Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türkiye ve Dünyadan Haberler > Her Konuda Kısa Bilgi ve Haberler

Her Konuda Kısa Bilgi ve Haberler Her konuda, gerekli - gereksiz kısa bilgi ve haberler


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 05.05.2017, 13:00   #1
Çevrimdışı
Kel ali
Gerçek Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Kim,Kimdir




KEL ALİ
(Ali Çetinkaya)




Aziz Türk milletinin tarihinde, önemli bir yer işgal eder. Bu büyük asker ve devlet adamı, eski takvimle 1294 yılında Afyon’da dünyaya gelmiştir.
Küçük Ali, babası Ahmet Ağa’yı çok erken yaşta kaybetmiş, bu yüzden yetişmesinde annesi Fatma hanımın çok büyük rolü olmuştur. Rüştiye tahsilini Afyon’da, İdadi tahsilini Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nde yapmıştır. Okul hayatında ve oyunlarda temayüz ettiği için, arkadaşları arasında daha o yıllarda “ALİ VEZİR” diye anılırdı. Sonraki yıllarda Türk tarihinde oynayacağı rolün önemli bir işareti sayılan bu benzetme, büyük oranda şundan kaynaklanabilir. Küçük yaşta babasız kalmasından. Milletlerin tarihlerinde çok önemli roller oynamış, önderlerin hayret verici ortak bir özelliği, bunların kişiliklerinin oluşma safhalarında babasız kalmalarıdır. Önderlerinin bir çoğunun babası ya küçük yaşlarda ya da ergenlik devresinde çocuklarının önünden çekilmişlerdir. Baba, anne otoritesinden yoksunluk bu insanlarda tekil hareket etmeyi ve yaratıcılığı güçlendirmektedir. Nitekim Ali Çetinkaya daha sonra da ifade edeceğimiz gibi, kendisini haklı olarak milli kahraman yapan ilk kurşunu atarak Türk tarihindeki mukaddes rolünü ifa etmiştir. 26 Aralık 1898’de piyade teğmen rütbesiyle mezun olarak Selanik’teki 3. Ordu emrine verildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, devleti içeriden ve dışarıdan yıkmak isteyenlerin körükledikleri ayrılıkçı hareketlerin merkezi olan Makedonya’daki bu ilk görev, O’nun sonraki hayatında çok önemli bir tecrübe olmuştur. Selanik’te Cuma-yı Balâ da, Pirlepe’de, Debre’de, Arnavutluk ve Bulgaristan dağlarında, devletin bütünlüğü için ölümle pek çok defa burun buruna gelmiş, eşkiyaya göz açtırmamıştır. Bu arada dönemin pek çok subayı gibi İttihat ve Terakki Cemiyetine’de girmiştir. O’nun siyaset dünyasına yakınlaşması da bu yolla olmuştur. İttihatçıların güvendiği subaylar arasına katılan Ali Bey, Abdülhamit II’nin tahttan indirilmesini sağlayacak olan Harekat Ordusu’nda görev almıştır. Tahttan indirilip Selanik’e gönderilen eski sultanın muhafazasına memur edilen birliğin, komutan yardımcılığına da yine İttihatçıların güveninden ötürü getirilmiştir.

İtalya’nın Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’a saldırması, O’nun hayat çizgisinde önemli gelişmelere neden olmuştur. 19 Aralık 1911’de, gönüllü olarak bir çok subayla birlikte, Trablusgarp’a geçen Ali Çetinkaya, burada daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olacak olan Mustafa Kemal’le aynı cephede savaşmıştır. Trablusgarp’ta yüzlerce yerliye kumanda ederek sevk ve idare sanatında yeni tecrübeler kazanmış, son yüzyılımızın iki önemli siması Enver Paşa ve Atatürk’le yakın ilişkiler kurmuştur. Bu tanışıklık, O’nun daha sonraki hayatında önemli gelişmelere yol açmıştır. Trablusgarp’tan sonra Balkan Savaşı’nda ateş hattına koşan Kolağası Ali Bey burada da olağanüstü başarılara imza atmıştır. Ali Çetinkaya’nın İttihat Terakki ve Enver Paşa ile ilişkilerini, daha da sıklaştıran Teşkilat-ı Mahsusa üyeliği de bu savaş sonrasında gerçekleşmişti. İttihatçıların güdümündeki bu servisin amacı, ülke içinde ve dışında devletin hedeflerini gerçekleştirmekti.3 Bu büyük asker Birinci Dünya Savaşı’nda Bitlis’de, Manastır’da ve Rumeli’de, Irak’ta cepheden cepheye koştu. Bu savaşlarda gösterdiği başarılardan ötürü Türk-Alman-Avusturya madalyalarıyla ödüllendirildi. Hatta Irak cephesinde düşmana karşı gösterdiği üstün feragat ve cesareti İngilizler tarafından bile hayranlıkla karşılanmıştır. Burada bu savaş esnasında, Irak cephesinde Ali Çetinkaya’nın askeri mahkemede verdiği bir karardan, bilhassa söz etmeliyim. Bu karar Ali Çetinkaya’nın hayatının her anında tutku ile bağlı olduğu bir ilkeyi de bize göstermesi bakımından ilginçtir. Olay şudur: Irak cephesinde korkunç sıcak altında yürüyen bir Mehmetçik, yoldan geçen müttefikimiz Almanların kamyonuna dur işareti yapar. Yorgun Mehmetçik Almanlar tarafından kamyona alınmaz. Ali Bey’in, Yarbay Ali Bey’in başkanı olduğu mahkemenin karşısına çıkarılan Mehmetçik’e “Niçin Alman’ı öldürdüğü” sorulunca “Alman’ın davranışı gururuma dokundu” diye cevap veriyor. Ali Bey bunun üzerine Mehmetçik’in beraatine karar vermekte hiç tereddüt göstermez. Hudutsuz bir milliyet gururu, hudutsuz bir izzet-i nefis… İşte milliyet duygusu O’nda böyle tecelli etmişti. Dünya’nın en mütevazı insanı olan bu adam, milli gurura bir taarruz oldu mu dünyanın en şedid adamı olurdu. Zaten bu büyük adamın, bundan önceki ve sonraki hayat çizgisi bunun ispatı değil midir? Osmanlı Devleti için cihan harbini noktalayan Mondros Mütarekesi’nden ve İstanbul’un gayr-i resmi işgalinden sonra, ağır ve bunaltıcı ortamda kahramanımız İstanbul’da mıntıka müfettişiydi. O günler de daha dün Irak’ta en ağır darbeyi indirdiği İngilizler, yenilgilerinin intikamını almak istermişçesine evine girmişler, cephelerde, ateş hattında kullandığı silahlarını toplamışlardı. Elinde bir tek topu, tüfeği yoktu ve kendisinin düşmana esir düşmüş bir askerden farkı yoktu. Fakat Ali Bey bu manevi hezimeti kabul edemezdi. Etmedi de. Kendisiyle aynı heyecanı paylaşan ve daha önce Teşkilat-ı Mahsusa’da pişen arkadaşlarıyla, Karakol Cemiyeti’ni kurdular. Mustafa Kemal Paşa’nın da “Nuh” takma adıyla üyesi bulunduğu bu gizli cemiyet, Anadolu’da bir mukavemet ortamı yaratma amacı güdüyor ve bunun için de silah ve adam kaçırmaya çalışıyordu. 4 Mustafa Kemal Paşa’nın bile Anadolu’ya geçişinde etkili olduğu söylenen bu cemiyetin gayretleriyle Yarbay Ali Bey, kendisini Yunanistan’ın göz koyduğu bölgenin hemen yakınına, Ayvalık’taki 172. Alay Komutanlığı’na tayin ettirdi. Bundan sonra O’na haklı şöhretini sağlayan gelişmeler başladı.

Şimdi size o günlerde İzmir’de neşredilen bir gazetedeki haberi okumak istiyorum. “Bazı bedbahtlar İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında söylentiler çıkarmışlardır. Yalandır. Tekzib edilir.” 15 Mayıs sabahı İzmir’de neşredilen Köylü gazetesinde Vali Kanbur izzet’in böyle bir demeci yayınlandı. Bu millete yapılabilecek ihanetin belki en büyüğü sayılabilecek bu haberin duyulmasından bir saat sonra, Yunanlılar güzel İzmir’i işgal etmeye başladılar. O gün milletin ve ordunun şerefi, haysiyeti, gururu, Kordonboyunda kaldırımlarda sürüklendi ve çiğnendi.

Aç kurtlar gibi bu münbit topraklara saldıran Yunanlılar, kısa sürede işgallerini genişlettiler. Nihayet Mayıs’ın 26. günü yani 26 Mayıs 1919’da Yunan gemiler 172. Alay’ın kontrol ettiği bölgeye yanaştılar. İngiliz filosu Yunanlıları ulaşabildiği her yerde kucağında taşıyor gibiydi. Bu defa da böyle oldu. İngiliz filosu eşliğinde limana yanaşan gemileri gören Ayvalık Rumları, sevinç ve memnuniyetlerinden evlerine mavi-beyaz renkli Yunan bayrakları asmışlar, kadın, erkek, çoluk çocuk Yunan bayrakları ile sahile yığılmışlardı.5 Bu Ayvalık’ın işgal edileceğinin haberiydi. Ne yapılabilirdi? Ayvalık Kaymakamı bu suali Ali Bey’e telefonla sordu ve Ondan şu tarihi cevabı aldı. “Vazifem vatanı müdafaa etmektir. Bunu yapacağım.” Başka bir soruya “Alayın her ferdi demirden bir kale gibi yerinde sabittir. Her türlü ihanet mukabele ile sağlanacaktır.” diye cevap vermiştir. Ali Bey’in bu büyük ve unutulmaz kararı verdiği sırada manzara-i umumiye şöyleydi: Avrupa’nın namert politikacıları, Osmanlı İmparatorluğu en çok nasıl parçalanabilir diye haritalarının üstüne eğilmişler, askerleri kalelerimizin içinden ve dışından zapt ediyorlar, padişah payitahtını işgal eden düşman kumandanlarının ellerine ayaklarına sarılıyor, O’nun vezirleri uluslararası konferanslarda elpençe divan durmuşlar ve bazı gafil entellektüeller İngiliz Muhibleri Cemiyetinden, Wilson Prensiplerinden yahut Amerikan mandacılığından medet umuyorlardı.
Öte yandan, İzmir’den sonra Manisa, kısa sürede hadisesiz işgal edilmiş Yunan işgal kuvvetleri tuz ekmekle karşılanmış, şehirdeki askeri depolardan büyük miktardaki top, tüfek ve mühimmat Yunanlıların eline teslim edilmişti. Manisa Mutasarrıfı Hüsnü’nün delaletiyle, burada bulunan piyade birliği ve topçu alayı da bir İngiliz yüzbaşısının müdahalesine baş eğerek düşmana teslim olmuştu. Başsız halk kitlelerinin de bu ortamda teslimiyetten başka yapabileceği birşey kalmamıştı. Halkın moral durumunu göstermesi açısından Mustafa Kemal Paşa ile Samsun-Havza yolu üzerindeki tarlasında, çift süren bir köylü arasında geçen şu konuşma çok anlamlıdır.
Mustafa Kemal Paşa – Hemşehri. Düşman Samsun’a asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat toprağı sürüyorsun.
Köylü – Paşa, Paşa… Sen ne diyorsun? Biz üç kardeştik. İki de oğul vardı. Yemen’de, Kafkasya’da, Çanakkale’de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ile üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sapanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da yurdum da işte bu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye kadar benden hayır bekleme…6 Uzun harp seneleri boyunca yıpranan halk, Ege bölgesinde de farklı düşünüyor değildi. Ayvalık’ta gelişme 29 Mayıs Perşembe günü şafakta gerçekleşti. İki torpidonun himayesinde Ayvalık’a asker çıkarmaya başladılar. 172. Alay tarafından silahla mukabele gördüler. Düşmanın kaybı büyüktü. Ayvalık’ta düşmana hiçbir askeri malzeme ve erzak bırakılmadı. Yarbay Ali Bey’in işgale karşı koyusu, harp yorgunu bir büyük milletin vicdanına ve namusuna sahip çıkmak demekti. Ayvalık’ta bunlar olurken Sadrazam bu olayla ilgili olarak karşısındakine şöyle diyordu: “A Beyefendi. Mukabelenin, mukavemetin bir netice getirebileceğini bilsem, ben başına geçerim. Fakat bu millet beş seneden beri bitti. Ne ile ve kime karşı müdafaa edeceğiz. Dünya ile uğraşılır mı?”

O devrin ve muhitin boşluğu içinde, adeta bir delinin kahkahası gibi tüyler ürperten ilk kurşun mukavemeti, teslimiyetçi politika güdenlere iyi bir ders olmuş, Millî Mücadele ateşinin yakılmasında da unutulmaz bir rol oynamıştır. Bundan sonra artık düşmana saltanat ordusuyla değil, Türk milletinin millî teşekkülleri tarafından fiili direniş başlatılmıştır. Bu tarihi karşı koymadan sonra, bölgede diğer cepheler oluşmuş ve direniş fikri dalga dalga Ayvalık’tan çevreye yayılmıştır. Altı ay sonra Ali Bey bu cepheden ayrılmış başka bir cephede ateş hattına sürülmüştür. Askeri anlamda Yunanlılara ilk kurşunu atan bu millî kahraman, bu defa mücadelesini Osmanlı Meclisi’nde, Afyon milletvekili olarak sürdürecektir. Subaylıktan istifa ederek girdiği bu son Osmanlı Meclisi’nde Misak-ı Milli’yi kabul eden, millî hareketin temsilcisi ve fakat Anadolu’daki gelişmelerden rahatsız olan emperyalistlerin İstanbul’u işgalleri ve Meclisi basmalarından sonra, bir çok vatansever arkadaşıyla birlikte Malta’ya sürülmüştür. On altı ay kadar sürgün hayatı yaşayan Ali Bey, 25 Ekim 1921’de serbest bırakılmış, 30 Ekim 1921’de İstanbul’a gelmiştir. Ardından Ankara’daki Meclise yine Afyon milletvekili olarak katılan Ali Bey, Meclis’teki gruplaşmalarda hemen Mustafa Kemal Paşa’nın yanında, Müdafaa-i Hukuk Grubunda yer almıştır. Ali Bey Halk Fırkasının tüzüğünün hazırlanmasında, millî savunma, millî eğitim, bayındırlık, sağlık ve sayıştay komisyonlarında çalışmıştır. 1923 yılının Haziran-Temmuz aylan arasında yapılan ikinci meclis seçimleri sırasında, kozmopolit İstanbul’da İttihatçılara karşı Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun organizasyonunu yaptı. O’nun gayretleriyle bu grup seçimi kazandı.8 Cumhuriyetin kurulmasından sonra yapılan ara seçimlerde yine İttihatçılara karşı seçim kampanyasını Ali Bey yürüttü. Seçimi bu defa da Halk Fırkası kazandı.9 9 Şubat 1925 tarihinde Ali Bey’in de adının karıştığı bir olay Türkiye’yi sarstı. Meclis koridorlarında Halit Paşa vurulmuştu. Her ikisi de Trablusgarp Harbi sırasında, gönüllü olarak burada beraber olan bu iki mebusun kavgası, Halit Paşa’nın ölümüyle sonuçlandı. Bugüne değin tam olarak anlaşılamayan bu olayda, Ali Bey, Halit’in saldırısına uğradığını ve nefsini müdafaa ettiğini söyledi. Hakkında başka da bir tahkikata lüzum görülmedi.

Ali Bey, 7 Mart 1925 tarihinde Ankara İstiklâl Mahkemesi üyesi ve başkanı seçildi. Ülkemiz de Ali Bey, Ayvalık’taki ilk kurşundan daha etkili bu mahkemenin başkanı olarak tanınmaktadır. Bir çok yanlış, yanlı bilgilerle örülü bu dönemle ilgili olarak, Ali Bey’in baktığı davaların niteliğini bilmemizde yarar pek büyüktür. İstiklâl Harbi sonucunda kurulan cumhuriyetten hoşlanmayan eski yönetim yanlılarının ve çıkar çevrelerinin yaptıkları yıkıcı çalışmalar bir süre sonra isyana dönüşmüştür. Cumhuriyeti savunmak ve korumak için Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılmış (11 Mart 1925) bu kanuna uygun olarak yukarıda sözünü ettiğimiz İstiklâl Mahkemeleri kurulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü bizzat müşahede eden, cumhuriyetin kurulmasında en önemli rolü oynayanlardan biri olan Ali Bey,’yeni rejimin korunması konusunda doğal olarak pek hassasdı. O’nun başkanı olduğu mahkeme tam iki sene görev yaptı ve şu davalara baktı. Asker kaçakları, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılması, gazeteciler davası, telgrafçılar grevi, Komünistler davası, Şapka Kanunu’na muhalif olanlar, İzmir suikasti ve uzantısı, İttihatçıların davası. Bilhassa lâiklikle ilgili atılımların olduğu bu dönemde görev yapan bu mahkemeler, rejimin varlığına yönelik girişimleri engellediler ve yukarıda da söz ettiğimiz tarihte görevleri bitti. Ayvalık’ta Yunan’a ilk başkaldıran Ali Bey bu defa cumhuriyeti müdafaa etmek için yine en önde rol almıştı. 4 Temmuz 1927’de kendi isteğiyle Albaylıktan emekliye ayrılan Ali Bey, III. ve IV. dönemlerde yine Afyon’dan milletvekili seçildi. Soyadı Kanunu ile birlikte kendisine Atatürk tarafından O’nun hayat hikâyesine ve mizacına uygun bir soyadı olan “Çetinkaya” soyadı verildi. (6 Aralık 1934)
Ayvalık’ta düşmana ilk kurşunu atan bu kahraman, cumhuriyetin muhafızına bu defa 17 Şubat 1934’te Yeni Türkiye’nin imarı gibi çok kutsal bir görev verildi. Türk’ün Anadolu’yu vatanlaştırma davasında çok büyük bir hamle olacak bu dönemin Nafia Vekilinin bu görevi çok ağırdı. Çünkü, yüzlerce yıl ihmale uğramış, sadece cephelere asker gönderen, vergi veren bir yurdun kurtarılması, imarı gerekiyordu. Bu yurt, yani Anadolu Polatlı’dan İzmir’e kadar yarıdan yarıya viraneydi, işte bu vasatta, işe başlayan millî kahraman zamanında, deniz ve demiryollarımız altın çağını yaşamıştır. Trenler yolcu taleplerini karşılayamaz olmuşlar, beş senelik bakanlığı döneminde her yıl 200 km.’den fazla yol yapımı gerçekleştirilmiş, bu başarı daha önce birkaç Türk kondüktörü, birkaç Türk ateşçi ve istasyon memuru bulunan ülkede yüzde yüz Türk kafa ve emeği ile sağlanmıştır. Bugün demiryolu ile ilgili ne varsa O’nun eseridir demek yanlış olmaz. Yine O’nun döneminde demiryolu, rıhtım, telefon, elektrik, tramvayla ilgili işleri yürüten Adana, İzmir, Bursa, Ereğli, İstanbul, Ankara’da ondan fazla imtiyazlı yabancı şirket millileştirilmiştir. Yurdun dört bir yanında o dönemde yapılan binalar, yollar, köprüler, limanlar hâlâ ayaktadır. Bilhassa Ankara’dan Kızılay’dan Ulus’a doğru uzanan yolun sağındaki ve solundaki binalar hep O’nun eseridir. 1939-1940 yılları arasında yeni kurulan Münakafat Vekaleti’nde ilk görev Ali Çetinkaya’ya verilmiştir. İşte bu büyük asker ve devlet adamı, bundan tam 48 yıl önce 21 Şubat 1949’da İstanbul’da Kalamış’taki evinde saat 22.30’da vefat etmiştir. Büyük bir törenle Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmesi düşünülen Ali Çetinkaya hemşehrilerinin ısrarı üzerine Afyon’a getirilmiş ve burada defnedilmiştir.

Afyon’un coğrafi özelliklerini hem mizacı hem de fiziki ile kendisinde toplamış olan Ali Çetinkaya, tıknaz, güçlü gövde sahibi, yüzünün çizgileri sert ve çetin bir insandı. Herkesin sert duruş ve yüz çizgilerinden ürktüğü gerçekten de çok sert bir askerdi. Bazen asabi, fazla gülmeyen, üzerine aldığı görevi eksiksiz yerine getiren birisiydi. Vermiş olduğu görevleri takip ederdi. Müteahhitlere yaptırdığı köprülerin kontrollerinde bizzat bulunur, müteahhitleri köprünün altında tutardı. Demiryollarını teftiş için sık sık tebdil-i kıyafet eder, çalışmaları yerinde görürdü. Afyon’lu olduğunu hiç unutmamıştı. Afyon’da neşredilen Taşpınar Dergisi’nin adını bizzat O koymuştu. İdaresizlik ve ihmali asla affetmez, yabancılara karşı pek gururlu davranırdı. Bu davranışının sebebi sorulduğu zaman “Bunlar padişahlık zamanında nazırlara paltolarını tuttururlardı.” demişti. Aile hayatı pek mütevazıydı. Aziz vatanımızı baştan başa abidevi eserlerle donatan bu milli kahraman, hep Atatürk’e yakın ve O’nun yanında olmuştur. Yakın tarihimizin bu önemli siması Türk milletine sonsuz bir sevgiyle bağlıydı. O’nun bu sevgisinin tezahürlerini anlattım. Bu millet sevgisi O’nu Türklükle ilgili eserler tercüme etmeye de sevk etmiştir. Nitekim, Hans Kohn’un Türk Milliyetçiliği ve Gaston Gaillard’m Türkler ve Avrupa eserlerini dilimize kazandırmıştır.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
kimdir


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 15:39.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.