birçok ülkenin devlet düzenini ciddi biçimde tehdit ediyordu ki özellikle iran ve suriye'de yaygın olan selçuklular için büyük tehlike oluşturuyorlardı.

Weber (1955, s.2)'in de dikkati çekmiş olduğu üzere islam her zaman bu dünyadaki sosyal düzeni değiştirecek ahlaki bir mesajı yaymaya önem veren bir dindi. islam içerisinde terör ise hinduizm içerisinde olmayan ek bir özelliğe sahipti. thuglar üç öğe ile alakalıyken (saldırgan, kurban ve tanrı) haşhaşiler dördüncü bir öğeye ulaşmaktaydı: düşünceleri dikkat çeken olaylara çekilebilen genel veya ahlaki bir kitleydi bu. kendileri ile ilgilenen çoğunluklara ulaşmak için kitle iletişim araçlarına ihtiyaç yoktu zira öldürmeye niyetlendikleri kurbanlar kutsal yerlerde ve saraylarda katledilmektedi özellikle de bayram gibi çok fazla tanığın olduğu günlerde öldürülmektelerdi.

Dikkat çekmek ile anlaşılmak iki farklı şeydir ve durumun amacı bir kitle yaratmak ise tehdit edilenler teröristin mesajına kendi yorumlarını katarak tehdidin algılanmasını düşürmeye çalışırlar. bunu yapabilmeleri ihtimali eğer saldırgan yaptıklarından pişmanlık duyarsa veya en azından kaçarsa en fazlaya çıkar. ancak katiller loncasının doktrinleri her iki ihtimali de yokedecek biçimde yapılmış gibidir. yaptığı eylemin kitlesel bir nitelik kazanmasını amaçlayan bir kişinin kaçması pek mümkün değildir zaten. haşhaşiler yollayacakları katili hayatta kalabileceği düşüncesini bile aklına getirmeyecek biçimde koşulladıklarından kaçmayı bile denemez. silahı bir bıçaktır "ne zehir ne ok hep bıçak" ve bu silah seçimi bile onun yakalanmasını veya öldürülmesi için özel olarak tasarlanmıştır denilebilir. pek zaman "(katil) kaçmak için bir teşebbüste bulunmaz ve hatta bir görevden sağ çıkmanın utanç verici bir olay olacağı konusunda bir ima bile vardır". on ikinci yüzyılda yaşamış olan bir batılı yazarın kaleminden alırsak "aralarından birisi bu şekilde ölmeye karar verdiğinde şefin kendisi "kutsanmış" olarak addedilen bıçakları kendi elleriyle verir." (lewis 1967, s. 127)

Şehitlik, yani ölümü insanlara "gerçeği göstermek" adına gönüllü olarak kabulleniş, mesaj verme kaygısı taşıyan dinlerin merkezi ve hatta kritik denilebilen bir metodudur. bu sayede inananların şüpheleri yokedilir ve dini yayma kolaylaşır. haşhaşileri anlamak müslümanlık içerisindeki şehitlere, özellikle islam düşmanlarını öldürürken olan şehitliğe, verilen önemi kavramadan mümkün değildir. haşhaşi eğitimi açıkça takipçilerini şehitlik için hazırlayan bir eğitimdi. katilleri adlandırmakta kullanılan fidayeen (kutsanmış veya adanmış olanlar anlamına gelir) kelimesi onların (thugların kurbanları gibi) kendilerini bütün günahların pişmanlığından azat etmiş ve dolayısıyla "cennete girmeyi" haketmiş dini kurbanlar olarak görüldüğüne işaret eder. (kohlberg 1976 s. 72)

Hinduların tarihi sonu gelmez bir daire şeklinde düşünmesi thuggeeleri mümkün kılmıştır. mesaj kaygılı dinler ise tarihin bütün insanların mesajı duyup anlamasıyla gerçekleşeceği şeklinde unilateral bir bakışa sahiptir. bu amacın gerçekleşmemesi yüzünden bu dinler periyodik olarak varolan ikiyüzlü dini kurumların çürümesi yüzünden dinin gerçek mesajının olacak olan normalötesi olaylarla ortaya çıkarak toplumun inancının yenileneceğine dayanan binyılsal hareketleri olştururlar.

İslami binyılcı hareketleri büyük ölçüde (azınlık olan) şiilerle alakalandırılır. Zira onlar bir mehdinin ortaya çıkarak ortodoks kurumlara karşı yapacağı kutsal savaştan sonra islam'ı temizleyeceğine inanırlar. Bir dizi yahudi ve hristiyan mehdi hayallerinde şiddet var olabilir veya var olmayabilir ancak "mehdici teorinin temel kısmı cihadı mükemmel bir sosyal düzenin ortaya çıkartılması sürecinde yapılacak silahlı devrimsel bir mücadele metodu" olarak yorumlar. (hodgkin 1977 s. 307) inananın görevi mehdi gelip onu çağırana kadar inancını bütün tutmaktır.

İnanan kişiyi düşman müslümanlar arasında korumak için şiiler dini dissimulation'a yani takiyyeye izin vermiştir. Ayrıca saf olanların inançlarını, günümüzde savaş sırasında kandırmaca nasıl maruz görülüyorsa, saklamalarına da izin vardır. Eğer bir fırsat çıkarsa şiiler "dillerini kullanmalı" veya dini inançlarını açıkça yaymaya çalışmalıdır ancak kılıçların çekilmesi mehdi'nin gelişinden sonra olacaktır.

Haşhaşiler diğer müslümanlara karşı kılıçların çekilmesini, gerçekten inanan kişinin başka silahlar kullanabilmesi ve hatta mehdi'nin gelişini hızlandırmak için yapması gereken şey olarak yorumlamıştır. bu bağlamda belli silahlara dini önem atfeden daha önceki islami binyılcı hareketlerine benzerler. sekizinci yüzyılda varolan bazı kültler kurbanlarını boğmuş ve hatta bir tanesi kurbanlarını tahta sopalarla ölene kadar dövmüştür. (friedlaender 1907, 1909; watt, 1973, s. 48) her durumda seçilen silah kaçışı engellemekte ve şehitliği vurgulamaktadır.

Haşhaşiler dinlerinin "dillerini kullanarak" gerçek anlamını diğer müslümanlara yaymaya çalışan misyonerleri organize eden daha aktif şii elementlerden köklenmiştir. her ne kadar kökleri iran'a dayansa da pek çoğu mısır misyoner okullarında eğitilmiştir bu misyonerler. mısırdaki şii (ismaili) devletinin binyılsal doktrinleri destekleme özellikleri azalınca haşhaşilerin kurucusu kendi bağımsızlığını ilan etmiş, alınamaz olarak görülen birkaç dağ kalesini ele geçirmiş ve onları bütün anlamda mültecilere açmıştır. burada haşhaşilerin kanunun yokolduğu ve insan doğasının mükemmelleştiği harmoni içerisinde anarşik bir durum olarak tarihin mesihsel tamamlanmasını öngören sistematik bir gnostik teoloji oluşturduğunu görüyoruz.

Thuglar gibi haşhaşiler de devlet sınırları arasında sürekli hareket halindelerdi. ancak ikisi arasındaki farklar önemlidir. thuglar kendilerini kar ve kendilerinin o prensin ülkesi dışarısında hareket etmelerine söz vermeleriyle koruyacak prenslerle anlaşmalar yparken haşhaşiler islam'ı tekrardan tek bir topluluk olarak oluşturma amacını güttüklerinden doktrinleri gereği varolan bir islam devleti içerisinde varolamayacak uluslararası bir komplo oluşturma hedefindelerdi. dolayısıyla dağınık dağ kaleleri veya şehir devletlerinen oluşan kendi devletlerini kurmak zorundalardı.

Belki de tarihte ilk defa bir devletin temel varoluş amacı uluslararası terör yaratmaktı. devlet bir dizi gerilemeden sağlam çıkacak, ve sağlam çıkan, etkili ve dayaniıklı bir organizasyonun yaratımı için imkanlar sağlıyordu. daha önceki binyılsal birliktelikler çok dağınıklardı, üsleri rahatlıkla ulaşılabilir haldeydi ve onların sonuç olarak önemsizlikleri tarihçilerin bile onları kaale almamasına yolaçıyordu ki onları bize bilinebilir kılacak tek kaynak tarihçiler idi. izolasyon haşhaşilere yarı monastik bir yaşam sürdürmelerine ve liderler, misyonerler ve fidayeen yetiştirmelerine imkan verecek hem alanı hem de zamanı sağlıyordu. 50 yıl sonra şehir merkezlerindeki popüler desteği kaybetmelerine rağmen 150 yıl, ki moğol ve arap orduları devletlerini yoketmeseydi daha da uzun sürebilirdi bu varlık, varlıklarını sürdürmüşlerdir. (hodgson, 1955 s. 115)

İşlerini kolaylaştırmak adına, kendilerine sempati duyan şehirlerde kendilerine destek veren hücreler ağı oluşturmuşlardır. pek sık olarak devlet içerisinde anahtar rol oynayan kişiler, ama rüşvet ile, ama korkutma ile, ama kendilerinden yapmayla, haşhaşilere destek vererek onlara iç destek vermiştir. ortodoks müslümanlar içeriden verilen desteğin önemini anladıklarından haşhaşiler algıları düşmanlarını dost olarak gösterip manipüle etmiş, şüpheleri ve kafa karışıklığını arttırmışlardır.

Başarılı bir suikast politikası, öldürme eylemini misyonerleri korumak için gerekli bir ölçü olarak kabul edilmesine bağlıydı. bu sayede fidaykeen gibi profesyonel askerler, konvoyun kendisi saldırıya uğramadıkça savaşa girmeyen silahlı gemi eskortlarına benzetilirdi. (tugwell, 1979 s.62) kurbanlar, uyarıları dikkate almayan dini veya politik liderler olup bu kaale almayışları yüzünden yeni vaaz'ın duyulmasına engel olmak ve islam içerisindeki çürümenin karmaşıklığını gösteren insanlar olarak kendilerine yapılacak bir saldırıyı üstlerine çekiyorlardı.

Haşhaşi efsaneleri, her binyılcı grubunkiler gibi, aydınlatıcıdır. aralarından bir tanesi fidaykeen ile kurbanın ilişkisine dairdir. haşhaşiler genç bir üyeyi, devlet içerisinde yükselmiş bir memurun hizmetine verir. bağlılığı ve becerisi ile efendisinin güvenini yıllar içerisinde kazanan genç hizmetkar uygun bir zamanda bıçağı efendisinin sırtına saplayacaktır. kişisel veya normal hislerden olan bu olağanüstü bağışıklıkları yüzünden diğer müslümanlar tarafından "haşhaş yiyiciler" (hashashin) olarak adlandırılmışlardır. (her ne kadar kanıtlar herhangi bir uyuşturucunun kullanıldığını göstermese de takiye doktrini ve eğitimlerinin çocukluktan itibaren başlaması belki fidaykeen davranışını açıklayabilir) efsane de önemlidir çünkü bu duyulduğunda kitlenin bir tepki duymasına yolaçar. her yerde haşhaşiler korku ile karışık bir saygı duyurmuştur. kendi davalarına yakın olan insanlar bu adanmayı takdire şayan bulurken, kendilerine düşman olanlar bunu nefret dolu, iğrenç ve insanlık dışı bir fanatiklik olarak görmüştür. daha az belli olan ancak daha da ilginç olan şey, belki de ikisinin arasında kalan nötrlerin tepkisini görmek açısından bir ipucudur bu, katil teriminin ortaçağ avrupasındaki anlamının değişmesidir. en başta adanmışlığı imleyen bu kelime daha sonra hainlik ile öldüren kişiyi niteleyecektir (lewis 1967, s.3)

Bir suikast planının potansiyel kullanımı bellidir. dramatik bir biçimde ayarlanmış suikastler, bir olaya dikkatleri inanılmaz bir biçimde çeker. müslümanlık bağlamında da iktidarın kendisi oldukça kişiseldir "bir sultan öldüğünde orduları otomatik olarak dağılır. bir emir öldüğünde toprakları karmaşa içine girer" (hodgson 1955, s. 84). savaşa bir alternatif olarak düşünüldüğünde bu suikastler ahlaki bile görülebilir. katil belki ayrımcı olabilir; güçlü ve suçluya saldırırken olayda büyük ölçüde masum olan çoğunluğa dokunmaz.

Bir suikast poltikasının yarattığı problemler zaman içerisinde belli olmaktadır. bir dizi suikast olayların normal gidişhatı içerisinde yoğun bir sosyal düşmanlık yaratmalıdır; bazı liderlerin sahip olduğu popüler tanınma varolacaktır ve suikastlerin kendisi bir hainliği imleyecektir. "savaş içerisinde iyi niyet olabilir ama bu, önceden uyarmadan yapılan cinayette yoktur. her ne kadar müslümanlar... sıkça ... suikasti uygun ve ... sık ve kabul edilen bir politika olarak görse de bu (suikast) politika hem onları hem de bütün insanlığı korkutan bir hale gelmiştir" (hodgson 1955, s. 84). benzer bir mantık immanuel kant'ı (1948 s. 6) katilleri kullananları da suçlu olarak nitelemesine neden olmuştur çünkü böylesi bir güven kırılması nefreti arttırırken bir tarafın diğerini yoketmeden oluşabilecek barış ihtimalini azaltır.

Beklenilebileceği gibi ortodoksların verdiği tepki fidaykeenlere sempati duyduğu düşünülen insanları öldürmek olmuştur (hodgson 1955, syflr 76-77, 111 - 113). haşhaşiler dikkate değer bir kendilerini sınırlama ile tepki vererek karşı saldırı fırsatlarını görmezden gelmişlerdir. şehirsel terör olayları, ortodoks kesimin evlerinin yakılması gibi olaylar olmuştur ancak bunlar o kadar düzensizdir ki asiler başka bir suikastin, bu tepkileri doğurduğunu düşünmüşlerdir. bu sınırlamanın politik sonuçları ise bellidir, kırk yıldan sonra haşhaşilere şehirden verilen destek kesilmiş ve katliamlar da durmuştur (hodgson, 1955 s. 115)

Tek ve stilize bir saldırı biçimine olan bağlılık kafa karıştıran bir niteliktedir. haşhaşilerin öncülü olan binyılsal gruplar suikasti çekici bulmuşlardır ama başka metotlar da kullanmışlardır. kendilerinden önce gelenlerden farklı olarak haşhaşiler diğer taktikleri kullanabilecek kaynaklara sahiptirler ve böyle yapmayarak kaybedecekleri de çok şey vardır. ancak yine de haşhaşi orduları sadece kendi şehirlerini korumuş ve karavanları yağmalamıştır, bunun nedeni olarak haşhaşi doktrini içerisinde savaş ve suikast arasında yapılmış olan bir ayrım gösterilebilir. bu örüntü, bu hareketin tarihinde taktik sebeplerden ötürü ortodoks bir topluluk olmaya karar verdiği zaman gözönüne alındığında bariz bir biçimde göze çarpar. "3. hasan şehirleri ve bölgeleri ele geçirmek için memurları ve kutsalları öldürmek için katiller yollamaktansa ordular yolladı; ve köylerde camiler ve hamamlar yaptırarak kendi hükümranlığını katillerin ini olmaktan çıkartarak komuları ile ailesel ittifak bağlarına sahip saygın bir krallığa dönüştürdü." (hodgson, 1955 syf. 217 - 239; lewis, 1967, s. 80).

Hristiyanların haşhaşiler ile olan çatışmaları da bıçağın sadece inanca ihanet eden kişiler için kullanıldığı, kılıcın ise bu inancı hiç kabul etmemiş kişilere özel kullanıldığı bakışını yansıtır zira haşhaşiler suriye'de istilacı haçlılar ile karşılaştıklarında fidayeen'lerini değil ordularını kullanmışlardır. (lewis, 1967, s. 108)

Taktiklerini değiştirmeye duydukları veya kaynaklarını daha etkili kullanmalarına yönelik özel direnişlerinin kökleri, bütün binyılcı grupların doktrinleri gibi, ana dinin temel yargılarının tekrardan yorumlanmasında aranabilir. binyılcılar için bu temeller dinin başarısının sebebidir ve bu temellerden vazgeçilmesi dinin sözünün gerçekleştirilememesinin de nedenidir. muhammed'in hayatı haşhaşi stratejisine bir model olmuş olabilir. grup, mesela, ıssız alanlardaki barınaklara (dar-el hijra) çekilerek başlamıştır, ki bu karar "muhammed'in hayatından yapılmış olan bir taklittir" zira kendisi de mekke'deki insanları kendi dinine çekemeyince kendsine daha dost olan medine'ye kaçmıştır. "medine islam'ın ilk dar-el hijra'sıdır, ilk sığınılan yerdir ki buradan zafer ile, kişinin kendisinin suçlanarak kaçtığı, inanmayan topraklara zafer ile dönülmüştür" (hodgson, 1955, syf. 79-80). islam takvimi bu olaya dayanır ve kişinin tekrardan başlamak üzere kendisini çekişi islam içerisindeki binyılcı grupların ve mısır'daki müslüman terörist grupları üstünde yapılan araştırmalara göre günümüzde de devam eden bir şeydir. (hodgkin, 1977; ibrahim, 1980)

Suikastin diğer özellikleri de müstehcen bulunmuştur. haşhaşilerin yaptıkları işler kendi inançlarındaki yetersizliklerin bedelini ödemek veya telafi etmek için yapılan şeylerdir. normal sınırlamaları veya kurbana duydukları kişisel bağlılıkları aşma becerisi adanmışlığın ciddi bir ölçüdür. örneğin her olayda suikastçi ve kurbanı akrabadır ve aralarındaki bağdan daha güçlü bir bağ yoktur diye bilinmektedir. kurbanların kendilerini savunma ihtimali de yoktur (uyuyor olabilirler kadın veya yaşlı adamlar olabilirler) ve pek zaman saldırganın merhametini duyduran meşgalelerle uğraşmaktadırlar (çocukları ile oynuyordur veya sevişiyordur vb.). muhammed'in bilinen takipçileri olarak suikastçiler kurbanlarına sadece kendi inaçlarını reddederek veya allah'ın peygamberini reddederek ulaşabilirler. (terrorism in perspective - pamala l. griset / sue mahan - sage publications 2003, sy 20-24)

*******

[MEDIA]http://storagestart.divshare.com/launch.php?f=17932062&s=49e[/MEDIA]
  Alıntı ile Cevapla
13 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.05.2012, 00:11   #3
Çevrimdışı
Sevda
Dönersen Islık Çal..

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler Ve Hasan Sabbah

Amin Maalouf'un Semerkant isimli kitabında Hasan Sabbah , Alamut Kalesi ve Haşhaşiler ( Esasiyim ) hakkında detaylı bilgi sahibi oldum.

Nizamülmülk'ü bile yerinden eden çok keskin bir zekası varmış.

Detaylı bilgi için teşekkürler SerseriGezgin
  Alıntı ile Cevapla
10 Üyemiz Sevda'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.05.2012, 00:23   #4
Çevrimdışı
Subutay
Eflamor

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler Ve Hasan Sabbah

Şimdilik sadece linkini alabiliyorum okumaya fırsat bulurum umarım.
__________________
Asya boz kırlarında bir bebek dünyaya geldi. Bu bebeğe asya stepleri beşik oldu. Rüzgarlar şarkı söyledi ona. Yıldızlar yol gösterdi. Yağmurlar yıkadı. Bu bebek büyüdü ve ona Türkadını verdiler. Türk büyüdü kasırga oldu tayfun oldu. Türk budur. Türk tayfundur, kasırgadır, Boradır. | Mustafa Kemal Atatürk.






la şey e vaki ün mutlak bel küllün mümkin
nisi credideritis non intelligentis
  Alıntı ile Cevapla
5 Üyemiz Subutay'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 04.07.2012, 23:58   #5
Çevrimdışı
Cliff Durden
... Cliff 'Em All...

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler Ve Hasan Sabbah

Tarihte hakkında en çok gizem üretilen konulardan biri olsagerek.. O kadar ki, assassin's creed serisinin ilk oyununda da buna yer verildi..

Bir süre sonra nasıl bir cesaret kazanmışlarsa artık, suikastlerden sonra suikastçılar kaçmaya bile çalışmıyorlar, garip birşey
__________________
Yerli dizilerle ilk tanışmam TV'de değildi. 12 yaşındaydım, bir ilçede arkadaşlarla geyik yapıyorduk. Arkadaş bir diziden bahsetmişti:

''Abi şimdi bir adamın yengesi var ona yürüyor, yenge de çocuğa yürüyor, amca teyzeye yürüyor...''

Ana fikir açık, basit ve doğruydu. En sonunda Cem Yılmaz ve diğerlerinin öğrendiği şeyi öğrendim;

Bahçevan aşçıya, aşçı evin büyük oğluna, büyük oğul yengeye, sonra hep beraber uşağa

Kurt Sutter bazılarının neyine la, bu imza yeter. He bu suç değildir inşallah.
  Alıntı ile Cevapla
6 Üyemiz Cliff Durden'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 05.07.2012, 13:08   #6
Çevrimdışı
Karagöz
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler ve Hasan Sabbah

Herkese kafa tutarsın ama Moğollar'a asla. Denemeyi düşünmek bile daha fazla can kaybından başka bir şey kazandırmaz... Üzüldüm diyemem bunlar için. Moğollar'ın eline sağlık
__________________
  Alıntı ile Cevapla
5 Üyemiz Karagöz'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 05.07.2012, 13:35   #7
Çevrimdışı
Ilgın
Gerçek Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler ve Hasan Sabbah

Gerilla Harekatının ilk temsilcisi değildir Haşaşiler. Suikast timlerini tamamen Haşaş özü ile cesaretlendirip her yere göndermişlerdir. Bu yüzden görünmeyen suikastciler adı ile nam salımışlardır. İslam anlayışının içinde ilk kez Ezoterik bir hareket oluşu da ayrı bir öneme sahiptir.

Pol Amir'in "Alamut'un Efendisi Hassan Sabbah" isimli eserinde Roman konseptinde de olsa tarihin bir çok gerçeğini görebiliyoruz.

Haşhaşi'lik Batıniliğede dayansa Din eksenli bir hareket değildir. Tamamen Ganimet kültürüne dayanmaktadır. Selçuklu Devletinin bunlarla başa çıkamamasının tek nedeni, Haşhaşi'lerinde Müslüman oluşuydu. Moğollar'ın böyle bir sorunu yoktu ve bu kültürü Dünya haritasından sildiler.
__________________
Kader, çadırındaki kilim gibidir. İpliğini Tanrı verir sen dokursun
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ilgın'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 05.07.2012, 13:51   #8
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler ve Hasan Sabbah

Moğolların alamut kalesindeki yazıtları yakmalarını anlamak mümkün bile değil.. bu yazıtların günümüze ulaşmasını çok isterdim..
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 11.08.2012, 01:12   #9
Çevrimdışı
lejyoner
Yeni Üye
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler ve Hasan Sabbah

pers prensi zamanın kumları filmindede gösterilmiş o filmi izleyincede alamut anlatılıyor
  Alıntı ile Cevapla
Eski 11.08.2012, 01:28   #10
Çevrimdışı
Insanlikarayan
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu - Haşhaşiler ve Hasan Sabbah

Alıntı:
Orjinal Mesaj Sahibi lejyoner Mesajı göster
pers prensi zamanın kumları filmindede gösterilmiş o filmi izleyincede alamut anlatılıyor

Hadi gene mezarlikta hos geldin demiyeyim dedim, ugursuzluk getirir belli olmaz.

Bir bakiyorum, burada buldum.

Hadi bari burada HOSGELDIN diyeyim bari.

Su yanisirada konuya bir cevap yazmayida düsünüyom tabiki.

Tarihin İlk Suikastçiler Ordusu

Bu burada böyle birakilamaz, sanirsam.

Dünyada en eski, halbuki firevun zamanlarina dayanan suikastcilar ordusu, ayni zamanda simdiki zamanimizada hic dagilmamis.

Kendisinin, simdiye kadar gizliligini saglayabilen, Mosad.

Firevun zamanlarinda köle olarak kendilerini tanitip, firvunlarin koynu altinda faaliyetlerini sürdürüp, milleti sömüren, bir toplum.

Cogunlukla, suikastta cok becerikli, ve yanlis tarafa dogru izleri birakabilen örgüt.

Avrupadada zamaninda Ispanya kiraliyeti altina siginmis, foyasi meydana ciktiktan sonra, kiraliyetten takibe alinmis millet.

Zamaninda Osmanlilar bu itlere kanip, simdiki suriye topraklarinda yerlesmelerini saglamis toplum, kendini toparlayip, yeniden köle muamelesine katlanarak Avrupaya girmeye basarmistir.

Cesitli kiraliyetler arasinda, ispiyonculuk yapip, bir birilerine düsmanligi ayakta tutmustur.

Simdiki son faaliyeti sadece Rus liderini degil beni bile sasirtmis diyebilirim, halbuki Putin bunlari kisa bir zaman evvel devletlerinden atmis bir lider.

Bahsettigim dava, Putinin elini bir Rabinin, Israelde öpmesi.

Bakalim ne halt etmeye yeniden calisiyorlar, Putinde buna sasirip, tabiki elini hemen cekmis, AAAmaaa, tabiki bu resimler bir ara daha medyayi oyaliyabilir.

belkide su son haberlerden sonra, "Baska" elini kana bulayacak liderler lazimdir diyede düsünüyorum.

http://www.habervakti.com/news_detai...tails&id=74785

Dikkatinizi, asagida bulunan yorumada cekeyim bari, ah neden olmasin.

Yazari ben degilmiyim, suraya yerlestireyim bari.:

Alıntı:
Cetin - Ha ha.
Bayagi sürdü yani Obamanin bunu anlayabilmesi icin.Insallah, bu söyledikleri Zionistleri kizdirip, Romney´in basa gecmesini saglamaz.Tabiki bu Zionistlerin isine daha cok yarar, sadece, su secim turunda görülenler Zionistleride caydirmis olmasi lazim.Gerci Salak liderler, daha iyi yönlendirilebilir, sadece bu adamin zekasi, kontrol altinda tutulabilecek vaziyette degildir.Sunu yapayim diye, tam tersini yapma tehlikesi cok fazladir.Onun icin bu risikoya Zionistler girmez.
__________________

-Gurbet Ellerde Aldatılamadı-





Türkiyede
yasamasa bile!.
Ne Mutlu Türk'üm Diyebilene!.
  Alıntı ile Cevapla
Insanlikarayan'in Mesajına Teşekkür Etti
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
haşhaşiler, sabbah, suikastçiler, tarihin


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:28.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.