Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Maksat Muhabbet Olsun > Duygularımız


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 27.01.2009, 05:43   #1
Çevrimdışı
DAMLA
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Dünya'nın Büyük Aşkları








SALVADOR DALİ İLE GALA


SALVADOR DALİ 1904 'de Fiqueras'da doğdu. Sürrealismin en büyük ressamlarındadır. Ve dahi olarak tanınmıştır. Yaşamı da çılgınca geçmiştir. Bir hukukçu olan babası Salvador Dali Cusi serbest düşünceli bir adamdı. Annesinin üzerine aşırı düştüğü Salvador, çok sinirli bir çocuktu. On yaşındayken izlenimcileri, 14 yaşında 19. yy.'ın "debdebeciler" dediği akademik ressamlarını keşfetti. O sıralarda kendisi için "methiyeler" yazan çocukluk arkadaşı Federico Garcia Lorca en yakın arkadaşıydı.

Skandalı çok severdi.. Ona Salvador (İspanyolca El Salvodor = Kurtarıcı) adını vermişlerdi. Çünkü, Dali'ye göre resim sanatını "soyut resim, akademik gerçek üstücülük, dadacılık ve bütün öteki karmaşacılıkların yarattığı ölüm tehlikesinden kurtarması alnında yazıyordu. Katalanların yalnızca yiyebildikleri, dokunabildikleri, görebildikleri şeylerin varlığına inandıkları söylenir. Ne yediğimi biliyorum; ne yaptığımı bilmiyorum. Yiyecek içecekle ilgili bu tür sabuklamalar Dali'nin resimlerinde sürekli olarak karşımıza çıkar. Söz gelimi o ünlü eriyen saatler, erimekte olan Camambert peyniriyle ilgili bir düşten esinlenmiş akıp giden, giderken çevresindeki her şeyi de götüren zamana ilişkin metafizik birer imgedirler. Zamanın tüm moda akımlarını Dali'ye çocuk oyuncağı gibi geliyordu.
Salvador çalışmalarının çoğunu Paris'te sürdürdü ama Amerika, İngiltere ve memleketi İspanya'dan da hiç ayrılamadı. Herkesi yapıtlarıyla olduğu gibi, sıradışı kişiliğiyle de etkliyordu .

Dali'nin yaşamındaki dönüm noktasını oluşturan asıl olay, Gala'nın girmesiydi. Çocukluk düşlerinde canlandırıp adını gizemli bir önzesiyle "Galuchka" koyduğu, Ampurdanlı Kız gibi resimlerine konu yaptığı genç kadınların ete kemiğe bürünmesiydi Gala. Salvador Dali ile tanışıp sınırsız bir aşka sürüklenen Rus ressam Gala, severek evlendiği eşiyle çocuğunu bırakıp çılgın ressama koştu. Özgüvenli, becerikli, girişken, ne istediğini bilen kişiliğiyle, cazibesiyle ve fettanlıkla `çocuk-kadınlık` arasında salınan imgesiyle Gala Diakonova, Dali ile İspanya'da dini seromoniyle evlendi ve çılgınlıklarla dolu 50 yıl geçirdi Bu aşktan da hiçbir zaman pişmanlık duymadı.

İki çılgın aşık sanatlarıyla dünyaya kendilerini ve aşklarını kabul ettirmişlerdi. Londra'daki bir gerçeküstücü sergide konuşma yapan Dali dalgıç giysisiyle geldiği salonda boğulma tehlikesi geçirdi. 1938 'de Londra'ya gitti. Freud'u gördü ve birkaç portresini yaptı. 1940 'larda Gala ile birlikte Paris'e yerleştiler. 1948 'e kadar orada kaldılar

1982 'de Gala öldü. İlham perisi ölmüştü Dali'nin ve bunu kabul edemiyordu .
Dali bundan sonraki yaşamını Gala'ya armağan ettiği şatoda devam etti.Orada çalışıyor ve yaptığı her resmi ölmüş sevgilisine ithaf ediyordu. Şatodan hiç ayrılmadı. Dali 1984 'de odasında çıkan yangın sonucu ağır yaralandı.
Daha sonra Torre Galatea'ya, Gala ile yaptırdığı yazlık evine yerleşti ve yemek yemeyi reddederek 23 Ocak'ta orada öldü. Sevgili eşi Gala'ya kavuşmayı bekliyordu ve kendi isteğiyle onun yanına göçtü.










YUSUF İLE ZÜLEYHA

Aslı Zelicka'dır, Potifar'ın eşi ve Yusuf'un aşkı, su perisi olduğu da söylenir ama dünyanın en büyük aşkıdır belki de Züleyha'nın aşkı.

Yusuf, İbrani Peygamberi'dir. Yakup peygamberin oğlu... Yusuf'un serüveni Tevrat'ta, Tekvin bölümündedir. Yusuf, Kur'an'ı Kerim'de de yer alır [Yusuf Suresi]. Aşkları masal değil , öykü değil, efsanedir artık.

Kenan ülkesinde yaşayan Yusuf - ki adı İbranice Yosaf'dır- babası Yakup peygamber tarafından çok sevilince onu kıskanan kardeşleri tarafından kör kuyuya atılır.Ve kervancılar tarafından kurtularak köle olarak Mısır'da satılır. "Mısır Azizi" Kıtfir satın alır onu. Çok güzel bir erkektir Yusuf. Kıtfir'in karısı Züleyha çılgınca aşık olur.

Züleyha'nin Hz. Yusuf'a karşı duyduğu aşk tanımsızdır. Bütün servet ve güzelliğini onun uğrunda harcamıştır. Kocasına, ailesine tüm Mısır halkına karşı durmuştur bu aşk.. Derler ki yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığını vardır hiçbir şey gözünde değildir... "Bugün Yusuf'u gördüm" diyen, ondan haber veren herkese onları zengin edecek değerde mücevher dağıtırmış..

Aşkın ağır tutkusuyla karşılaştığı herkesi "Yusuf" diye çağırır olmuş, o kadar ki, başını geceleri gökyüzüne kaldırdığı zaman Yusuf'un adını yıldızların dizilerek yazdığını iddia edermiş.

Fakat Yusuf efendisiyle evli olan Züleyha'nın aşkına karşılık vermesi olanaksızmış. Aşkını kalbine gömüp susmuş sadece.. Oysa Züleyha kendini kınayan tüm insanlara sevdasını haykırıyormuş. Hatta şöyle bir söylence vardır.

"Züleyha, birgün bütün kadınları evine davet etmiş.. Sofra düzenleyerek önlerine meyve koymuş ve onları soymakı için bıçak vermiş.. Kadınlar meyveleri yemeye başlayacakları sırada, Yusuf'a seslenerek, "Onların yanına çık" demiş. Karşılarına çıkan Yusuf'u gören kadınlar güzelliği karşısında öyle büyülenmişler ki bıçakla parmaklarını kesmişler de farkına bile varmamışlar." " İşte sizin gördüğünüz güzellik benim Aşkımdır! " diye haykırmış Züleyha.

Fakat Züleyha'nın ağır aşkı Yusuf'un zindanı boylamasına neden olmuş. Yıllarca peygamber sabrıyla zındanın ağır çilesini çekmiş Yusuf Peygamber. Sonra yine bir söylenceye göre Mısır kralının tabiri olanaksız rüyasını doğru olarak yorumlayınca Hz. Yusuf hapisten çıkmış. Ve bu arada Kıtfir öldüğü için Züleyha'yla evlenmiş.

MEKTUP /

ZÜLEYHA'NIN YUSUF'A MEKTUP YAZMASI


...

"Yusuf" yazdı Züleyha,sayfanın ortasına.Hala hitaptaydı kalemi,bir satır ileri geçemedi.

Bir satır ileri geçsem hitaptan,dedi,yanacağım.Ses verdi içinden bir ses:"Yan o zaman,yan o zaman!"

Züleyha devam etti:

"Ah benim Yusuf'um,ah benim,ah/senim,dedi,başka bir şey diyemedi."

Züleyha Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca "Yusuf "diye başladı,"Yusuf " diye bitirdi.Gördü ki hitaptan öteye geçemedi.Anladı ki aşkın namesinde ser-nameden öte kelam yok.Ve Züleyha'nın lügatinde "Yusuf"tan öte sözcük yok.

"Yusuf,dedi,kelamım artık sende hükümsüz.Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme.Bil ki kelamdan da ötede sadece ah var,ah ki dünya onun üzerinde durur,gökkubbe onun hararetiyle döner.."
Züleyha'nın gülümsemesi

"Bir gün Züleyha, arkalığına beyaz sümbül dalları işlenmiş tahtırevanıyla geçiyordu kütüphanelerin ve tapınakların kenti olan kentinin sokaklarından.

Görkemli bir alayla geldiğini görenler saygı ve hayranlıkla kenara çekiliyor ve Züleyha'ya yol açıyorlardı. Zengin ve güçlüydü, en fazla da güzeldi. Ve kimse kırmızı gülleri saçına Züleyha gibi takamazdı.

Birden bir meczub, ehil arslanları, atları ve arabaları aşarak Züleyha'nın tahtırevanının önünde dikiliverdi, yürüyüş durdu. Züleyha tül cibinliği aralayarak bu duraklamanın nedeninin anlamak istedi.

Gözlerini kaldırarak Züleyha'nın yüzüne bakmaya başladı meczub, "Züleyha..." dedi, "sevindir beni!" Züleyha kölelerine meczubun sevindirilmesi için işaret etti.

Köleler mor renkli kadife bir keseyi uzattılar avucuna; ama meczub oralı bile olmadı.
"Züleyha..." dedi, "Sevindir beni, bana gülümse! Başka bir şey istemem."
Züleyha bu sesi hatırladı ve yüzüne dikkatlice bakınca, aşkını reddettiği silik bir yığın sima arasından bir zamanların ordu kumandanını tanıdı. Usulca gülümsedi.(...)

Başını önüne eğen meczub sessiz ve sakin geldiği gibi çekiliverdi.

O günden sonra Mısır'ın lisanına "sadaka vermek" anlamına gelen yeni bir deyim yerleşti: Züleyha'nın gülümsemesi."

YUSUF İLE ZÜLEYHA'dan(kalbin üzerinde titreyen hüzün)

.........Rabbim,dedi Yusuf,sen bana,kendi isteğimin dışında şu iklimde ve şu odada bulunduğum şu anda,Züleyha'yı istememeyi isteyebilmeyi nasib et. Katından bir esirgeme ver. Değil mi ki, isteğe yaklaşınca,istememeyi istemek artık imkansızlaşır. Bu yüzden değil mi Rabbim,senden gelen yasaklar "yapma"ile değil"yaklaşma"emri ile başlar. Yaklaşırsam eğer şu içimdeki doğal olan akışla Züleyha'nın ırmağına,yaklaştıktan sonra "yapmam"diyemem. Üstelik yaklaşırsam eğer yapmamayı da artık dua edemem. Daha kolay olan "yapma" değil "yaklaşma".

Öyleyse aslolan :"yaklaşma"Öyleyse Rabbim insan yaratılmışlığımın sorumluluğuyla en fazla baş başa kaldığım şu anda,şu odada,sen bana istememeyi isteyebilmeyi nasib et. Beni insan yaratılmışlığın en doğal akışını kendine ait olmayandan sakındıracak güçle insan et.

Rabbim,diye devam etti Yusuf duasına.İ stemeyi istemek kadar istememeyi istemek de zor. Biliyorum ki katından bir koruma dökülmezse varlığıma,nefsimin altından kalkamam.Son hızla aşağı doğru ilerleyen bir teknenin içinde yukarı doğru koşarak Bahr-i Umman'ı aşamam.Benim tedbirim senin takdirinden küçüktür.

Böyle dua edince Yusuf,ona Rabbinden bir işaret geldi.Her şeyin kalpte başlayıp kalpte bittiği mevsimde,her şeyin kalpteki rengine göre isim aldığı yerde. Masun ve masum olan Yusuf bu duayı etmiş olma yürekliliği ile peygamberdi.Ve o iffet demekti.

SONRA:YUSUF'UN ELLERİ

Yusuf'un elleri bir salkım üzüm

Bir ak zambak ,şakağında Yusuf'un eli

Kimi parmakları elif,tırnakları karanfil

Kimi parmakları kalem,tırnakları gül

Elleri Yusuf'un

Elmacık kemiklerinde gezinirken bir dağ lalesi,incecik bıyıklarının üzerinden geçerken bir demet kiraz çiçeği,gül yağıyla ovalarken sakalını bir sümbül çelengi.siyah,simsiyah saçlarınıngecesine düşerken Yusuf'un elleri,bir nar çiçeği.

Bir nar çiçeğini ezebilir mi benim Yusuf'um

Yusuf'un elleri yoksa ben de yokum

Yusuf'un elleri,alnında bir esmer kelebek,Yusuf'un eli şahdamarında,Züleyha'ya yakın ölüm

Dudaklarının üzerinde duraklıyorsa bir an,Züleyha'nın kalbi demektir Yusuf'un elleri

Çenesine dayalıysa Yusuf'un elleri, Züleyha'nın kalbinde demektir Yusuf'un eli

Kaç zamanı araladı Yusuf'un elleri

Kaç zamandır yed-i beyza Yusuf'un eli

Yanağında gezinirken,bir demet nergis,bir sap suçiçeği Yusuf'un elleri

Bir yasemen dalı,dizinin üzerinde unutulmuşsaYusuf'un sağ eli

Bir Yusuf çiçeği

Yusuf'un sol eli

....

ZÜLEYHA'NIN YUSUF'U HATIRLAMASI


Zaman geldi zaman geçti.

Züleyha efendi,Yusuf köleydi.Ama Züleyha bir kadın,Yusuf bir erkek şimdi.

Kim kaderin Züleyha'yı köle etmek için önce Yusuf'u pazarlara düşürdüğünü tahmin edebilirdi ki?Yusuf'un gelişi ahir ise evvelin yittiğinden kim söz edebilirdi?Değil mi ki evvel olan bazen ahir gelirdi.

Geceydi.Aşk,gökyüzünün tabakalarını inip de birer birer,Züleyha'nın kalbinin zarına değdi,o en içteki fuada işledi.

Yusuf'un kokusu dokundu önce Züleyha'nın ruhuna.Sonra sesi.

Oysa Züleyha rüyasında ne kokuyu,ne de sesi bilmişti.

Sesi ve kokusu ruhuna çarptığında,Züleyha,Yusuf'u hatırladı.

Züleyha Yusuf'u hatırladı ama bu ilk hatırlayışta tenden cana,candan tene dönecek olan döngü içinde önce teniyle hatırladı.

Bir kadınla bir erkeğin birbirine irtibatlanmasında,yalnız başına kaldığında eksik kalan o basamakta hatırladı.Güzelliği farketmeden güzelliğin cezbesinde kaldı.

Züleyha uyandı.

Ama Züleyha,rüyasında bir velinin şüphesiyle değil,teninin ürperişiyle uyandı.

Bir yangının hararetine düşen tapınaklar geldi tapınaklar geçti içinden Züleyha'nın .

Kendisi bilmiyordu,hiç kimseler henüz bilmiyordu.Ama yürünecek yolu vardı.

Ku-yı dilaraya hu demeye,

Kalbin hassas terazisine düşmeye,

Çok çile,

Çok gözyaşı,

Çok zaman vardı.

Geceydi.

Nil kıyısında gece hiç bu kadar yağmurlu,yağmur hiç bu kadar karanlık olmamıştı.

Yusuf'un elleri,Yusuf'un gözleri,Yusuf'un alnı.

Yusuf şimdilik Züleyha için sadece bu kadardı.
.......................

Züleyha kendi kalbine baktığında,Yusuf'u neden sevdiğini ve Yusuf'u nasıl sevdiğini merak etti ilk kez.Perdeler kalktı kalbinin üstünden.Işık.

"Yusuf,seni sevdiysem"dedi Züleyha,hükümdarın tahtına hükümdardan başkası oturamayacağından.Şehzade için saklanan giysiler ancak şehzadenin bedenine uyacağından.Padişahların ülkeler fethettiği görülmüştür de,kölelerin ülkeler fethettiğine bir Yusuf'ta tanık olmuşuzdur.Görüyorsun ya Yusuf,seni sevdiysem yazgım bana yapacak başka bir şey bırakmamış olduğundan.Senin güzelliğin gibi benim de muhabbetimin nedeni olmadığından.......

( Anlatımlar Nazan BEKİROĞLU'nun kitabından alıntılardır)










NAZIM İLE PİRAYE


Nazım Hikmet yaşamı boyunca bir çok kez aşık oldu.Nazım' ın en güzel aşk şiirlerinin yazdığı, en uzun süre evli kaldığı kadın ise Piraye'ydi. Nazım Hikmet ile Piraye'nin aşkı dillere destan oldu. Nazım hapse girince bu aşk daha da güçlendi. Büyük şair, 13 yıl süren mahpusluğun son demlerine yaklaştığı zaman bu kez Münevver Andaç'a aşık oldu. Piraye ise Nazım'a duyduğu büyük aşka rağmen aradan çekilmek zorunda kaldı.

Nazım ile Piraye genç kadın eşinden henüz boşandığı sırada tanıştılar.Sanat eleştirmeni ile 16 yaşında evlenen Piraye nin 2 çoçuğu vardı.Bunlardan biri eleştirmen Mehmet Fuat Bengü' ydü. Nazım Piraye' yi çok sevdi ,evlilik yaşamlarının 13. yılında büyük şair ceza evindeydi.

Nazım 1933 den 1950 ye kadar 17 yıl boyunca kendisine yazdığı mektupları, Piraye bir tahta bavulda sakladı.

MEKTUP

Sevgili!

Bütün bir uykusuz geçen geceden sonra sana bu mektubu sabah sabah yazıyorum.Oğlumla beraber çıkarıp gönderdiğiniz resim uyutmadı beni.Niçin uyutmadı?Neden uyutmadı? Bu niçine nedene cevap vermek için baştanbaşa bir şiir kitabı yazmak lazım. O kitap günün birinde yazılacaktır.Şimdi muhakkak olan bir şey varsa bütün bir gece uyumadığımdır.

Bana aşk mektubu gönder diyorsun şimdiye kadar gönderdiklerimin çoğu neydi zaten.Sen benim gözlerimin içine bakarak bir kere olsun seni seviyorum dememişsindir. Ben her yerde her zaman yıldızlı bir denizin üstünde çam agaçlı bir balkonda olsun, karanlık yalnız senin gözlerinin ışıltısını gördüğüm ılık bir odada , bir hapishanenin görüşme yerinde olsun ,mektupla olsun, mektupsuz olsun , nesirle olsun şiirle olsun ,içimden her gelişte sana seni seviyorum demişimdir.

Ben aşk mektubu yazmasını beceremedim sen yazda bana model olsun diyorsun.Buranın ölçüsüyle böyle bir mektup için üç sene yatılır billahi�Zati sen benden daha iyi şairsin ,sen benden çok daha derinsin yavrum.Ben belki daha sanatkarım.

Benden emin olmam beni öyle bahtiyar öyle mağrur kıldı ki�Bir binbir gece şehrinin altın kakmalı kapılarından muzaffer girmiş bir eski kahramanı gibi hissediyorum kendimi

Nazım

KARIMA MEKTUP

11/kasım/1933 - Bursa Hapishanesi

Bir tanem!

Son mektubunda: Başım sızlıyor yüreğim sersem! diyorsun."seni asarlarsa seni kaybedersem";diyorsun;"yaşayamam!"Yaşarsın karıcığım,kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;yaşarsın,kalbimin kızıl saçlı bacısı en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı.
Ölüm bir ipte sallanan bir ölü.Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm.Fakat emin ol ki sevgili;Zavallı bir çingenenin kıllı ,siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma,mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazım a!

Ben alacakaranlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim.
Karım benim!iyi yürekli altın renkli gözleri baldan tatlı arım benim: ne diye yazdım sana idamımın istendiğini daha dava ilk adımda ve şalgam gibi koparamıyorlar kellesini adamın.

Haydi bunları boş ver bunlar uzak bir ihtimal!Paran varsa bana fanila bir don al,tuttu bacağımın siyatik ağrısı,ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli mahpusun karısı...

Nazım

PİRAYE İÇİN

Ne güzel şey hatırlamak seni;
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

NAZIM HİKMET












KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN İLE HÜRREM SULTAN


Ülkeler fatihi Kanuni Sultan Süleyman'ın gönlünü ı Hürrem Sultan fethetti. Muhteşem Süleyman' ın Hürrem Sultan'a aşkı sevgili karısının kolları ve gözyaşları arasında ölmesine kadar sürdü ve ondan sonra da devam etti. Aşk mı? Onların aşkı devlet erkinin üstünde bir aşktı.

Kanuni'nin hareminde beyleri ve Kırım hanları tarafından sunulmuş pek çok cariye vardı. Fakat Kanuni, Hürrem'i tanıdığı günden beri cazibesine kapılmış, ona aşık olmuştu.
Osmanlı'nın en güçlü kadınlarından Hürrem Sultan'ın Slav asıllı olduğu söylenir. Ukraynalılar ise Hürrem Sultan'ın Ukraynalı Roxelana olduğundan emin. İlk kez saraya, bir yabancı kadın, padişah eşi olarak Hürrem Sultan'la girmiştir.

Hürrem Sultan, Rus asıllı olan bu cariye Kanuni Sultan Süleyman'ın karısı olarak imparatorluk yönetimini etkilemiş, oğullarının taht mücadelesinde oynadığı rol, daha doğrusu oğlu 2'nci Selim'i tahta geçirme çabası ile Osmanlı döneminin en güçlü kadınlarından biri olmuştur. Kanuni'nin aşırı güven ve sevgisini kazanarak onun nikahlı eşi olduktan sonra belli bir plan dahilinde çalıştı, el altından çeşitli entrikalar uygulayarak on altıncı yüzyıl Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkiledi. Kanuni'nin, Gülbahar Hatun'dan olan veliahtı Sultan Mustafa'yı ortadan kaldırmak için çeşitli entrikalar ile önce Gülbahar Hatun'u, ardından kırk yaşındaki veliaht Mustafa'yı boğdurttu. Devlet yönetimine de hakim olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı.

İstanbul'da bugün Haseki olarak anılan semtte yaptırdığı külliye ile adına külliye tesis edilen ilk padişah eşi olma özelliğine de sahiptir.
Osmanlının kudretli padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman 'ın ''Muhibbi Divanı''ndaki aşk şiirleri, onun yalnız güçlü bir devlet yöneticisi ve imparatorluk kurucusu olduğu kadar, gönül dünyasındaki zenginliğini anlatmaktadır. "Cihan Padişahı" aynı zamanda aşk şairidir. Çıktığı uzun seferler sırasında çok sevdiği Hürrem Sultan'a aşk şiirleriyle bezenmiş mektuplar göndemiştir.

N'ola baksam şem'i hüsnüne gönül pervaneveş
Dostum sen şem olacak âşıkım pervanedir.
Gülşen-i hüsnünde dil mürgün yine saydetmeye
Zülfünün ağında Muhibbî hâli anın divanedir.

Hürrem Sultan ise mektuplarına, "Hazret-i Sultanım" diye başlar ve "Yüz(ümü) yere koyup, kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harab, gözü yaş dolu, gecesini gündüzden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun'dan beter tutkun kölenizi sorarsanız, ne ki sultanımdan ayrıyım" diye dil döker, saraydan ve şehir ahalisinden yazmayı da ihmal etmez:

"Padişahım yine cariyenizi topraktan kaldırıp, tezkire gönderip, Mahmut Çelebi'den beş bin filori bağışlamışsınız. Bir günün için Allah'ın bin yardımı olsun. Şimdi benim sultanım, bu ne zahmet idi, kutsal bıyığınızın kılı bana beşbin filoriden değerlidir. O bağış bize canımızdan fazla minnettir. Benim sultanım, ondan sonra şehir etrafından sorarsanız, şimdilik hastalık vardır."

Hürrem Sultan'ın tarihte oynadığı rol, bu tatlı dil ile daha da anlaşılır hale geliyor.
Topkapı müzesi arşivindeki mektuplar da bu aşkın kanıtlarından bazılarıdır.


HÜRREM SULTAN DAN KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'A MEKTUP

Sultanım, Padişahım;

Yüzümü yere koyup, mutluluk sığınağı ayağınızın topraklarınızı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve saadetimin sermayesi sultanım, eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap,gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz olan, hasret deryasına gark bi-çare, aşkınız ile müptela, Ferhat ile Mecnun'dan beter şeyda kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryadım dinlemeyip, ayrılığınızdan dolayı öyle bir halim var ki, Allah, kafir olan kullarına dair vermesin.

Benim devletim, benim sultanım, özellikle, bir buçuk ay olduğu halde sizden bir haber gelmemesi yüzünden, Allah biliyor ki , hiçbir şekilde rahatlık yüzü görmeyip, gece gündüz ağlayıp, kendi hayatımdan el çekip, cihan gözüme dar oldu. Ne yapacağımı bilmeden ağlayıp gözyaşları içinde gözüm kapıları gözlerken, ol ferdü rabbü'l alemin, aleme rahmet eden subhan-ı Yezdan, cümle aleme inayet nazarın edip, fetih haberi ve müjdeli haberlerini yetiştirdi. Ve bu haberi işitince Allah biliyor ki, benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can buldum.

Benim Sultanım, şehir hakkında soracak olursanız; şimdilik henüz hastalık devam etmektedir. Ancak önceki gibi değildir. İnşallah Sultanım gelince, Allah'ın inayetiyle de geçer gider. Azizlerimiz, hazan yaprağı dökülünce geçer derler.

Benim Sultanım, sık sık mübarek mektubunuzu gönderirsiniz diye, tazarru ve iltimas ederim. Zira ki, billah yalan değil, bir iki hafta geçip de ulak gelmezse alem gulguleye gelir. Türlü türlü sözler söylenir. Yoksa sadece kendi nefsim için istediğimi sanmayın.

Hürrem










LEYLA İLE MECNUN

Konusu bir Arap efsanesinden alınmıştır. "Beni Amir kabilesinden Kays ile Leyla daha okulda iken birbirlerini severler. Leyla' nın annesi bunu duyunca kızını okuldan alır. Sevgilisini göremez olan Kays çöllere düşer. Mecnun diye anılmaya başlar. Kays'ın babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz. Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:

"Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."

Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.

Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı kendinden uzak tutmayı başarır.

Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz.

"Derler ki.. Leyla ile Mecnun birbirlerinden ayrı düştükten sonra sonra Mecnun çöllere düşmüş Leyla'sını bulmak için aylarca çöllerde sersefil olmuş.

Leyla'da onu bulmak için çöllere koyulmuş bırkaç ay sonra karşılaşmışlar, Leyla hemen koşmuş, sarılmış mecnununa..

-Mecnun ben geldim, kavuştuk işte..

Mecnun hiç tepki vermemiş sonra :

-Sen kimsin ' demiş.

Leyla şaşırmış.

-Nasıl tanımazsın beni? Benim LEYLA, demiş.

Mecnun bomboş gözlerle bakmış ona..

-Peki sen Leyla isen, benim içimi yakan, ruhumu kavuran Leyla kim? "
Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez."Der, kabri kucaklayarak ölür.

Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:

"Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

Rabbim! Aşk belasıyla beni tanıştır
Beni bir an bile olsa; aşk belasından ayırma!

Dertlilerden yardımını uzak tutma.
Yani beni daha çok belalara müptela eyle!

Ben var oldukça, beladan, isteğimi uzaklaştırma!
Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister.

Sevgi belasıyla ağırbaşlılığımı gevşetme!
Ta ki dostlar beni kınayıp vefasız demesinler!

Gidip geldikçe, sevgilimin güzelliğini arttır,
Sevgilimin derdine beni daha çok mübtela et.

Ben nerede, mevki ve itibar kazanma nerede?
Bana yoksulluk ve yokluk ulaşma kabiliyeti ver

Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki,
Bahar yeli beni sana kavuştursun.

Fuzûlî' nin nasibi gibi beni gururlandırıp,
Ey Rabbim, asla beni bana bağlı kılma!

Sonunda yar, ağlayıp inlememize acıdı ve
Bugün hüzünler evimize ayak bastı.

Gözyaşı yağmurum, demek, öyle tesir etti ki,
Gül bahçemizde taze bir gül dalı düşürdü.

Ah ateşinin bizi yaktığı,
Ayrılık gecesini aydınlatan meş' aleden bellidir.

Eğer ağlayan gözümüzde uyku olsaydı,
Bu kavuşma uyku halinde görülen bir rüya demek mümkün olurdu.

Gördüğümüz bir hayal mi?
Yoksa sevgilinin yanımıza geleceği aklımıza bile gelmezdi.

Ey can ve gönül! Sevgili, misafirimiz oldu!
Neyimiz varsa, misafirimizin ayaklarına dökelim.

Ey Fuzûlî! Sevgilinin kasdı, canımızı almakmış.
Gel.. Güzel uğruna can vermeyi kendimize bir borç bilelim.
(Fuzûli' nin 1535' te yazdığı Leylâ ve Mecnûn adlı mesnevîsi.)










SIGMUND FREUD İLE MARTHA BERNAYS


Dünyanın tartışmasız en büyük ruhbilimcisi olarak tanınan Freud eşi Martha Bernays' la ömür boyu süren bir beraberlik yaşadı. 1986 da Viyana'ya yerleştikleri yıl, evleninceye kadar oldukca sorunlu bir nişanlılık dönemi yaşadılar. Freud'dan altı yaş küçük olan Martha babası öldükten sonra da uzun süre Freud'den ayrı kaldı. Annesinin zorlamasıyla aile Wandsbek' e taşındı. Annesi ayrı yerde uzun bir ayrılığın onları ayıracağını düşünüyordu. Ona göre kızı kansızlık çekecek belki ama Freud'de sınavlarda başarısız olucaktı.

Böylece Martha dört yıl Freud un öğretim görevlisi olmaya hak kazanmasını bekledi. Freud Wandsbek' e çok nadir gelmesine izin veriliyordu. Buna rağmen aşkları sürdü ve Freud'le Martha her gün birbirlerine mektup yazdılar.


MEKTUPLAR

Sevgili canım, benim aşkımın tüm ulviliğini ne yazık ki yoksulluğumun tüm disipsizliğini, ancak senin davranışlarından sonra anlayabileceğim. Bunu çok iyi biliyorum. Bunun ne derece önemli olduğunu idrak etmeye devam ediyorum. Bu küçük güzel kutu ve o hayranlık duyulası fotoğraf karşımda olmasaydı yaşananların sadece birer düş olduğunu zannedecek ve gözlerimi açmaktan korkacaktım. Fakat arkadaşlarım bunun bir gerçek olduğunu söylüyorlar. Bunun gerçek olması gerekir. Martha benimdir. Herkesin kendisinden hayranlıkla söz ettiği bu genç kız ilk karşılaşmamızdan itibaren tüm karşı koymalarıma rağmen kalbimi caldı. Oysa ben tam olarak kendime güvenemiyorum.Kur yapmaktan çekiniyordum, o bana gelip bendeki değeri, bana özgü değerlere dönüştürdü, bana yeni bir umut en çok ihtiyaç duyduğum bir zamanda çalışmak için taze bir güç bahşetti.

Benim biricik sevgilim, sen yeniden döndüğünde o cana yakın varlığınla beni tedirgin eden beceriksizliği ve çekingenliği yenmiş olacağım, o minnacık güzel odamızda yeniden başbaşa kalacağız;sen koltuğa oturmuş ve ben ayaklarımı yuvarlak tabureye uzatmış olarak..

Ne güneşin batışından konuşacağız ne sabahın oluşundan.. o can sıkıcı endişelerin yolculukların gündem oluşturmayacak kaygıların artık bizi ayıramıyacağı dönemden konuşacağız.

İşte bugün de bitti, kağıdımda hiç boş yer kalmadı, gene de seninle gevezelik etme arzumun önüne geçemiyorum. Hoşckal ve bu zavallı adamı ne kadar mutlu ettiğini unutma.

Senin Sigmund un










KLEOPATRA- MARCUS ANTONIUS

"Sesi, istediği her titreşimi çıkarıp, istediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibiydi"... böyle diyor Romalı ünlü tarihçi Plutarkhos. Kimine göre, o erkek delisi bir kadındı. Kimine göre ise, beyninde her türlü entrikanın dolaştığı kötü ruhlu bir kadın. Romalı şair Horacius, Kleopatra'nın öldüğü gün "zafer flamalarının çıkartılıp, evlere asılmasını" önermişti. Üzerine filmler çevrilmiş, erkekleri tuzağına düşüren, entrikalar çeviren ve rakiplerini zehirle ortadan kaldırmayı hedefleyen, tutkulu ve hırslı bir kadın olarak seyirciye sunulmuştu.

Oysa gerçekte, VII. Kleopatra, yani son Mısır kraliçesi ve son firavun, gerek karakter bakımından gerekse fiziksel açıdan, hiç de anlatıldığı gibi bir insan değildi. Her şeyden önce kısa boyluydu. Vücudunun çok güzel olduğu söylenemezdi, ancak hatları düzgündü. Gözleri ve teni açık renkteydi. Üçgen bir yüz hattına, iri ve uzun bir burna, dar bir alna sahip... En tipik özelliği ise alt dudağı... Kalın ve etli alt dudağı, Ptolemaios Hanedanı'ndan geldiğinin en somut kanıtı...

Karakterine gelince... Kraliçenin saray entrikaları konusunda uzman olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak unutmayalım ki, 18 yaşındayken kokuşmuş bir krallığın iplerini elinde tutuyordu. Üstelik, bütün bölgenin tek hakimi olan Romalılar'ın ağır baskısı altındaydı. Onlarla iyi geçinmek ve ülkesini onlara bırakmamak amacındaydı. Roma ile her zaman bir ittifak aradı. "güzel olmaktan çok, zeki ve kültürlüydü".. Kleopatra, tam 12 dili mükemmel derecede konuşuyordu.

"Nil'in Kraliçesi" adıyla tarihin en gizemli kadını Cleopatra daha 15 yaşındayken babasının ölümü üzerine tahta çıkmıştı.Geleneklere göre, erkek kardeşi Ptolemaios ile evlenmek zorundaki Kleopatra, en büyük kardeş olarak Mısır tahtına geçti.Kısacası o bir Mısır firavununun sevgili kızıydı. Ezilip boyun eğdirilmiş bir halkın öfkesine ve kendi soyunun ihanetlerine karşı savaştı. Her yanından saldıran düşmanlarına karşı tahtını korudu, sürgüne gitti, dünyanın en büyük aşklarından birini yaşadı ve düşmanlarına karşı paralı askerlerden oluşan bir ordu kurdu. Bütün bunları yirmi yaşına varmadan yaptı. O, Kleopatra'ydı.

Sezar'ın, Roma'nın en güçlü adamının aşkını kazandı ve ona hayatı boyunca sahip olduğu tek oğulu verdi. Fakat Sezar katledilince, cesur Marküs Antonius'u tanıdı. Antonius'la büyük aşkını yaşadı.

Milattan önce 41'de, Roma ordularının komutanı Antonius, Doğu eyaletlerinin idaresine atandıktan sonra Kleopatra'yı Mısır'ın altın ve buğday ihtiyacını görüşmek üzere Tarsus'a davet etti ve ikili birbirine aşık oldu.Burada başlayan aşk Romalı komutan Oktavius'un saldırısı nedeniyle hüzünle sonuçlanır.

Romalılar Kleopatra'nın yine bir komutanı kendisine aşık etmesine tahammül edemediler. Onların aşkını kabul etmediler. Aşıklar Oktavius'un ordularının önünden İskenderiye'ye kadar kaçtı. Burada ilk önce yakalanacağını anlayan Antonius sevgilisine veda ederek intihar etti. Ardından kölesinin getirdiği incir dolu sepette saklı zehirli yılanı göğsüne bastırarak Kleopatra intihar eder. Bu masalsı, trajik aşk pek çok filme ve edebiyat eserlerine konu olmuştur.

Liz Taylor ve Richard Burton da "Kleopatra" filminin setinde tanıştı. Birbirlerine delicesine aşık olunca eşlerinden ayrılıp evlendiler. 22 yıl boyuncu bir dargın, bir barışık yaşayan çift, 1984'te Burton'un zamansız ölümüyle ayrıldı. Ve Cleopatra- Antonius efsane aşkı onlarla yeni bir boyutta yeniden hayata geçti.











SIMONE BEAUVOIR İLE NELSON ALGREN


Simone de Beauvoir , yazmak ve direnişi öğretmekle bütünleşmiş entelektüel bir kadın. Fransız yazar, büyük düşünür. Feminist akımın öncüsü.. Jean Paul Sartre' la birlikte VAROLUŞÇULUK akımının öncülerinden.. Ama Simone, Amerika'ya yaptığı bir yolculukta Nelson Algren'le tanıştı. Ve aşık oldu. Hem Amerika'yı keşif hem yakıcı bir tutku anlamını taşıyan bu aşk,1947 yılından 1964' e kadar mektuplar aracılığıyla sürdü. Ve bu aşk ondan sonra da bu ünlü düşünür kadının hayatında, en büyük etken olarak kaldı ve anıldı.

MEKTUPLAR

Nelson aşkım biliyorsun o sevgili mektuplarının altına el yazınla yazdığın ismini nasılda seviyorum, işte bu yüzden bu ismi kullanmaya karar verdim.Yakışıklı bir adamın kullanabileceği güzel bir isim.Sana çok yakışıyor. senin ismin ya bu yeter aslında . Seninle ilgili hiçbir şeyden şikayetci değilim,her şeyini olduğu gibi kabul ediyorum.

İşte böyle biricik aşkım. Bu sabah köy nasıl güzeldi bir bilsen. Öyle huzurlu öyle sessiz öyle sıcaktı ki bu güzelliği ingilizce kelimelerle anlatamam. Aslında İngilizce yazmak benim için bir açıdan iyi. Böylece kötü edebiyat yapamam, aslında hiç edebiyat yapmam.

Sadece söylemek istediğim şeyi en kısa yoldan söyleyeceğim:köy huzur doluydu,sessiz ve sıcaktı ve çok güzeldi. Akşam yemeğinden sonra bahçede uzun uzun oturup maviliğini pembeliğini kaybeden gökyüzünü,çatılarda belirmeye başlayan pırıl pırıl ay ışığını seyrettim. İki gözü ve yüreği olan bir insan olduğum için öyle mutlu oldum ki, bahçede tomurcuk veren öyle güzel güller var ki, senin benim için aldığın çiçekler ( bu çiçekleri büyük bir iştahla yiyorum ) dışında hiçbir çiçeği sevmem ama bu güller büyüledi beni: Bu kadar güzel şeyleri kimsenin vermemiş olması çok tuhaf. Sanki bir hediye gibiler ama kimsenin vermediği bir hediye. Bazı insanlar Tanrının bunları bahşettiğini düşünebilir : ama hiçbir tanrının bahşedemeyeceği hediyeler bunlar. Kiraz ağaçlarını da çok seviyorum Saint Remy 'den Paris'e kadar tren yolunun kıyısında kiraz ağaçları vardı hepsinini dallarını kiraz basmış. Çocukluğumdan beri gördüğüm eski bir resim bu, yine de yeni gibi sana olan aşkım her gün nasıl yenileniyorsa bu resim de her yaz öyle yenileniyor �

Dün gece çok geç yattım, şimdi öyle yorgunum ki şu anda yataktayım , uyuyacağım ancak birkaç kelime daha yazabilirim. Yazarken neler saçmaladığım hiç önemli değil, beni ilgilendiren sadece sana yazdığım gerçeği. Seni öpebilmek gibi bir şey bu. Fiziksel bir şey ,sana mektup yazarken parmaklarımda sana olan aşkımı hisedebiliyorum . Kişinini birine olan sevgisini sadece kafasında değil, bedeninin yaşayan herhangi bir parçasında hissetmesi müthiş bir şey. Yazmak öpüşmek kadar güzel değil ,hatta biraz yavan ,yalnız ve hüzünlü;ama hiçbir şey yapamamaktan iyidir.Başka bir seçeneğimde yok zaten. Görüyorsun işte aklıma ne gelirse yazıyorum ,hoşcakal dememek için aptalca şeyler yazıyorum .

Bu sabah gecen gece tanıştığım Amerikalı kızla bir saat geçirdim. Cafe De Flore un terasında oturup konuştuk. Güzel bir kızdı ;ama aptalın tekiydi yine de İngilizce konuştuğum için mutluyum. Başlarda çok utandım sonra kelimeleri hatırlamaya başladım. Buradan bahçeden, pencereden saat başı uçakların yavaş yavaş havaalanına indiğini ya da şiddetle uçuşunu görüyorum. Ne zaman bir uçak görsem aklıma sen düşüyorsun aklıma, bir olaya da gerek yok aslında sen hep aklımdasın. Benimle yaşıyorsun gece gündüz..

Şimdi benimle uyuyacaksın. Hoşcakal hoşcakal, çok yorgunum. Hoşcakal demek istemiyorsam rüyalarıma konuk ol. Rüyalarıma girme nezaketini gösteremiyorsun hiç, keşke bu akşam girsen. Bu mektubumla öpüyorum seni sonra ışıkları söndürüp gözlerimi kapayacak, dudaklarımda dudaklarının tadını hissetmeye çalışacağım. Kollarının belimi sardığını hissedeceğim, böyle uyuklarım inşallah.

Simone 'un




VEEEEEEEEEE @b@®™@tozu ile DAMLA'nın AŞKI



@b@®™@tozu



  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz DAMLA'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 06.02.2009, 00:56   #2
Çevrimdışı
Abartmatozu
Kurucu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dünya'nın Büyük Aşkları

budur

[media]http://www.siirkulubu.hacettepe.edu.tr/in%20my%20heart.mid[/media]


müzikle daha güzel gider değilmi
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Abartmatozu'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 06.02.2009, 01:29   #3
Çevrimdışı
Abartmatozu
Kurucu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dünya'nın Büyük Aşkları

göz aldanır ama GÖNÜL ALDANMAZ
  Alıntı ile Cevapla
Abartmatozu'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 06.02.2009, 03:11   #4
Çevrimdışı
LaLe
Ne Mutlu Türküm Diyene

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Dünya'nın Büyük Aşkları

Birini begendigimizde, hoslandigimizda, ona duyulan heyecan, erisilememek, varligimizi o kisinin tamamen sarmasi, beynimiz catlarcasina her an her saniye onu düsünmek, etrafimizda daha önce görüpte hic dikkate almadigimiz seylere daha bir güzel bakmamiz, o kisi aklimiza geldiginde yüzümüzde olusan tebessüm.., asktir bence.

Ulasilan emelden sonraki durum ise sevgidir. En güzeli.. (Umarim ki) En kalicisi..

Nacizane fikrim
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz LaLe'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
aşkları, büyük, dünyanın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 06:43.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.