Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Yaşamı Tamamlayan Uğraşılar > Hobilerim | Fobilerim


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 02.04.2015, 01:14   #1
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Türk Bezeme Sanatı

Türk Bezeme Sanatı



Türk Sanat geleneklerinin özünü koruyan, maziden günümüze Türk kültürünün devamını sağlayan ve Türk kimliğini çizen gelenekli sanatlarımızı derinlemesine incelemek, temelinde yatan felsefeyi ve bunun çizgilere, şekillere yansımasını anlamak ve anlatmak, bir manada kendimizi anlamak, millî kimliğimizi tanımak ve tanıtmaktır.

Çünkü bir milletin tarihi yaşadığı hayattır. Kültürü ise, kendi tarihi içinde yaşarken edinmiş olduğu inanç ve davranış biçimidir. Bu kültür, sahip olduğu gelenekler ile nesilden nesile aktarılır. Gelenekler aynı zamanda ait olduğu milletlerin kimliğini belirler. İşte bu nedenle geleneksel sanatlar, millî kültürümüzün temel taşlarından biridir.

Tarihin sayfalarını geriye çevirerek Türk sanatının mazisine göz atacak olursak, Orta Asya bozkırlarının, önemli Türk kültür merkezlerine vatan olduğunu ve buralarda Türk sanatının ilk meyvelerinin yeşerdiğini görürüz. Türklerin siyasî tarihleri yanında, kültür tarihinin de bu bozkırlarda başladığı, çeşitli iklim ve coğrafyalarda, farklı inanç ve medeniyetlerin ışığında gelişe gelişe Anadolu Yarımadası’na gelerek Selçuk-Osmanlı medeniyetlerine zemin hazırladığı tarihî bir gerçektir.

Uzun yıllar komşusu olduğu Sasanî ve Çin medeniyeti ile yakın teması olan Orta Asya Türk devletleri, kendilerine has bir sanat üslubu yakalamışlardır. Büyük Hun İmparatorluğundan günümüze kadar tıpkı bir zincirin halkaları gibi devam eden Türklerin sanat geleneği, sanat tarihi dünyasında küçümsenmeyecek bir kimliğe ve yere sahip olmuştur.

Bugün küreselleşme gayreti içinde bulunan yeni Dünya düzeninde yerini alacak olan Türkiye, bir yandan Avrupa Birliğine girme ve Ortadoğu’da, Asya’da lider ülke olma çabalarını yoğunlaştırırken, diğer yandan sahip olduğu zengin kültürünü daha yakından tanımalı, sahip çıkmalı ve korumayı ihmal etmemelidir. Bunun bir yolu da, millî kültürümüzün önemli bir kanadı olan geleneksel sanatlarımıza gösterilecek şuurlu bir ilgi ve hassasiyettir.

Ancak bu takdirde, milletimize ve bilhassa yeni kuşaklara, sağlam temeller üzerinde yükselen parlak bir gelecek hazırlamış oluruz. İşte bu beraberliğimizde sizlerle Türk’ün sanat dünyasına girerek, güzellik, aşk, sanat, sanatkâr, zanaat, gibi bazı temel sanat kavramlarına kısaca temas etmek, daha sonra, gelenekli sanatlarımızın önemli bir kısmını teşkil eden ve bizim ilgi alanımız olan, çini tezyini sanatlarından söz açmak istiyoruz.

Bilindiği gibi sanat, en genel tanımı ile bir anlatış, bir ifade şeklidir. Anlatılan, sanatkârın iç ve dış dünyasıdır. Başka deyişle sanat, insanın yaşadığı dünyayı gönül penceresinden seyrederken, gördüklerini, hissettiklerini sembollerle dile getirmesidir. Böylece insanın yetenekleri şekillenmiş, duygu ve düşünceleri adeta maddede billurlaşmış olur. Sanatı var eden, besleyen ve olgunlaştıran, zihinlerdeki fikir ve düşünce, gönüllerdeki aşk ve heyecandır. Sanat eserleri, bunların maddeye yansıması veya bir takım kalıplara girerek şekil ve görünüş kazanması ile meydana gelir.


Bir başka manada sanat, insanlığın yoluna ışık tutan, toplumun yaralarını saran, insanı insan yapan idealleri, biçim, renk, ses veya kelimeler aracılığı ile estetik düzen içinde çevresine sunan, bir aktivite, bir hizmet veya hizmetten de öte bir ihtiyaçtır.

Atalarımız, “Aşk olmayınca, meşk olmaz” demiş ve işin özünü ne güzel ifade etmişlerdir. Zira güzellik, aşk ve sanat, birbirini var eden ayrılmaz üç temel kavramdır. Güzelden maksat Aşk’ tır. Aşkın dili ise Sanat’tır.

Şair diyor ki:


“Suretin nakşında her kim görmedi nakkaşını,
Vahib-i suret anın gözsüz yaratmış başını.”
Fakat bunu görebilmek, hissedebilmek için, gönül gözünün de iştirakı ile gerçek güzeli tanımak gerekir. Peki gerçek güzel nedir?


Plotinos, kendi fikir dünyasından seyrettiği gerçek güzeli şöyle tarif etrniş: “Varlıklar içinde güzel olmayan hiç birşey yoktur. Zira varlıkların her zerresi, mutlak varlığın nurundan bir parıltıdır. Şu halde herşey birbirinden az ya da çok güzeldir”


(1078-1166) Yıllarında yaşayan İslâm mutasavvıfı Abdülkadir Geylani ise çirkinlik hakkındaki düşüncelerini ortaya koyarak güzeli şöyle anlatmıştır: “Dünyada çirkinlik yoktur. Çirkinlik, o hüsn-i bimisâlin, kemâlini aşikâr eden bir güzelliktir.” yani “Yeryüzünde çirkin yoktur. Sizin çirkin dediğiniz, emsali olmayan o ilâhi güzelliğin mükemmelliğini ortaya çıkaran güzelliktir” bu da bize, her değerin ancak zıtları ile var olabileceğini bir kere daha hatırlatmış oluyor.


İşte bu güzele duyulan sevgi ve hayranlığın dili, sanattır. Seyre daldığı bu güzelliğin gönlüne düşen aşk, sahip olduğu üstün yetenek ve zeka ile eserinde anlatan kişiye ise sanatkâr denir. Demek ki sanatkâr, yaratılmışı keşfederek üstün idrak ve yeteneklerinin sınırları içinde yorumlayan ve bunu eserinde yansıtan kişidir


Çok zaman halk arasında karıştırılan ve birbiri ile yarış halinde olan iki kavram daha vardır. Bunlardan biri sanat, diğeri ise zanaattır. Zanaat, son şeklini almış bir tasarımın ustalıkla yerine işlenmesi veya uygulanmasıdır. Bu işi yapana zanaatkâr veya zanaat erbabı denir. Bilhassa el sanatlarında zanaatın payı inkâr edilemez. Sanat alanında yaratıcılık ne kadar önemli ise, zanaatta da işçilik, tecrübe ve el becerisi o kadar önemlidir.

Bunu gösterebilmek için geleneksel kitap sanatlarından tezhibi ele alalım. Tezhip sanatını kısaca tanıttıktan sonra bazı örnekler üzerinde duralım.
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 02.04.2015, 01:16   #2
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

Tezhip Sanatı




Bezeme sanatının kağıt üzerindeki uygulamasıdır ve eski kitap sanatlarında yazıyı süsleme maksadıyla kullanılmıştır. Adını, en önemli malzemesi olan altından almıştır. Tezhip kelimesi, Arapça altın demek olan, zehep kökünden türemiş olup, ‘altınlamak’ anlamına gelir. Fakat tezhip sanatında altın ile birlikte kullanılan, geçmişte toprak boyalardan, şimdi ise hazır boyalardan elde ettiğimiz, bedahşi lacivert (lapislazûli), Türk alı, aşı boyası, Türk mavisi (türkuaz), limonküfü gibi klasik renkler de vardır.


Tezhipli eserlere müzehhep eser, tezhip yapana da müzehhip denir. Tezhip sanatı, geçmiş devirlerde daha çok yazı ile birlikte kullanılmış ve hat sanatının elbisesi, süsü olarak bu sanat dalının yanıbaşında yer almıştır. Fakat bugün tezhib, ebru veya dokulu kağıtlar üzerine işlenerek başlı başına dekoratif bir sanat halinde, duvarlarımızı süslemektedir.

Kitap sanatlarında en yoğun tezhiplere dinî yazmalarda rastlanır. Bunun yanında edebî eser olan divanlarda, padişaha sunulacak ilmî yazmalarda da yoğun tezhibe rastlanır. Bilhassa mushafların zahriye veya serlevha sayfalarında, bir hilye-i şerif üzerinde işlenmiş yoğun tezhipler, sanatın yanında zanaatın da ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.


Böylece tezhipden örnekler göstererek Tezyini sanatlarımıza da girmiş olduk. “Tezyinat kelimesi” pekçok dekoratif sanatı içine alan, bir terimdir. “Tezyin”, Arapça ziynet kelimesinden türemiş olup, “süs” manasına gelir. “Tezyina” bunun çoğulu yani “süslemeler” demektir. Tezyini sanatlara günümüzde süsleme veya bezeme sanatları da denir. Cild, tezhip, hat, minyatür, kat’ı gibi kitap sanatlarını, taş ve ahşap oymaları, sedefkârlık, çini, kalem işi, revzen, tekstil ve dokuma gibi dekoratif sanatları içine alan geniş bir uygulama alanı vardır.

Bütün bu sanat dallarında motif ve desen bilgileri aynı esaslara dayanır. Sadece desenin uygulanacağı yere, kullanılacağı teknik ve malzemeye göre ayrıntılarda bazı farklılıklar gösterirler. Mesela desen tasarlanırken çizilecek desenin çeşidi, yoğunluğu, motifleri, büyüklüğü ve renklerinin seçimi, işleneceği yüzeyin şekline, büyüklüğüne, yapıldığı maddeye, kullanılacak tekniğe göre yapılır. Onun için Türk tezyini sanatlarında kalıp usulü kullanılmamış, bezenecek her yüzeye uygun yeni bir desen çizilmiştir.

Gene bir çini panodaki hatayi motifi, tezhip edilecek desendeki hatayiye göre çok daha büyük ve ayrıntılıdır. Taş üzerine oyulacak desenin motifleri de iridir. Fakat sert zemine işleneceği için daha sade görünüşlü olmalıdır. Hatta sadece tezhib sanatı için çizilecek desenlerdeki motiflerin boyutu bile, işlemede kullanılacak tekniklere göre değişir. Halkar tekniğinde daha iri ve ayrıntılı, zemini boyalı klasik tezhibde, zer-ender zer veya çift tahrir (havalı) tekniğinde çok sade ve küçük motifler kullanılır. Renk seçiminde ise, taş, ahşap, fildişi ve deri üzerine işlenen desenler için zeminin doğal yapısına uygun renkler ve altın tercih edilir.

Tezhipte, çinide ise bulunduğu yüzyıla göre değişen, Türk sanatının klasik renk zevki dikkate alınır. İşte bunun gibi pekçok ince ayrıntılar, Türk sanatının gözü, gönlü dinlendiren ihtişamlı zevkini, estetiğini ortaya koyan önemli hususlardır.


Şimdi Türk sanatı ve diğer birçok Doğu sanatlarının özünü teşkil eden bir başka konuya geçelim, üsluplaştırma: Minyatür ve bezemelerde kullanılan bütün figür veya motiflerin çıkışları, çizilişleri, bu esasa dayanır. Klasik ismiyle, “üsluplaştırma veya üslup çekmek”, batı dillerindeki adı ile “stilizasyon” veya başka bir deyiş ile “soyutlaştırma” denilen bu çizim şekli, şöyle tarif edilebilir: “Sanatkârın modelini kopya etmeden, sadece ana çizgilerini koruyarak, onu kendi istek ve düşünceleri doğrultusunda, göstermek istediği şekilde çizmesidir. “Üsluplaştırılmış bir nesnede, hem modelin kimliği, hem de sanatkârın yorumu birlikte seyredilir.

Sanat dünyasında önemli bir yeri olan bu sanat anlayışında gölgenin yerini tarama almış, perspektif kısmen kullanılmıştır. Hatta minyatürde vurgulanmak istenen nesne veya fikrin dikkat çekmesi için, renk ve tasarım ile gerçek dışı yorumlara bile yer verilmiştir. Üsluplaştırmada bilhassa çizginin ifade gücü ve ahengi başlı başına incelenmesi gereken önemli bir noktadır. Hatta burada renk, çizgiye yardımcı olan, destek veren bir unsurdur.

Kalın, ince, koyu, açık, sert, yumuşak, çizgilerle çizilen üsluplaştırılmış motifler ve bu motiflerden meydana gelen desenler, dile gelerek, pek çok şey anlatır. Kendini ilgiyle seyredene, adeta sanatkârın iç dünyasını, karakterini, üslûbunu ve o çizgiyi çizerkenki halini fısıldar. Çizginin bu tılsımlı gücü, hüsn-ü hat sanatında hassas bir ölçü ve ahenk ile yazılmış istiflerde de seyredilir.

Kıymetli Hocamız Prof Dr. A. Süheyl Ünver (1898- 1986) bu konu ile ilgili görüşünü şöyle dile getirirdi; “Türk tezyinatı göz musikisidir, onun da notası vardır. Bu notaları bilmiyen göz bakar, fakat eseri okuyamaz ve anlayamaz.”

Picasso ise, hat sanatı ile ilk tanıştığı zaman manayı anlamamasına rağmen, çizgilerdeki ahenge hayran kalmış ve ‘Benim resimde varmak istediğim yere, İslâm yazısı çoktan gelmiş’ demiştir.

Mimar Turgut Cansever Hocanın 1997 (Ocak) yılında dinlediğim bir konuşmasından şu sözleri not etmişim. “Biçimler ifadedir, açıklamadır. Posmodernizmin içine düştüğü mesele bu ikilemin bir kanadına önem verip diğer kanadını ihmal etmesidir. Halbuki biçimler, anlatmak istedikleri mana ile bir bütün olduğu zaman insanlığa hizmet verir, işlev kazanır. İslâm mimarisinde bu bütünlük kurulmuştur.”


Klasik Türk tezyini sanatlarının genel olarak iki önemli ortak konusu vardır. Desende temel unsur olan motifleri, çıkış kaynağı, tarihi gelişimi, çizim tekniği, özellikleri, desen içinde kullanılış şekli ve çeşitleri ile iyi tanımak, desen tasarımında atılacak ilk önemli adımdır. Bundan sonra ikinci önemli adım, klasik Türk bezeme sanatlarında desen bilgisidir.


Değerli Hocam Rikkat Kunt (1903-1986); “Desen sanatın namusudur.” derdi. Rikkat Hanım bu sözü ile, tezyini sanatlarda desen tasarımının önemini, veciz bir şekil ile vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda gereken titizliği göstermeyip, emanet veya devşirme desenler ile eser verenlere de seslenerek, “Bezeme sanatı, kopyadan ibaret değildir. Bütün klasik sanatlarda olduğu gibi, kendi kuralları içinde yeni düşünce ve terkiplere açık bir sanattır.” demek istiyordu.

  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 02.04.2015, 01:19   #3
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı



Güpgüpoğlu Konağı’nda Ağaç Oyma Bezeme Örneği

20. Yüzyılın değerli müzehhip ve hocalarından Muhsin Demironat (1907-1983) ise, desen çizimini anlatırken: “Kompozisyon hazırlamayı nasıl öğreneceğiz dersek, bunun iki yolu vardır:

1
- Motif bilgisi ve desen çizme tekniğini iyi bir ustadan öğrenmek,

2- Göz eğitimi için çok görmek, el eğitimi için çok çizmek. Her ne kadar sanatta kabiliyet ve azim ön planda gelirse de, kendi kendine yetişmek ile bir üstad görerek yetişmek arasında, çok büyük fark vardır.” derdi. Bu tavsiyeler atalarımızın, “Ustadsız sanat haramdır.” sözünü de doğrulamış oluyor.

21. Yüzyılın üslupları araştırılırken dikkat edilecek başka bir konu da şudur: Gelenekli sanatlarda desenler, kendi üslupları içinde iki önemli özellik taşırlar.

1- Milli üslûbu koruyan, birleştirici ortak özellikler, ki bunların korunması şarttır. Çünkü bunlar, gelenek haline gelmiş kalıcı özelliklerdir. Meselâ Türk sanatının her dalında çok belirgin bir özellik olan eserin dışını sade bırakıp içini daha yoğun süslemek arzusu, sanatta veciz ifade üslûbunun tercih edilmesi, aynı zamanda Türk’ün dünyaya bakışını ve hayat görüşünü de göstermektedir.

Günümüzde gösteriş meraklısı zihniyetin tutsağı olan bazı kesimler, maalesef atalarının sanatla ifade ettikleri bu inceliği anlamak ve taktir etmek şöyle dursun, tenkit konusu yapmaktadır. Hâlbuki sadelik içinde, az malzeme ile seyircisini cezbede bilmek ve eserinde gerçek güzelliği yansıtmak, başarılması daha zor bir iş değil midir? Nitekim atalarımız Türk sanatını tarif ederken: “Dışta sadelik, içte ihtişam. İşte Türk sanatı.” Diyerek bütün bu gerçekleri, gene Türk üslubu olan veciz bir dille anlatmışlardır.

2-İkinci grup özellik ise ait olduğu sanat dalını zenginleştiren, tasarım hacmini genişleten üsluplar arasındaki farklılıkları belirleyen, ayırıcı özelliklerdir. Bu özellikler, yeni üslûp arayışları sırasında değiştirilebilir.

Kısaca Türk kültür tarihinin akışı içinde tezyini sanatların göz kamaştıran gelişmelerinde dikkat çeken en önemli taraf, desen ve renk tasarımlarında yakalanmış olan estetik olgunluk ve millî ruhtur.

Sonuç olarak sanat, şüphesiz yaşayan dinamik bir varlıktır. Hayatın akışı içinde bulunduğu zamana ve mekâna bağlı olarak devam ederken, değişmelere uğrar. Zira yeni arayışların yapılması, duygu ve düşüncelerin yeni üsluplar ve kalıplarda ifade bulması, kısaca değişim, insanlarda doğuştan var olan bir ihtiyaçtır. Bunun için en uygun alan, moda ve sanattır.

Bu arada klasikler arasına katılan, evrenselleşmiş eserler de pek çoktur. Her devirde insanların takdirini kazanan bu klasik eserler, aynı zamanda sahibini de ölümsüzleştirmiştir. Bunlara duyulan hayranlık hiç tükenmez. Hatta bunları kopya yapabilmek bile bir yetenek, eğitim ve bilgi ister.


Voltaire bu konuda şöyle demektedir: “Sanat bir dereceye iner ki, klasiği kopya bile edilemez. Onun için kopya bir küçüklük, bir zûl görülür. Keşke buna muktedir olsalardı.”

Fakat kopya çalışmak her ne kadar başarılı ve faydalı olursa olsun kopya ile yetinmek, sanatta bir amaç olmamalıdır. Sadece kopya veya taklitlerle sürdürülen sanat çalışmalarının ortaya çıkardığı eserler, o sanatı gelecek yüzyıllara taşıyamaz.

Şüphesiz sanatta belli bir yere gelmek, açılmamış kapıları açmak için sağlam ve güvenli bir zeminde bulunmak gerekir. Bizler de 21. yüzyılın yeni üsluplarını ararken, sanatın milli özelliklerini, geleneklerini göz ardı etmemeliyiz. Zira sanat evrenseldir. Fakat sanatkârın millî bir kimliği vardır ve bu kimlik mutlaka eserlerine yansır. Mesela modern resmin babası Picasso’nun evrensel olmuş sanatında İspanyol kültüründen izler görülür.

Gene müzik dünyasında ün yapmış, Finlilerin milli kahramanı Sibellius, bu şöhretini vatan sevgisi ve özgürlük için bestelediği eserleri ile kazanmıştır. Mimarlık tarihinde dünyaca bir deha kabul edilen Mimar Sinan’ın eserlerinde akıl almaz bir ustalıkla kullandığı kubbe, inancının odak noktası olan tevhid şevkinin maddeye yansıması değil de nedir?

Daha pek çok örnekte görüldüğü gibi, milli olmayan bir sanat, milletlerarası değere de sahip olamaz. Kısaca sanatta evrenselliği yakalamak, üstün yetenek yanında şahsî, millî ve yöresel kimliğin güçlü olmasıyla mümkündür. Büyük Atatürk’ün 1923 de söylediği şu sözü ile son vermek istiyorum. “Milli benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin şikarıdır.” yani avıdır.

1- Estetik, Cemil Sena Ongun, s. 26, 1971.

2- M. Uğur Derman, Hat Sanatında Türkler’in Yeri, İslâm Sanatında Türkler, s. 52, Y.K.B.K. Yay İstanbul, 1976.

3- İsmet Binark, Ekrem Hakkı Ayverdi Bibliyografyası, s. 279, İstanbul, 1999.

Alıntı
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 03.05.2015, 15:14   #4
Çevrimdışı
Çengelli İğne
«... Beklenen Şarkı ...»

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

Eskiden daha zarif ,emek isteyen bir o kadar da güzel sanatlar varmış.

Şimdilerde yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutuyorlar.

Teşekkürler.
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Çengelli İğne'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.06.2015, 01:33   #5
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

Tezhib Sanatı















Tezhip nedir nasıl yapılır:

A) MALZEMELER


1- KAĞIT: Gözü yorduğu ve yapılan tezbihi güzel göstermediği için ham kağıt kullanılmaz. Onun yerine bitkisel ve nebati boyalarla boyanmış kağıt kullanılır. Daha sonrada üzeri aherlenir. Aher bir çeşit ciladır, kağıdı doyurmak için yapılır. Sadece sanat eserlerinde aher kullanılır, çünkü yanlış yapıldığında silinebilme özelliği vardır.

Kağıt boyamada kullanılan maddelere ve verdikleri renklere birkaç misâl :
Krem rengi : Çay suyu;
Kahverengi : Cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu;
Sarı : Cehrî tohumu;
Kırmızı : Al bakkam;
Mor : Mor bakkam;
Şeker rengi : Şekerci ocağı isi;
Kırmızımtrak : Soğan kabuğu.

Boyanan kâğıtlar, ekseriya ipe asılarak kurutulduktan sonra, sıra âhârlemeye gelir. Yumurta âhâri, nişasta âhâri, un âhâri en çok kullanılan âhârleme tekniklerindendir. Âhârlenen kâğıd eskidikçe güzelleşir.


2- MÜHRE:


Sarı boya görünümünde olan sürme altın, kuruduktan sonra parlatılarak hakîki rengi kazandırılır. Bunun için, zermühre veya mıskale denilen, ucunda sert ve cilâlı parlak bir taş bulunan kalın kalem biçimindeki özel bir âlet kullanılır. Akik ten, Süleymâni taşından, yeşimden, yemen taşından yapılan ve farklı uçlara sahip olan zermühreler vardır. Yassı (bâdemî ) mühre, kartal burnu (sivri) mühre gibi... Bunları îmâl eden ustalara da endamcı denilirdi.
Mühreleme, mat ve parlak olmak üzere iki şekilde yapılır. Yağlı cilde temas ettirilip kayganlaştırılan mührenin altın sürülmüş yerlerde fazla bastırılmadan yeterince dolaştırılması ile parlak ; altınlanmış zemin üstüne ince saman kağıdı konularak aynı işlem yapılmakla mat cilâ hâsıl olur. Ekseriyâ zemin olarak kullanılan altın mat, motifler parlak mührelenir. Mührelemenin bir diğer faydası da tahrir çekme safhasında fırçaya mâni olacak pürüzlerin giderilmiş olmasıdır.
Altın, zermühreden başka iğne perdahı ( perdahtı ) denilen nokta çukurlaştırma usûlüyle de parlatılır. Bu işlem sırasında kullanılan âlet, ucu kağıdı delmeyecek kadar yuvarlanmış ve bir sapa yerleştirilmiş olan iğne veya ince çividir. İşlem sırasında kâğıda karşı dik açıyla elde tutulan âlet ile, altın sürülmüş yerlere aynı sıklıkla ve eşit kuvvetle bastırılarak noktalar konulur. XVII. yüzyıldan îtibâren rağbet gören bu parlatma tarzı, ufak alanlarda uygulandığı ve aşırıya kaçılmadığı takdirde câzibesini korur. Nitekim, iğne perdahtı na fazla yer verilmiş olan XIX. asır tezhiplerinde aynı asâletin bulunduğu söylenemez.






3-ALTIN:











Bir altın alaşımı, içine katılan madenlerin cinsine göre renk alır. Gümüş ilâvesiyle yeşil altın, bakır ilâvesiyle kırmızı altın ve diğer tonlar bulunur. Altın, gümüşle alaşım neticesinde zamanla kararmasına rağmen tezhipte yeşil altın çok kullanılmıştır. Klâsik usulde, zarlar arasına konulup dövülerek elde edilen ve kalınlığı mikronla ölçülebilen 5x10 cm eb'âdındaki on varak altına bir deste, yirmi desteye ise bir tefe denir. Böylece hazırlanan bir tefede 200 varak altın bulunur. Avrupa'dan gelen 8x8 cm ölçüsündeki varak altınlarsa defter hâlindedir ve her defterde 25 altın varak bulunur
Altın varak XIX. yüzyılın sonuna kadar İstanbul'un Beyazıt ve Süleymaniye semtlerinde Varakçılar Hanı ve Çarşısı denilen yerlerde imâl ediliyordu. Saflığı ve âyarı bakımından çok üstün olan Osmanlı altın varakları, Avrupa'dan gelen daha ucuz fabrika işi altın varaklarla rekabet edemeyince bu zanaat kısa zamanda sönmüştür. Bizdeki son altın varakçı, Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yapan Beykozlu Hüseyin Yaldız ( ö.1949) ustadır.
Tezhipte kullanılan altın, bu varakların aşağıda anlatılacağı şekilde ezilmesiyle hazırlanır: Altın varakların ezme işi büyük ve çukur bir çini veya sırlı toprak kap içinde yapılır. Kabın derin olmamasına, sır kısmında çatlak bulunmamasına ve içinin yivsiz, temiz ve yağsız olmasına bilhassa dikkat edilir. Altın, parmakların yardımıyla ezileceğinden, bu işe başlamadan önce eller sabunla iyice yıkanarak temizlenmelidir. Ezme işleminde arapzamkı ile süzme bal aynı sonucu verdiği için, iyi cins arapzamkının koyu mahlûlünden veya süzme baldan birkaç damla alınıp kabın ortasına konur. Önce sağ elin orta parmağı zamka hafifçe değdirilip altın varak alınarak kabın içindeki zamkın üzerine bırakılır. Parlaklığı tamamen kayboluncaya kadar etrafa yaymadan tek parmakla ezilerek hamur hâline getirilir. Bu esnada diğer varaklar da birer birer kaba alınıp aynı işleme tâbi tutulur. Varaklar çoğaldıkça altın üç orta parmakla döndürüle döndürüle iyice ezilir. Varakların hepsi zamk üzerinde toplandıktan sonra, oturur vaziyette altını ezmeye en az bir saat devam edilmelidir. Eskiden daha da ince olması için el ayasıyla ezerlermiş. Ezme esnasında kap kucağa sıkıştırılarak, diğer el ile iyice kavranırsa ezme işlemi daha başarılı olur. Zamk veya bal, parmak hareketine mâni olacak derecede koyulaştığında, birkaç damla su damlatılır. Fakat mümkün olduğu kadar az su ilâvesine dikkat edilmelidir. Hattâ, eski müzehhipler parmaklarını kaynayan suyun buharına tutup nemlendirme işlemini böyle hallederlermiş. Parmak rahat hareket ederken altın iyice ezilmez, ancak zorlandığı zaman esas ezilme başlamış olur. Altının iyi ezilip ezilmediğini anlamak için iki damla su damlatılır. Eğer altın, hâreler hâlinde su damlalarının üzerine çıkacak kadar incelmişse ezme işine son verilir. Fakat büyük parçalar görülüyorsa yeniden aynı tarzda ezmeye devam edilir. Ezme işlemi tamamlanınca, altını ezmekte kullanılan parmaklar, kabın içinde temiz su ile yıkanır. Parmaklar iyice temizlenince kaptaki altın su ile karıştırılır ve parmakla çalkalanır. Bu suretle altın zamktan kısmen ayrılmış olur. Daha sonra kabın alabileceği kadar su ilave edilerek 8-10 saat bir kenara bırakılır ve altının tamamen dibe çökmesi beklenir. Bekleme süresinde kabın sarsılmaması gerekir. Altının dibe çökme müddeti ne kadar uzun olursa o kadar iyi ezilmiş demektir. İyi ezilmeyen altınlar kısa zamanda dibe çöker ve ortada toplanır. Bu altını yeniden ezmek gerekir.
Çökme işi tamam olunca altının üzerindeki kirli ve zamklı su, mümkün olduğu kadar yavaş ve sallanmadan diğer bir kaba aktarılır. Kaptaki ıslak altın zerreleri az bir su ile küçük ve derin olmayan bir kâseye boşaltılır. Kabın ağzına kadar temiz su ile doldurularak ikinci defa 10-12 saatlik müddetle bekletilir. Altın dibe çökünce üzerindeki su boşaltılır. Bu şekilde altın kullanılma kıvamına gelmiş olur. Kabın dibinde kalan ıslak altın kendi hâlinde kurumaya bırakılacağı gibi, hafif ateş üzerine konarak suyu uçurulabilir. Sarı boya görünümündeki bu altın üstü kapalı olarak saklanmalı ve her türlü tozdan korunmalıdır. Ezilen altını kullanmak gerektiğinde jelâtinli suyla karıştırılıp fırçayla sürülür.







4- MÜREKKEP: Lal altın ve is mürekkebi çokça kuIlanılmıştir. Lal, koşnil böceğinin kurutulmasıyla elde edilip Fatih devrinde halkarlarda çokça kullanılmıştır. Altın ve is mürekkebi hem tezbih hemde hat sanatının temel malzemesidir buyüzden her dönemde kullanılmıştır.

5-BOYALAR : Bugün tezhipte Batı'nın sentetik sulu boyaları tercih edilmekteyse de, eskiden binbir emekle elde hazırlanan tabiî boyalar kullanılıyordu. Bu cisimli boyalar deste-seng (=el taşı ) denilen ve üst tarafından kavranılan, alt tarafı dışbükey bir mermer taşıyla –sulu vasatta- ezilerek inceltilip zerrelerine ayrılırdı. Bu zahmetli işlem bitince, arapzamkı eriyiğiyle karıştırıldıktan sonra kullanıma hazır hâle gelmiş olurdu. Boyadaki arapzamkı miktarı çok mühimdir, çünkü fazlası çatlamaya, azı boyanın yerinden çıkmasına sebep olur. Bu boyaların niteliği, üzerinden asırlar geçen tezhip örneklerinin aynı parlaklık ve canlılıkla renklerini muhâfaza etmesinden bellidir. Bilinen eski boyalardan bâzıları şunlardır:

Siyah : İs mürekkebi ( is ve arap zamkı karışımı);
Beyaz : Üstübeç (bazik kurşun karbonat); tebeşir beyazı : (kalsiyum karbonat);
Lâciverd : Lâciverd taşı, lapislazuli; (en makbulü Afganistan'ın kuzey doğusundaki Bedahşan'dan geldiği için Bedahşî lâciverd olarak anılır);
Mâi ( mâvi ): Çivit-indigo (en iyisi Pakistan'daki Lâhur'dan gelenidir);
Mat kırmızı ( surh , verminyon ): Ham zencefre ( civa sülfür );
Parlak kırmızı : Lâl, kırmız böceğinin kurutulmuşundan yapılan ve yarı şeffaf özelliği olan mürekkep;
Tuğla kırmızısı : Gülbahar ( demir oksit);
Sarı : Sarı toprak boyası ( demir oksit ); sarı zırnık ( zırnıh-ı asfar );
Turuncu : Kurşun oksit, sülüğen ( minyum); altınbaş zırnığı;
Yeşil : Bakır taşı (bakır karbonatı); sarı zırnık + lâhur çividi.

İs mürekkebi, tezhibin en zor işlemi olan ve en çok dikkat çeken tahrir çekme safhasında kullanılır. Su ile istenilen kıvama getirilen is mürekkebi, hem siyah boyadan daha incedir, hem de eserin her tarafında siyah rengi aynı tonda tutmak daha kolay olur.
Bu boyalardan bir kısmı birbirine karıştırılmakla ara tonları da elde edilebilirdi.

6-TUTKAL : Eskiden ezilmiş altının fırçayla zemine sürülmesinde morina balığından çıkartılan ve balık tutkalı denilen yapıştırıcı suda eritilerek kullanılırdı. Fakat günümüzde bu maksatla jelâtinden faydalanılıyor.

7-FIRÇA: Yazma kaynaklarından anlaşıldığı üzere fırçanın eski ismi "kıl kalem"dir. Müzehhipler fırçalarını çulluk kuşunun ense tüylerinden kendileri yaparlardı. Gümüşi rente olan bu kıl kalemleri tahrir çekmek için kullanırlarmış.
Eski kaynaklarda adı kılkalem olarak geçen fırça, bu sanatın gerçekleşmesini sağlayan başlıca âletdir. Motiflerin dış sınırına çekilen ve tahrir denilen çizgilere, bu fırçalar yardımıyla nüans verilir. Tarihte, müzehhipler fırçalarını kendileri yaparlar ve çulluk kuşunun ensesinde bulunan gümüşî renkte yay biçimi tek tüylerin biraraya getirilmesiyle farklı kalınlıkta fırçalar hazırlarlarmış. Tahrir çekme işleminde kullanılan fırça başka maksatla boyaya sokulmaz, yine altın fırçası sadece bu işe ayrılır. Bugün Avrupa'dan ithal edilen ve 000 dan 3-4 numaralara kadar değişen samur tüylü fırçalar kullanılmaktadır.
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.06.2015, 01:36   #6
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

YAPIMI














Tezhibin ana malzemesi altındır. Altın, varak yani ince yapraklar halinde kağıt arasında saklanır. Bu tür altın doğrudan doğruya yapıştırılarak kullanılabilir. Ama ince desenler için ezilerek kullanılır. Bir pota içinde Arap zamkı ve su ile parmakla ezilir, daha sonra zamkın fazlasının alınabilmesi için suyla karıştırılır. Altın zerrecikleri dibe oturunca üstteki suyun fazlası akıtılır. Kalan az miktarda su ise tozdan korunmuş bir yerde kurumaya bırakılır. Böylece altın, boya gibi fırça ile sürülebilecek bir malzeme haline gelir. Yeşil altın ya da gümüş de renk etkileri elde etmek için yan yana kullanılabilir. Ancak gümüş, kâğıdın zamanla bozulmasına neden olur. Bir tezhibin hazırlanmasında izlenen yol şöyledir: İnce kâğıt üzerine bir desenin tümü ya da yinelenen bölümlerinden yalnızca biri çizilir. Müzehhib bir kâğıdın üstüne çizdiği motifi önce sert bir şimşir ya da çinko altlığın üstüne koyarak, birer milimetre kadar aralıkla iğne ile delerek bir kalıp hazırlar. Bu kalıp, süslenecek yüzey üzerine yerleştirilir. İçinde ince kömür tozu olan küçük bir torbacık, kalıp üstünde gezdirilir ve noktaların yüzeye geçmesi sağlanır ki buna silkme denir. Noktaların araları da ince kalemle birleştirilerek desen ana yüzeye geçirilir. Boyama işlemine altınla başlanır. Hafif jelâtinli su ile sulandırılan altın, fırça ile sürülür. Altının parlaması için de “Zermühre” denen bir alet kullanılır. Bunun için genelde akik tercih edilir. Bir sapa oturtulan bu taşın yüzeye sürülmesi ile altın parlak bir görünüm kazanır. Daha sonra çok ince bir fırça kullanılarak konturlar çizilir. Bu konturlara "tahrir" denir. Konturların çizilmesiyle zemin renklerinin altın yüzeye akması bir derece de olsa önlenmiş olur. Sonra sıra zemin kısımlarının renklendirilmesine gelir. Zeminde genellikle lacivert kullanılır ve bunun içinde lahor çivit en güzelidir. En sonunda renkli ayrıntılar eklenir, tığlar çekilir, zeminde serpme, nokta ya da tarama gibi son rötuşlar yapılır. Türk tezhib sanatının Anadolu Selçuklulardan başlayarak Osmanlılara kadar uzanan bir geçmişi vardır. En erken tarihli örneklerden biri, bugün Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan 1131 tarihli bir Kur’an-ı Kerim dir. 12. ve 13. yüzyıllarda parlak olarak tatbik edilen altın daha sonraki yüzyıllarda değişik renklerde (yeşil, kırmızı, beyaz) imal edilmiş, bazen mat olarak da tatbik edilmiştir. Altının yanı sıra kullanılan renkli boyaların en ağırlıkta olana koyu mavidir. Çeşitli tonlarda tatbik edilen lacivert, lahor çividi, lapis gibi adlarda toprak kökenli olup arap zamkı ile halledilir. Esas iki ana rengin haricindeki ara renkler kırmızı, yeşil tonlarda kısmen zemin rengi olarak kullanılmıştır. Çiçek motiflerinin renklenmesi de bütün ana renkler ve tonları açıktan koyuya giden kademeli bir biçimde boyanır. Bir yazma eserde tezhiblenen bölümler iç kapak anlamında olan ve kitabın adı, müellifi bazen de kimin için yapıldığını belirten temellük kitabesinin bulunduğu zahriye; sanatçının bütün hünerini gösterdiği serlevha ya da boş sayfalar, hattatın isminin konulması nedeniyle ketebe sayfası ya da hatime son sayfalar; başlık ya da mihrabiye diye adlandırılan Kur'an'dan sure, diğer yazmalarda konu basları; cümle ve ayetleri birbirinden ayırmak için konan nokta yada duraklar; sayfa kenarlarında görülen ve konuyla ilgili açıklamayı içeren gül süslemeleri olup bunlar secde, hizip, cüz ve asır gülleridir, Tezhib tasarımlarında kullanılan motifler doğadaki bitki ve hayvan biçimlerinin stilizasyonudur. Bitkisel kökenli olan çiçeklere verilen isim Hatayi grubu altında toplanan çoğunlukla hayal mahsulü olan kompozit bir türdür. Hayvansal biçimlerin üsluplaşmasından meydana gelen diğer motif türü ise Rumi adi altında günümüze gelmiştir. Kelime anlamı Anadolulu olan Rumi 12. ve 13. yüzyıllarda mimari süsleme ve tezhib sanatında en çok kullanılan motiftir. Özellikle Selçuklu mimarisinde karakteristik hayvan figürleri ile birlikte tasarlanmış birçok anıtlarda görülür.14. yüzyıldan itibaren hayvansal biçimini kaybeder. 15. ve 16. yüzyıllarda Timuri Safavi ve Osmanlılarda çok çeşitlilik arz eden kompozit biçimdedirler.







12. v 13. yüzyıllarda yapılan tezhiblerdeki tasarımlar Rumi motifi ağırlıklı asimetrik düzendedir. Kısmen Hatayi motifinin de yer aldığı kompozisyonlar çok sade bir biçim ihtiva eder. Bu yüzyılda yapılan başka bir motif türü ise kenar pervazlarda kullanılan zencerektir.
Türk tezhibinin en müstesna örneklerinden biri de Karahisari Kur'anındaki desenlerdir. Üslup teknik ve çeşitlilik açısından Osmanlı süsleme sanatının bir repertuarı sayılan bu Kur'andaki tezhibler akıl almaz bir incelikle Karamemi nakişhanesinin mahsulüdür. Yalnız koltuk desenleri birbirinden farklı 100 deseni ihtiva eder. Farklı renkler ve üsluplarla 600 değişik renk çeşidi ile tezhiblenmistir. Bu yüzyıl sonunda Türk tezhibi giderek inceliğini yitirdiğini ve klasik motiflerin özelliğini yavaş yavaş kaybettiğini izleriz. Batı sanat etkisinin kuvvetle hissedildiği 18. yy. da klasik süslemeyle Barok, Rokoko motiflerinin bir arada kullanıldığı tarz dikkat çeker. Özellikle natüralist çiçek buketlerinden oluşan bu teknik kendini 19.yy. sonuna kadar devam ettirmiştir. 19.yy. sonuna doğru klasik motiflerin yeniden ele alınmasına çalışılmış ve Türk tezhibinde Neo klasik üslup ortaya çıkmışsa da Osmanlı bezeme sanatının en zayıf üslubu olarak kabul edilir. Tezhibin tatbik edildiği birçok alanlardan biri de murakka yazı levhaları üzerine yapılan bezeme çeşitleridir. Muntazam geometrik şekilde olanlarına ''Mücevher Nokta'' , altı köşelilerine ''Şeşhane Nokta'' beş yapraklılarına “Pençberk Nokta”, üç yapraklı olanlarına da ''Seberk Nokta'' denir Kur’an-ı Kerimde sayfa kenarlarında o sayfadaki yazının neye ait olduğunu göstermek için yazılan yazıların etrafını çevreleyen yuvarlak ve içi boş süslemelere de “Gül” denir. Bulundukları yerlere göre değişik isimleri vardır Vakfe gülü, secde gülü, hizip gülü her beş sayfada bir, cüz gülü her yirmi sayfada bir ve sure gülü de her surenin başına konur. Bu gül motiflerinin daha büyük ve süslü olanlarına da ''Şemse'' denir. Genellikle şemse cilt kapaklarının ortasına yapılan bir bezeme çeşididir Şems (güneş) motifinden çıkmadır. El yazma kitapların sayfaları yaldızla biri kalın, diğeri ince iki çizgiden oluşan bir çerçeve içine alır. Bu çizilen altın çizgilere “Cedvel” denir. Bazen cedvellerin kenarlarına tahrir denilen değişik renkte çizgiler de çekilir. Cedvelleri müzehhipler çektiği gibi sırf bunları çizen ayrı Sanatçılar da vardır. Bunlara da “Cedvelkeş” denir. Sayfaların etrafında cedvellerden başka çiçek ve bezemelerle yapılan sular görülür, bunlar da şekillerine göre isimlendirilir. Daha geniş olanına “Zencerek” Zencirek, yani zincir gibi, zincirimsi birbirine geçmelerle eklenmiş halkalara “Ulama , iç çiçek ve yapraklarla süslenmiş bordürlere de “kıvrık Dallı” dendiği gibi, Hüsnü Hat levhalarında sözcük ve harflerin süslenmesi için bazı tezhipli bezemeler de yapılır bunlara da ''Hurda tezyinat'' denir.















Tezhip (Osm: Tezhib) kelimesi, Arapça zeheb (altın) kökünden türemiş olup, ‘altınlamak’ anlamına gelir. Çoğulu olan “tezhibat” “altınlama süslemeler” demektir. Tezhip günümüzde daha çok İslam kökenli kitap bezeme sanatlarına verilen addır. Tezhip sanatını icra eden erkelere müzehhip bayanlara müzehhibe adı verilir.

Tezhip sanatı öncelikle hat sanatının etrafının bezenmesi amaçlı kullanılmış, günümüzde tek başına pano olarak ta kullanılmaktadır. Basit bir anlatımla çoğunlukla stilize edilmiş bitki formları ya da desenlerden oluşan kimi zaman simetrik tasarımlardır.

Günümüz Türkiye'sinde tezhipte oldukça tutucu, "klasik yaklaşım" denilen bir akım vardır. Klasik yaklaşım, tarih boyunca kullanılmış formlar ve desenleri yinelemek, form ve desenlerin ana yapılarını bozmadan değişik kompozisyonlarda kullanmaktir.

Buna karşın, bazı tezhip sanatçıları ise klasik form ve desenleri kendi görüş ve algılarına göre değiştirerek degişik kompozisyon ve malzemelerle daha özgür bir yaklaşım tarzı kullanmaktadırlar.
Zaman içinde unutulmuşluğa terkedilmiş bu zarif ve zor sanat, son 10 yıl içinde bu sanata gönül veren çeşitli grup ve kişilerce canlandırılmıştır. Günümüzde Türkiye'deki pek çok üniversitede "tezhip bölümleri" yetenekli sanatçılar yetiştirmektedir.
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.06.2015, 01:38   #7
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

Türklerde tezhip sanatının geçmişi







Türk tezhip sanatının en eski örnekleri, Türklerin tarih sahnesine çıktıkları ilk devirlerden itibaren görülmüş, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde motifler ve renkler açısından olağan gelişmesini yaşamıştır. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) tarafından zaferle sonuçlanan Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra Tebriz’den İstanbul'a getirtilen sanatçılarla bu sanatta önemli ilerlemeler ve yenilikler gözlenmeye başlanmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520-1566) tezhip sanatı açısından zirvede olan bir dönemdir. Bu dönemde, zahriye, serlevha, sure başları ve hatime sahifelerinde zengin işçilik görülmeye başlanmış, altın çok kullanılmış ve lacivert renk dönemin önemli rengi olmuştur.












Zahriye sahifelerinde formlar, altıgen, sekizgen, dörtgen şeklindedir. Bu devrin önemli özelliğinden biri de “saz yolu” üslubunun görülmesi ve güzel örneklerini vermesidir. Saray nakışhanesinde doğulu sanatçıların etkileri saz yolu üslubunda olduğu gibi açıkça görülmektedir. Kanuni Sultan Süleyman devrinin döneminin ünlü nakkaşların başında Şah Kulu ve Kara Memi gelmektedir. 1520-1526 yılları arasında faaliyet gösteren Şah Kulu Osmanlı Sanatında kitab bezemesinden kumaşa, çiniden kuyumculuğa kadar yaygınlaşan özgün bir üslubun, saz üslubunun önderi olmuştur. Onun öğrencisi olan
Kara Memi ise, Osmanlı süsleme sanatının gelmiş geçmiş en önemli sanatçılarından biri olarak dikkati çeker. Aslında müzehhip olan Kara Memi kitab sanatının klasik kuralların dışına çıkan, yeni motiflerle o güne değin görülmemiş bir üslubun kurucusu olmuştur. Kullanılan renkler ise altın ve laciverdin uyumu ile birlikte turuncu, yeşil, vişneçürüğü, pembe, sarı, eflatun, siyah ve bu renklerin çeşitli tonlarıdır. Çiçeklerde hemen hemen bütün renkler kullanılmıştır. Tabiattan yetiştiği şekilde alınan, gül, nergis, lale, sümbül, süsen, haseki küpesi, zerrin ve bahar çiçekleri kullanılmıştır .














Lale Devri'nde (1718-1730) Batı sanatı etkisi Türk tezhip sanatında etkisini göstermeye başlamıştır. Bu bağlamda, Fransız Rokoko sanatının tesiri önemli ölçüde olmuştur. Bu tesir sonucunda, klasik form tamamen terkedilmiş, iri çiçekler, buketler, vazo, saksı veya sepet içinde buketler, kurdela ile bağlanmış çiçekler bolca kullanılmış, XIX. yüzyılın sonuna kadar aynı üslub devam etmiştir.

Yazı ve etrafında toplanan sanatları öğretmek üzere 1914 yılında "Medrese-t-ül Hattatin" adı ile açılmıştır. İlk müdürü Hattat Arif Bey olan mektebin amacı yazı, tezhip, halı, cilt, ebru ve ahar gibi eski sanatlarımızın devamını sağlamaktır. Mektep, Harf İnkılabı'na (1928)kadar önce kurulduğu adla, sonra "Hattat Mektebi", akabinde de "Şark Tezyini Sanatlar Mektebi" adı altında faaliyetini sürdürmüş ve nihayet 1936'da Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlanmıştır.
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.06.2015, 01:39   #8
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı


























































__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.06.2015, 01:40   #9
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

















































__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 08.06.2015, 01:50   #10
Çevrimdışı
Canan
Çiçekci kız

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türk Bezeme Sanatı

Yazılar çok uzun, tamamını okuyamadım Fakat resimleri iyi izledim.

Teşekkürler Suzim.

Ellerine sağlık.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
Canan'in Mesajına Teşekkür Etti
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
bezeme, sanatı, türk


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:06.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.