Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Bir Yudum İnsan > İcatlar - Mucitler | Keşifler - Kaşifler


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 28.01.2009, 20:40   #1
oneyouu
Ziyaretçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Evliya Çelebi'nin Kültür Tarihindeki Yeri

Evliya Çelebi'nin Kültür Tarihindeki Yeri


Filolojik bir inceleme olmayan bu yazıda[1] Evliya Çelebi'nin kendi anlatımından ancak yansıyabilen bazı kişilik özellikleri ve Seyahatnamesi'nin kültür tarihi bakımından kaynak değeri gibi bir iki soruna sınırlanıldığından, eserinin içeriğine yönelmekle yetinilmiştir.[2] Ayrıca Evliya Çelebi araştırmalarının herhalde temel sorunu olan hayal ve gerçeklik ayrımı da burada asıl konu olarak incelenmeyecektir; alanın uzmanları bu meseleyle etraflıca uğraşmaktadırlar.[3]

Bu benzersiz Osmanlı gezmen ve anlatı ustasının yaşadığı yıllar (1611-1683/84) IV. Murad'ın ve Köprülü sadrazamları Mehmed ile Fazıl Ahmed'in yönetimleri altında iç politikada iki defa toparlanabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun duraksama döneminin sonlarına rastlar. Murad'ın saltanatındaki toparlanmada Otuzyıl savaşının da bir etkisi olmuştur; bu kargaşa yıllarında Osmanlı Devleti - geçici de olsa - Avrupa cephesinde rahatlayabilmiştir. Ancak, bunun dışında 17. yüzyıl İmparatorluk için yönetim uygulamalarının yozlaşmasıyle el ele giden, ekonomik ve toplumsal sıkıntıların yaygın olduğu bir çağdır. Anadolu Celâli ayaklanmalarıyle sarsılırken, İstanbul zaman zaman Yeniçerilerin ve değişik saray hiziplerinin çatışma alanına dönüşüyordu. İran ile açık çatışmanın Kasr-ı Şirin antlaşmasıyle (1639) geçici olarak son bulmasından rahatlayan Osmanlı İmparatorluğu Venedik'e, Lehistan'a ve Alman İmparatoru'na karşı daha geniş çapta savaş girişimlerine yönelmiştir ki bu siyaset İkinci Viyana kuşatmasıyle doruğuna ulaşmıştır.

Bu tarih çerçevesi içinde Evliya Çelebi'nin hayatına dair bugünkü bilgi, sadece kendisinin gezi anılarının arasına serpiştirdiği açıklamalarından ibarettir.[4] Bu açıklamalara göre kendisi 1648 yılında yüz on yedi yaşında ölmüş olduğunu söylediği Saray Kuyumcubaşısı olan Derviş Mehmed Zıllî'nin oğlu olarak 25 Mart 1611'de İstanbul'da doğmuş. Fatih Sultan Mehmed zamanında Sancakbeyi olan buyükbabası, Germiyanoğlu Yakub Bey'in veya Hoca Ahmed Yesevî'nin ardıllarından olarak Konstantinopolis'in fethi esnasında 1453'te Kütahya'dan İstanbul'a taşınmış. Soykütüğünü böylesine saygın atalara dayandırdığı gibi[5], I. Ahmed'in sarayına bir Kafkaslı cariye olarak girmiş olan annesinin de atalarını ve akrabalarını onurlandırmayı ihmal etmeyen ve birkaç yıllık Medrese öğrenimi esnasında usta bir hafıza dönüşen Evliya Çelebi, sonraki sadrazam Melek Ahmed Paşa olan dayısının[6] yardımıyle 1635 yılında Enderun'a girebilmiş ve buranın eğitiminden geçmiş. Doğduğu şehiri on yıl boyunca araştırdıktan sonra 1640 yılında saraydan ayrılıp Bursa, İzmit, Trabzon ve Kırım'a yaptığı gezilerle uzun gezgincilik yıllarını başlatmış. Bundan böyle zaman zaman İstanbul'da verdiği aralarla Doğu Anadolu ve İran'a, Ortadoğu ve Balkan eyaletlerine, hatta İsveç ve Hollanda'ya da kâh yüksek makam sahiplerinin, saray görevlilerinin veya yabancı diplomatların maiyyetinde, kâh ulak, sınır gazisi veya özel kişi olarak gezilere çıkmış.[7] Ayrıca peşpeşe değişik eyatletlerde görevlendirilen dayısı Melek Ahmed Paşa'nın sürekli refakatçısıymış. Gezilerini taçlandırmak için nihayet 1671 yılından itibaren Rodos üzerinden Mısır, Sudan ve Habeşistan'a kadar genişlettiği bir hac yolculuğuna çıkmış. Mısır'da yaklaşık on yıl kalmış.

Evliya Çelebi'nin ölüm tarihi araştırmacılar tarafından Seyahatname'de 1682 yılı için zikredilen Hicaz'daki sel felâketi ile değinilmeyen İkinci Viyana kuşatması arasına yerleştirilmiş ve Seyahatname'de en geç yıl kaydı olarak yer alan 1094 (1683) tarihi - sözcüklerle yazılmış olmasına rağmen - bir kopya hatası olarak kabul edilmişti[8], ta ki Kreutel incelemelerinde Seyahatname'nin birçok yerlerinin “olaydan çıkarsamalar” (vaticinationes ex eventu) içerdiklerini ve bundan dolayı Evliya Çelebi'nin l683'te hayatta olmuş olması gerektiğini ortaya koyana kadar. Seyahatname'nin son cildinin, daha önceki bölümlerde kehanet biçiminde değinilen, gerçekte ise yaşanmış olan olayların artık etraflıca anlatılmadan birdenbire son bulmasıyle de desteklenen Kreutel'in bu görüşü[9], Evliya Çelebi uzmanı Baysun tarafından da paylaşılmıştır.[10] Evliya Çelebi'nin ardılları hakkında bugüne kadar herhangi bir ipucu bulunmamaktadır[11]

Evliya Çelebi'nin eserinden kişisel niteliklerine dair bir tablo oluşturulabilmektedir. Herşeyden önce sınırsız bir bilgilenmek isteği dikkati çekiyor. Geleneklerine bağlı ve, diğer Osmanlı çağdaşları gibi, kendi kültürünün üstünlüğünden emin olan bir inançlı Müslüman olması[12], onu yabancı dünyaları ve becerileri tanımaktan alıkoymamıştır. Saf bir dindarlığın yanı sıra bir 17. yüzyıl Osmanlısı olarak hatırı sayılır bir hoşgörü sergiliyor. Kiliseleri ziyaret ettiğini bildirmekte[13] ve Hıristiyan dua metinlerini aktarmakta[14], ayrıca konukları için evinde yasaklanmış içki ve uyarıcı hazır bulundurmakta, bu gibi maddeleri kullanmadığı anlaşılan bir kişi olarak sakınca görmeyen Evliya'nın[15] dar görüşlü olamayacağı ortadadır.[16] Hıristiyanları “gâvur” olarak adlandırması - Hıristiyanlarla Müslümanların birbirlerini Ortaçağ'dan beri böyle nitelemeleri göz önünde tutulduğunda - ufkunun ölçeği sayılamaz. Her şeyi öğrenme isteği, gördüklerini, duyduklarını veya okuduklarını olabildiğince etkileyici bir biçimde kâğıda dökme - ve kuşkusuz dostlarına sözlü olarak anlatma - çabasıyle sıkı sıkıya bağlıdır. Cömertçe aktardığı bilgilerini kıt veya kuru bulduğunda, kendi hayal gücüyle zenginleştiriyor.[17] Başkalarının merakını herhalde kendininkinin olağanüstü boyutlarıyle ölçmüş olmalı ki, belâgatına ve görgüsüne çevresini anlaşılan hayran bırakmayı ve anlattıklarıyle dostlarının heyecanını diri tutmayı hedefliyordu. Gezmek ve görmek tutkusu uğruna refakatlerinde bulunduğu kişilerle de iyi geçinmeye önem verdiğini, kendi sözlerinden anlıyoruz.[18] Ancak arı ve açık anlatım biçiminden, bu çabasının bir yaltaklıktan değil, kendisinden ve bundan dolayı okurlarından her türlü yararlı bilginin yanı sıra yaşanması sadece az sayıda seçkine nasip olan keyiflendirici serüvenleri de esirgememek gibi nerdeyse çocuksu yansıyan samimî bir istekten kaynaklandığı izlenimi uyanıyor. Ölçüsüz abartmaları ve olasılık dışı hikâyelerinin temelinde böyle bir duygu hali yatsa gerek.

Sunuş biçiminin sayısız eğlendirici örnekleri arasında, anlattıklarına kendinden emin ve rahat, ancak usandırıcı ya da itici olmayan bir tarzda kendisinde gördüğü üstünlükleri dokuduğu ve mizah anlayışına sahip bir okurun pek ihtimal vermeyeceğinin bilinciyle yazılmışa benzeyen hikâyeler yer almaktadır: Kendisini bir gün Padişah IV. Mehmed'in huzuruna çıkaran Köprülü Mehmed Paşa'nın, Evliya Çelebi'nin bu üç saat süren görüşmede sergilediği başarı üzerine: “İlâhi Evliyâ! Berhurdar ol, çok yaşa...Aceb yekpâre cevaplar verdin ki herbiri devletin işine yarar birer Süleyman merhemidir[19] demesi gibi; Budin Beylerbeyi'nin kendisine 1665'te Viyana'ya Büyükelçi olarak giden Kara Mehmed Paşa'nın - ki Evliya Çelebi onun maiyyetinde Viyana'ya gittiğini savlıyor - güzergâh üstündeki bölgeleri bilmediğini söylemesi ve Evliya Çelebi'nin de yolculuk esnasında herşeye göz kulak olmasını tembih etmesi, bir başka deyişle, elçilik heyetini adeta kendisine emanet etmesi gibi[20]; ya da Büyükelçi'nin, Habsburg İmparatoru I. Leopold'un huzuruna çıkmadan önce Mataracıbaşı'sına ve Evliya Çelebi'ye “Çasar”ın tahtından inmiş olarak kendisini “divanhane” girişinde ayakta bekleyip beklemediğini kolaçan etmelerini buyurması üzerine, ikisinin kabul salonuna girdikleri anda İmparator'un Mataracıbaşı'nı “sırmalı mehabetlü Hacı Bektaş üsküfü ile görünce, hemen başından şapkasını çıkarıp hakîre ve mataracıbaşıya tapınıp selâm alır gibi bir iki eğilip doğrul”muş olması gibi.[21]

Evliya Çelebi'nin, okurun heyecanını diri tutmak için kullandığı araçlar arasında, daha sonraları ünlenmiş kişilerle orada burada tanışmasına ve hep doğru zamanda önemli tarihsel olayların mekânlarında tanık olarak bulunmasına yol açtığını ileri sürdüğü “rastlantılar” da yer almaktadır. Ayrıca gezileri için rüyalarında aldığı tavsiyeler[22] ve önemli yaşantılarının Kadir gecesi'ne rastlaması gibi kendi hayatında etkili olduğunu savladığı “hayırlı” alâmet ve tarihler de unutulmamaktadır.[23]

Evliya Çelebi ölümünden bir buçuk yüzyıl sonra Hammer tarafından keşfedilişinden beri[24] belleklere ölümsüz bir kişilik olarak yerleşmiştir. Eserini sürükleyici bir canlılıkla renklendiren anlatım tarzının[25] kötü niyetli bir aldatmayı değil, ferahlatıcı bir safdillikle dünyaya olumlu bir bakışı sergilemeyi amaçladığı, okurları tarafından yanlış anlaşılmamış ki, kendisi yorulmak bilmez, öğrenme azmi dolu gezgin, doğal, uyanık ve çok okumuş gözlemci ve mizah anlayışı olan, nüktedan anlatıcı mertebesine oturtulmuştur.

Seyahatname'nin kaynak değerine gelince, Evliya Çelebi'nin gezilerinden ve yaşantılarından hangilerinin gerçek olaylara dayandığı, hangilerinin ise hayal ürünü olduğu konusunu irdeleyen uzmanlar, bazı betimlemelerdeki açık çelişkilere ve metindeki boşluklara dayanarak, Evliya Çelebi'nin ikinci elden devraldığı bilgileri kalıcı bir metinde bağlamaya geçmeden önce “yaşadıklarını” (!) dayandıracak mümkün olduğu kadar bol miktarda elle tutulur malzeme toplamak istediğine işaret etmişler[26] ve bundan dolayı Seyahatname'nin kaynak olarak değerlendirilmesinin uzun vadeli sorunlar ortaya koyduğunu ve bütün el yazmalarının karşılaştırılmasıyle, sayısız içerik ayrıntısının da titizlikle incelenmesiyle hazırlanacak bir eleştirmeli yayımı şart koştuğunu vurgulamışlardır.[27] Uzmanlar böyle bir hedefe umutsuz bakmıyorlar. Seyahatname'nin sayısız abartmalarının ve olasılık dışı tasvirlerinin yanı sıra çok önemli ve başka kaynaklarda bulunmayan bilgileri içerdiği ortaya konmuştur.[28] Eleştirmesiz ikinci elden devralınan veya hayal gücünden kaynaklanan betimlemelerin yanı sıra eserde çok sayıda yer alan dolaysız gözlemlerin son derece güvenilir olduğu da kaynak karşılaştırmalarıyle kanıtlanmıştır.[29]

Evliya Çelebi İstanbul hayatını ilk iki üç yılın dışında payitaht için nispeten düzenli bir zamanda, kendi açıklamasına göre 1630 ile 1640 yılları arasında incelemiştir. İmparatorluğun değişik eyaletlerine - ve kendisinin ilgili bölümlerde döne döne vurgulamasına göre yabancı ülkelere - yaptığı geziler saraydan ayrılmasından, yani 1640 yılından itibaren gerçekleşmiştir, her ne kadar bu yıldan önce Kütahya, Bursa ve Manisa'yı kısaca ziyaret ettiğini söylüyorsa da. İstanbul'u renkli ve canlı bir biçimde anlatmaktadır. fiehir halkının değişik sosyal sınıflarını ve esnaf loncalarını gerçekçi biçimde yansıtırken[30] ve şehirin kalıcı güzelliklerini sıcak bir yaklaşımla dile getirirken, metni yer yer fıkralar[31] ve menkıbelerle[32] süslüyor. Daha uzak bölgelere yaptığı(nı söylediği) gezilerden Evliya Çelebi bize istatistik verilerden, ilgili kişi adlarıyle desteklenmiş - bazen kendi kafasına göre kurduğu - tarihsel arka plan sahnelerinden, kanıtlanabilir örf ve adetlere kadar ayrıntılı bilgi sunmuştur. Bu gibi anlatımlarda ibadet biçimlerini de unutmamış ve yerel ağızların telâffuzunu Türkçe'nin ünlü uyumu ile birleştirmesi ve bunları da doğal olarak Arap harfleriyle yansıtması sonucu hayli iç açıcı dil örnekleri aktarmıştır.[33]

Kullandığı dile gelince, bu, ağdalı bir yazı biçemi değil, sözlü anlatış gibi canlı bir dildir. Renkli anlatım biçemini kuşkusuz okurlarının ve dinleyenlerinin beğenisine göre ayarlamıştır. Alexander Pallis'in[34] örnekleriyle sergilediği seçkin sınıf ve orta tabaka Osmanlılarının şiir sanatına ve müziğe duydukları büyük ilgi, Baron Bernard Carra de Vaux,[35] tarafından da dile getiriliyor. Evliya Çelebi'nin dikkat çeken özelliği ise, çağdaşlarının böylesine inceltilmiş bir biçeme taşıdıkları yatkınlığa yalın bir dille, fakat buna karşılık fantastik bir içerik sunuşu ile hitap etme yolunu seçmiş olmasıdır. Yine de nüktedan yazarımız, Osmanlı toplumunun eğitimli sayılacak bir okur kitlesine yönelmenin bilinciyle, nesir metnini yer yer beyitlerle ve - kâh kendisinin yarattığı, kâh yazıtlardan kopya ettiği - kronogramlarla süslemeyi ihmal etmemiştir.[36]

Seyahatname'de coğrafya ve tarihin her alanına, ayrıca halkbilim ve dil araştırmalarına da eleştirmeci karşılaştırmalarda ışık tutabilecek çok sayıda bilinçli olarak aktarılmış bilgi, onun kaynak değerini biçmede göz önünde tutulan tek ölçüt değildir. Seyahatname türünün özgün bir anıtı olan bu eserin bir başka önemi, çağının Osmanlı zihniyetini, dünya görüşünü ve - özellikle yabancı ülkelerin tasvirinde - dünyaya bakışını mükemmel biçimde yansıtan bir ayna olmasındadır. Bu noktaya Kreutel güzel bir örnek sunuyor: Seyahatname'nin Viyana gezisini içeren cildini[37] ilk defa Almanca'ya çevirip Evliya Çelebi'nin eserini, varlığından haberdar olduğu bu cildinin bütün çabalarına rağmen yer alamadığı bir bölümünü keşfedip İngilizce'ye çevirerek bilim dünyasına kazandırmış olan Hammer'in anısına yayımlayan Kreutel, “Giriş”inde Viyana ile halkının “bir Türk'ün kaleminden çıkan bu en eski tafsilâtlı tasvirinin[38] “herhalde şimdiye kadar çizilmiş olan en egzotik ve rengârenk tablosu[39] olduğunu belirtirken, “doğu anlatım sanatının çiçek süsüyle [bezenmiş ve] isabetli gözlemleri şaşırtıcı hayalperestliklerle harmanlanmış[40] olan bu tablonun, o çağın Osmanlılarının zihinlerinde canlandırdıkları - ve nihayet 1683'te almayı umdukları - Kızıl Elma olduğunu söylüyor[41] Bu açıdan bakıldığında, 17. yüzyıl Osmanlılarının tasavvurlarını böylesine canlı bir manzaraya dönüştüren Evliya Çelebi'nin Viyana'yı belki de hiç görmemiş olması[42], eserinin kültür tarihi bakımından değerlendirilmesinde önemli bir ölçüt olmaktan çıkıyor.

Ancak bugüne kadar yapılmış bütün bu değerlendirmelerin yanı sıra değinilmesi gereken bir husus daha var: Seyahatname, zihniyet tarihi araştırmalarına - yazarının herhalde farkına varmaksızın - Yeniçağ'ın ortalarında Doğu ile Batı arasındaki tinsel uçurumun hangi düşündürücü boyutlara varmış olmasını göstermesi bakımından da ışık tutuyor. Evliya Çelebi, tasvir etmek istediği insanlar, mekânlar ve mimarî eserlerden kendi gördüklerini, titiz bir muhabir veya rehber gibi, her türlü ayrıntısıyle - üstelik sık sık hayal gücünü de seferber ederek - işlerken, bunları, gerek kendi kültürel mensubiyetinden dolayı paylaştığı, gerekse doğal sezgilerinden kaynaklanan yeteneğiyle kavradığı çevresinin beğenisine göre aktarmıştır. Bu beğeniye özgül biçimini veren etmenler arasında belirleyici olanı ve bu arada Osmanlı toplumunda çağın genel bilgi düzeyine de ayna tutanı, bir aydın donatımının eksikliği olmuştur. İslam dünyasının, Yüksek ortaçağda evrensel çaptaki bilimsel nitelikleriyle[43] Batı'nın ilerde yaşayacağı Renaissance'ın hazırlığında azımsanmayacak bir payı olan, fakat tarihsel sürecin özgül akışına bağlı olarak toplumsal dengenin bütün kurumları ve bu arada Ulema'yı derinden sarsan bozuluşuna bağlı olarak Yeniçağ'a çöküş süreciyle giren köhneleşmiş medrese eğitiminin, Evliya Çelebi'nin yetiştiği ve Osmanlı Devleti'nin seçkin eğitim kurumu olan Enderun'a bile yansıması, doğal olarak kaçınılmaz olmuştur.[44] Buna karşılık Kâtib Çelebi gibi yüzyıllar öncesinin bilimsel kazanımlarıyle yetinmeyip, araştıran, kurcalayan ve çağının değişmiş dünya imgesini kavrayan müstesna kişiliklerin medrese dışında kendi kendilerini yetiştirmiş olmaları, rastlantı değildir.[45]

Bir bilim adamı veya filozof olmayan, fakat olağanüstü bir bilgilenme ve bilgilendirme isteği taşıyan Evliya Çelebi ise, Avrupa ülkelerinde gözlemlediği veya bu ülkeler hakkında okuyup öğrendiği ve önyargısız bir biçimde takdir etmekten de kaçınmadığı özelliklerin altında yatan esas gücü, düşüncesini kopernisyen sistemle temellendiren ve felsefe ile doğa bilimlerindeki patlamayla modern düşüncenin tarihsel doruklarından birine, kartezyen akılcılığa, ulaşan 17. yüzyıl Batı dünyasının, önceki atılımları üzerine oturttuğu ve ertesi yüzyılda Aydınlanma'nın evrensel sistemiyle taçlandıracağı tinsel devrimini kavramak bir yana, algılamaktan bile uzak olmuştur. “«Yararı olan ilim Kur'an, Hadis ve Fıkıhtan ibarettir, gerisi boş ve manasız bir uğraşıdır; gerçek ilim ‘Tanrı böyle buyurdu’, ‘Peygamber böyle buyurdu’ ile uğraşan ilimdir, kalanı, şeytanın kalplere doldurduğu kuruntudan ibarettir»�.[47] Hezarfen Ahmed Çelebi gibi teknik deneylere girişenlerin etkinliklerini de birer tecessüs konusu olarak sunmuştur.[48]

Gezilerinde rastladığı medreseleri ve bilginleri tanıtış biçimi, 17. yüzyıl Osmanlı tıbbında yüzyıllar önce İslam kültür çemberinde bilinenlerin ötesine geçilemediğini göstermiş oluyor.[49] Bilginler hakkında söyledikleri de döneminin Osmanlı bilim anlayışına ışık tutuyor. Birçok kişi hakkında verilen bilgi, gömülü olduğu yer ile sınırlı kalmış.[50] Değerlendirmelerinden, bilginlerin doğa bilimlerinden çok ilâhiyat alanında güçlü olmalarını, “...Kurân'ı Kerim hafızı olup on türlü okumasını bil”melerini[51] veya “...Sade yüzkırk cilt eseri” olmasını[52] nitelik ölçütü olarak kabul ettiği anlaşılıyor. “...Yazdığı ve yaydığı kitap ve eserlerin sayısı belli olmayacak kadar çoktur...Yaşadığı devrin tek adamı sayılırdı... Gaibden haber verme ilminde dünyada tek idi.[53]

Seyahatname'nin bu havası, Yüksek ortaçağın sonlarından itibaren açılmağa başlayan Doğu ile Batı arasındaki uçurumun nasıl büyüdüğünü, 13. yüzyılda kendini Doğu'dan erginleştirebilen ve yarım binyıllık zahmetli bir dünyevîleşme sürecine giren Batı'nın o çatallaşmadan beri hangi yolları katettiğini gözler önüne seriyor. Bu gerçek hesaba katıldığında ise, Evliya Çelebi'nin Viyana'daki Stephan Kilisesi'nin kitaplığı karşısında duyduğu hayranlığı ve artık kendi döneminin Osmanlılarının kitaba Avusturyalılar kadar özen göstermediklerine dair içtenlikli serzenişiyle[54] duyarlık bile sergilediği teslim edilmelidir.

Gerçek yaşantı gibi naklettiği birçok gözlemiyle araştırmacılara hazırladığı bilmeceler, neyin hayal, neyin gerçek olduğu sorusu ile sınırlı değildir. Kimdir bunları yaratan kişi? Akraba adları, çağdaşları ve belirli tarihleri zikretmekte - zaman zaman tutarsız da olsa - çekingen davranmayan Evliya Çelebi'nin, o adlar ve olaylarla bağlantısı bulunamamıştır[55]. Kendini “Evliya (Çelebi/Efendi) İbn Derviş Mehmed Zillî” veya “Seyyah-ı âlem ve nedîm-i beni âdem evliyâ-i bi riy[57] açıklamamıştır!

Gümeç Karamuk

__________ O O O __________

Gezmeye duyduğu ilgi, çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanan Evliya Çelebi, 10 ciltlik Seyahatname'sinin giriş bölümünde gezmeye duyduğu ilginin başlangıcını anlatırken, bir gece düşünde peygamberi gördüğünü ve ona "şefaat ya Resulullah" diyecek yerde şaşırarak "seyahat ya Resulullah" dediğini, peygamberin de ona gönlüne göre gezip görme izni verdiğini yazmış.

__________ O O O __________

Dip Not Ve Kaynakça :

[1] Evliya Çelebi'nin dil biçemini tanımak amacıyle Seyahatname'nin yayımlanan ilk dört cildinden (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Müellifi: Evliya Çelebi Mehmed Zıllî İbn Derviş, tabı: Ahmed Cevdet, Maarif Nezareti ruhsatıyle, ilk tabı, Dersaadet'te “İkdam” Matbaası 1314) ve yedinci ile sekizinci ciltlerinden (Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi, Türk Tarih Encümeni Külliyatı, aded 11, 13, İstanbul: Orhaniye Matbaası 1928) ve Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, tamaml. yay.: Bekir Sıtkı Baykal, Ankara 1968, 38-42 arasındaki metinden yararlanılmıştır.

[2] Bu amaçla kullanılan metinler: Joseph v. Hammer (Yay.), Narrative of Travels in Europe, Asia, and Africa in the Seventeenth Century by Evliya Efendi, Ia-b, II, London 1834-1850; Alexander Pallis, In the Days of the Janissaries, London, New York v.b.y. 1951 (buradaki alıntıların, ufak tefek sözcük değiştirmeleri ve düzeltmeleriyle Hammer'in Evliyá efendi, Narrative of Travels in Europe, Asia and Africa, London: William H. Allen and Co. 1846-50 çevirisinden alındığını söylüyor, <s. V>); Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Antolojisi, Başlangıçtan Bugüne Kadar, Ankara 1961, 162-173; Richard F. Kreutel (Çev., yay,.açıkl.) Im Reiche des Goldenen Apfels, Des türkischen Weltenbummlers Evliyâ Çelebi denkwürdige Reise in das Giaurenland und in die Stadt und Festung Wien anno 1665, Graz, Wien, Köln 1963 (bundan böyle: Evliya Çelebi-Kreutel); Bernard Lewis, Istanbul and the Civilization of the Ottoman Empire, Norman 1963, 107-126; Helena Turková, Die Reisen und Streifzüge Evliya Çelebis in Dalmatien und Bosnien in den Jahren 1659/61, Prag 1965; Alessio Bombaci, Histoire de la Littérature Turque, çev. I[rène] Mélikoff, Paris 1968, 341-346; Mehmed Zıllî oğlu Evliya Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, kitap I-XIII, İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi 1969-1971 (bundan böyle: Evliya Çelebi-Danışman).

[3] Bk. aşağıda s. 7 v.d.

[4] Franz Taeschner, "Die Osmanische Literatur", Handbuch der Orientalistik (=HdO) 1. böl. V/1, 250-335, Leiden, Köln 1963, Seyahatname'nin "bir anlamda tarih yazıcılıkla gevşek bağı olan ve Türk edebiyatında düzyazının az işlenmiş bir dalı olan otobiyografi" kapsamına girdiğini ve "yer yer doğrudan doğruya hatırat karakterine sahip" olduğunu belirtiyor (332).

[5] Bu konuda krşl. M.Cavid Baysun'un Köprülü'ye göndermesini: "Evliya Çelebî", İslâm Ansiklopedisi (=İA) IV/33 (1947), (400-412), 401[sol sütun].

[6] Baysun, İA IV/33, 401[sol sütun], Evliya Çelebi'nin Melek Ahmed Paşa ile olan akrabalık ilişkisi hakkında çelişkili bilgilerin olduğuna, kâh kardeş, kâh teyze çocuları olarak zikredildiklerine dikkat çekiyor. Krşl. J.H. Mordtmann - (H.W. Duda), "Ewliya Celebi" md., Encyclopédie de l'Islam (=EI2) yeni baskı, II (1965), (736-738), 736.

[7] Bazı güzergâhların inandırıcı olmadığına dair bk. Baysun, İA IV/33, 405 ve Richard F.Kreutel, "Ewlija Celebis Bericht über die türkische Grossbotschaft des Jahres 1665 in Wien - Ein Vergleich mit zeitgenössischen türkischen und österreichischen Quellen", Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes (=WZKM) 51, Wien 1948/52, (188-242), 219, 239 ve dn. 197. Buna karşılık Hammer, Des osmanischen Reichs Staatsverfassung und Staatsverwaltung, Viyana 1815 yayımının reprografik baskısı, II, Hildesheim 1963, 457-469, bulabildiği Seyahatname ciltlerinde Evliya Çelebi tarafından gerçekleştirildiği savlanan bütün gezileri sorgulamadan sıralamaktadır.

[8] Baysun, İA IV/33, 406[sağ sütun].

[9] Kreutel, WZKM) 51, 226 v.d., dn.137. Daha sonraki yıllarda Kreutel, Evliya Çelebi'nin İkinci Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlandığını, Kara Mustafa Paşa'nın idam edildiğini ve bundan sonra Osmanlıların "birçok kale" kaybettiklerini bildiğini gösteren sözde "kehanetlere" dayanarak, Seyahatname'nin son rötuşlarının - ki bunlar yapılırken daha önceki gerçek kehanetler eksiksiz düzeltilmemiş! - hatta 1684 yazından önce yapılmış olamayacağını tespit etmiştir; ayrıntılı açıklaması: Evliya Çelebi-Kreutel, 62 ve dn. 1; 77 ve dn.2; 81 ve dn. 2.

[10] M. Cavid Baysun, "Evliya Çelebi'ye dâir Notlar", Türkiyat Mecmuası (=TM) XII (1955), (257-264) 259 v.d.; burada Baysun, Kreutel'in kendisine 23.11.1947'de Evliya Çelebi'nin İkinci Viyana kuşatmasından haberdar olması gerektiğini ve böylece Seyahatname'nin sonundaki 1094 yılının doğru bir tarih olduğunu yazılı olarak kanıtlarıyle bildirdiğini belirttikten ve “Meselenin tenvirine hizmet ettiği için kendisine teşekkür” ettikten sonra bu tezin dayanaklarına işaret ederek Kreutel'i destekliyor. Nitekim Kreutel de, WZKM 51, 227, dn.137'nin sonunda, Baysun'un kendisine gönderdiği 17.2.1948 tarihli bir mektupla kendisine tamamen katıldığını belirtiyor.

[11] Evliya Çelebi'nin biyografisi için Baysun, İA IV/33, 400-412, bugün hâlâ vazgeçilmez bir başvuru maddesidir. Daha kısa: Mordtmann - (Duda), EI2 II (bk. yuk. dn. 6), 736-738 (Mordtmann'ın aynı başlıklı Almanca maddesiyle büyük ölçüde örtüşüyor: Enzyklopädie des Islam <=EI1> II, 34-35 <bu madde artık aşılmıştır>).

[12] Bütün eserde bunun sayısız açık işaretleri görünmektedir. Gezileri boyunca ziyaret ettiği Evliya türbelerinde ve başka kabirlerde ettiği duaları zikredişinden de, Boğdan voyvodası "İstefan Bey"e, Müslümanlığa geçmesinde nasıl yardımcı olduğunu aktarışından (Evliya Çelebi-Danışman, VIII, 205 v.d.) ve bunu değerlendirişinden de ("Allah'a hamd olsun bu gazamızda da böyle bir büyük sevap işledik" <206>), inançta güç ve huzur bulduğu anlaşılıyor.

[13] Çoğu yerde kiliseleri zikretmekle yetinse de, ayrıntılarına da yer verdiği oluyor; örnekler: Evliya Çelebi-Danışman, VIII, 210-213; IX, 177-179; XI, 70-74; Evliya Çelebi-Kreutel, 105-125. Kreutel bu çevirinin girişinde (25) kilise tasvirlerinin (örn. Evliya Çelebi'nin ifadesine göre <105> görkemi ve göz kamaştırıcılığı bakımından yeryüzünde bundan böyle de benzeri yaratılamayacak olan Viyana'daki Stephan Kilisesi'nin) gerçek görüntüsünden çok Evliya Çelebi'nin hayalindeki tabloyu yansıttığına örnek olarak, (var olmayan!) dev boyutlu duvar resimlerindeki cennetin tamamen İslam'daki cennet imgesi olduğuna dikkat çekiyor.Yaş Katedrali'nin cennet tasviri de Evliya Çelebi'ye göre (Evliya Çelebi-Danışman, VIII, 211) "...cennette huri, gılman Firdevs, Hulduberrin, illiyin, Sidreyi müntehâ'yi gösterip, bir tarafına Arş ve kürsi, Levh ve Kalemi resmederek çeşitli süslü köşkler içinde cennet ehlinin ayş ve işretlerini resmettirmiştir ki, gören adamın hemen o gün ruhunu teslim edip, cennete gideceği gündür." (Yazım aynı).

[14] Örnekler: Evliya Çelebi-Kreutel, 199 ve Kreutel'in dn. 3'teki açıklamaları; 200 ve Kreutel'in dn. 1'deki açıklamaları.

[15] Baysun, İA IV/33, 408[sağ sütun].

[16] "...sanatkârâne resimlerle dolu bir fiehnâmeyi 600 kuruşa almış..." olan "...mürâi, mütaassıb, Kadızâdeli, Tireli Hacı denilen bir" kişiyi, "...kitabın içindeki resimleri görerek, (Resim haramdır) diye, resimlerin gözlerini bıçakla oymuş, canım kitabı berbat etmiş..." olmasından dolayı kınıyor ve "Bu güzel eser de çiftçi eline geçmiş maymuna dönmüştür" diyor (Evliya Çelebi-Danışman, VI, 307 v.d.). (Yazım aynı).

[17] Erzurum'un karakışını, damdan dama atlarken "boşlukta donup kalmış...Sekiz ay sonra nevruzda don'u çözülüp miyavlayarak yere düşmüş" olan kedinin ünlü hikâyesindeki özgün canlandırışı gibi (Evliya Çelebi-Danışman, III, 212). (Yazım aynı).

[18] Baysun, İA IV/33, 407[sağ sütun], bu örnekleri aktarıyor.

[19] Evliya Çelebi-Danışman, IX, 83.

[20] Evliya Çelebi-Danışman, XI, 36; Evliya Çelebi-Kreutel, 32.

[21] Evliya Çelebi-Danışman, XI, 81; Evliya Çelebi-Kreutel, 147 v.d.

[22] Bütün gezgin hayatının çıkış noktası olarak gösterdiği belirleyici rüyası: Evliya Çelebi-Danışman, I, 18-23. Yolculuğa veya hayırlı bir hizmete çağrı ya da bir yaşantının çok önceden habercisi olarak yorumladığı başka rüyaları arasında: III, 6; IV, 131-135; VII, 270-73; XII, 229.

[23] Genel olarak bu değerlendirmeler için: Baysun, İA IV/33, 402[sağ sütun], 406.

[24] Bk. yuk. dn. 2: Narrative of Travels...; Staatsverwaltung cildinde (bk.yuk. dn. 7), 455-469, Hammer buluşundan söz ediyor ve eseri tanıtıyor. Krşl. Kreutel, WZKM 51 (bk. yuk. dn. 7), 190 v.d.

[25] Baysun, İA IV/33, 408[sol sütun]; Otto Spies, "Die türkische Volksliteratur", Handbuch der Orientalistik (=HdO) 1. böl. V/1, 383-417, Leiden, Köln 1963, 411, "meddah" konusunu işlerken, Evliya Çelebi'nin IV. Murad zamanının anlatı ustaları hakkında bilgi sunduğuna işaret ediyor.

[26] Franz Taeschner, "Die neue Stambuler Ausgabe von Evlija Tschelebis Reisewerk", Der Islam 18 (1929), (299-310), 305 v.d., 309 v.d.; Baysun, İA IV/33, 410[sağ sütun]; Taeschner, HdO, 1. böl. V/1 (bk. yuk. dn. 4), 316; Mordtmann - (Duda), EI2 II (bk. yuk. dn. 6), 737.

[27] Taeschner, Der Islam 18, 306 v.d.; Baysun, İA IV/33, 411[sağ sütun]; Baysun, TM XII (bk. yuk. dn. 10), 257. Daha yıllar önce Kreutel, WZKM 51 (bk. yuk. dn. 7), 192, dn. 8, herşeyden önce Seyahatname'nin bir ad ve konu dizininin hazırlanması gerektiğine dikkat çekmişti.

[28] Taeschner, Der Islam 18, 309 v.d.; daha ayrıntılı: Kreutel, WZKM 51, 205 v.d., 240.

[29] Bk. Kreutel, WZKM 51, 227 v.d., dn. 141'deki karşılaştırmaları. Başka örnekler: Zeki Arıkan, "Evliya Çelebi'nin Elmalı-Alanya Yolculuğu", Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türklük Araştırmaları Dergisi IV (1988), (185-213), 186 v.d., 202-211; Feridun M. Emecen, "Evliya Çelebi'nin Manisa'ya Dair Verdiği Bilgilerin Değeri", Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türklük Araştırmaları Dergisi IV (1988), 215-223.

[30] Evliya Çelebi-Danışman, II, 207-334; krşl. Baron Carra de Vaux, Les penseurs de l'Islam, I, Paris 1921, 249-253.

[31] Örn. Akşehir'i anlatırken, Nasreddin Hoca'yı anıyor ve Timur ile ilgili bir fıkrasını aktarıyor (Evliya Çelebi-Danışman, IV, 211 v.d.). Buna Spies de işaret ediyor: HdO 1. böl. V/1 (bk. yuk. dn. 25),397.

[32] Örn. Evliya Çelebi-Danışman, I, 109 v.d.; II, 41; IV, 109-111, 289-291, 310; V, 77 v.d., 94 v.d., 232-234; VI, 276; VII, 38-41, 202 v.d., 264-266; VIII, 293 v.d.; 218-220.

[33] Hans Joachim Kissling, "Einige deutsche Sprachproben bei Evlija Celebi" Leipziger Vierteljahrsschrift für Südosteuropa 2. yıl, no. 3 (Ekim 1938), yay. Südosteuropa-Institut der Universität Leipzig, 212-220; Evliya Çelebi-Kreutel, 199-201 (Viyana ağzıyle!) ve Kreutel'in burasıyle ilgili dipnotları: 263-265; Turková (bk. yuk. dn. 2), 62-64, 76-79; fakat buna karşılık Baysun'un aktardığı Pelliot'nun görüşü: İA IV/33, 409[sol sütun]; Evliya Çelebi-Danışman, II, 200; III, 111 v.d. (Abaza dili); 174 v.d. (Tosya, Bolu, Dörtdivan Türkleri'nin dili), 211 (Erzurum Türkçesi), 234 (Nahcivan Farçası); IV, 12 (Gürcüce), 54 (Mekril dili); V, 241 (Dobruca dili); VI, (Kürtçe ve Türkmen dili), 186 (Kürtçe); VII, 85 (Türkmen dili); VIII, 15 (Rusça), 296 v.d. (Boşnakça ve Hırvatça); IX, 36 (Hırvatça), 164 v.d. (Macarca); XI, 98 v.d. (Almanca), 225 v.d. (Tatarca <Nogay Tatarları'nın dili>); XII, 151 v.d. (Yunanca).

[34] Pallis (bk. yuk. dn. 2), 174-199.

[35] Carra de Vaux (bk. yuk. dn. 30), I, 245.

[36] Sayısız örneklerden birkaçı: Evliya Çelebi-Kreutel, 77, 102; Evliya Çelebi-Danışman, I, 111, 303 v.d., 307, 309, 318 v.d.; II, 7 v.d., 10, 13, 18 v.d., 21-23, 30-33, 36-38, 42, 47; X, 27 v.d., 31, 33; XI, 22, 226 v.d.

[37] Kreutel, Seyahatname'nin 7. cildinin çevirisini "Türk Ta‘rih Encümeni Külliyatı, ‘aded 11: Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi, yedinci cild, İstanbul, 1928" (Evliya Çelebi-Kreutel, 27, dn. *) yayımına ve Topkapı Sarayı Revan Köşkü Kütüph. 1458 No'lu yazmaya (Evliya Çelebi-Kreutel, 28) dayandırmıştır.

[38] Evliya Çelebi-Kreutel, 27.

[39] Evliya Çelebi-Kreutel, 17 v.d.

[40] Evliya Çelebi-Kreutel, 18.

[41] Evliya Çelebi-Kreutel, 27.

[42] Bu belirsizlik için bk. Kreutel, WZKM 51 (bk. yuk. dn. 7), 211 v.d.

[43] Carra de Vaux (bk. yuk. dn. 30), II: Bu cilt Ortaçağ'da evrensel bir konuma sahip olan klasik İslam bilim geleneğini işliyor: Coğrafya (1-101), aritmetik, cebir, geometri (102-167), mekanik (168-194), astronomi (195-252), tıp (253-296), doğa bilimleri (297-351), mineraloji, simya/kimya (352-391).

[44] Medresenin çöküşü için genel olarak: H.A.R. Gibb ve Harold Bowen, Islamic Society and the West. A Study of the Impact of Western Civilization on Moslem Culture in the Near East, I/II, 1. yayımın tekrar baskısı, London, New York, Toronto 1969, 147-162; Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, I, Istanbul 1939, cilt boyunca; Aydın Sayılı, "Üçüncü Murad'ın İstanbul rasathanesindeki mücessem yer küresi ve Avrupa ile kültürel temaslar", Belleten XXV/99 (1961), (397-446), 425-428.

[45] Osmanlılarda bilim hk. genel bir tablo için: Abdulhak Adnan [Adıvar], La science chez les Turcs Ottomans, Paris 1939.

[46]
Cumhuriyetin 50. Yılında Millî Eğitimimiz, (T.C. Millî Eğitim Bakanlığı), haz. Ziya Karamuk, İstanbul 1973, 9.

[47] Evliya Çelebi-Kreutel, 126-139; Evliya Çelebi-Danışman, XI, 75-78.

[48] Evliya Çelebi-Danışman, II, 335 v.d.

[49] Evliya Çelebi-Danışman, VI, 179 (medreseler), 202 v.d.: "Simya ilminin acâib kerâmetleri"; VII, 100 v.d.: "...usta tabib ve cerrah mevcuttur", 161: (Bağdat'ta) "...mütehassız ve nabızcı tabipler pek çoktur...öyle bir ustadır kı, bir yaralıyı üç günde iyi eder" (Yazım aynı); XII, 286: "...simya ilmine vâkıf bir kimse idi.."

[50] Evliya Çelebi-Danışman, III, 43 v.d., 45.

[51] Evliya Çelebi-Danışman, I, 178.

[52] Evliya Çelebi-Danışman, II, 47.

[53] Evliya Çelebi-Danışman, I, 179.

[54] Evliya Çelebi-Kreutel, 107-109; Evliya Çelebi-Danışman, XI, 71.

[55] Viyana gezisi örneğinde: Kreutel, WZKM 51 (bk. yuk. dn. 7), 211 v.d.

[56] Baysun, İA (bk. yuk. dn. 5) IV/33, 400[sol sütun]; krşl. Evliya Çelebi-Danışman, I, 18.

[57] Kendisine, Baysun'un (a.y.) tahmin ettiği gibi, babasının yakın dostlarından ve bir zamanlar hocası olan İmam-ı Sultanî Evliya Mehmed Efendi'ye atfen "Evliya" adı verilmiş (veya Kreutel'in belirttiği gibi, hocasına duyduğu saygıdan ötürü kendisini böyle adlandırmış) olsa da, bu sadece bir mahlastı: Kreutel, WZKM 51, 210, dn. 55; Evliya Çelebi-Kreutel, 18; Mordtmann - (Duda), EI2 II (bk. yuk. dn. 6), 736.

Alıntıdır
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
Çelebinin, evliya, kültür, tarihindeki, yeri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 14:59.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.