Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Kültür | Sanat | Edebiyat > Resimli, Resimsiz Şiirler


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 17.10.2014, 15:40   #1
Çevrimdışı
Mislina
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Feride | Yılmaz Odabaşı

Feride…











Sunu:


“İstasyonda konuşan iki dilsizdi onlar,
ayrılığı söyleyen kara gürültülerde.
Şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşıklar;
kış’ın ve silahların beyaz serinliğinde”

-L.Aragon-




K(adın) : Feride
Uyruğun : Dünya

Aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce; sonra gece, avluda bir kırık dal dursa üşürdü Feride. Tarihini düşmedim, düşünmedim, ama tenimiz tanışır önce ve terimiz…
Geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi, ipince… Giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar, Feride, bir destan gibi yürürdü ömrünü akmaya yarışırken sular…
Sonra sular sulara, günler günlere vururdu ve hayat onu da, beni de hem ne kötü vururdu; hayvan gibi vururdu hayat, küfür gibi, namlu gibi vururdu. Sonra Feride geceler boyu uyurdu ve susunca yeryüzü boğulurdu. yeryüzü yüreğimdi biraz da, kururdu. Kururdu…

/Ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım kimselere…
Kimselere bırakmam./
Öpüşlere sararım, gidişlere sorarım.
Kimselere… Kimselere bırakmam!
Feride başak kokar, esmer bir başak.
Gözlerini hep s(aklar) utanırken.
Sonrasını… Sonrasını ben bilirim.

Günler turşu kıvamındaydı; şarkı söyler, rüzgar giyerdik akşamları. Masamızda hep ucu kırık bir karanfil dururdu; yaralarımızı sarardık, sorardık ihtilal dönüşleri.
Kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı: gelinler su başlarında, şöförler direksiyon, gerillalar silah başlarındaydı. Bitmezdi tükürdüğüm savaşları da ” apoletleri büyük beyni küçük” generallerin!

Orospular sızardı gecenin yırtmacından.
Yırtmaçların tenine küfür dolardı
ve küfür yazardı gazeteler;
geceler küfür kokardı/ alkol ve sperm…
Günlerin yaslı yüzünde kan…
Günler turşu kıvamındaydı.
Faşizmin kıvamında işkenceler.
Bir uzun yol şoförü uzun yolları…
Yolları Feride’yi andığım gibi anardı.
Geceler devriye dolardı.
Feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında;
dağlara atarım, bulutlara katarım onu kimselere …
Kimselere bırakmam!
Kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden,
bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi,
sarar gibi ağrısını ışık kanatlı bir güvercinin,
dirildim, dirilttim onu kimselere bırakmam,
kimselere!
Sonra tenini tutukladım avuçlarımla,
mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında;
katıp onu yaşak şarkılarıma, kitaplarıma,
Feride’yi şiir saydım biraz da..




1.Bölüm

/O aşklar ki hayatın teninde bir oyundu;
dağıtınca bir yangının alazında süngüler
birileri anlatmaya koyuldu…/

“(…) Bugün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yineleyenlerden
başka), çünkü dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri, haber vermeleri,
yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor. Şu son yıllarda gördüğüm bizde
birşey kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırırdı bizi, (…) İnsanlar arasında sürüp
giden uzun dialog bitti…”

-A.Camus-



(Herkesin bir Feride’si vardır ben bilmez miyim,
Herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı,
Herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim;
bir de kimsesizliği….)

I
Gözlerinle gözlerime dokunuyorsun.
Bir bilsen o an gözlerim oluyorsun;
kaçalım, beni gören sen sanacak…


II


Görüyor musun adınla başlıyor her şey.
Karın eriyişi, yağmurun dirilişi,
özlemenin ilk harfi, gücün hecelenişi.
Adınla!
Adınla her şey:
Şarabın dökülüşü,
sesimin eskimeyişi…
/Ben ise sana abanıyorum;
büsbütün aşk kesiyorum…/
Yenile yenilene bana abanıyorsun sen de.
Ateş kesiyor dudakların;
saçlarına tutunmak bu yangın yerlerinde.
/Ben nereye gitsem biraz senden gelirim;
ardımdan kuşlar ve uykular gelir…/
Feride,
ey yââr!

III

Yazgıma çıkıyor bu kent,
ben kentlere çıkıyorum;
kentler kent olmalı Feride,
bir türkü tutturup
açabilmeliyim alnımı gecelerinde…
Güne koşarken çocuklar, güne erkenden,
ya deniz ya da dağ kokmalı yolları…
Çocuklar çocuk olmalı.
Aç bakmamalı sevgiye.
Çocuklar bazen bir ülkedir.
Gözleri gök(yüzünde)
Ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde,
herkez kendi gibi olmalı, adı gibi;
yoksa utanır rüzgarlar hakedilmiş iklimlere…

IV

Çarşılarda kalabalık yürüyor;
o kalabalık soluyor ” faili meçhûl” lerde.
(Bu kalabalık ölmese,
aşk,
önce!)

V

Çarşılarda kalabalık yürüyor;
çarşılara abanıyorum bende:
- Gülüşleri, konuşmaları, oturuşları nerede?
Hani çocuklar mavi esintilerde
Bu kanlar da ne?
Bir bilsem,
gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde.
Çatırdayarak kopuyor düğmelerim.
Suçlular nerde?
Bıyıklarımı kemiriyorum, bitiyor,
çekip koparıyorum saçlarımı.
Bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere;
bileklerim kesilmiş, damarlarım dökülmüş caddelere.
Ben çarşılara abanıyorum işte;
çarşılar yalnız, çarşılar yalan,
çarşılar bana abanmıyor Feride…

VI

Keder de yıkar bendini;
yağmur iner, gök boşaltır içini.
Büyür
mü benim yüzyılım;
benim yüzyılım hani?
Çoğaldım bir soruyla dolaştım sokakları.
Bir soruyla açıp her sabah penceremi.
Benim yüzyılım hani?
Benim yüzyılım hani?
Bir susamışlık oluyorum gitdide;
ağlamışlık, kanamışlık birdendire…
Artık bütün sularda bir susuzluğum işte.
Yankısı yok ki sesimin caddelerde;
“bir yudum” diyorum sonra:
” Bir yudum, halkım!”
Ben çarşılara abanıyorum işte;
çarşılar yalnız, çarşılar yalan,
çarşılar bana abanmıyor Feride…

VII

Artık böyle başlar gün;
bir tomurcuk patlar,
bir dal kırılır apansızın.
Birileri düşer yağmurlara…
Yağmurlara zamansız.
Belki ağzının kıyısı kansız,
yarım kalır türküsü;
dağılır, yiter sesi,
anlatılır rüzgarlar öyküsü…
Daha önümde ardımda korkunun kokusu
ve vahşetin böğründe zulmün tortusu.
Sonra güne koştum, güne coştum,
kucağımda dünyanın türküsü…
Çıkıp kentin en geniş meydanında
Boğazımı gömleğim gibi yırtıyorum:
- Susmayın! diyorum. Birşey bilmiyorsanız küfredin
düpedüz küfredin işte!
O an gökyüzünde dingin bir bulut ve duvarları aşabilen
rüzgârlar çarpıyor yüzüme…
(Bakıyorum da yollarda kanım pıhtılaşıyor;
üstüm başım kir karanlık vay balam!)

VIII

Kapıyı yağmur diye çaldılar oysa.
Açtık:
Kasırga!
Kasırga,
kasılıyor
kaslarında ülkemin…
(Bu hep böyle sürmese,
aşk,
önce!)

IX

Sonra bir bilsen teni kan içinde hayatın
Dikkat dikkat!
Ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için
….. gruplarında kan
aranmıyor!
Yitirdik infazlarda güllerimizi.
Can aranıyor… Can aranıyor!
Birden ön masadan üç adam kalkıyor,
“Kes ulen!” diyorlar; “- Ne canı? Can burada işte!
Oturmuş pişti oynuyorlar kahvede!”
Benim yüzyılım hani?
Arkadaşlar, su yok mu be!
Derken yerlerde pıhtılaşmış kanların üzerinden,
bir uğultu ummanında seslerin üzerinden,
çarşıları yalnız kentlerin üzerinden,
gidiyoruz Feride…

Görsel: julia Margaret Cameron


__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır."

  Alıntı ile Cevapla
Eski 17.10.2014, 16:04   #2
Çevrimdışı
Mislina
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı

2.Bölüm


Ey o kasırgalarda okyanuslar çiğneyen gemi;
ayrılıksa: “Vur sineme öldür beni!”
“…Yapılmamış, unutulmuş itirazlar mı vardı? Kuşkusuz vardı
böyle itirazlar (…) Neredeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç?
Neredeydi o yüksek mahkeme? Konuşacaklarım var. El kaldırıyorum…”

-F.Kafka-

X

(Portatif bir hayat,
katlanabilir…)
Feride,
şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi;
çarpıp durayım güvertelerde gözlerine…
(Beni böyle bir eller,
beni yollar, beni yeller,
kelepçeler, hücreler beni
alıp gitmeye,
inan ki Feride inan,
aşk, önce!)

XI

(Poliste)
Gözümü bağlıyorlar; korkma sevgilim, gözümü,
gönlümü değil…
Kanlı karanlık odalarda,
beni morartıyor, azaltıyorlar;
böyle her seferinde,
çıkınca, fırında ekmek gibi kabarıyorum.
Sonra bir çoğalıyor, bir çoğalıyor, bir çoğalıyorum…
(Bir güzel renk değiştiriyorum; korkma, yürek değil,
renk değiştiriyorum sadece…)

Kollarım gidiyor önce, ayaklarım, ellerim;
saçlarım gitmişti zaten, bileklerim gitmişti.
Biliyor musun bir sen kalıyorsun içimde,
yüreğimin alazında biz bize
ağlaşıyoruz sessizce…
(Sonra gözlerim açılıyor; korkma, dilim değil,
gözlerim sadece…)


XII

(Mahkemede)
Yurdum,
seni:
“Devlet
topraklarının
bir
kısmını
veya
tamamını
ayırmaya
yönelik”
ve
“gizli”
seviyorum
dediler…

XIII

(Hapishanede)
Buraya gelme Feride,
bir hançer gibi saplama
savuran gözlerini yüreğime.
Yine o öksüz koridor, o yaslı ve yaşlı koğuş;
küf ve sidik kokuları yine.
Ben volebol oynuyorum bahçede
ve birikmiş gibi volta borcumu
taksitle, her gelişte ödüyorum…
Aldırma, bir kedere sevkolunmuş sûretim;
kadınım,
kardelenim,
gülenim…
(Bir de sen… sen Feride olmasan,
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam;
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)


XIV

Ekmeksiz kal da demiştim
içeride
kavgasız, kadınsız, çaresiz kalma;
bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında!
Feride, tütünü türküye banar da içer,
Yüreğinde bir tufanın negatifleri…
Yazmadılar!
hep ölüm bu(yurdunuz).
ya-
zı-
yo-
rum:
Ey devlet, artık o(kulun)
yok senin!

XV

/Ben uçurumlar önünde kendimi kemiren kerem,
artık kendini kemiren türküler dinlemem…/
Dinlemem
ki rüzgârdım,
usulca kedere kaldım.
Yürüdüm, göçebeydim;
yürüdüm, kurşunlandım!
Sonra mart kaldım, eylül kaldım ey susmanın çorak
iklimi. Yüzümde uzun sürmüş soruşturmalar yorgunluğu;
çarmıhlara gerildim ölümlere tek kaldım…
Bu
tufan
ne yana?
Yana
yana
susmayı dilinde
büyümeyi bilincine devşiren çocuk?
…/6

XVI

(Dışarıda)
Çıktım
uyku sızarken gecenin şarkısından.
Nerede yaralı kuşları yorgun yüzümün,
kendi köpüğünü eriten bir denizde?
Bileylenen her bıçak kınında çirkin;
kınından çık yüreğim, geç mi kaldın geç mi kaldın?
Bir örümcek sabrıyla sevdam örerken kendini,
yüreğim bir uzun hava, sabrım uçurum şimdi…

XVII

Çıktım, kanlı karanlık odalardan;
elbet çıkarım, çıkacağım!
Şimdi dağları aralasan bu akşamüstleri ben çıkarım.
Kuşları kovalasan, yürüsen yolları göçebe yanım.
Geceleri kanatsan alnımda yağmur, saçlarımda kar türküsü,
çıkarım!
(Ben bu çiçeği bölsem, koklasam sen çıkar mısın?)
Bu nasıl yalan yollar ki böyle yürüdüğüm.
Saçlarının kokusu sinmiş bu kente.
Bu gece saçlarından geçiyorum yüreğim ter içinde.
Sussam yokluğun kan tükürür beynime;
geceler büyürse tutsağım sabahlar doldur yüreğime…
Çıktım
da kentler kent değildi yine.
Belki bu yüzden tüketmiş soluğunu şarkılar,
kuşlar da gitmiş, kederler büyümüş,
ama hiç boğulmamış içimizde kıyılar…
(Kıyılarıma varsan ben çıkarım.
Çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım.
Halkımı tanısan yurtsuz çıkarım!)


XVIII

Kal, kendinin anası ol önce doğur kendini;
sonra gel beni doyur büyümeden açlığım…
Sesim mi?
O da büyür sen kaygılanma
Gel
bata
çıka
çıkalım;
düşe
kalka,
gide
dura,
güle
ağlaya…
(Bana kalsa bir namlunun ucundan
sesimi, gümbürtümü alır çıkarım;
ben bu şiiri okusam sen çıkar mısın?)


XIX

Sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir “paspal palas” ta;
oturup fotoğraflarına baktım, zamanın buğusundaki
külleri temizledim. Sokağa çıktım, yasak yürüdüm;
üzerime adını almayı unutmadım…
Yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım;
yıldızlara…
Yıldızlara hiç dokunmadım, dokunsam düşecektin…
Sonra geceye şiirler okudum, bitti,
bitmedin!
(Sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım.
Sensizliğime dokunsan sessiz çıkarım…)

Şimdi sokaklardayım.
Sokaklarda içimin sokaklarına adın yürüdü,
adın satırbaşlarında ayrılıkların.
Oysa ben bu geceyi bilmiyorum,
yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;
şimdi sokaklar bile esniyor
uyumayı bilmiyorum…

XX

Otelde yanmayan bir gaz sobasının yerlere dökülmüş
atıkları soluğumu kesiyor. Soba boruları kırık camlardan
dışarıya uzuyor; dışarıda kar, dışarıda rüzgâr esiyor;
uykusuzluğa uyuyorum…
Ben seni, seni diyorum Feride;
nasıl gelirim, hangi sokaklar çıkar sokak, desene?
Seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte.



__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır."

  Alıntı ile Cevapla
Eski 17.10.2014, 16:13   #3
Çevrimdışı
Mislina
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı






3. Bölüm



“Kapılar tutulmuş neylersin
neylersin içer de kalmışız.
yollarda kalmışız
yollar kesilmiş
şehir yenilmiş
açlıktır başlamış
elde silah kalmamış neylersin
neylersin karanlık da bastırmış
sevişmezsin de neylersin.”

– Paul Eluard-


XXI

Sonra bir bakıyoruz ki kokmuşuz biz bize.
Öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle.
Feride, kız, geldim işte;
ağlama, şişmanlarım yine,
yine sevişiriz, sur dibinde bahar gelince…
Feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
Bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele;
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece.
Üşüyorum bana bir palto bul Feride!
ya da aç göğsünü ısınıp kalayım öyle.
Geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine…

XXII

Gözlerini sil
ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime…
Yok, gitme…
Gitme,
sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor;
özlemeyi yutkunuyorum.
Sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor.
Şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor.
Yok, gitme!
Gitme, aç göğsünü ısınıp kalayım öyle…

XXIII

Diyordum ki bir koluma seni, diğerine ülkemi…
Gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri.
Benim yüzyılım hani?
Benim yüzyılım hani?
Belki insanlar kir gömmez diye,
hasrettir böyle kanla ıslak
ve kire karılmış böğrünün asıl rengine.
Darda
daralır
bir yerlerde…
Bana bir ülke getir Feride,
üstünde masmavi bir gök olsun…

XXIV

Gözlerimin ortasında
gözlerinin ortası…
Tenini hatırlat tenime;
bana aç vücudunun deltalarını,
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını.
(Bu sensin
ve sesin…
Bu terin ve tenin ıslaklığı;
kal öyle,
ısıt gözlerimi gülüşlerinle…)


XXV

Birazdan kapılar kırılacak belki de.
Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde.
Biz diz kırarken sinesinde sancının
deşilir bu yara da.
Çünkü ölmek günleri biraz da,
gülmek günleri (de), inadına;
gün gülümsemeleri ardında…
Gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça
dağlaşmak
ve sevmeye yaraşmak.
Yaraşmaya
yanaşmak günleri…
/Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi,
çarpıp durayım güvertelerde gözlerine…/

XXVI

Her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım;
bu yangın kabardıkça çok yanacağım!
Farkında mısın hüzünlere ayarlı saatler yine
ve kanıma dokunuyor
bu karartma geceleri susmak böyle…

XXVII

Caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun…
Bak bakalım beni mi arıyorlar
ya da ne geziyorlar gecede yarasa gibi?
Bakarken görünmesin göğüslerin pencereden;
saçların da dağınık, her yanın ter içinde.
/Feride,
sen bu kadar akıllının içinde nasıl…
Nasıl delisin böyle?/

XXVIII

Sevdan kıl beni, kaybetme ellerimi.
Tutmazsam,
dağlardan çığ düşerken, o çınarlar susarken;
tutmazsam kırılır elim,
tutmak kirlenir…
Ben yolculuğum,
sen bildiğim yol gibi.
Toplayıp ıssızlığa kirlenen eylülleri
geç hiç eskitmeden sevgileri;
geçmezsen yollar kirlenir…
İncelikler var sende;
sana akar ırmaklarım.
Akar ve biterim.
Bitmesek taşarız,
bitmek kirlenir…

XXIX

Topla denklerini ürkmeden.
Külü dök, ateşi yüklen.
Sen, hep o şarkıyla gelen
Gelmesen söz kirlenir…
Kime aitse kucağın,
açık tut
ve diri,
Tutmasan insanlığın kirlenir…
Bak, sevda bu, tut sözlerimi!
Hem kim var ki böyle sevecek seni
Öpmesem dudakların,
yazmasam şiir,
sevişmesem kadınlığın kirlenir…

XXX

Ve bir gün değil, her gün her şey kirlenir.
Çalarak bir şeyleri hayattan ve insandan;
yenibaştan,
yenibaştan…
Kirlenmeyen tek şey ise,
kirdir…
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır."

  Alıntı ile Cevapla
Eski 19.10.2014, 00:19   #4
Çevrimdışı
Mislina
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı

4. Bölüm




” Güllerin bedeninden dikenleri teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar
dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan
Kürdistan’da ve Muş – Tatvan yolunda bir yer kanar
Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar, kötü donatımlı askerler kanar

(…)

Muş – Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar
el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar…”

- Turgut Uyar -


XXXI

Rüzgâr
ve kar.
Kar… Yurdumda
Bir dal daha kırılıyor rüzgârda.
O dalı yeşertebilir miyiz Feride,
baharda?
İki gözüm, kar yağıyor dışarıda.
Elimde terliyor ellerin.
Kar yağıyor yoksul gecelerine ülkemin,
pencerelerine perdesizliğin…

XXXII

Kara bin damla kan düşürüyoruz.
Çoktandır ayaz günleri ülkemin.
Karda
kar değil,
kan mevsimi!

XXXIII


Bırak, serseri yağmurlar, darbeci generaller, vizite
kağıtları, gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar!
Gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde ölümdü,
kederdi, hasretti gördün!
Tüyleri dökülen bir kuşun yüreği ne kadar sıcak ve bir kez
ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat!
Şimdi göç yollarında mısın?
Yurdunu mu itirdin?
Örselenmenin yurdu
yok! Özlemenin
yok!
Daha gece bir keder salkımıyla geliyor;
bir salkım da bizden!
Yollara çıkmanın yurdu
yok! Yürümenin
yok!
Şimdi hasret, iri gözlü bir çocuktur çırılçıplak
kıyılarında her uçurumun! Göç yollarında yurdum
yağmadır, kabarık ve kangren!
Ömürlerin ömrü
yok! Efkârın takvimi
yok!
(Yok! Yağma, kabarık ve kangren…)

XXXIV

Şimdi bir namlu gibi gözlerin.
Dışarıda kar dinmiş, çamlar gelin…
Bak, bir izbe oda düşmüş payımıza.
Israrla çoğalıp, inadına;
ışıkları söndürelim,
susmasın elim.
Tenimi tanı, kokumu ve terimi…
Bir çığlık bir bıçak olup yırtacaksa geceyi,
al göm göğsüme dağlanmış sûretimi.

XXXV

Bana bir ölüm tarif et Feride.
Yakma cıgaranı,
çek şu kibriti de.
Olur ya,
dinamit gibiyim bu gece…
Aldrıma, bir kedere sevkolunmuş sûretim;

XXXVI

Daha yenile yenilene bana abanıyorsun sen de.
Ateş kesiyor dudakların.
Saçlarınsa tutunmak bu yangın yerlerinde.
Bırak! Çarşılar bana abanmasa da,
ben çarşılara abanacağım yine,
yoksa bu şiir burada biter Feride!
Çarşıları yalnız, kentleri öksüz,
şiirleri yarım bırakmayalım…

XXXVII

Sonra kirli bir duman çöküyor kente.
Şerçelerde sonbahar mahmurluğu…

XXXVIII

Şimdi porno ve arabesk geceleri bu kentin
ve ölesiye yalnızlığım.
( Bir de sen… Sen Feride olmasan,
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam,
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)


XXXIX


Sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt,
bir rüzgâr vereyim külümü,
bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt.
Biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük;
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük…
Sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt.
Bak bu kentler yeter bize
sevişmek için de, çıldırmak için de…
Kalabalık ol gel yalnızlığımı,
gövdemi vereyim gel dağıt açlığımı…
D(erken) yıllar geçer,
o herhangi bir gün de akşam olur.
Akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin.
Ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin.
Sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerine bir sevinir
bir sevinirsin.
Yüreğinden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer.
Tramvaylar, havai fişekler geçer.
Benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar,
içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer.
Benim ırmaklarım,
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer…
(Biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük.
Hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)


XI

Şimdi ” kaç” diyorsun da,
başka sokağım yok ki,
başka yağmurum yok ki benim.
Sokaklar mühürlüdür burada.
Kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar.
Benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar.
Kalsam bu kent beni yaralar.
Sabahlarında kederli çocuk gözleri,
göğsünde sahte lambalar;
sonra bir yağmur
ipince,
bir yağmur daha başlar.
Ölümün taht kurduğu varoşlarda
nasıl da kirlenir aşklar…

XLI

Yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden.
Bir kaçak gibi gideceğim bu kentten.
Bir baş nasıl ayrılır gövdesinden?
Bir rüzgâr,
ikliminden?
Bir ırmak,
sesinden?
Bir şair,
bir şiir ülkesinden?
__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır."

  Alıntı ile Cevapla
Eski 19.10.2014, 00:29   #5
Çevrimdışı
Mislina
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Feride | Yılmaz Odabaşı

5. Bölüm


İşte o aşirette çerçilerle, türkülerle büyümüşüm
çocukluğumu.
Yani benim o eksik aşiret çocuğu.
Bu fotoğraftaki gibi eski ve derin bir anı, yaralı …
Artık bu fotoğraftaki gibi rüzgâra dik değil boynu.
Bu yüzden beni bir rüzgâr sayın.
Beni bir rüzgâr!
Dağlaran ve kentlerden kovulmuş,
ve sürülmüş çığlığın ıssız deltalarına;
ömrüne tükürülmüş
bu rüzgâr,
sorarım
ne işe yarar?
Rüzgâr yorulmuşum,
rüzgâr kanamışım,
yanarım; sararım;
sonra her ipi denerim infazıma!

XLII

(Her ipi denedim infazıma!)
Artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi.
Ömrüm kopacak bir infaz ipi…
Belimde bir silah var bu gece dağıtacağım beynimi
Bu gece.
Yine gece!
Dağıtacağım geceyi birdenbire.
Dağıtacağım yaşamdan rengimi.
Şu başına buyruk takvimleri, kinleri, kirleri.
Belimde bir silah var dağıtacağım beynimi.

XLIII

Sonra ışıklar, ıssızlıklar içinde, yeniden,
yürüsem de uğultulu bir gençlikle;
her bıçak tenimi,
her namlu beynimi sınar.
Tutuklarken yangınlar acemi dilimi de,
bir anı, bir dize kalır belki geride..
Kirli yaşansa da günler evrilir maviye.

XLIV

Hayat, hep böyle düşünmek, düşmek;
“düşmek” dedim de,
düştüğüm çok oldu biliyor musun
ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu…
Ağlar gibi olup!
da ağlamadığım;
ağlamaz gibi durup
da ağladığım, çatladığım çok!
Yurtsuzdum, bunu yazdı bültenler de.
Yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime.
Sana bile vize koydum, kimlik sordum Feride.
Ben feodal bir yaraydım belki de…

XLV

Oysa ki iki tufandık seninle.
Yatağını arayan iki ırmak belki de.
Çoktandır dalgınlığımı düşürüyorum göğsüne;
yorgunluğumu, solgunluğumu bu dar evlere…
Ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte,
geceler karanlık, çiçekçiler uzak, aşklar dağınık;
beni anlamıyorsun!
Ve biz seninle soğuklar gibi yoksul;
çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime…

XLVI

Sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım.
Ansızın sesimi koyacak yer bulamadım.
Bir sesim vardı
bas bariton.
Onu da dağlara emanet ettim.
Duruyor,
orada,
çapraz asılı silahların gizli esmerliğinde.
Artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de; vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle. Ya da o bir paslı tüfekle 24.00 sonrası… Bir namlunun ansızın dağıtacağı beyni bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere; ardımdan kan… Kan koksun gece!
(Bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır, bir yaprak hışırdar yine; orda ” kime ne” sin sen;
alıp gidensin kendini kendinle…)


XLVII

Ölürsem heceler kalır dişlerimde.
Ay biter-
se bende, ay üşür-
se ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de…
Kalınca ömrüm ölüme
yalnız!
(Zaten yalnızdım…)

XLVIII

Yalnızdık dağlara karşı.
Ya kentlere?
Kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık.
Sulara karşı yalnız…
Gecenin desenine ay dokununca,
yalnızdık.
Yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de…
İşte şimdi ay kanar
ve uzakta, bozkırlarda atlar…
Atlar…
Atlara yalnızdık.
Yalnızdık karanlığa Feride…
(Şimdi vuruldu bu sevda da bir fısıltıya.
Çiğnenmiş bir bahçedir artık ömrümüz…)


XLIX

Denizleri özlerdi Feride.
Elleriyle atlasları örterdi;
deniz yerlerini atlasların.
(Herkesin bir Feride’si vardır bilmez miyim.
Herkezin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı.
Herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim;
bir de kimsesizliği…)


L

Yanmaktan değil, yakmaktan ” müebbed men” ömrümde,
bir tutam hırçın gençlikle,
yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne;
yüreğim uçurumlar denginde.
(Ve hangi renkte olsak da,
kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin
asıl rengine;
rengarengine…)

Benim ömrüm hep beyaza kandı.
Hangi beyazı tutsam gri oluyor;
sonra boğulup kararıyordu…
Hiçbir beyaz
bembeyaz;
hiçbir yaz,
yaz
kalmıyordu!
(Bütün griler eskiden beyazdı Feride…)


Tüketmeden sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;
üç mevsim ilkyaza açlırken yeşile dolmak varken,
yerküreyi sarmaşık gibi sarmak, tek telden her tele bir
akort olmak, dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarda, halaylarda diz kırıp gülmek varken; sen sar ve sor beni bırakıp gitmek varken…
Çünkü sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim;
en umulmaz o sularda vurgun yemiştim…
(Artık sen … Sen Feride olsan da,
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansam da,
kansam da mahvolmuşum kız, mahvolmuşum!)


LII

Her yağmur bir gök bulur elbet kendine; her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş bir kül, her takvim bir yıl bulur kendine! Her yangın bir duman, her öğrenci bir okul, her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt.
Her Aragon bir Fransa,
her Fransa bir Elsa…
Her Karacaoğlan bir zülüf (yeter ki bakmayı bilin, her yârin bir zülfü vardır); her ressam bir tuvâl, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur kendine; (yeterki şarap, şarap olsun, içen çıkar…)

LIII

Her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir kuytuluk bulur ya kendine,
bulur ya;
ben
senden
başka
sen
bulamam…
B u l a m a m !

LIV

Paramparça kıldım şiirimi,
S
o
n
r
a
a
ş
k : Sonra !
/Ve gittim yüreğimde kan gülleri.
Siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!/

1989/ Bağlar, Diyarbakır


__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır."

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
feride, gibi, odabaşı, sonra, yılmaz


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:14.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.