17.10.2014, 15:40 | #1 |
Çevrimdışı
|
Feride | Yılmaz Odabaşı
Sunu: “İstasyonda konuşan iki dilsizdi onlar, ayrılığı söyleyen kara gürültülerde. Şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşıklar; kış’ın ve silahların beyaz serinliğinde” -L.Aragon- K(adın) : Feride Uyruğun : Dünya Aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce; sonra gece, avluda bir kırık dal dursa üşürdü Feride. Tarihini düşmedim, düşünmedim, ama tenimiz tanışır önce ve terimiz… Geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi, ipince… Giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar, Feride, bir destan gibi yürürdü ömrünü akmaya yarışırken sular… Sonra sular sulara, günler günlere vururdu ve hayat onu da, beni de hem ne kötü vururdu; hayvan gibi vururdu hayat, küfür gibi, namlu gibi vururdu. Sonra Feride geceler boyu uyurdu ve susunca yeryüzü boğulurdu. yeryüzü yüreğimdi biraz da, kururdu. Kururdu… /Ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım kimselere… Kimselere bırakmam./ Öpüşlere sararım, gidişlere sorarım. Kimselere… Kimselere bırakmam! Feride başak kokar, esmer bir başak. Gözlerini hep s(aklar) utanırken. Sonrasını… Sonrasını ben bilirim. Günler turşu kıvamındaydı; şarkı söyler, rüzgar giyerdik akşamları. Masamızda hep ucu kırık bir karanfil dururdu; yaralarımızı sarardık, sorardık ihtilal dönüşleri. Kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı: gelinler su başlarında, şöförler direksiyon, gerillalar silah başlarındaydı. Bitmezdi tükürdüğüm savaşları da ” apoletleri büyük beyni küçük” generallerin! Orospular sızardı gecenin yırtmacından. Yırtmaçların tenine küfür dolardı ve küfür yazardı gazeteler; geceler küfür kokardı/ alkol ve sperm… Günlerin yaslı yüzünde kan… Günler turşu kıvamındaydı. Faşizmin kıvamında işkenceler. Bir uzun yol şoförü uzun yolları… Yolları Feride’yi andığım gibi anardı. Geceler devriye dolardı. Feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında; dağlara atarım, bulutlara katarım onu kimselere … Kimselere bırakmam! Kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden, bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi, sarar gibi ağrısını ışık kanatlı bir güvercinin, dirildim, dirilttim onu kimselere bırakmam, kimselere! Sonra tenini tutukladım avuçlarımla, mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında; katıp onu yaşak şarkılarıma, kitaplarıma, Feride’yi şiir saydım biraz da.. 1.Bölüm /O aşklar ki hayatın teninde bir oyundu; dağıtınca bir yangının alazında süngüler birileri anlatmaya koyuldu…/ “(…) Bugün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yineleyenlerden başka), çünkü dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri, haber vermeleri, yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor. Şu son yıllarda gördüğüm bizde birşey kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırırdı bizi, (…) İnsanlar arasında sürüp giden uzun dialog bitti…” -A.Camus- (Herkesin bir Feride’si vardır ben bilmez miyim, Herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı, Herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim; bir de kimsesizliği….) I Gözlerinle gözlerime dokunuyorsun. Bir bilsen o an gözlerim oluyorsun; kaçalım, beni gören sen sanacak… II Görüyor musun adınla başlıyor her şey. Karın eriyişi, yağmurun dirilişi, özlemenin ilk harfi, gücün hecelenişi. Adınla! Adınla her şey: Şarabın dökülüşü, sesimin eskimeyişi… /Ben ise sana abanıyorum; büsbütün aşk kesiyorum…/ Yenile yenilene bana abanıyorsun sen de. Ateş kesiyor dudakların; saçlarına tutunmak bu yangın yerlerinde. /Ben nereye gitsem biraz senden gelirim; ardımdan kuşlar ve uykular gelir…/ Feride, ey yââr! III Yazgıma çıkıyor bu kent, ben kentlere çıkıyorum; kentler kent olmalı Feride, bir türkü tutturup açabilmeliyim alnımı gecelerinde… Güne koşarken çocuklar, güne erkenden, ya deniz ya da dağ kokmalı yolları… Çocuklar çocuk olmalı. Aç bakmamalı sevgiye. Çocuklar bazen bir ülkedir. Gözleri gök(yüzünde) Ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde, herkez kendi gibi olmalı, adı gibi; yoksa utanır rüzgarlar hakedilmiş iklimlere… IV Çarşılarda kalabalık yürüyor; o kalabalık soluyor ” faili meçhûl” lerde. (Bu kalabalık ölmese, aşk, önce!) V Çarşılarda kalabalık yürüyor; çarşılara abanıyorum bende: - Gülüşleri, konuşmaları, oturuşları nerede? Hani çocuklar mavi esintilerde Bu kanlar da ne? Bir bilsem, gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde. Çatırdayarak kopuyor düğmelerim. Suçlular nerde? Bıyıklarımı kemiriyorum, bitiyor, çekip koparıyorum saçlarımı. Bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere; bileklerim kesilmiş, damarlarım dökülmüş caddelere. Ben çarşılara abanıyorum işte; çarşılar yalnız, çarşılar yalan, çarşılar bana abanmıyor Feride… VI Keder de yıkar bendini; yağmur iner, gök boşaltır içini. Büyür mü benim yüzyılım; benim yüzyılım hani? Çoğaldım bir soruyla dolaştım sokakları. Bir soruyla açıp her sabah penceremi. Benim yüzyılım hani? Benim yüzyılım hani? Bir susamışlık oluyorum gitdide; ağlamışlık, kanamışlık birdendire… Artık bütün sularda bir susuzluğum işte. Yankısı yok ki sesimin caddelerde; “bir yudum” diyorum sonra: ” Bir yudum, halkım!” Ben çarşılara abanıyorum işte; çarşılar yalnız, çarşılar yalan, çarşılar bana abanmıyor Feride… VII Artık böyle başlar gün; bir tomurcuk patlar, bir dal kırılır apansızın. Birileri düşer yağmurlara… Yağmurlara zamansız. Belki ağzının kıyısı kansız, yarım kalır türküsü; dağılır, yiter sesi, anlatılır rüzgarlar öyküsü… Daha önümde ardımda korkunun kokusu ve vahşetin böğründe zulmün tortusu. Sonra güne koştum, güne coştum, kucağımda dünyanın türküsü… Çıkıp kentin en geniş meydanında Boğazımı gömleğim gibi yırtıyorum: - Susmayın! diyorum. Birşey bilmiyorsanız küfredin düpedüz küfredin işte! O an gökyüzünde dingin bir bulut ve duvarları aşabilen rüzgârlar çarpıyor yüzüme… (Bakıyorum da yollarda kanım pıhtılaşıyor; üstüm başım kir karanlık vay balam!) VIII Kapıyı yağmur diye çaldılar oysa. Açtık: Kasırga! Kasırga, kasılıyor kaslarında ülkemin… (Bu hep böyle sürmese, aşk, önce!) IX Sonra bir bilsen teni kan içinde hayatın Dikkat dikkat! Ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için ….. gruplarında kan aranmıyor! Yitirdik infazlarda güllerimizi. Can aranıyor… Can aranıyor! Birden ön masadan üç adam kalkıyor, “Kes ulen!” diyorlar; “- Ne canı? Can burada işte! Oturmuş pişti oynuyorlar kahvede!” Benim yüzyılım hani? Arkadaşlar, su yok mu be! Derken yerlerde pıhtılaşmış kanların üzerinden, bir uğultu ummanında seslerin üzerinden, çarşıları yalnız kentlerin üzerinden, gidiyoruz Feride… Görsel: julia Margaret Cameron
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır." |
17.10.2014, 16:04 | #2 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı
Ey o kasırgalarda okyanuslar çiğneyen gemi; ayrılıksa: “Vur sineme öldür beni!” “…Yapılmamış, unutulmuş itirazlar mı vardı? Kuşkusuz vardı böyle itirazlar (…) Neredeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç? Neredeydi o yüksek mahkeme? Konuşacaklarım var. El kaldırıyorum…” -F.Kafka- X (Portatif bir hayat, katlanabilir…) Feride, şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi; çarpıp durayım güvertelerde gözlerine… (Beni böyle bir eller, beni yollar, beni yeller, kelepçeler, hücreler beni alıp gitmeye, inan ki Feride inan, aşk, önce!) XI (Poliste) Gözümü bağlıyorlar; korkma sevgilim, gözümü, gönlümü değil… Kanlı karanlık odalarda, beni morartıyor, azaltıyorlar; böyle her seferinde, çıkınca, fırında ekmek gibi kabarıyorum. Sonra bir çoğalıyor, bir çoğalıyor, bir çoğalıyorum… (Bir güzel renk değiştiriyorum; korkma, yürek değil, renk değiştiriyorum sadece…) Kollarım gidiyor önce, ayaklarım, ellerim; saçlarım gitmişti zaten, bileklerim gitmişti. Biliyor musun bir sen kalıyorsun içimde, yüreğimin alazında biz bize ağlaşıyoruz sessizce… (Sonra gözlerim açılıyor; korkma, dilim değil, gözlerim sadece…) XII (Mahkemede) Yurdum, seni: “Devlet topraklarının bir kısmını veya tamamını ayırmaya yönelik” ve “gizli” seviyorum dediler… XIII (Hapishanede) Buraya gelme Feride, bir hançer gibi saplama savuran gözlerini yüreğime. Yine o öksüz koridor, o yaslı ve yaşlı koğuş; küf ve sidik kokuları yine. Ben volebol oynuyorum bahçede ve birikmiş gibi volta borcumu taksitle, her gelişte ödüyorum… Aldırma, bir kedere sevkolunmuş sûretim; kadınım, kardelenim, gülenim… (Bir de sen… sen Feride olmasan, bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam; kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!) XIV Ekmeksiz kal da demiştim içeride kavgasız, kadınsız, çaresiz kalma; bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında! Feride, tütünü türküye banar da içer, Yüreğinde bir tufanın negatifleri… Yazmadılar! hep ölüm bu(yurdunuz). ya- zı- yo- rum: Ey devlet, artık o(kulun) yok senin! XV /Ben uçurumlar önünde kendimi kemiren kerem, artık kendini kemiren türküler dinlemem…/ Dinlemem ki rüzgârdım, usulca kedere kaldım. Yürüdüm, göçebeydim; yürüdüm, kurşunlandım! Sonra mart kaldım, eylül kaldım ey susmanın çorak iklimi. Yüzümde uzun sürmüş soruşturmalar yorgunluğu; çarmıhlara gerildim ölümlere tek kaldım… Bu tufan ne yana? Yana yana susmayı dilinde büyümeyi bilincine devşiren çocuk? …/6 XVI (Dışarıda) Çıktım uyku sızarken gecenin şarkısından. Nerede yaralı kuşları yorgun yüzümün, kendi köpüğünü eriten bir denizde? Bileylenen her bıçak kınında çirkin; kınından çık yüreğim, geç mi kaldın geç mi kaldın? Bir örümcek sabrıyla sevdam örerken kendini, yüreğim bir uzun hava, sabrım uçurum şimdi… XVII Çıktım, kanlı karanlık odalardan; elbet çıkarım, çıkacağım! Şimdi dağları aralasan bu akşamüstleri ben çıkarım. Kuşları kovalasan, yürüsen yolları göçebe yanım. Geceleri kanatsan alnımda yağmur, saçlarımda kar türküsü, çıkarım! (Ben bu çiçeği bölsem, koklasam sen çıkar mısın?) Bu nasıl yalan yollar ki böyle yürüdüğüm. Saçlarının kokusu sinmiş bu kente. Bu gece saçlarından geçiyorum yüreğim ter içinde. Sussam yokluğun kan tükürür beynime; geceler büyürse tutsağım sabahlar doldur yüreğime… Çıktım da kentler kent değildi yine. Belki bu yüzden tüketmiş soluğunu şarkılar, kuşlar da gitmiş, kederler büyümüş, ama hiç boğulmamış içimizde kıyılar… (Kıyılarıma varsan ben çıkarım. Çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım. Halkımı tanısan yurtsuz çıkarım!) XVIII Kal, kendinin anası ol önce doğur kendini; sonra gel beni doyur büyümeden açlığım… Sesim mi? O da büyür sen kaygılanma Gel bata çıka çıkalım; düşe kalka, gide dura, güle ağlaya… (Bana kalsa bir namlunun ucundan sesimi, gümbürtümü alır çıkarım; ben bu şiiri okusam sen çıkar mısın?) XIX Sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir “paspal palas” ta; oturup fotoğraflarına baktım, zamanın buğusundaki külleri temizledim. Sokağa çıktım, yasak yürüdüm; üzerime adını almayı unutmadım… Yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım; yıldızlara… Yıldızlara hiç dokunmadım, dokunsam düşecektin… Sonra geceye şiirler okudum, bitti, bitmedin! (Sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım. Sensizliğime dokunsan sessiz çıkarım…) Şimdi sokaklardayım. Sokaklarda içimin sokaklarına adın yürüdü, adın satırbaşlarında ayrılıkların. Oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum unutmayı hiç; şimdi sokaklar bile esniyor uyumayı bilmiyorum… XX Otelde yanmayan bir gaz sobasının yerlere dökülmüş atıkları soluğumu kesiyor. Soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor; dışarıda kar, dışarıda rüzgâr esiyor; uykusuzluğa uyuyorum… Ben seni, seni diyorum Feride; nasıl gelirim, hangi sokaklar çıkar sokak, desene? Seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte.
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır." |
17.10.2014, 16:13 | #3 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı
“Kapılar tutulmuş neylersin neylersin içer de kalmışız. yollarda kalmışız yollar kesilmiş şehir yenilmiş açlıktır başlamış elde silah kalmamış neylersin neylersin karanlık da bastırmış sevişmezsin de neylersin.” – Paul Eluard- XXI Sonra bir bakıyoruz ki kokmuşuz biz bize. Öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle. Feride, kız, geldim işte; ağlama, şişmanlarım yine, yine sevişiriz, sur dibinde bahar gelince… Feride, bu sen misin, nasılsın söylesene? Bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele; beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece. Üşüyorum bana bir palto bul Feride! ya da aç göğsünü ısınıp kalayım öyle. Geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine… XXII Gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime… Yok, gitme… Gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor; özlemeyi yutkunuyorum. Sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor. Şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor. Yok, gitme! Gitme, aç göğsünü ısınıp kalayım öyle… XXIII Diyordum ki bir koluma seni, diğerine ülkemi… Gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri. Benim yüzyılım hani? Benim yüzyılım hani? Belki insanlar kir gömmez diye, hasrettir böyle kanla ıslak ve kire karılmış böğrünün asıl rengine. Darda daralır bir yerlerde… Bana bir ülke getir Feride, üstünde masmavi bir gök olsun… XXIV Gözlerimin ortasında gözlerinin ortası… Tenini hatırlat tenime; bana aç vücudunun deltalarını, kadın kokunu ver sulamak için rahminin kıraç topraklarını. (Bu sensin ve sesin… Bu terin ve tenin ıslaklığı; kal öyle, ısıt gözlerimi gülüşlerinle…) XXV Birazdan kapılar kırılacak belki de. Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde. Biz diz kırarken sinesinde sancının deşilir bu yara da. Çünkü ölmek günleri biraz da, gülmek günleri (de), inadına; gün gülümsemeleri ardında… Gün gülümsemeleri ardında dağlandıkça dağlaşmak ve sevmeye yaraşmak. Yaraşmaya yanaşmak günleri… /Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi, çarpıp durayım güvertelerde gözlerine…/ XXVI Her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım; bu yangın kabardıkça çok yanacağım! Farkında mısın hüzünlere ayarlı saatler yine ve kanıma dokunuyor bu karartma geceleri susmak böyle… XXVII Caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun… Bak bakalım beni mi arıyorlar ya da ne geziyorlar gecede yarasa gibi? Bakarken görünmesin göğüslerin pencereden; saçların da dağınık, her yanın ter içinde. /Feride, sen bu kadar akıllının içinde nasıl… Nasıl delisin böyle?/ XXVIII Sevdan kıl beni, kaybetme ellerimi. Tutmazsam, dağlardan çığ düşerken, o çınarlar susarken; tutmazsam kırılır elim, tutmak kirlenir… Ben yolculuğum, sen bildiğim yol gibi. Toplayıp ıssızlığa kirlenen eylülleri geç hiç eskitmeden sevgileri; geçmezsen yollar kirlenir… İncelikler var sende; sana akar ırmaklarım. Akar ve biterim. Bitmesek taşarız, bitmek kirlenir… XXIX Topla denklerini ürkmeden. Külü dök, ateşi yüklen. Sen, hep o şarkıyla gelen Gelmesen söz kirlenir… Kime aitse kucağın, açık tut ve diri, Tutmasan insanlığın kirlenir… Bak, sevda bu, tut sözlerimi! Hem kim var ki böyle sevecek seni Öpmesem dudakların, yazmasam şiir, sevişmesem kadınlığın kirlenir… XXX Ve bir gün değil, her gün her şey kirlenir. Çalarak bir şeyleri hayattan ve insandan; yenibaştan, yenibaştan… Kirlenmeyen tek şey ise, kirdir…
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır." |
19.10.2014, 00:19 | #4 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı
” Güllerin bedeninden dikenleri teker teker koparırsan dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan Kürdistan’da ve Muş – Tatvan yolunda bir yer kanar Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan eşkıyalar kanar, kötü donatımlı askerler kanar (…) Muş – Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar…” - Turgut Uyar - XXXI Rüzgâr ve kar. Kar… Yurdumda Bir dal daha kırılıyor rüzgârda. O dalı yeşertebilir miyiz Feride, baharda? İki gözüm, kar yağıyor dışarıda. Elimde terliyor ellerin. Kar yağıyor yoksul gecelerine ülkemin, pencerelerine perdesizliğin… XXXII Kara bin damla kan düşürüyoruz. Çoktandır ayaz günleri ülkemin. Karda kar değil, kan mevsimi! XXXIII Bırak, serseri yağmurlar, darbeci generaller, vizite kağıtları, gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar! Gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde ölümdü, kederdi, hasretti gördün! Tüyleri dökülen bir kuşun yüreği ne kadar sıcak ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat! Şimdi göç yollarında mısın? Yurdunu mu itirdin? Örselenmenin yurdu yok! Özlemenin yok! Daha gece bir keder salkımıyla geliyor; bir salkım da bizden! Yollara çıkmanın yurdu yok! Yürümenin yok! Şimdi hasret, iri gözlü bir çocuktur çırılçıplak kıyılarında her uçurumun! Göç yollarında yurdum yağmadır, kabarık ve kangren! Ömürlerin ömrü yok! Efkârın takvimi yok! (Yok! Yağma, kabarık ve kangren…) XXXIV Şimdi bir namlu gibi gözlerin. Dışarıda kar dinmiş, çamlar gelin… Bak, bir izbe oda düşmüş payımıza. Israrla çoğalıp, inadına; ışıkları söndürelim, susmasın elim. Tenimi tanı, kokumu ve terimi… Bir çığlık bir bıçak olup yırtacaksa geceyi, al göm göğsüme dağlanmış sûretimi. XXXV Bana bir ölüm tarif et Feride. Yakma cıgaranı, çek şu kibriti de. Olur ya, dinamit gibiyim bu gece… Aldrıma, bir kedere sevkolunmuş sûretim; XXXVI Daha yenile yenilene bana abanıyorsun sen de. Ateş kesiyor dudakların. Saçlarınsa tutunmak bu yangın yerlerinde. Bırak! Çarşılar bana abanmasa da, ben çarşılara abanacağım yine, yoksa bu şiir burada biter Feride! Çarşıları yalnız, kentleri öksüz, şiirleri yarım bırakmayalım… XXXVII Sonra kirli bir duman çöküyor kente. Şerçelerde sonbahar mahmurluğu… XXXVIII Şimdi porno ve arabesk geceleri bu kentin ve ölesiye yalnızlığım. ( Bir de sen… Sen Feride olmasan, bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam, kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!) XXXIX Sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt, bir rüzgâr vereyim külümü, bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt. Biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük; hey gidi kirli günler ne çok üşüdük… Sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt. Bak bu kentler yeter bize sevişmek için de, çıldırmak için de… Kalabalık ol gel yalnızlığımı, gövdemi vereyim gel dağıt açlığımı… D(erken) yıllar geçer, o herhangi bir gün de akşam olur. Akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin. Ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin. Sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerine bir sevinir bir sevinirsin. Yüreğinden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer. Tramvaylar, havai fişekler geçer. Benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar, içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer. Benim ırmaklarım, ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer… (Biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük. Hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!) XI Şimdi ” kaç” diyorsun da, başka sokağım yok ki, başka yağmurum yok ki benim. Sokaklar mühürlüdür burada. Kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar. Benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar. Kalsam bu kent beni yaralar. Sabahlarında kederli çocuk gözleri, göğsünde sahte lambalar; sonra bir yağmur ipince, bir yağmur daha başlar. Ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar… XLI Yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden. Bir kaçak gibi gideceğim bu kentten. Bir baş nasıl ayrılır gövdesinden? Bir rüzgâr, ikliminden? Bir ırmak, sesinden? Bir şair, bir şiir ülkesinden?
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır." |
19.10.2014, 00:29 | #5 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı
İşte o aşirette çerçilerle, türkülerle büyümüşüm çocukluğumu. Yani benim o eksik aşiret çocuğu. Bu fotoğraftaki gibi eski ve derin bir anı, yaralı … Artık bu fotoğraftaki gibi rüzgâra dik değil boynu. Bu yüzden beni bir rüzgâr sayın. Beni bir rüzgâr! Dağlaran ve kentlerden kovulmuş, ve sürülmüş çığlığın ıssız deltalarına; ömrüne tükürülmüş bu rüzgâr, sorarım ne işe yarar? Rüzgâr yorulmuşum, rüzgâr kanamışım, yanarım; sararım; sonra her ipi denerim infazıma! XLII (Her ipi denedim infazıma!) Artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi. Ömrüm kopacak bir infaz ipi… Belimde bir silah var bu gece dağıtacağım beynimi Bu gece. Yine gece! Dağıtacağım geceyi birdenbire. Dağıtacağım yaşamdan rengimi. Şu başına buyruk takvimleri, kinleri, kirleri. Belimde bir silah var dağıtacağım beynimi. XLIII Sonra ışıklar, ıssızlıklar içinde, yeniden, yürüsem de uğultulu bir gençlikle; her bıçak tenimi, her namlu beynimi sınar. Tutuklarken yangınlar acemi dilimi de, bir anı, bir dize kalır belki geride.. Kirli yaşansa da günler evrilir maviye. XLIV Hayat, hep böyle düşünmek, düşmek; “düşmek” dedim de, düştüğüm çok oldu biliyor musun ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu… Ağlar gibi olup! da ağlamadığım; ağlamaz gibi durup da ağladığım, çatladığım çok! Yurtsuzdum, bunu yazdı bültenler de. Yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime. Sana bile vize koydum, kimlik sordum Feride. Ben feodal bir yaraydım belki de… XLV Oysa ki iki tufandık seninle. Yatağını arayan iki ırmak belki de. Çoktandır dalgınlığımı düşürüyorum göğsüne; yorgunluğumu, solgunluğumu bu dar evlere… Ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte, geceler karanlık, çiçekçiler uzak, aşklar dağınık; beni anlamıyorsun! Ve biz seninle soğuklar gibi yoksul; çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime… XLVI Sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım. Ansızın sesimi koyacak yer bulamadım. Bir sesim vardı bas bariton. Onu da dağlara emanet ettim. Duruyor, orada, çapraz asılı silahların gizli esmerliğinde. Artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de; vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle. Ya da o bir paslı tüfekle 24.00 sonrası… Bir namlunun ansızın dağıtacağı beyni bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere; ardımdan kan… Kan koksun gece! (Bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır, bir yaprak hışırdar yine; orda ” kime ne” sin sen; alıp gidensin kendini kendinle…) XLVII Ölürsem heceler kalır dişlerimde. Ay biter- se bende, ay üşür- se ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de… Kalınca ömrüm ölüme yalnız! (Zaten yalnızdım…) XLVIII Yalnızdık dağlara karşı. Ya kentlere? Kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık. Sulara karşı yalnız… Gecenin desenine ay dokununca, yalnızdık. Yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de… İşte şimdi ay kanar ve uzakta, bozkırlarda atlar… Atlar… Atlara yalnızdık. Yalnızdık karanlığa Feride… (Şimdi vuruldu bu sevda da bir fısıltıya. Çiğnenmiş bir bahçedir artık ömrümüz…) XLIX Denizleri özlerdi Feride. Elleriyle atlasları örterdi; deniz yerlerini atlasların. (Herkesin bir Feride’si vardır bilmez miyim. Herkezin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı. Herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim; bir de kimsesizliği…) L Yanmaktan değil, yakmaktan ” müebbed men” ömrümde, bir tutam hırçın gençlikle, yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne; yüreğim uçurumlar denginde. (Ve hangi renkte olsak da, kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine; rengarengine…) Benim ömrüm hep beyaza kandı. Hangi beyazı tutsam gri oluyor; sonra boğulup kararıyordu… Hiçbir beyaz bembeyaz; hiçbir yaz, yaz kalmıyordu! (Bütün griler eskiden beyazdı Feride…) Tüketmeden sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken; üç mevsim ilkyaza açlırken yeşile dolmak varken, yerküreyi sarmaşık gibi sarmak, tek telden her tele bir akort olmak, dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarda, halaylarda diz kırıp gülmek varken; sen sar ve sor beni bırakıp gitmek varken… Çünkü sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim; en umulmaz o sularda vurgun yemiştim… (Artık sen … Sen Feride olsan da, bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansam da, kansam da mahvolmuşum kız, mahvolmuşum!) LII Her yağmur bir gök bulur elbet kendine; her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş bir kül, her takvim bir yıl bulur kendine! Her yangın bir duman, her öğrenci bir okul, her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt. Her Aragon bir Fransa, her Fransa bir Elsa… Her Karacaoğlan bir zülüf (yeter ki bakmayı bilin, her yârin bir zülfü vardır); her ressam bir tuvâl, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur kendine; (yeterki şarap, şarap olsun, içen çıkar…) LIII Her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir kuytuluk bulur ya kendine, bulur ya; ben senden başka sen bulamam… B u l a m a m ! LIV Paramparça kıldım şiirimi, S o n r a a ş k : Sonra ! /Ve gittim yüreğimde kan gülleri. Siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!/ 1989/ Bağlar, Diyarbakır
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır." |
Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz |
Etiketler |
feride, gibi, odabaşı, sonra, yılmaz |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|
Önemli Uyarı | |
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz. |