Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türk ve Dünya Tarihi > Dünya Tarihi > Dünya Tarihinde Yer Alanlar

Dünya Tarihinde Yer Alanlar Dünya tarihinde yer alan olay ve portreler


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 08.05.2015, 22:58   #1
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri






Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri

  • Mao Zedong (Çin)

  • Stalin (Rusya)

  • Pol Pot (Kamboçya)

  • Saddam Hüseyin (Irak)

  • Kim Il Sung (Kuzey Kore)

  • Mohammed Suharto (Endonezya)

  • Yakubu Gowon (Nijerya)

  • Mengistu Haile Mariam (Etiyopya)

  • Omar Hassan al-Bashir (Sudan)

  • Idi Amin (Uganda)

  • Fidel Castro (Küba)

  • Hafız Esad (Suriye)









Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucu ve önderlerinden.


Çin'in Hunan eyaletinde doğdu. 1943'ten itibaren ÇKP Politbüro Başkanı, 1945'ten itibaren ÇKP Merkez Komitesi Başkanı.


Mao hakkındaki tartışmalar ölümünden yıllarca sonra bile hâlâ devam etmektedir. Taraftarlarına göre Mao, büyük bir devrimci önderdir ve görüşleri Marksizm'in gelişmiş yorumunu oluşturur. Çin'deki destekçileri, Mao'yu 20. yüzyıldaki büyük Çin devletini yaratan siyasi ve askeri lider olarak görürler. Günümüz modern Çin'inin Sun Yat-sen'den sonraki mimarı olarak görülmektedir.

Mao; Sağcı Karşıtı Kampanya, Büyük İleri Atılım, Kültür Devrimi gibi isimler verdiği, kollektifleştirmeyi de kapsayan çeşitli sosyo ekonomik projeler geliştirdi. Bu projeler sayesinde güçlü, müreffeh ve eşitlikçi bir Çin yaratmayı hedefledi.

Günümüzde Çin'de hâlâ resmen saygı görmekle birlikte Çin hükumeti adını nadiren anmakta, Maoist siyasetten gitgide uzaklaşmaktadır. Ölümünden sonra Mao'nun Çin siyaseti üzerine olan etkisi giderek azalmıştır.



Mao, Çin'de gerilla savaşının örgütleyicisi, planlayıcısı ve önderidir. O zamanlar 400 milyonu bulan bu köylü ülkesinde gerçekleşen devrim, esas olarak Mao Zedong'un eseridir.

1927 bahar ve yaz aylarında Kuomindang'ın birleşik cepheye ihanetiyle ortaya çıkan kaos ortamından zorlukla kaçtı. Karısı öldürüldü. Aynı yıl Hunan'da Güz Hasadı Ayaklanmasını yönetti, ancak başarısız oldu. Burada da Kuomindang askerlerinin elinden kurtulmayı başardığında kurşuna dizilmeye götürülüyordu. Artık bir avuç kalmış takipçileriyle birlikte Güneydoğu Çin'deki Jinggang dağlarına gittiler. Burada 1931-1934 yılları arasında bir kurtarılmış bölgede Çin Sovyet Cumhuriyeti kuruldu ve Mao da onun başkanı seçildi. Aynı yıllarda He Zizhen ile tanıştı ve evlendi.

Mao burada Zhu De'nin yardımlarıyla küçük ama etkili bir gerilla ordusu kurdu. Toprak reformu hareketi başlattı. Şehirlerdeki komünist kırımından kaçanlara sığınak sundu. Bu sırada Kuomintang baskısı artarken ÇKP içinde de liderlik yarışı ortaya çıkmıştı. Mao görevinden uzaklaştırıldı, yerine de o sırada Moskova'dan yönlendirilen (veya ÇKP yöneticilerinin Moskova'dan yönlendirildiğini iddia ettikleri) çizgiye sadık olan Zhou Enlai'ın da içinde olduğu kişiler geçirildi. Bunlar "28 Bolşevik" olarak tanınacaklardır.

Komünizm karşıtlarının başındaki isim olan Kuomindang lideri Çan Kay Şek, komünistleri ortadan kaldırmaya kararlıydı. Gerek bu dönemde ÇKP içinde şabloncu çizginin hakim olmasının, gerekse de Çan Kay Şek'in bu kararlılığının neticesi olarak komünistler "uzun yürüyüş" olarak anılan bir geri çekilmeye başladılar. Çin'in güneydoğusundan kuzey batısına kadar yürüdüler; ki bu, toplam 9.600 km kadardır. Mao'nun tepedeki komünist lider olarak tanınması bu yürüyüş sırasında olmuştur; bunda en etkili olay ise, Zunyi Konferansı ve Zhou Enlai'ın Mao'nun saflarına geçmesidir. Bu konferansta Mao, ÇKP Politbürosu'nun İcra Komitesine seçildi.

Uzun Yürüyüşün sona erdiği Yan'an'daki üs bölgesinden, Mao 1937-1945 arasındaki Çin-Japon Savaşı'nda Japonlara karşı direnişi yönetecektir. 1942'de ise ÇKP içindeki rakip önderlere karşı düzeltme harekatı başlatarak önderliği kesin olarak ele alacaktır.

Yine bu dönemde He Zizhen'den ayrıldı ve oyuncu Lan Ping ile (Jiang Qing olarak bilinir) evlendi.

Çin-Japon Savaşı sırasında Mao ısrarla Kuomintang'la bir ittifak arayışına girdi, bunda başarılı da oldu. İttifak kuvvetleri içinde zaman zaman çatışma çıksa ve hatta Kuomindang ÇKP kuvvetlerini çatışmaların büyük bölümünde yalnız bıraksa dahi, sonuç, Halk Kurtuluş Ordusu'nun ve ÇKP'nin yüzmilyonlarca insanın kafasında meşrulaşması oldu. Bu dönemde ÇKP hemen sadece düşman birliklerinden yardım alıyordu; oysa ABD sürekli olarak Kuomindang kuvvetlerini teçhiz ediyordu.

Bununla birlikte daha o dönemde ABD Mao'nun kuvvetlerinin önemini belli belirsiz kavramış görünüyor; bunun en belli başlı örneği, 1944'de Ya'nan bölgesine gönderilen Amerikan diplomatı Dixie misyonudur.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra da ABD Çan Kay Şek kuvvetlerine yardıma devam etti. Oysa bu sırada ÇKP ve Kuomindang arasındaki ittifak sona ermiş ve yeni bir iç savaş başlamıştı. Dolayısıyla ABD, açıkça bu çatışmada taraf oluyordu.

Bu dönemde Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği de ÇKP birliklerine yardımda bulunuyordu, ancak bunların çok az ve esasen de Japon birliklerinden kalan teçhizatlar şeklinde olduğu biliniyor.

21 Ocak 1949'da Kuomintang kuvvetleri ÇKP kuvvetlerine karşı çok ağır yenilgiler aldılar. Kurtuluşun ilanından sonra kıta Çin'inde kalan son Kuomindang çekirdeği de 10 Aralık 1949'da Chengdu'da yok edildi. Çan Kay Şek de aynı gün Tayvan'a kaçtı.


Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşu bu halk savaşının neticesinde olmuştur. Savaş Çin'de, önce savaş ağaları ittifakı olan Kuomindang partisiyle iç savaş, sonra Japonlara karşı direnme savaşı ve son olarak da bir kez daha Kuomindang partisiyle iç savaş biçiminde gelişmiştir. Mao'nun 1 Ekim 1949'da Pekin'deki Tiananmen meydanında yaptığı açıklamayla Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuştur.

İktidardayken Büyük İleri Atılım'la Çin'in sanayileşmesini sağlamaya çalışmıştır. Stalin'in 1953'te ölümü ve Kruşçev'in 1956 20'nci Kongre raporuyla birlikte Sovyetler Birliği'yle Çin arasındaki ilişkiler gerginleşmiş, daha sonra da Sovyetler Birliği'nin sosyal emperyalist olduğu teorileri ortaya çıkmıştır. Mao bu gerginliğin başlarında haklı bir noktadayken daha sonra milliyetçi bir anlayışa kaymış, bu durum bütün Çin'in geleceğini de etkilemiştir. 1966'da başlatılan "Büyük Proleter Kültür Devrimi" ile birlikte bütün Çin sathında geniş kapsamlı bir ideolojik eğitim başlatılmış, ama iki çizgi mücadelesi teorisi nedeniyle hiziplerin meşru görülmesi sonucu bu da kalıcı bir sonuca ulaşamamıştır. Sosyalizmin inşasında yapılan yanlışlar ve parti içi mücadeleye yanlış bakış, Çin'in uzun bir süre bir ileri bir geri gidiş gelişlerinin de nedenidir.

1954-1959 yılları arasında Mao ÇHC başkanı olarak görev yaptı. Bu dönemde Pekin'deki yasak şehirde bulunan Zhongnanhai'da kaldı. Yasak şehirde bugün de o dönemden kalma yüzme havuzu ve diğer binalar vardır. Mao çalışmalarını esas olarak buradan sürdürüyordu.

İktidarı aldıktan sonra Mao 1958'e kadar süren bir kollektivizasyon kampanyası başlattı. Bu sırada enflasyona karşı sert bir fiyat kontrolü ve eğitimsiz köylü nüfusu için de yaygın bir okuma yazma kampanyası başlatıldı. Toprak, toprak ağalarından alınarak yoksul köylülere dağıtıldı. Geniş kapsamlı sanayileşme programları uygulanmaya çalışıldı. Bu dönemde Çin'in yıllık büyümesi, kültüre gelişme bir tarafa konulacak olursa, yüzde 4 ila 9 arasındadır.

Yine bu dönemde Yüz Çiçek Kampanyası başlatıldı. buna göre, herkes Çin'in nasıl yönetilmesini istediğini söylemekte serbestti. İfade hürriyeti tanınmasıyla ÇKP'ye yönelik burjuva liberal çevrelerin eleştirileri de arttı ve bunlar örgütlenmeye başladılar. Parti bunların yapıcı eleştiriler olduğunu düşünüyor ve bu yüzden cesaretlendiriyor ve hoşgörü gösteriyordu. Bununla birlikte birkaç ay sonra tehlike büyüdü ve Sağa Karşı Harekat başlatıldı.

Yine 1958'de Büyük İleri Atılım başlatıldı. Bu, Sovyet sanayi modelinin dışındaydı; bu yüzden parti içinde de muhalefetle karşılaştı. Buna göre Çin tarımı kollektivize edilecek ve kırsal alanda endüstri özendirilecekti.

Başlangıçta Büyük İleri Atılım gerçekten büyük başarı gösterdi. Ancak Mao'nun da içinde olduğu parti çevrelerinde bu başarının daha da artırılabileceği düşünceleri de yaygınlaştı. Artan sayıda köylüler çelik üretimine kaydırıldı.

Bu nedenlerle 1959'da Büyük İleri Atılım bir felakete yol açtı. Gerçi çelik üretim hedeflerine ulaşılmıştı ama açığa çıktı ki bunların önemli bölümü kullanılamaz durumdaydı.

Yine aynı dönemde Çin-Sovyet ilişkileri de bozuluyordu. Kruşçev bu nedenle Çin'e Sovyet yardımını kesti; buna karşı tepki ise Çin'de Sovyet düşmanlığıyla karakterize olan milliyetçiliğin tırmanması oldu. Artık Sovyetlerle sınır çatışmaları bile görülmeye başlanmıştı. ÇKP tarafında ise ekonomide hatalar sürüyordu; gerçekçi olmayan tahıl talep ediliyordu. Böylece, savaş sonrası yeniden sanayileşme hamleleriyle bir parça düzelen ekonomi, açlıkla sonuçlandı. Bu dönemdeki felaketin sonuçları tam olarak bilinmiyor, ancak bazıları (örneğin Amerikalı tarihçi Edwin Moise) 12 milyon kadar insanın öldüğünü iddia ediyorlar.

Bunların sonucu olarak parti içinde çatışmalar da artıyordu. Liu Shaoqi ve Deng Xiaoping'in de aralarında olduğu bazı önderler Mao'yu iktidardan uzaklaştırarak ona sembolik görevler yüklemek istiyorlardı. Böylece Mao'yu marjinalize etmeye başladılar; 1959'da da Liu Shaoqi devlet başkanı oldu. Boylece Mao parti başkani oldu.

Kültür Devrimini başlatan esas olay da parti içi bu muhalefettir. 1966'da başlayan Kültür devrimiyle parti hiyerarşisi hiçe sayılarak iktidar doğrudan doğruya Kızıl Muhafızlara verildi. Bunlar çoğunlukla gençlerdi ve kendi mahkemelerini bile oluşturuyorlardı. Sonuçta yüzmilyonların kitle inisiyatifleri bu hareketle ayağa kaldırıldı; ama bunun bedeli ağır oldu. Ekonomik ve sosyal kaos artarken yüzyıllara dayanan kültürel değerler de tahrip ediliyordu. Bu dönemde Mao halefi olarak bütün savaş yıllarından tanıdığı Lin Biao'yu seçti. Ancak çatışmalar öyle noktalara dayanmıştı ki, Lin'in Mao'ya karşı askeri bir darbe düzenlemeye çalıştığı iddia edildi, Lin ise resmi açıklamaya göre Çin'den Sovyet Rusya'ya kaçmaya çalışırken Moğolistan üzerinde şüpheli bir uçak kazasında öldü.

1969'da Mao, Kültür Devriminin sona erdiğini açıkladı. Kültür Devrimin suresince cok sayıda ilim adamı ve aydın kimseler tasfiye edildi. Resmi Çin tarihi ise Kültür Devriminin Mao'nun 1976'da ölümüyle sona erdiğini iddia eder. Mao hayatının son yıllarında Parkinson hastalığına yakalandı. Ayrıca akciğer ve kalbi de teklemeye başlamıştı. Komünist Partisi içinde pek çok fraksiyon Mao'nun ölümünden sonra iktidara sahip olmak için harekete geçerlerken Mao sessiz kaldı.

9 Eylül 1976'da ölümünden sonra Çin'de iktidar mücadelesi ortaya çıktı. Bunların bir kısmı, daha sonra Dörtlü Çete denilen ve Mao'nun karısının da içinde olduğu gruptu ki, bunlar devrimci kitle seferberliği siyasetine devam edilmesini istiyorlardı. Hua Guofeng'in önderlik ettiği bir diğer grup, Sovyet modelinde bir merkezi planlamayı savunuyorlardı. Reformistlerin lideri olan Deng Xiaoping ise Çin ekonomisinin faydacı bir siyaset temelinde inşasını savunuyordu ve ekonomik ve siyasi gelişmelerde ideolojinin tayin edici önemini reddediyordu. Sonuç olarak iktidarı Deng Xiaoping kazandı.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:10   #2
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri







Sovyet devlet adamı, mareşal, 1922'den, 1953 yılındaki ölümüne kadar 31 sene boyunca Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri. Lenin'in ölümünden sonra, Sovyetler Birliği'nin lideri konumuna gelmiştir.


1905 Devrimi sırasında Tiflis'dedir. Aralık ayında önce Sankt Petersburg'da yapılması planlanan ancak sonradan Finlandiya'ya alınan Bolşevik Konferansına delege seçilir ve 24 Aralık 1905 günü Tampere'de yapılan toplantıya katılır. Burada hep yazılarından tanıdığı Lenin ile ilk kez tanışma fırsatı bulur. Tiflis'e döndüğünde Çarlık askerlerinin ve Karayüzlerin devrimi bastırdığını ve katliamlara başladığını görür. Tiflis'i kana bulayan Çarlık Ordusu komutanı General Fyodor Griiazanov'a düzenlenen başarılı suikast saldırısında yer alır 1906 yılı Nisan ayında Stockholm'de yapılan 4. Kongreye katılır. Burada sonradan birlikte çalışacağı Kliment Voroşilov , Feliks Dzerjinski, Grigori Zinoviev, Aleksey İvanoviç Rikov ile tanışır ve eski dostları Mihail Kalinin ve Stepan Şaumyan ile yeniden buluşur

15-16 Temmuz 1906 akşamı Yekaterina Svanidze ile evlenir. Bu evlilikten ilk oğlu Yakov dünyaya gelir. Bolşevik Parti banka soygunlarını yasakladığı için geçici bir süre partiden resmen istifa eder, bir banka soygunu düzenler ve Bakü’ye kaçar. Eşi Yekaterina Bakü’de tifüsten dolayı ölür. Bakü’de yeraltı faaliyetlerini sürdüren Stalin Çarlık taraftarlarına karşı örgütlenmeyi hızlandırır. 27 Nisan (10 Mayıs) 1907 günü Stepan Şaumyan ile birlikte İngiltere'ye geçerek 5. Kongreye gözlemci delege olarak katılır. Bu dönemde hastalanan eşi Kato 22 Kasım 1907 günü Bakü'de ölür. Eşinin çok genç yaşta ölümü Stalin'i çok derinden etkileyecektir.

Stalin Bakü'de bulunduğu dönemde Müslüman işçiler arasında örgütlenme faaliyeti gösterir. Parti içindeki işçiler tarafından sevilmekteyse de partili aydınlar tarafından davranışları beğenilmez. Bakü'de Çarlık yanlısı Karayüzler örgütü ile mücadele eder, Bolşevikler için zengin petrol maden sahiplerinden zorla para toplar Bu yıllarda Kafkasya'daki parti tabanında Lenin'den sonra en etkili kişi olduğu belirtilir

Kafkaslardan sonra ilk kez 1911 yılında Bolşeviklerin büyük örgütlerinin bulunduğu Moskova veya St. Petersburg'a gitmek istediğini belirtir. Bunun üzerine 1911 Eylül ayında Sankt Petersburg örgütüne katılır. Ocak 1912'de yapılan ve Bolşeviklerin ayrı bir parti olduklarını açıkladıkları ilk toplantı olan Prag Parti Konferansına delege olmasına rağmen katılamasa da ilk kez Merkez Komitesine seçilir. Bu dönemde yine Merkez Komitesinde bulunan ve aynı zamanda Bolşevik Duma vekili olan Ohranka ajanı Roman Malinovski sayesinde Çarlık rejimi tüm Bolşevik liderleri yakalamayı başarır. Nisan 1912’de Sankt Petersburg’da Pravda’yı çıkartmaya başlar. Artık yazılarında ve parti içinde Rusça çelik anlamına gelen Stalin mahlasını kullanmaktadır. Temmuz ayında yakalansa da kısa sürede sürgün edildiği Sibirya'daki Narym kasabasından kaçar.

Bu dönemde Bolşevikler ile Menşevikler arasında birlik sağlanmasını savunur ve bugünkü Polonya sınırları içinde bulunan Kraków'da bulunan Lenin tarafından çağrılır. Lenin kesinlikle Bolşeviklerin ayrı bir siyasi hatta kalmasını savunmaktadır ve Rusya'da bulunan Merkez Komitesi üyelerinden Stalin'i bu görüşe ikna etmeye çalışır. Stalin Kraków'da bulunduğu bu dönemde Viyana'daki Bolşeviklerin yanına gidecektir. Burada Mart 1913'de yayınlanacak ünlü eseri Marksizm ve Ulusal Sorunu yazacaktır.

Şubat 1913'de Sankt Petersburg'a döner. Malinovski tarafından burada tuzağa düşürülür ve 4 yıl sürecek son sürgününe Kuzey Kutup dairesindeki Turhansk bölgesi küçük Kureika köyüne gönderilir. 1916 yılının Aralık ayında I. Dünya Savaşından zor durumdaki Çarlık rejimi tarafından orduya alınmak üzere diğer siyasi sürgünlerle beraber çağrılır. Şubat 1917'de Yenisey Irmağı kıyısındaki Krasnoyarsk'a ulaşır ancak çocukluğundan beri sakat olan sol kolu nedeniyle askere alınmaz. Şubat Devriminin patlak vermesiyle beraber özgür kalır ve 12 Mart günü Sankt Petersburg'a varır



Ekim Devrimi

1917 Şubat Devriminin ardından sürgünde beraber bulunduğu Lev Kamenev, Matvei Muranov ile birlikte Petrograd'a döndü. Bu dönemde Bolşevikler Şubat Devrimi hazırlıksız yakalanırlar. Lenin dahil olmak üzere önde gelen tüm liderler yurtdışı veya yurt içinde sürgündedir. İkincil derecedeki önderlerden Vyaçeslav Molotov ve Aleksandr Şlyapnikov yönetimi ele alacak ve Bolşevik yayın organı Pravda'da Geçici Hükümeti şiddetle eleştiriyordu. Stalin, Kamenev ve Muranov şehre gelir gelmez Pravda'nın başına geçer ve Geçici Hükümet ile ılımlı bir siyaset izlemeye başlar. Ayrıca Menşeviklerle birlik yapılmasını önerirler. Sürgünde bulunduğu İsviçre'den durumu izleyen Lenin bu siyasi hatta karşı çıkmakta ama duruma müdahale edememektedir. Ülkeye acilen dönmek isteyen ancak sürmekte olan savaş yüzünden İsviçre'den dışarı çıkamayan Lenin İsviçreli komünist Fritz Platten'in aracılığıyla Alman İmparatorluğu ile görüşmelere başlar. Sonunda anlaşma sağlanır ve Mühürlü Tren olarak adlandırılan yolculukla Lenin ve Rus sürgünler Nisan ayı başında Petrograd'a gelirler. Lenin gelir gelmez Pravda'da izlenen hattı şiddetle reddedecek ve Nisan Tezleri olarak bilinen kararlarını ilan edecektir. Buna göre parti Geçici Hükümete destek vermeyecek, tersine iktidarın sovyetlere verilmesi için örgütlenecektir. Temmuz Günleri olarak bilinen tabandaki işçi ve asker ayaklanmasından sonra Bolşevikler Geçici Hükümet tarafından kovuşturmaya uğrayacaktır. Stalin bu dönemde toplanan 6. Kongresinde Lenin'in Geçici Hükümet tarafından aranması üzerine teklif edilen ve Lenin'in teslim olmasını içeren görüşlere şiddetle karşı çıkar. Kovuşturmaya uğrayan Bolşeviklerin toparlanmasını ve Lenin'in gizli bir şekilde saklanmasını sağlar. Bu dönemde Lenin Finlandiya'da yeraltında olduğundan Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Kornilov Olayının bastırılmasından sonra popülerliği olağanüstü derecede artan Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alır. Petrograd'da toplanmakta olan 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresine iktidar verilir. Bolşeviklerin ve müttefikleri Sol SR'ların çoğunlukta olduğu kongre Lenin'in başkanlığındaki ilk Sovyet hükümeti olan Sovnarkomu oluşturur. Stalin de bu kabinede Milliyetler Halk Komiseri olarak yer alır


1930'lu Yıllar

Sovyetler Birliğinin ilk önder kadrosu tarihteki ilk işçi sınıfı devletinin istikamet yönünü tayin ederken daha önce tarihte benzer bir örnek olmamasının her türlü sıkıntısını çekmiştir. Lenin'in ölümünden sonra 1930'lu yıllara kadar süren derin tartışmalar, yargılamalar ve verilen idam cezaları aslında farklı istikamet tayin etmek isteyen Bolşevikler arasında gelişen siyasal ve ideolojik kavgalardır. Bu dönemde NEP siyasetinden çıkılması eleştiri konusu olacak, sanayileşme ve kolektivizasyona karşı çıkılacaktır. Savaş Komünizminden NEP'e geçişi eleştiren Troçki, NEP siyasetine son verilmesine karşı çıkan Buharin, önce Troçki ile daha sonra Stalin'e karşı parti içinde muhalefet eden Zinoviev ve Kamenev süreç içinde tasfiye edileceklerdir. II. Dünya Savaşı yıllarında Troçki 20 Ağustos 1940 tarihinde, Stalin'nin talimatıyla Sovyet Gizli Polisi GPU tarafindan düzenlenen bir suikast sonucu Meksika'da öldürülmüştür. Komünist Parti içinde "sağ veya sol sapmayla" suçlanan eski liderlerin tamamı ise 1930'lu yıllarda mahkûm olacak, Stalin tarafından idam ettirileceklerdir. Özellikle eski Bolşeviklerin yargılanması ve cezalandırılması ilginçtir. Moskova'da 1936-1938 yılları arasında yapılan duruşmalarda Bolşevik Partinin eski önderlerine zorla akıl almaz suçlamalar yapılmış, kendilerini emperyalist devletlerin ajanları ya da Troçkist olarak ifşa etmeye zorlanmışlardır. Büyük Temizlik adıyla toplumda geniş yankı bulan tasfiye hareketi sonucunda, özellikle partide Stalin ve ekibi (Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Beria) hakimiyetlerini kurmuşlardır. Bu sayede planlanan sanayi hamlesine hız verilmiş, büyük topraklar kollektifleştirilmiştir. Küçük üreticiler ve köylüler kooperatifler içinde örgütlenmiştir.


1941-45 “Büyük Yurtseverlik Savaşı”

II. Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü. 1939'da Adolf Hitler'in Nazi Almanyası'yla Molotov-Ribbentrop paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşmasını imzaladı. Bu sayede Alman ordularına karşı savaş hazırlığı yapmak için vakit kazanmış oldu. Bu anlaşma müzakereleri sırasında, Stalin, Hitler'den, Polonya'nın doğusunun, -ki bu topraklar Rus Devrimi sırasında, devrimi doğduğu gün boğmak isteyen Polonya hükümeti tarafından işgal edilmişti- Finlandiya'nın güneyinin, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın Alman ordularının güzergahları dışında bırakılmasında diretti ve bu bölgelerin Sovyet nüfuz alanında olduğunu belirtti. Bu sayede diplomatik bir manevrayla Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar Almanların -eğer yapmış oldukları anlaşmayı ihlal etmeselerdi- asla yaramayacağı tampon bölgeler oluşturdu. Bu büyük bir diplomatik başarıydı. Savaş sırasında Stalin'in Türkiye'den de toprak talepleri olduğu iddiası savaşın çeşitli taraflarınca Türk-Sovyet ilişkilerini germek amacıyla pek çok kereler farklı amaçlarla dillendirildi. Bu propagandanın savaş sonrası dönemde ABD'nin Türkiye'deki nüfuzunu arttırmasında ve Türkiye'nin NATO'ya üye yapılmasındaki etkisi büyüktür.

Bu tartışmalı tarihsel dönemle ilgili olarak, Stalin'e düşman veya Stalin'den yana olan her iki tarafın da farklı tezleri vardır. Stalin karşıtlarının tezlerine göre, Hitler'le aralarındaki açıklanmayan gizli protokole bağlı olarak Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Polonya'nın Almanya veya Sovyetler tarafından işgalinin yolu açılmıştır. Stalin'in doğru yaptığını savunanlara göre ise, 1937'deki Münih görüşmelerinde açıkça ortaya çıktığı gibi, İngiliz ve Fransız devletleri ve dolaylı olarak da Amerikalılar, nasyonal sosyalist Almanya'yı kışkırtıyorlardı ve onların Sovyetler Birliği'ne saldırısının önünü açmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla Avusturya'nın Almanya'ya katılmasına (Anschluss) ve Çekoslovakya'nın işgaline göz yummuş ve onaylamışlardı. Ne var ki, özellikle Çekoslovakya'nın işgalinden sonra Sovyetler Birliği'nin Britanya ve Fransa ile ilişki kurma çabalarına rağmen bu iki ülke Alman tehdidini birlikte ortadan kaldırma girişimini reddetti. Böylece Sovyetler Birliği, kendi sınırlarını güvence altına almak için bu protokolü imzaladı. Stalin'in amaçlarına göre, Polonya ve Baltık ülkelerinde oluşturulacak tampon bölgeler, Almanların Sovyetler Birliği'ne ulaşmasını engelleyecekti. Böylece 1939 yılında Alman işgalinden sonra Sovyetler Polonya'nın kalan yarısını işgal edip Estonya, Litvanya ve Letonya'yı sınırlarına kattı. Sovyetler'in kuzeyindeki saatli bomba niteliği taşıyan Finlandiya'ya saldırdı ve büyük kayıplar vermesine rağmen Mart 1940'da Kış Savaşı olarak bilinen bu savaşı da kazandı. Polonya'nın Kızılordu tarafından işgal edilen bölgelerinden Katyn ormanlarında yaklaşık 22.000 silahsız savaş esiri Polonyalı subay Stalin'in emriyle katledildi. 1941'de Hitler'in Sovyetlere saldırması üzerine Stalin bu sefer müttefiklerin yanında yer aldı. Mihver Devletleri'nin yenilmesinde II. Dünya Savaşı'nın en ağır bedeli ödeyen güç olarak (24 milyon ölü) müttefiklerin yanında Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafer uluslararası alanda gücünü ve popülaritesini artırdı.

Sovyetler Birliğini işgal eden Alman ordularının Kafkasya petrollerine ulaşabilmek için savaştığı 1942 yılında Almanlara elçiler yollayarak temas sağladıkları ve Almanlara askeri açıdan aktif olarak yardım ettikleri nedeniyle Kırım Tatarlarını Sibirya'ya sürdü. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin savaş sırasında Nazi Almanyası ile yakın ilişkiler tesis ettiğini, Nazi Almanyası ile dış ticareti Alman para birimi "Reichsmark" ile yaptığını, TC banknotlarını Almanya'da bastırdığını, Nazi Almanyası'na paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom sevkiyatı yaptığını, bakan Şükrü Saracoğlu'nun ırkçı ve nasyonal sosyalizm sempatizanı söylemleri, Sovyetler Birliği'ne dahil olan Kırım ve Kafkasya'da askeri harekat yapmakta olan Alman ordusunu cephede takip etmek için Türk hükümetinin komutanlar yollaması sebebiyle ilişkiler iyice gerildi. SSCB 19 Mart 1945'te Türkiye'ye bir nota vererek, 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın süresini uzatmayacağını bildirdi. Pravda gazetesinde bir makale kaleme alan iki Gürcü profesörün Kars ve Ardahan'ın Gürcistan'nın tarihsel topraklarına dahil olduğunu ileri sürmesi Türkiye'deki çevrelerde Sovyetler Birliği'nin bu illeri ilhak etmek istediği şeklinde algılandı. Stalin İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının olası bir saldırıya karşı ortak savunulmasını teklif etti. "Ortak Savunma"dan kast edilen, Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin değiştirilmesi ve SSCB'ye Boğazlarda askeri üs verilmesiydi. Türkiye bu talepleri geri çevirdi. Süratle Batı bloğuna yanaştı. 12 Mart 1947'de ilan edilen Truman Doktrini ile Türkiye Batı bağlantısını sağlamlaştırdı.


Savaştan Sonra


II. Dünya Savaşı'nın sonlarında Kızıl Ordu tarafından Alman işgalinden kurtarılan Doğu Avrupa ülkelerinde komünist partilerin iktidara gelmesine destek sağladı. Bu ülkelerin kapitalist ekonomiden sosyalist ekonomiye geçmesine ve Sovyetler Birliği'nin tecrübelerinden yararlanmalarında yardımcı oldu. ABD öncülüğünde Avrupa'da uygulanmaya konan Marshall Planına karşı COMECON'u kurdu.

5 Mart 1953'te öldü. Ölümünden sonra Kruşçev ünlü 20. Kongre ile Stalinin yanlışlar yaptığını iddia ederek anti-Stalinizasyon kampanyasını başlattı. Bu kampanya kendisinden sonra gelen Brejnev dönemine kadar sürdü. Daha sonra Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliğinin içinde bulunduğu sorunların sebebi olarak Stalin suçlandı ve anti-tez olarak Glasnost ve Perestroyka kavramları gündeme getirildi.


Stalin öldükten sonra naaşı Lenin'in naaşının yanında kalmıştır. Ancak 31 Ekim 1961 tarihinde alınan kararla naaşı Kremlin Duvarı Mezarlığına defnedilmiştir.Doğduğu ev Gürcistan'ın Gori kentinde bulunan Stalin Müzesi kompleksi içerisinde korunmaktadır. Gori kentinde kendisine ait heybetli bir heykel de kent meydanında bulunmaktaydı. 1950 de dikilen 6 metrelik dev heykel, 25 Haziran 2010 tarihinde sessiz sedasız bir şekilde kaldırıldı. Yerine 2008'de Rusya ile savaşta ölenler için anıt yapılacağı açıklanmıştır. Gürcistan'da Mihail Saakaşvili'nin seçimlerden yenik ayrılmasının ardından ülkede büyüyen Saakaşvili icraatlarına karşı çıkma hareketi sonucunda Gori'deki stalin heykeli yeniden yerine konmuştur

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:13   #3
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri







Kızıl Kmerler adlı gerilla teşkilatının kurucusu, 1976 ilâ 1979 yıllarında Kamboçya başbakanı. İktidarı döneminde Kamboçya'da bir milyonun üzerinde kişinin ölümüne yol açan bir baskı rejimi kurdu, bazı tarihçiler bu olayların bir soykırım olduğunu kabul etmektedir.


1925 yılında o dönem Fransız Hindiçini içinde yer alan günümüzde Kamboçya'nın bir parçası olan Kompong Thom şehrinde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Pol Pot, 1949 yılında Paris'te radyo mühendisliği bursu kazandı. 1953 yılında Kamboçya'ya döndü ve öğretmenlik yapmaya başladı. 1963 yılında ise ormanlık bölgelere çekilerek Kızıl Kmerler olarak bilinen gerilla teşkilatını kurup organize etti. 1970'teki askeri ihtilal sonucu iktidardan uzaklaştırılan Kamboçya'nın kralı Norodom Sihanouk ile işbirliğine girerek askeri idareye karşı hareket başlattı.1975'te General Lon Nol yönetimindeki askeri idareyi devirerek başbakan oldu.

1925 yılında o dönem Fransız Hindiçini içinde yer alan günümüzde Kamboçya'nın bir parçası olan Kompong Thom şehrinde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Pol Pot, 1949 yılında Paris'te radyo mühendisliği bursu kazandı. 1953 yılında Kamboçya'ya döndü ve öğretmenlik yapmaya başladı. 1963 yılında ise ormanlık bölgelere çekilerek Kızıl Kmerler olarak bilinen gerilla teşkilatını kurup organize etti. 1970'teki askeri ihtilal sonucu iktidardan uzaklaştırılan Kamboçya'nın kralı Norodom Sihanouk ile işbirliğine girerek askeri idareye karşı hareket başlattı.1975'te General Lon Nol yönetimindeki askeri idareyi devirerek başbakan oldu.

1925 yılında o dönem Fransız Hindiçini içinde yer alan günümüzde Kamboçya'nın bir parçası olan Kompong Thom şehrinde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Pol Pot, 1949 yılında Paris'te radyo mühendisliği bursu kazandı. 1953 yılında Kamboçya'ya döndü ve öğretmenlik yapmaya başladı. 1963 yılında ise ormanlık bölgelere çekilerek Kızıl Kmerler olarak bilinen gerilla teşkilatını kurup organize etti. 1970'teki askeri ihtilal sonucu iktidardan uzaklaştırılan Kamboçya'nın kralı Norodom Sihanouk ile işbirliğine girerek askeri idareye karşı hareket başlattı.1975'te General Lon Nol yönetimindeki askeri idareyi devirerek başbakan oldu.

Kızıl Kmerler, Pol Pot'un 15 Nisan 1998'de kalp krizi sonucu öldüğünü açıklamışlardır. Diğer bir iddiaya göre ise; Pol Pot, sıtmayla mücadele ve sakinleştirici ilaçlar alarak intihar etmiştir. Bu açıklama Kızıl Kmerler tarafından yapılmıştı ve dünya kamuoyu bu açıklamaya pek de itibar etmemişti. Pol Pot ölümünden birkaç ay önce kendisiyle yapılan bir röportajda, milyonlarca insanın öldürülmesiyle alakalı vicdanen rahat olduğunu, bunları kendi başına yapmadığını açıklamıştı.


__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:15   #4
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri








Irak'ın beşinci cumhurbaşkanı (1979-2003).

Arap milliyetçiliği ile Arap sosyalizminin bir karışımı olan Baasçılığı benimsemiş olan Baas Partisi'nin ve daha sonra Baas Partisi Irak Kolu'nun önde gelen bir üyesi olarak bu partiyi iktidara taşıyan 1968 darbesinde anahtar rol oynamıştır.

Saddam Hüseyin 1979'da resmen Irak'ın devlet başkanı olmasına rağmen aslında bu tarihten çok daha önce gayrimeşru anlamda ülkede iktidar sahibiydi. Sağlığı iyi durumda olmayan Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el Bekir'in yardımcısı olarak, Baas hükümetini yıkabileceğini düşünen ülke içindeki pek çok güç odağına karşı doğrudan kendisi tarafından yönetilen güvenlik güçleri oluşturdu. 1970'lerin başlarında petrol ve diğer endüstrileri millileştirdi. 1970'li yıllar boyunca petrol gelirleriyle Irak hızlı bir ekonomik büyüme yaşarken Saddam Hüseyin de devlet mekanizmaları üzerindeki otoritesini giderek sağlamlaştırdı. Bu dönemde Irak nüfusunun yalnızca beşte birini oluşturmalarına rağmen Sünni Araplar pek çok kilit yönetim kademesine getirildi.

Hükümeti devirmeye çalışan veya bağımsızlık çabasına girişen Şiiler ve Kürtlere karşı pek çok kez sindirme girişiminde bulundu. Ülkesini adeta bir kışla devletine çeviren Saddam Hüseyin, İran-Irak ve Körfez savaşlarından sonra iktidarını korumayı başardı. İsrail'e karşı olan tutumuyla özellikle Arap dünyasında belirli bir saygınlık kazanmış olmakla birlikte, özellikle Batı dünyasında genel olarak zalim bir diktatör olarak tanımlandı.

2003 yılında ABD Başkanı George W. Bush ve Britanya Başbakanı Tony Blair'in, kitle imha silahlarına sahip olma ve El-Kaide ile ilişkileri olduğuna dair suçlamalarının hedefi olan Saddam Hüseyin'i iktidardan indirmek için ABD ve Britanya öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak'ı işgal etti. Harekatın başlamasından üç hafta sonra, 9 Nisan 2003 tarihinde başkent Bağdat'ın koalisyon güçlerinin eline geçmesiyle Saddam Hüseyin iktidarı sona erdi, kısa süre sonra da Baas Partisi yasaklandı. Yaklaşık sekiz ay sonra yakalanan Hüseyin daha sonra yargılandı. 5 Kasım 2006'da, 1982'de Duceyl'de 148 Iraklı Şiinin öldürülmesinden sorumlu tutularak idam cezasına mahkûm edildi. 30 Aralık 2006'da asılarak idam edildi.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:16   #5
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri








Kuzey Kore'nin eski devlet başkanı.


1948 yılından ölümüne değin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin (Kuzey Kore) liderliğini yürütmüştür. Ölümünden sonra devlet başkanlığına oğlu Kim Jong-il geçmiştir.

1931'de Kore İşçi Partisi'ne girdi. 1930'larda Kore'yi işgal eden Japonlara karşı sürdürülen silahlı direniş hareketine önderlik etti. Sovyet askeri yetkililerince Sovyet Birliği'ne gönderilerek askeri ve siyasal eğitim gördü. Bu arada eskiden Japonlara karşı savaşmış bir ulusal kahramanın adını aldı. II. Dünya Savaşı sırasında, Sovyet ordusunda binbaşı rütbesiyle bir Kore birliğine komuta etti. Savaşın sonunda 38. paralel sınır kabul edilerek Kore'nin kuzeyi SSCB, güneyi ise ABD tarafından geçici olarak işgal edildi. 1945'te Kuzey Kore'ye dönen Kim, SSCB'nin desteğinde sosyalist bir yönetim kurdu. 1948'de oluşturulan Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı oldu. 1950'de Kuzey Kore birliklerinin 38. paraleli geçerek Güney Kore'nin içlerine doğru ilerlemeye başlamaları üzerine Kore Savaşı patlak verdi. Kuzey Kore'yi işgal eden Birleşmiş Milletler ve Güney Kore birliklerini Çin Halk Cumhuriyeti'nin yardımıyla püskürttü.

Kore Savaşı'nın sona ermesinin (1953) ardından ülke içi muhalefeti bastırdı ve Kore İşçi Partisi içindeki rakiplerini saf dışı bırakarak ülkenin mutlak yöneticisi durumuna geldi. Ardından Kuzey Kore'yi sanayileşmiş, askeri açıdan güçlü ve disiplinli bir devlete dönüştürmeye yönelik uygulamalar başlattı. SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti ile yakın ilişkiler kurdu. Juche ideolojisini oluşturmuş ve bunun ülkede resmi devlet ideolojisi haline gelmesini sağlamıştır.

Aralık 1972'de Kuzey Kore devlet başkanlığına seçildi. Bu görevi sırasında sürekli olarak iki Kore'nin birleştirilmesi için çaba gösterdi. 1994'te geçirdiği ani bir kalp krizi sonucunda öldü. Ölümünden sonra, 1980'de yerine geçmesini belirttiği oğlu Kim Jong-il devlet başkanlığına geçti.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:17   #6
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri






Endonezyalı asker ve siyasetçi.
1967-1998 yılları arasında Endonezya devlet başkanı olarak görev yaptı.



Suharto, ülke siyasi yaşamına, 30 Eylül 1965 tarihinde 6 generalin suikasta kurban gitmesiyle yaşanan kaos ortamında yaptığı darbe ile girdi. Suharto, Batılılaşma projesinin Güneydoğu Asya’daki modeli Endonezya’da, modern ulus devlet projesini yerleştirmek için devlet mekanizmasını -halka rağmen- sonuna kadar kullandı. Bu hedefe ulaşmak için ülke insanlarını aktif katılımcı ve aktör bireyler kılmak yerine, “ben bilirim”ci, faşizan ve diktatoryal bir korku ağı ile “Endonezyalı kullar” yarattı. Baskıcı rejimin en şiddetli savunucusu ve uygulayıcısı olarak devleti tek başına yönetti.

Suharto, gücünü iki kurumdan alıyordu. Birincisi kendi kurduğu devlet partisi Golkar Partisi. İkincisi, ise içinden çıktığı ordu. Golkar’ın manipülasyonuyla gerçekleşen demokratik seçimlerle ulusal ve uluslararası arenada meşruiyetini sağladı. Ordu ise, bir zamanlar ordu mensubu olan Suharto’yu desteklemekten geri kalmadı. Suharto, Golkar’la siyasi arenada meşruiyetini sağlarken, orduya biçtiği yeni rol ile asker desteğini 32 yıl boyunca arkasına almayı başardı. Aslında karşılıklı çıkar ilişkilerinin bir ürünü olan bu siyasi oyun, ülkede genel anlamda sivil toplumun önünü açmaya yönelik her türlü talebi reddeden, eleştiriye kapalı “modern Cavalı bir kral” edasıyla hareket eden Suharto’nun yarattığı rejimi meşrulaştırdı.

Suharto 1965’deki askeri darbe ile selefi Sukarno ve onun oluşturduğu “eski düzen” dönemine son verdi. Generalleri katledenlerin Komünist Parti mensupları olduğu şaiasının yayılmasıyla ülkede askerler öncülüğünde komünistlere karşı olan hemen her kesimin katılımıyla bir şiddet ortamı başlatıldı. Suharto, “komünist karşıtlığı” etrafında bir araya gelen çeşitli siyasi ve sivil kurumlar nezdinde bir anda ülkede birlik ve beraberliğin sembolü oldu ve böylece meşruiyetini pekiştirdi. Komünistlere karşı ülkenin dört bir yanında destek bulan Suharto, 1968 yılında resmen devlet başkanı oldu. Ancak kıyımlar bununla bitmedi. Zamanla diğer muhalifler de Suharto’nun dahice planlanmış diktatörlük hesabında yerini aldı. Suharto ve kurduğu “yeni düzen”e muhalif hangi etnik ve dini yapı varsa, şu veya bu şekilde komünistlerin akibetine maruz kaldı.

Suharto, içinden çıktığı orduyu sürekli kontrolü altında tutmayı başardı. “Yeni düzen” adıyla anılan tek adam yönetimini benimseyen Suharto, ekonomik kalkınmayı da, bir anlamda şansı yaver giderek, ülkenin çeşitli yerlerinde keşfedilen doğal kaynakların Batılı şirketlerce işletilmesi sonucu sağlamış oldu. Altyapı çalışmalarına -özellikle de Cava Adası’nda- hız verilirken, hedeflenen ekonomik ve sosyal kalkınmanın sadece askerler eliyle yapılması kararlaştırıldı. Böylece “yeni düzen” içerisinde Suharto’dan sonra önemli rol oynayan ordu, “dual fungsi” yani ikili işlevi ile savunma ve güvenlik gibi bir ordudan beklenecek öncü görevinin yanı sıra, bu dönemde daha çok ülkedeki ekonomik varlıkların işletmesini üstlendi.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:18   #7
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri






Nijeryalı asker ve devlet adamı. 1966'da ülkenin denetimini ele geçirmiş, Nijerya İç Savaşı'nda (1967-70) kuvvetlerini zafere ulaştırarak 1975'e değin iktidarda kalmıştır.


Ülkenin kuzey bölgesinde yaşayan küçük Anga kabilesinden geliyordu. Subaylık mesleğini seçtikten sonra Britanya'da Sandhurst'teki Kraliyet Askeri Okulu'nda ve Gana'da öğrenim gördü. İki kez Kongo'da çarpıştı. 1963'te yarbaylığa yükseltildi. General Johnson Aguiyi-Ironsi'nin yaptığı askeri darbe (Ocak 1966) sırasında ülkeyi yöneten Yüksek Askeri Konsey üyeliğine ve hayatta kalan en kıdemli Kuzeyli subay olarak genelkurmay başkanlığına atandı. Temmuz 1966'da Hausa (Kuzeyli) kökenli subayların giriştiği bir darbeyle, yeni bir askeri yönetim başa geçti. Darbede önemsiz bir rol oynayan Gowon, bu sayede, taraflar arasında sağlanan uzlaşma sonucunda yeni hükümetin başkanı oldu.

Gowon, en kısa sürede sivil yönetime dönüleceğine söz vermesine karşın, sözünü tutmadı. Bu sırada, Kuzey Bölgesindeki İbolara yönelik katliamlar ve İbo önderi Odumegwu Ojukwu'ya Doğu Bölgesinin ordu komutanlığının verilmesi, Doğu Bölgesindeki İbolar arasında hoşnutsuzluğun gitgide artmasına yol açtı. Gowon 27 Mayıs 1967'de olağanüstü hal ilan ederek Nijerya'daki dört bölgeyi 12 eyaleti 12 eyalete böldü, böylece İboların denizle bağlantısını kesti. Üç gün sonra Doğu Bölgesi, Nijerya'dan ayrılarak bağımsız Biafra Cumhuriyeti'nin kurulduğunu ilan etti.

İç Savaş sırasında Gowon, birbirinden bağımsız üç tümen halinde çarpışan ordunun sorumluluğunu üstlenmedi. Hükümet birliklerinin Ocak 1970'te zafer kazanmasından sonra, ulusal barışı yeniden sağlamaya çalıştı. Büyük ölçüde Gowon'un kişisel etkisi sonucunda taraflar arasında uzlaşma sağlandı. 1970'lerin ortalarında Afrika kıtasının önderleri arasında kendini göstermeye başlayan Gowon, diplomatik bir nedenle Uganda'da bulunduğu sırada düzenlenen askeri bir darbe sonusunda görevinden uzaklaştırıldı (29 Temmuz 1975).

Ülkesine dönemediği için Britanya'ya sığındı. Burada siyasal bilimler alanında doktora yaptı. 1976'da Buka Suka Dimka'nın başarısız darbe girişimine adı karıştı. Gıyabında mahkûm edilen Gowon'un rütbeleri alınıp, emekli maaşı kesildi. 1980'lerde affedildi ve ülkesine döndü. Akil adam olarak Afrika kıtasındaki pek çok sorunun çözümünde görev aldı.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:19   #8
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart





Etiyopya'da yüzlerce yıllık monarşiyi deviren ve sosyalist bir devlet kurmayı amaçlamış asker ve devlet adamı.1977-1991 arasında Etiyopya devlet başkanı. Etiyopya İşçi Partisi 1. Genel Sekreteri.(1977-1991)



İmparator Haile Selassie'yi devirmek isteyen genç subaylar arasına katıldı. Haziran 1974'te subayların devrim komitesi Derg'in başkanlığına getirildi. İmparatorun Eylül 1974'te tutuklanmasından sonra kurulan Geçici Askeri Yönetim Konseyi'nin (PMAC) başkan yardımcılığına atandı. Kasım 1974'te Mengistu PMAC başkanının ve önderlerinden 60'ının öldürülmesini emretti. PMAC içindeki seçkin kişileri öldürdükten sonra düzenin en güçlü adamı olarak sivrildi. Sanayi ve çiftliklerin ulusallaştırılmasına girişti.Sivil halk arasında yönetime karşı başlatılan Beyaz Terörü, uyguladığı Kızıl Terör Kampanyası ile ezdi. Ülkenin tartışmasız tek yöneticisi haline geldi.

1977 sonlarında Somali'nin, Somalice konuşulan Ogaden bölgesini ele geçirmek üzere başlattığı saldırıyı SSCB'den sağladığı silah ve Kübalı askerlerin desteğiyle durdurdu. 1984'te Etiyopya İşçi Partisi'ni kurdu. Ülkenin kuzeyindeki Tigre ve Eritre bölgelerindeki silahlı ayaklanmalarla ve Etiyopya'nın o güne değin yaşadığı en büyük kuraklık ve kıtlıkla uğraşmak zorunda kaldı. Çiftlikleri kolektifleştirilmesi ve köylüleri başka yerlere sürmesi tarıma dayalı ekonomiyi çökertti. SSCB'nin verdiği desteği çekmesi üzerine Mengistu yönetimi giderek zayıfladı.Mayıs 1991'de cumhurbaşkanlığından istifa ederek, Zimbabve'ye kaçtı.

Aralık 2006'da bir Etiyopya mahkemesi tarafından, 1977-1978 arasında uyguladığı Kızıl Terör Kampanyası sırasında işlenen soykırım suçlarından suçlu bulunarak, gıyabında ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Halen Zimbabve'de sürgün olarak yaşamaktadır.










Sudan devlet başkanı ve Ulusal Kongre Partisi'nin lideri. 1989'da tuğgeneral rütbesiyle görev yaptığı Sudan ordusu kansız bir darbeyle hükümeti devralmış, Ekim 1993'te cuntanın kendisini feshetmesinden sonra devlet başkanlığına getirilmiştir.

Ömer el-Beşir, 4 Mart 2009 tarihinde Savaş Suçları Mahkemesi'nce Darfur'daki çatışmaların sorumlusu olarak resmen suçlanmıştır. Birleşmiş Milletler'e göre, çatışmalar sırasında 300 bin kişi öldürülmüş ve 2 milyon 700 bin kişi de evlerini terk etmek zorunda kalmıştır.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:22   #9
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri







1971-1979 arasında devlet başkanlığı yapmış olan Ugandalı asker.


İdi Amin'in yönetimi sırasında politik baskı, etnik ayrımcılığın yanı sıra insan hakları ihlalleri yoğun şekilde gözlemlendi. Uluslararası gözlemciler ve insan hakları gruplarının tahminlerine göre, 100,000 ila 500,000 insan İdi Amin'in yönetimde olduğu dönemde öldürüldü.



Ekim 1978'de Tanzanya tarafından desteklenen Uganda Ulusal Kurtuluş Ordusu adlı gerillaların saldırıları başladı. Sonunda 13 Nisan 1979'da isyancı gerillalar başkent Kampala'ya ulaşmadan önce, ülke dışına kaçtı. Önce Libya'ya geçti, ardından Suudi Arabistan'a yerleşti kısa bir süre sonra eşlerinden ikisi ve 22 çocuğu da yanına yerleşti. 1989'da gizlice Uganda'ya geçmek üzere geldiği Zaire ile Uganda arasında krize yol açtı. Kongo hükümeti Amin'i Uganda'ya teslim etmeyi reddetti ve Suudi Arabistan'a dönmesini sağladı. 20 Temmuz 2003 tarihinde, Amin'in eşlerinden birisi olan Madina, Böbrek yetmezliği nedeniyle Cidde'de Kral Faysal Specialist Hastanesi'nde komada olduğunu ve ölüme yakın olduğunu bildirdi. İdi Amin, hayatının geri kalanında Uganda'ya dönmesine izin vermesi için Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni'ye yalvardı. Amin, 16 Ağustos 2003 tarihinde, Cidde'de, hastanede öldü ve Cidde Ruwais Mezarlığına gömüldü.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.05.2015, 23:25   #10
Çevrimdışı
Ekin
Başına Buyruk

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap:Yakın Tarihin Acımasız Diktatörleri








Küba Devrimi'nin önderlerinden olan Kübalı Marksist devrimci.
Devrim sonrasında, 1959-76 arasında Küba başbakanlığı, 1976-2008 arasında da Küba devlet başkanlığı yapmıştır. 1961 ile 2011 yılları arasında da Küba Komünist Partisi Birinci Sekereterliğini yürütmüştür. Uluslararası alanda ise 1979-1983 ve 2006-2008 yılları arasında Bağlantısızlar Hareketi'nin Genel Sekreterliğini yapmıştır.


1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlası'na 165 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi; ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı. 16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada Sayın yargıç siz beni mahkûm edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır! (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.

1955'te Küba'dan ayrılarak Amerika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu. İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı. Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.


Castro hükûmeti, ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı. 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP), Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı. Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine Castro istifa etti; ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia, görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.
Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükûmeti, Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince Castro bu rafinerileri devletleştirdi. Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı. Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkarması başarısızlıkla sonuçlandı. Castro, çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu. 1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi. Bunalım; ancak ABD'nin Küba'da hükûmeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi. Bununla birlikte Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Castro'ya yönelik suikast plânları hazırlamayı sürdürdü.

Kruşçev'in Küba Bunalımı sırasında ödün verdiğini öne süren Castro, 1968'e değin bağımsız sosyalist bir politika izledi. Güney ve Orta Amerika ile Afrika'daki devrimleri destekleyici bir tutum aldı. Aynı dönemde Bağlantısızlar Hareketi'nin önderlerinden biri durumuna geldi. 1968'den sonra SSCB ile ilişkilerin düzelmesi doğrultusunda başlayan askeri ve ekonomik yakınlaşma süreci içinde SSCB'ye dönük bir dış politika izledi. 1975'te Angola'daki iç savaş sırasında Angola Halk Kurtuluş Cephesi'ni (MPLA) desteklemek amacıyla Kübalı askerler gönderdi. Bunu Etiyopya ve başka ülkelere gönderilen Kübalı askerler izledi. 1980'lerde Küba'nın yurt dışındaki asker sayısı 40 bine ulaştı.

1961'de Küba Sosyalist Halk Partisi ile birleşme sonucu ortaya çıkan Birleşmiş Sosyalist Devrim Partisi'nin (1965'ten sonra Küba Komünist Partisi) genel sekreterliğini üstlenen Castro, ülke içinde çok yönlü ve kapsamlı politikalar uygulamaya başladı. Okuma yazma seferberliği sonunda okuryazarlık oranı %90'ın üzerine çıktı. Yeni okullar açılarak eğitim olanakları yaygınlaştırıldı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. İşsizlik büyük ölçüde ortadan kaldırılırken herkese çalışma yükümlülüğü getirildi. Bütün bunlara karşın tek ürüne dayalı (şeker) Küba ekonomisini dönüştürme yönündeki çabalar başarılı sonuçlar vermediğinden 1970'lerin ortasından başlayarak önemli sıkıntılar yaşanmaya başladı. Bu nedenle SSCB'nin mali desteği büyük önem kazandı.SSCB'nin Küba üzerindeki kuvvetli etkisinin bir başka sonucu da Ernesto Che Guavera'nın SSCB'nin uluslararası çıkarlarına aykırı bir şekilde giriştiği bir takım eylemlerinin engellenmesi olmuştur. SSCB'nin yoğun baskılarından bunalan Che, Küba'da daha fazla kalmayı gereksiz görerek çeşitli uluslararası eylemlere girişmiş ve bu süreç onun Bolivya'da öldürülmesiyle son bulmuştur.

Küba'da 1959'dan sonra ilk kez yerel seçimlerin yapıldığı ve devlet yapısında yeni düzenlemelerin geliştirildiği 1976'da Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu başkanlığını üstlenen Castro, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdürdü. Devlet ve parti organlarında eski mücadele arkadaşlarına ağırlık verdi. Silahlı kuvvetlerden sorumlu devlet bakanı olan kardeşi Raul Castro, giderek ikinci adam konumu kazandı. SSCB ve Doğu Avrupa'nın sosyalist ülkelerinde 1980'lerin sonlarında ortaya çıkan demokratikleşme ve piyasa ekonomisine yönelme süreci karşısında Küba yönetimi, sosyalizmin Marksist-Leninist yorumuna bağlılığını sürdürdü. 1989'da Fidel Castro'nun yakın çevresindeki ordu komutanlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılması yönetimi ciddi biçimde sarstı. Öte yandan SSCB'yle ticaret hacminin gitgide küçülmesi ve Sovyet yardımlarının ortadan kalkması kısa sürede Küba ekonomisi üzerindeki etkilerini göstermeye başladı.

Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro'ya devretti. 19 Şubat 2008'de de, bir açıklama yaparak, 1976 yılından beri yürütmekte olduğu Küba'nın en yüksek yönetim organı olan Devlet Konseyi Başkanlığı görevini bıraktığını açıklamıştır.Görevden ayrıldıktan sonra Yoldaş Fidel'in düşünceleri adıyla yazdığı makalelerde gündemdeki önemli olayları yorumlamıştır.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Ekin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
diktatörleri, kanlı, tarihin, yakın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 04:03.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.