Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türkiye ve Dünyadan Haberler > Ülkemiz ve Dünya Gündemi > Serbest Kürsü

Serbest Kürsü Her konuda tartışma açılan konular burada


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 13.07.2013, 14:54   #1
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Exclamation Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek (Blog Yazısı)

Mükemmel bir blog yazısı "Tezek" adlı bir arkadaşın anılarından.. Çok seveceksiniz. Küfürsüz halini düzelterek yayınlıyorum.. Elinize kahvenizi alıp okuyun..

****

İKİ LİTRE ŞARAP İÇİYORUM

Sene 2003 üniversite bitmiş. 1999 da bitmesi gereken üni anca bitmiş. Ha sebep ne derseniz panik atak diye bir hastalık var otobüse binip okula gidemiyorum. Sınavlara çalışıyorum, ........ ları yutup tamam bu sefer olacak diyorum. Hooop acildeyiz yine. Doktorlar hemşireler g.tüyle gülüyor. Durum vahim herkes psikolojik diyor. Kimse sallamıyor. Bense o sıralar. Ulan bir kolum bir bacağım olmasaydı da bunları yaşamasaydım diyorum.

Neyse hikayeyi başa sarıçam 1996 ya gitmemiz lazım flashback olayı yani. Hadi zamanda atlama yapıöz.

Sene 1996 lise biteli 2 sene olmuş 2 yıldır dershanedeyim. O zamanlar öss ve öys var. Birini geçmen yetmiyor ikisinde de başarılı olman lazım. Sene 96 1 mayıs arkadaşlarla sinemaya gittik loca da filmi bekliyoruz. Cıvıl cıvıl bir gencim anlayacağınız.

Filmi bekliyoruz bana garip birşeyler olmaya başladı nefes alamıyorum. Etrafımdaki herşey yabancı geliyor. Sigara da içiyoruz. Özamanlar kapalı alanlarda sigara içmek mümkündü. Ellerime bakıp bunlar benim ellerim mi felan diyorum. Arkadaşlara ben bir tuvalete gideyim dedim. Kendime bakıyorum ama sanki çok yabancı kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor.

Yüzümü yıkıyorum felan nafile. Giderek iyice korkmaya başlıyorum. Locaya geçip beyler ben iyi değilim eve gidiyorum diyorum. Bilet paranı biz ödedik otur diyorlar ama. Ben çıkıyorum. Yer izmir sevgi yoluna yakındı. Ama uzun zaman oldu sinemanın adını felan hatırlarmıyorum. Sadece tek hatırladığım sinemanın önünde oturdum insanlar bana bakıyordu. Ve önümde harley davidson marka bir motorsiklet vardı.

Filmler de görürsünüz insanın başı döner sanki herşey sis perdesi arkasından gelişir öyle bir durum. Yanlış hatırlamıyorsam eğer 86 numaralı otobüse bindim, fahrettin altay a gitmek için. Hala aynı numaramıdır bilemem.

Otobüste kafamı camdan çıkardım mayıs ayında ağustos sıcağı izmirde. Nefes almaya çalıştıkta sıcak hava vuruyor yüzüme. Özamanlar klima da yok otobüslerde. Daha sanos markalar bile yok o denli yani. Eshot un o eski uzun körüklülerinden birindeyim. Daha boynuzlular yeni kalkmıştı yollardan.

Ne oluyor lan bana yolun sonuna mı geldik diyorum kendi kendime yaş daha 19. Neyse sonunda eve ulaşıyorum. Bizimkilere çaktırmadan odama geçiyorum. Ama bu semptomlar giderek artıyor. Hızlı nefes alış veriş. Ellerin ayakların karıncalanması. Aldığın nefesin yetmemesi. Kalbin patlayacak gibi çarpması, baş dönmesi vs.

İyice kontrolden çıkıyorum. Bari diyorum bizimkilere diyeyim. Kapıyı açıp ben oluyorum lan, kurtarın beni diyorum. Ne oldu diyolar kalp krizi diyorum. Herkes yusuf tabi, hemen taksi çağırıyorlar.

3 dk da hastanenin açıline varıyoruz. Atatürk devlet hastanesi, adı değişmediyse hala yeşilyurtta duruyor olmalı.

Hacılar acildeyiz. Bağıranlar çağıranlar inleyenler kan revan içinde olanlar vs. Böyle hastaları kabul ettikleri küçük bölmeler var her bölmeye 2 hasta sığıyor. Beni onlardan birine tıkıyorlar. Yan sedyede de köylü kıyafetleri içinde yatan bir kadın var. Oy anam diyip duruyor. O oy anam dedikçe ben daha bir geriliyorum. Arada kafasını kaldırıp soruyor, o araştırmacı anadolu ruhu sedyede bile devrede. Ne oldu yawrim sana? Kalp krizi geçiriyorum teyze diyorum. Vahhh vahhhhh bizim bi enişte varıdı o da böyle erken göçtü gitti diyor.

Özamanlar reality showlar var, sıcağı sıcağınalar var. İnsanların nasıl ssk köşesinde bağıra çağıra olduğunu haber yapan kanallar var. Abime bağırıyorum, lan o..spu çocuğu getirdin beni devlet hastanesine kimse sallamayacak bizi burada. Öleceğim lan beni özele alın diyorum. O sırada beyaz önlüklü bir doktor geliyor. Genç biri muhtemelen s.. s..acile nöbete yollamışlar onu.

Doktor; yeğen sorunun ne diyor. Doktor bey oluyorum ne sorunu soruyosun kurtar lan beni diyorum. Niye oluyorsun diyor. Kalp krizi geçiriyorum diyorum. Yüzünde yavaş geçir yerleş yaş gibi bir tebessüm oluyor. Ben yine bağırmaya başlıyorum. Yandaki yaşlı teyze kendisini bırakıp iyice bana sarıyor. Vah vahhhhh çok genç çok yazık diyor. Doktor susun ulan çekiyor ikimizede, doktor beni kurtar susmak ne kelime ayağının altına paspas olurum gibisinden bir bakış atıyorum.

Doktor steteskopla kalbimi dinledikten sonra, 5 dk sonra iyi olacaksın diyor. Ne diyor bu doktor diye kafamdan cümleler geçiyor. Bu arada başka bir pratisyen hekim odaya giriyor fıs pis konuşmaya başlıyorlar. Dinlemeye çalışıyorum fakat, ölmek üzere olduğumu düşündüğüm için, herşeyi yarım yamalak duyuyorum. Bu sırada bir hemşire geliyor odaya. Elinde iğne, doktorlar kapının önüne çıkarak konuşmaya başlıyorlar. Hemşire aç kıçını annem birazdan iyi olacaksın diyor. Ben çaresiz kıçı açıp iğneyi yiyorum. O sıra sonradan gelen doktorun kanser olsaydı daha iyiydi lafını duyuyorum. İğneyi yedikten 2 dk sonra, herşey değişiyor. Gayet normalım, 10 dakika önceki benden eser kalmamış durumda. Sonradan gelen doktorun yaptığı yorumu ise o olaydan 8 yıl sonra anlayabildim ancak.

Ben ne oldu şimdi neden iyi hissediyorum derken, doktor bana dönüyor sende bir hastalığın başlangıcı var diyor. İçimden aha kanser yada kalp diyorum. Sende diyor panik bozukluk başlangıcı var. Pardon ne var diyorum panik bozukluk diyor. O ney ya diyorum. Bu gün pazar sen pazartesi polikliniğe gel diyor.

Neyse diyorum eve gidiyoruz herşey normal. Pazartesi polikliniğe gidiyorum. Durum içler acısı, kapıda doktor görmeyi bekleyenler, başka servisler kanamalı hastalar, allahtan psikiyatri polikliniğindeyim kan dehşet vs yok. Yanımda bir eleman beklemekte benimle birlikte, elinde fotomaç mı ne var. Üzerinde fb tişörtü. Bana dönüyor, biliyormusun fb kaybedince hayatım kararıyor diyor. Dinlemeye çalışıyorum. Benim ismim okununca içeri giriyorum. İçerde nur isminde bir doktor var. Durumu anlatıyorum. Bana bakmadan reçeteye birşeyler yazıyor. Ben bitirdiğimde o da reçeteyi yırtıp elime veriyor. Sıradakiiii diye bağırıyor.

Elimde bir reçete var. Gidiyorum eczaneye alıyorum ilaçları. Bilenler bilir x.. yeşil reçetelidir. Neyse ilaçları alıyorum. ilaçların yan etkilerini okumaya başlıyorum. 4 sayfa yan etkisi var. Güzel etkisi ise yok denecek kadar az. Amma x.. kardeş öylemi, bir içiyorsun, beynindeki herşeyi siliyor. Yan etkisini de sallamıyorsun böylelikle.

Herneyse yeni bir yaşam başlamıştı benim için ve ben farkında değildim. Antidepresan ve x.. mal gibin yapmıştı beni. Ama bana bu ilaçları veren ve belki de içinizden birilerine terapi yapan doktor hanım bana sölememişti. Bu ilaçları aldığında ilk haftanın anamın ağlayacağı hafta olacak diye. Bende aynı aspirin içer gibi bu ilaçları içiyordum.

İlk haftam başlamıştı. Ve ben olacaklardan habersizdim. Avuç avuç hap yutuyordum. Nerden bileydim ki o haplar beni duvara toslatacak. Antidepresan kullanmayanlar bilmez.

Otobüsteyken ödeyeceğim en ağır bedellerinden biriyle karşı karşıya olduğumu bilmiyordum. Ve kaçınılmaz olan geldi çattı. 100 kere ölseydim de bunu yaşamasaydım dediğim bir durumla karşılaştım. Bağırdım durdurun lan bu otobüsü oluyorum diye. Sabah sabah işine giden herkes, hem aval aval hemde ulan bu gün değişik birşeyler yaşadık diye yüzüme bakıyorlardı. Talih mi kader mi bilemem, atatürk devlet hastahanesi durağında indim.

Koşarak acile gittim yine. Doktor yüzüme bakara yapabileceğimiz bir şey yok eve git ılık düş al dedi. İşte olaylar bu aşamadan sonra başladı.
Ben üniversiteyi kazanmış bir gençtim. Ve bilmediğim birşeyle karşı karşıyaydım. Özamanlar arama motoru olan altavista.Com A panik atak yazınca 3 sonuç çıkıyordu. Ki google ağa yoktu hatta fikir bile değildi.

Neyse burda özet geçmiyeceğim konu bütünlüğü sağlansın diye.

Üniversiteye başladım. Ege üniversitesinin önünde bir yol çalışması vardı. Hatta yarım kalan bir viyadüğe kamyon şoförünün girip orada olduğunu bilirim. Hatay bornova arası eski körüklü otobüsler de 1.5 saaat sürmekte. Ve ben 10 dakikasına bile dayanamıyorum bunun. Şöyle düşünün ağzına kadar tıkabasa dolu bir otobüs var ve otobüste duramıyorsunuz. İşte bu böyle karın ağrısı birşeydi. Sonraları minibüs i tercih etmeye başladım ama, babam piyango bileti satan bir emekçi idi. Minibüs lüks kaçmaktaydı bana. Herşey kabus gibiydi, ve uyanmak istemediğim bir güne zorunlu olarak uyanıyordum.

Herhangi bir çıkış yolu yoktu fiziksel olarak sağlam görünen ben, aslında içimde çürüyordum ama kimse bunu sallamadı. Bilenler bilir e cafe ye az uğramadım ege üni de. Ordan redhouse azyapmadım. Ama kimseye ayak uyduramadım. Pikniklere gidemedim. Partilerde playboy olamadım. Ulan derslerime bile giremiyordum playboy olmak benim neyime.

Sevgilim posta koymaya başladı, sen hiç bir yere gelmiyorsun benimle, biz hiç bir şey yaşamıyoruz beraber, bak kusura kalma böyle devam edersen kıçına tekmeyi yersin dedi. Kız gerçeği söylüyordu bana, zayıfsan elenirsin diyordu. Önceleri kabullenmek zor geldi. Sonra anladımki kız gerçekçi.

İşte bunu öğrenmem hayli zaman aldı. En önemlisi insanın çaresiz olduğunu kabul etmeye çalışmayasıymış. Bir insan kendine öğretirse bunu galiba ulaşlısmış en büyük erdemlerden birini ulaşmış olandır.

Hiç kimse kendini o pozisyona koymaz. Hiç kimse kendine çaresizliği yakıştırmaz. Her kabullenişimizin ardında bir başka umut yatar. Umutların söndüğü yere bu hayattayken ulaşmak her babayığıdın harcı değildir.

Etrafımdaki herkes birer birer kaybolmaya başladı. Artık herhangi bir faaliyete beni çağırmaz oldular. Zordu bunu kabullenmek ama onları suçlayamazdım da çünkü kim ister ki ayak bağı yanında. Giderek yalnızlaşıyordum. Bir anam vardı bana üzülen. Odamdan bile çıkmıyordum. İnanmayacaksınız evden 4 yıl çıkmadım dersem yeridir. Hiç çıkmadım demiyorum. Ama nerdeyse bütün zamanım evde geçiyordu. Tabi bu aşamada bir de yaşadığımız sosyal çevrenin baskısı var. Sana tepeden bakıyorlar, deli muamelesi yapıp iyice dışlıyorlar. Hele ki annemin üzerinde baskıları yüklenmek daha zor.

Senin oğlun neden hep evde neden bir iş bulup çalışmıyor. Neden hep içiyor. Tabi anne olarak kadın bunların karşısında eziliyor. Ve bunu kabullenmek benden daha da zor onun için.

İçim içimi kemiyor. İçimde fırtınalar kopuyor ama değiştirecek ne gücüm var ne sağlığım. O sıralara ege üniversitesin de doktor erhan bayraktar a gidiyorum. Bana parasız bakıyor. En son o da s.ktiri çekti. Paran varsa gel hastaneye yat dedi yoksa geber der gibi bir cümle kurdu. Bir psikiyatr dan bile s.ktiri yemiştim. Ve sorular kafamda dönüyor du. Nerden geldik nereye gidiyoruz. Bütün bu acıların sebebi ne? O sıralar aklıma ben acildeyken doktorların birbiri ile konuşurken kanser olsa daha iyiydi bir kez olurdu lafı aklıma geliyordu. Bir kere adam gibi ölmek günde binlerce kez ölmekten iyidir demeye başladım. İntihar düşüncesi giderek hakim olmaya başladı beynime.

Sevgilim terk etmiş, arkadaşlar yüz çevirmiş, anam bile öleceksen ol der gibi bakıyordu. Ya da o psikoloji içinde ben öyle algılıyordum. Aslında var olan her ilişkinin bir çıkar ilişkisi olduğunu, sevginin aşkın ve dostluğun aslında sen ayakta durabilirsen var olduğunu yaşadığım süreç bana öğretiyordu. O sıralar anladım bir insan neden intihar eder. Karar vermiştim benim içinde tek çıkış yoluydu kendimi öldürmek. Ama bir engel vardı. Bunu anlamayacak bir kişi vardı o da anamdi. Bunu nasıl o kadına yapabilirdim. Tüm yaşamını ben adam olayım diye harcamış bir anaya bunu nasıl yapardım. Bu kadar bencil olabilirmiydim.

Hastalık ilişkilerimi yok ederken, beni bitirirken. Aslında bir şeylerde bana katıyordu. Benimle aynı yoksunlukları yaşayanları okuyordum nietzsche, søren aabye kierkegaard, arthur schopenhauer vb. Başka bir dünyanın kapıları da açılıyordu beynimde. Ve bütün bu yaşadığım gündelik boktanlık ve yoksunlukların beni ittiği yer aslında çok değerli bir yerdi. İnsanın varoluşu hakkında bu amcaların söyledikleri, acının aslında yaşamın terk gerçeği olduğu, yaşamın gereksizliğini yazmaları vs. Bana başka kapılar açıyordu. Ve ben çektiklerimin beni nereye taşıdığını görünce usuldan da sırıtmaya başlamıştım.

Sokağa çıkamasamda koşturamasam da normal insanlar gibi otobüse binemesemde. Birşeyin farkına varmıştım. 3 dakika huzurlu olup bir otobüse binebilsem yada bir gün batımını seyredebilsem, normal gündelik yaşamını yaşayan insanların eş geçtiği bu şeylerin benim bünyeme bir orgazm gibi girişi bana verilen bir armağandı. Kim otobüste sadece seyahat edebildiği için mutlu hisseder ki. Ya da gün batımını izlerken mest olabilir hem de diğerlerinin hissettiğinin belki de 10 bin katı bir hissiyatla bunu yaşar. Tabi bunlar belki de 3 ayda bir yaşayabileceğim 10 dk lik geçici süreçlerdi. Ve aslında özaman insan anlıyor, günlük yaşamda ne kadar değerli şeyi görmezden geldiğimizi. Ve ayrıntılar derin ayrıntılar bir bir görünmeye başlıyor. Şöyle düşünün gözüne teleskop takan biri oluyorsunuz bir anda.

Anlamıştım ki, acıyı çekmeden bunlara ulaşmak imkansız. Gündelik yaşamında olan bir insana, bunları anlatmak imkansız. Zaten çoğunuz bir s.ktir git çekecektir. Ama anlatacaklarımı iyi dinleyin, sizlere neleri eş geçiyorsunuz öğreteceğim. Normal bir nefes almanın ne kadar değerli bir şey olduğunu anlatacağım size. Ama özet geçeceğim merak etmeyin.

Elle tutulacak hiç bir şey kalmamıştı. Anami karşıma aldım ve dedim ki, diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir. Anne gidiyorum dedim. Nereye gideceksin dedi. İstanbula dedim. Kendi yaşadığı sokağı terk etmekte zorlanan ben, istanbula gitmeye karar vermiştim. Anne belki öleceğim ama gitmem lazım dedim. Bana baktı oğul dedi; delisi olan hergün oluşu olan 1 gün ağlar. Anam okuma yazma bile bilmiyor, ama bana filozofların bile zorlanacağı bir cümle kurdu. Bir şey diyemedim. İvedilikle odamı toplamaya başladım yazılarım, ders notlarım. Hatıralarım. Eski sağlıklı yaşama dair anılarım. İstanbula taşınıyordum. Bilmediğim bir kente gidiyordum. Annemin bin bir emekle köyden alıp 12 yıl boyunca okuttuğu amcamın oğlunun yanına.

Şirin evlere taşındım, gece kondudan bozma çarpık kentleşmenin en güzel örneği bir semt. Yürürken binalardan dolayı, gökyüzünü bile görmekte zorlanacağınız. Doğu kökenlilerin yoğunlukta olduğu, kalabalığında kaybolacağınız varoş semti şirinevler. Anam özamanın parası ile 1 milyar vermişti, onu da şapka orup pazarlarda satarak kazanmıştı. 2 hafta sonra amca oğlunun davranışları değişmeye başladı. Niye geldin ne kadar kalacaksın der gibiydi. Oysa o bizde 12 yıl kalmıştı. Ve hiç bir karşılık beklemeden, bunları yapmıştık ve ben kardeş gibi görürdüm. Evde bir sığıntı gibi hissetmeye başladım kendimi, yani bu kadar da kötü olmamalıydı bu yaşam. İş bakıyordum ama dışarı çıkmakta bile zorlanan birine işi kim verir.

Cd satmanın altyapısını oluşturmaya çalışıyorum. Cd poşeti cd zarfı boş cd vs. Neyse bir gün sokağın birinde bir tezgaha rastladım. Tezgahın başında, kafası kel yüzü içine çökmüş kirli sakallı, 50-55 yaşlarında biraz çakal görünümlü bir adam var. Tezgaha müşteri gibi yaklaştım. Gardaş hayvanlı porno da var diyerek elinde poşeti gösterdi, ben aslında cd almak istemediğimi şirinevler köprüsünde cd satmak istediğimi bu yüzden zarf ve poşeti nerden bulabileceğimi sordum. İznin var mı dedi, belediyeden mi diye sordum aklıma o gelmiş ti ilk. Güldü yok dedi ocaktan iznin var mı ne ocağı diye sordum.

İşte ülkenin çarpıklığı da karşıma çıkmaya başlıyordu. Ne ocağı abi dedim. Abidin başkana gitmen lazım dedi. Abi dedim. Vergi vermiyoruz. Zaten yapacağım iş yasadışı, niye birinden izin alayım. Sırıtarak yüzüme baktı. Kurd aksanı ile bu işler o kadar kolay değil dedi. Anladım ki köprüde yasadışı satış yapmak için bile birilerinin onayı lazım. Abi dedim ben kimseden izin almayacağım çıkacağım oraya bir kaç güne kadar. Çünkü başka bir seçeneğim yoktu.

Neyse o tanıştığım cd cı bana babacan davranmaya başladı. Senin için reisle konuşurum felan demeye başladı. Tabi ki kıllandım. Ne saticaksın dedi, senin yasin genç porno felan satma benim 15 tane mahkemem var ama 12 tanede çocuğum var, başka şansım olmadığı için bunu yapıyorum dedi. Benimde başka şansım yok dedim. Bedel her ne ise ödenecek dedim. Neyse adam bana zarf ve poşetler için gerekli adresleri verdi. Ben o sırada ınternet cafe nin birinden program indiriyordum. Şirin evlerde bir marangoz buldum. Tezgahı da yaptırdım. Tüm varımı yatırmıştım bu işe.

Programları basmaya başladım. Nero cd den kapak ta dizayn ediyordum. 16x lg cd room la yavaş yavaş basıyordum. Xp, xp service pack 2, muhasebe programları, visual studio net 7, ingilizce eğitim programları vs gün gelmişti herşeyimle hazırdım köprüye çıkmaya, ülkeye dair ilginç bir gerçeği öğreneceğim bir geceydi.

Elimde tezgah yavaş yavaş çıkıyordum merdivenleri, elinizde tezgah olunca satıcılar size daha değişik bakıyor. Bu eleman ne yapmaya çalışıyor gibi. Benim tezgah küçüktü diğerlerine oranla, bir köşe bakıyordum girecek. Neyse bir hamle ile tezgahı kurdum. İlk müşteriden önce, mekanın sahiplerinden biri geldi. Siz o köprüden geçerken onları fark etmezsiniz arkaplanda dururlar. Gardaş niydiysen burda dedi. Abi cd satıyorum dedim. Aynen diğer cd cının dediği gibi gardaş iznin var mı? Dedi. Yök abi dedim, paraya ihtiyacım var o yüzden satmam lazım. Beni baştan aşağı süzdü
gitti. Ama hissetmiştim, fırtına öncesi sessizlikti bu.

O sıra da ilk cd mi satmıştım bile 2 milyonu cebime atmanın sevinci ile herşey rengarenkti. Derken bir tane bir tane daha sattım. Metro boşalmamıştı ama bana doğru bir kalabalık geliyordu. Onlara bakmamaya çalıştım korkuyordum. Benden başka kimse yoktu benim için. Kimse de kıçımı kollamayacaktı. Yüzü gözü çizik elinde tesbih olan insana benzemeyen bir yaratık öncülüğünü yapıyordu kalabalığın. Lan burası dingonun ahiri mi? Dedi. Pardon abi dedim. Elimi cebime attım. Kaybedeceğim hiç bir şey yoktu. Cebimde bir bıçak vardı. Onu tutuyordum. Lan ben urfalı bilmem ne diye saymaya başladı. Ölmeye geldin lan buraya dedi. Kalabalık etrafımdaydı.

Lan dedi bu tezgahı kapatıyorsun, bir daha da seni burda görmeyeceğim tamam mı dedi. Yök abi gidecek başka bi yerim yok, bu gün burda ölmem gerekiyorsa öleceğim dedim. Bıçağıda cebimden çıkardım. Eleman güldü, lan ibne çıkardin madem götün yiyor saplaşana dedi. O an benim kel kafalı cd cı geldi. Dokunmayın lan elemana o da ekmek parasının derdin de dedi. Kendi aralarında tartışmaya başladılar yarı kürtçe yarı türkçe devam ediyordu. Urfalı döndü bana, lan burda kalacaksın ama programdan başka birşey satarsan ananı bellerim dedi.

Tamam abi dedim. Benim yaşlı cd cı bana döndü sen köprü deki tek türksun, o yüzden yanlış yapma ayağını kaydırırlar dedi. Ve bana günlük kaç lira urfalı için, meydanda bekleyen polisler için ve zabıtalar için ayırmam gerektiğini anlattı. Bu rakam 30 tl ye denkti. Anladım ki ilk 30 tl sıstemin işlemesi için var.

Vay canına dedim. İstanbulda bir köprüdeyiz. Ve bu köprüde türk olan tezgah açamıyor. İşin ironik yani kurd olsanız bile abidin başkana gitmeniz lazım yani ülkücü birine. Aklıma şu geldi dedim ulan diyarbakır da bir üst geçit olsa ve orda sadece türkler çalışmaya çalışsa, o köprüyü yakarlar lan. Yanlış anlaşılmasın bunları yaşamama rağmen ırkçı değilim. Ve en yakın arkadaşım da kurd tur. Ama istanbulun göbeğinde bir yabancıydım artık.

Neyse komşu tezgahlar vardı ve bende onların komşu esnafiydim. Kimisi fake marka satıyor kimisi camaken içinde çalıntı telefon, zamanla beni sevmeye başladılar. İsimde ilerlemeye başlamıştım. Çok iyi satıyordum gece de 300 milyon bana kalıyordu, bazen assağı ınıp köprü altında ki büfelerden arnavut ciğeri yiyordum. Mutluydum lan, 4 saat çalışıp iyi para yapıyordum. Bir gelen bir daha geliyordu, çünkü programdan anlayan tek bendim ve gelenlere çok ayrıntılı anlatıyordum. Beceremezler diye mail adreslerini alıp, crack konusunda yardım ediyordum. Hatta uzak masaüstü (vpn) bağlantısı ile program kurduğum bile oluyordu. Bu arada amca oğlu evlendi ve başka eve taşındı. Ve ben o evin kirasını karşılayacak kadar adam olmuştum.

Şirinevlerde adım duyulmuştu. Program için herkes bana geliyordu. Gündüzleri evde iken toptan işler için çalışıyordum. Tezgaha yığmıyordum herşeyi, satabileceğimi yanıma alıp köprüye, şener şen in topukları götüne vurdurarak koşması gibi koşuyordum. Bu arada bir gümüşçü ile tanışmıştım asıl işi ise cd satmaktı. Yani dükkan önden gümüşçü gibi görünse de arka planda cd satıyordu eleman. Elazığlıydı. Bana oğlum bak köprüden iyi para kazanırsın ama orası tehlikeli sen okumuş adamsın o işi yapma.

Abi başka çarem yok dedikçe sadece bana toptan yap ben burda satarım, köprüdekilerin sicili zaten dolu sende onlardan biri olma diyordu. Kaliteyi bile yükseltmiştim. Aldığım cd ler olsun kapak dizaynı olsun yeni bir tarz yaratmıştım. Urfalı bile, yeğen şen çok iyi ilerliyorsun diyordu.

Bir gün yine tezgahım elimde, köprüye gidiyorum ama. Ayaklarım hiç gitmiyor. İçimde bir isteksizlik var. Dönüm noktaların biri daha karşımda idi ve ben isteksiz bir şekilde gidiyordum kaderime. Her gece rutinden di ‘kaçın lan polis’ lafını duyduktan sonra tezgahı kapıp kaçmak. Ama o gece sessiz di. Bilmiyorum keyfimde yerinde değildi.

Bir adam yaklaştı tezgaha, kardeş kaç para bu dedi. 3 milyon abi dedim. O an köprüde büyük bir kargaşa başlamıştı. Polis iki yani ablukaya almış. Kaçacak yer kalmamıştı. Herkes bir telaş içindeydi. Adam bana baktı kimliğini gösterdi elini omzuma koydu kaçarım diye. Topla tezgahı gidiyoruz dedi.

Direniş göstermedim gösterecek halimde yoktu. Bana baktı iyiysen artık kelepçeyi takmam lazım dedi. Tamam abi dedim.

O sırada omzumdan tuttu ve ben bir ölü gibi kımıldamadım. Kelepçeyi taktı. Gözü diğerlerine bakıyordu. Çok büyük kargaşa idi, yakalananlar hayır ben satmıyorum diyordu. Zaten baskın sadece cd çiler içindi. Tanıdığım bir kaç kişi kalabalığın arasına sızmış bizi izliyordu onlarda cd cı idi ama benim gibi acemi değillerdi. Memur bana baktı lan olm senin sorunun ne dedi. Yök abi sorunum dedim. İyi beni takip et dedi. Köprünün altında polis minibüsleri bizim için bekliyordu. O sırada kader midir nedir, amca oğlum oradan geçiyordu, bana baktı, gözlerinden belli idi korktuğu. Ses çıkarmadan devam etti bende başımı önüme eğdim. Çünkü yasaların karşısında idim, ellerimde kelepçe polisi takip ettim.

Bunu ikinci minibüse alın lan dedi, beni yakalayan polis. İkinci minübüse bindirdiler. En arkaya oturdum. Yanıma bir polis oturdu. Beni yakalayan da orda idi. Çıkar bakayım kimliği dedi. Abi arka cepte dedim. Çekti cüzdanı arka cepten. Ben kafayı cama dayadım. İstanbul tüm cümbüşü ile akıyordu. Renkler arabalar, insanlar. Koca istanbulda bir polis arabasında ellerim kelepçeliydi. Usul usul ağlıyordum. Birden polis durttu beni, lan şen üniversite mi bitirdin dedi. Elinde öğrenci kimlik kartım vardı. Evet abi dedim. Niye bu işi yapıyorsun dedi. Mecburum abi dedim. Zaten beni ağlıyor olarak gördükten sonra, beni yakalayan ona döndü dedi ki dokunma ona. Yanımdaki kpss ye niye girmedin lan dedi. Abi girdim iyide puan aldım ama ben o koşullarda çalışamam dedim. Anlamadılar tabiki. Yüzüme aval aval baktılar.
Bakırköye gidiyorduk. Muayene için acil girişi ile aynı yerden içeri alınacaktık. Bizleri açılın önündeki demirlere kelepçelediler. Hastalar bile zombi görmüş gibi bize bakıyordu. Yine bir acil önündeydim. Bu sefer ellerimde kelepçe vardı. Ağlıyordum yine. Yanımda oturan polis geldi derdin ne lan senin, adam gibi dursana içinde azcık erkeklik yok mu senin dedi. Herkes bana bakıyordu. Kendimi toparlamaya çalıştım. Eğilip kelepçeli ellerimle yüzümü gözümü silmeye çalıştım.

Doktorun karşısına çıktım. Doktor halimi görünce memur beyler dışarı dedi. Bana döndü dövdüler mi seni dedi. Yök dedim. Oğlum korkma artık yasalar değişik sana birşey yaptılarsa bana şöyle dedi. Yök doktor bey dedim, bana hiç bir şey yapmadılar. Şikayetin yok mu dedi yok dedim. İyi dedi imzaladı kağıtları ve polisleri içeri çağırıp verdi.

Minübüse bindik bu sefer sadece şoför ben beni yakalayan polis ve minübüste yanımda oturan polis vardı. Ve hepsi sivil giyinimliydi. Ben pencereden dışarı bakarken, cd sattığım yerleri geçtik. Bavulumu sürüklediğim yerlerden geçtik. Ölmeye geldim lan istanbul dediğim yerlerden geçtik. Bulunduğum pozisyon ölümden beterdi. Dizel motorun sesi eşliğinde karakola doğru gidiyorduk.

İki polis aralarında konuşmaya başladılar. Yanımda ki bana döndü, lan or.sp. çocuğu karakolda hiç birşeyi imzalamayacaksın dedi bana. Ben yüzüne bakınca, ben sana ulan imzalayacaksın burayı deyince bana imzadan imtina ediyorum avukatımı istiyorum diyeceksin dedi. Ben şaşkın bir şekilde bakınca. Lan gerizekalı imzadan imtina ediyorum avukatımı istiyorsun diyeceksin dedi bana.

Tamam dedim. Karakola vardık. Başka bir sivil polis lan burada hepiniz adam olacaksınız, burda kral da allah da benim dedi ve elinde jop vardı. Herkes dut yemiş bülbül gibiydi. Eleman şimdi herkes tezgahında ki cd yi sayacak dedi bizler saymaya başladık. Ben en son da idim. 800 cd si olan 200, 500 cd si olan 100 diyordu. Bana sıra geldi 135 dedim. Minibüsteki polislerden biri bu salak sayı saymayıda bilmiyor. Korkudan ödü bokuna karışmış, üniversiteli bu hatayı yaparsa diğerlerini hoşgörmek lazım diyip, bu salağın tezgahta 15 cd var dedi. Görevli memur tutanaklara 15 cd olarak geçti.

Ben yine en sonda idim. Sonradan anladım neden en sondayım. Bir sıra halinde tutanak tutan memurun önüne yazılanları imzalamak için gidiyorduk. Ve herkes okumadan imzalıyordu. Beni minibüste uyaran polisler ise gözümün içine bakıyordu. Evet imzalamayacaktım. Hayatın en boktan pozisyonunda 2 polis bana yardım ediyordu. Oysa polis benim için tiksinilmesi gereken bir pozisyon ve kurumdu. Sıra bana geldi, önümde tutanak vardı. Ben silik bir sesle avukat istiyorum dedim. Önümdeki polis ne diyon sen lan dedi bana. Elinde jop olan lan imzala yoksa beynini bu jop la dağıtırım dedi. Döndüm bir an için bir şey diyemedim korktum ve imzalamak üzereydim. Minibüste olan polislerden biri, elini masaya vurdu. Lan g..s hem yasadışı iş yapıyorsun hemde imzalamayacağım diyorsun. Yaz lan oraya imzadan imtina ediyorum diye. Ben yine bişi yapamadım ensemden tuttu yazsana lan imzadan imtina ediyordum diye dedi. Ben minübüstekilerini düşünerek o şekilde yazdım. Jop lu olan, gençler show bitti şimdi nezarete bakayım diyerek. Boruyu üfledi.

Filmlerdeki gibi değil nezaretin soğuk demirlerini avuçlamak, o an da bütün yaşamınız gözünüzün önünden geçer. Paslı demirleri avuçlayınca aslında, kapalı kaldığım evimde bile ne kadar özgürmüşüm onu anladım. Ellerimde süperman olup bükemeyeceğim demirler var. Ve ben başkalarının sınırları içindeyim, tek suçum ise yaşamak istedim. Özamanlar şu aklıma geldi. Ben porno bile satmıyorum ama, pornoşu revaçta olan gülben ergen el üstünde tutulmakta. Ne vatanıma ne milletime bir or.sp.luğum olmadığı halde demir parmaklıkların arkasında olmak durumunda olan benim.

Aslında çok daha kötü bir şey oldu o gece, beni kelepçelerle gören amcamın oğlu, anami arayıp durumu bildirmiş. Ana yüreği, dayanamamış. Hiç aramaması gerekenleri aramış. Ben şirin evlerde cd satarken, karşı kıyıda ataköyde villalarda oturan dayımı aramış. Kendinin en büyük sorunu için bile kardeşlerine eywallah demeyen yoksul anam benim için kardeşini aramış. Yawrumu ordan çıkar demiş. Bir evlat olarak en çok ezildiğim anlardan biri de buydu. Şirinevlerin köprüsünde orospu olurken bile eywallah dememiştim ben onlara.

Bir polis geldi, aktif olmayan sadece o bina da görevli olan ( merkezin adını vermeyeceğim çünkü o iki polis olmasa idi herşey değişik olacaktı) gençler karakolun bazı ihtiyaçları var dedi. Çay şeker vs. Siz de sigara içmek istiyorsunuz biliyorum. O yüzden cepleriniz de getirdiğiniz paralardan biraz alıp, hem size sigara alıp hemde karakolun ihtiyacını gidereceğim dedi. Hep bir ağızdan ne gerekiyorsa yap abi dedik. Herkes acıkmıştı, ve bize çığ köfte geldi, kişi başına da bir sigara. Ben özamanlar sigara içmiyordum ama, tüm bunlar 2 milyardan fazlaya mal oldu. Kimsenin cebinde para kalmadı bir dal sigaraya, tüm geceyi heba ettik. İçlerimizden birisi çıktı, sakalını sıvazlayıp döndü bize, ulan nezaretteyken bile bunları harcıyamıyorsanız nerde harcayacaksınız. Ki doğru idi, nezarette pintilik yapmak neye denk gelir lan.

Bir battaniye verdiler, benden öncekilerin kokusu sinmiş içine. Bilenler bilir tuvalette bulunur nezaret te. Ama bırakın işemeyi bakmaya bile içiniz el vermez. Neyse tuvaletten havalanan sivrisinekler kokuşmuş battaniyelerimizle bizi sarıyordu.

Gece 3 suları idi. Bir polis copla dürttü beni elinde el feneri vardı. Kalk lan dedi. Ne oluyor abi dedim. Çıkıyorsun burdan dedi. Yukarıya çıktım 3. Kata bilgisayarların olduğu odaya, karşımda bir komser, avukatları ile dayım vardı. Gecenin 3 u bütün istanbul uyuyor. Dayım var karşımda, bana istanbula geldiğim de ona ayak bağı olurum diye yüz çeviren dayım. Ve biz komserin önünde konuşmaya başladık. Avukatlar sürekli not alıyor. Dayım; 14 yasında zorla evlendirilmiş, o başarılı olsun diye boklu donlarını yıkamış annemi malzeme yapmaya çalışıyor. Sen nasıl bunu yaparsın, diyor. Sanki adam öldürmüş muamelesine tutuluyorum. Sen bunu annene nasi yaparsın diyor. Benim kafamda taşlar yerine oturuyor. Annem dayımı aramış. Annem ki kendisi için bir kere bile eywallah etmediğine benim için eywallah etmiş. İşte ana yüreği dedikleri şeyi burda anlıyoruz kendi geberse de senin için dünyaları yakar ana yüreği.

Karşımda şerefsizlik ve iki yüzlülük vardı. Karşımda ki dayım da olsa, annemle aynı karında yatmış olsa da, bana merhamet beşlermiş gibi duran bir akbaba vardı. Çok sonradan değer verdiğim bir arkadaşımın tanımlaması ile size sunarsam bunu eğer; akraba değil akbaba dır onlar. Evet aynen öyle idi, akraba değildi bana yardımcı olmaya çalışan, çürümüş etimi yemeye gelen akbaba idi. Şöyle bir baktım. Devlet zaten ihtiyacı olana avukat veriyor benim size gereksinimim yok dedim. Dayım afalladı ne diyorsun lan şen diye. Sonra ayağa kalktı, komseri aşağılamaya başladı. Üniversiteyi okumuş bu genç cd satmaktan burda ise bu devletten hesap sormak lazım. Memur sesini çıkaramadı, çünkü dayım zengindi. 3 tane avukatla ordaydı. Dayıma en acımasız tokadı ben attım. Ve ona orda ihtyacım olmadığını söyledim. Ne halin varsa gör diyerek olay mahalini çantası ve avukatları ile terk etti.

Komiser dayım gittikten sonra, bana dönüp oğlum sen angutmusun bir çuval inciri bok ettin. Adam seni korumaya gelmişti burda dedi. Bende iç çekerek dışı seni içi beni yakar dedim. Nezarete doğru yol aldım.

Sivrisineklerin aman vermediği, bok kokusunda boğulan, paslı ve kalın demirlere sahip olan nezarethanım demirleri bir kez daha üzerime kapanmıştı. Ama bu sefer amansız bir varoluş savaşı içindeydim. Lan bakın şu aşamada diyeyim size, sonu iyiyle bitecek birşey okumama ihtimaliniz yüksek.

Battaniyeme sarıldım, aynı benden öncekilerin yapmış olduğu gibi, ve sert zeminde uyumaya çalıştım. Hatta battaniyeyi kafama geçirdim. Sivrisineklerden korunmak için. Benden öncekilerin tatmış olduğu bu deneyde onların kokularını içime çekerek uyumaya çalıştım.

Sabah uyandık bizlere goood morninggg vietnam dediler. Jopların sesi parmaklıklarda yankılanıyordu. Ne oldu lan nerdeyim diyordum. Çünkü attığım x..lar anamı ağlatmışı. İlk isim cebimi kontrol etmek oldu ne kadar x.. kaldı ona baktım. 3 mg den fazla vardı ve ben hala uyuşuktum o yüzden daha fazla almadım. Başka polisler vardı karşımızda bizi sıraya sokup sandıklarımızla beraber minübüse yine doldurdular. Bu sefer heryer aydınlıktı, gidilicek yer bakırköydü. Mahkemeye çıkmadan önce doktor amcaları yine görecektik. Nedendir bilmiyorum bu sefer iplemiyordum hiç birşeyi. Çünkü zaten kaybedeceğim herşey arkamda kalmıştı. Daha fazla kaybediceğim bir şey yoktu.

Bakırköyde adliye yeni yapılmıştı. ( ki oraya sabıka kaydı almaya gidecektim, ve bunun farkına varmayacaktım aynı koridora girene kadar) kelepçeli olarak mahkemenin odasının önüne kadar getirildik. Orda kelepçeleri çözdüler. Yanımda benden genç olan polisler bana akıllı ol yanlış bir şey yapma öğüdünde bulundular. Herkese dediğim gibi onlara da abi dedim. Hakim amcanın karşısına çıktık. Maalesef filmler de gördüğümüz kaytan bıyıklı hulusi kentmen ( üstadı da anmış olduk) gibi yufka yürekli senin hikayeni dinleyecek kadar sabırlı biri yoktu orda. Ha ne olmuş yakalanmış nerde şirinevler üstgeçit, cd satarken. Ok canım sen ne diyorsun bu konuda, walla hakim bey ben de suçsuzum herkes gibi. Ok bir sonraki duruşma da bu kişiyi yakalayan polislerinde burda olmasını sağlayacak şekilde seni bilmem ne kanununun bilmem ne gerekçesi ile serbest bırakıyorum.

1 günde istanbul farklı bir elbise giymişti. Artık sabıkam da vardı. Şirinevlerin yolunu tuttum. Bir net cafeye girdim eski sevgilim mail atmış. Yeni bir sevgili bulmuş, tek amacı beni acıtmak. Eee ister istemez kanıyor, dokunmaya kıyamadığın yarım dediğin kişi başkasının kollarından sana resimde sırıtıyor. İşte o anda aslında söyleyecek hiç bir şeyinin olmadığını anlıyorsun. Eğer yaşarsan kabullenmek senin tek amacın olacak. Yök kabullenemeyeceksen köprü seni de kucaklar git atla. Sigara dumanı altında ucuz bir net cafedeyim, beni terk eden kız başka birisinin kollarında sırıtarak bana bakıyor.

Yutkunmak rutin bir aktivite olmuş durumda. Ulan diyorsun daha fazla kötü ne olabilir ki? Yani ulan kader yaşam her ne isen bak lan pes ediyorum diyorsun. Ama ipleyen yok. Sene 2005 istanbula deli gibi kar yağıyor. Şirinevler köprüsünden iniyorum. Tinerci çocuklar var karşımda. Abi 1 lira diyorlar. Cebimde 2 lira var. Düşünmüyorum bile o parayı verirken. Sonra toplu olarak donları sıyırıp millete aletleri sallıyorlar. Ben dahil herkes sanki hayatında ilk kez .. görürmüş bakıyoruz onlara. Hava soğuk en azından benim gideceğim bir evim var. Bu sallayanların ise hiç birşeyi yok. Kendimden ve sahip olduklarımdan utanarak yürüyorum. Oysa 2 tl em var dı birini zaten onlara verdim. Ama başımı sokacağım bir ev var. Ben kendimi herşeyden yoksun yaşamış biri sayarken, aslında benim sahip olduklarımın yanından bile geçemeyecekler beni utandırıyor.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:11   #2
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter 7 jack london ( demiryolu serserileri)

Jack amca diyordu ki, zengin olupta birşeyler paylaşanlara yardımsever diyemeyiz. Gerçek yardım severler bir köpek kadar açken ekmeğini bölebilenlerdir. Çok ağır bir söz neresinden tutarsan tut, günlük yaşama sokamayız bunu, en büyük önceliğimiz kendi götümüzü kurtarmaktır. Bu yüzden hiç birimiz bir tinerci olup ekmeğimizi bölecek cesarete sahip olamadık. Ben o tinercilerin yanından geçerken kendimden utandım çünkü, biliyordum bir gün bende onlara acıyarak bakacağım. İşte o gün aslında acınılması gereken ben olacağım. Köpek kadar açken, paylaşamamış ben, zengin olduktan sonra günah çıkartır gibi iyilik yapmaya çalışacaktım. Oysa dünyaya gelmiş en kötü benim. Bir yerlerde kar yağıyordur şu an, ve biz sıcaksak gerisini sallamayız.


Meydanda ki kurd kardeşlerin hepsi geçmiş olsun dedi. Ormanda tecavüze uğrayan polyannaya bari k.çı kaybetmedin tesellisi idi bu ama, anladımki sistemle savaşamazsın, sistem ananı beller. Seni itin k.çına sokar. Posanı çıkarır seni sokağa atar. Sistem acımaz birey olarak da bir anlamın yoktur sistem için. Sus ve yalamaya devam et der sistem sana.

Sisteme uymak lazım anladım, yani susup yalamaya devam edecektim. Yani sesimi çıkaracağım bir hoşgörü yoktu karşımda.

Gümüşçü abi geldi, sana demiştim dedi. Abi başka çarem yoktu dedim. Anlıyorum dedi. Düşünün bu konuşmaları elazığ şivesi biri ile yaşıyorum. Zaten bir sonraki duruşmaya gittiğimde, beni göz altına alan polisler birdaha bunu sana yapamayız. Birşey imzalamadın. Bizde seni hatırlamıyoruz diyeceğiz. S.ktır git burdan. Bir daha gözümüze görünme dediler.

Mahkemeye tekrar çıktım. Elemanlar. Hatırlamıyoruz çok kargaşa vardı. Emin değiliz bu elemandan dediler. Hulusi kentmen olmayan hakim amca tamam şimdilik s.ktir git bir daha bununla karşıma gelirsen a... s... dedi..

Eğer ceza yiyecek olsa idim bile, bana yardımcı polisler yüzünden çok az ceza yiyecektim. Ve bu para cezası olacaktı. Zaten o aşamadan sonra polise de bakış açım değişti. Yine işsizdim. Ve ev kirası 350 milyon idi. Bu kısımdan sonra.

Gümüşçü olan abi, artık köprüye felan çıkma sadece bana cd ver bu sana yeter dedi. Zaten köprüye çıkmak başlı başına bir sorundu benim için. Başka çarem olmadığı için tamam abi dedim onada. Eve kapandım yine, deli gibi cd basıyordum. Pc ye bağlı 4 tane ld cd room vardı. Amd 2800+ athlon işlemci vardı. Bilenler bilir device manager den herşeyi ide olarak ayarlayıp 8 dk 4 cd basıyordum. Bazen gümüşçünün dükkanına gidip, programlar hakkında bilgi veriyordum. Çünkü hepsinin crack ı farklı idi.

Tabi bana ister istemez soruyolardı neden bu işi yapıyorsun. Git memur ol vs diye tavsiyelerde bulunuyorlardı. O gümüşçü abi benden çok çıkarı olsa da oğlum senin derdin ne? Neden bu kadar risk alıyorsun. Git memur ol, yazın 2 ay tatilin olur. Ssk an olur. Lan bi şıktır git diyordu. Bende hep abi boşver, diyordum. En az 500 cd yapıyordum. Ve her birinin kapağında açıklaması bile vardı. Gümüşçü abimiz sattığının ne olduğunu bilmeden satıyordu.

İsimde profesyonel olmuştum. Sizler işlerin arkasında büyük mafya var diye düşünürken, ben evde cd basıyordum, ne mafya idim nede arkamda sağlam abiler vardı. Başkalarının emeklerinden çalıp, fakir olana ulaştırıyordum. Cd verdiğim adam en çok parayı gülben ergenin pornoşundan kazanıyor du. İkinci sırada ise ben vardım. Dünyanın en zengin insanı bill gates in programlarını satıyordum.

Bir gün gümüşçüdeyim yine, bazen arka platformda eksici piçlerle (ki kesin eksici idiler) stanley kubrick filmleri üzerine konuşuyoruz, yada hacı ben kırmızı beyaz maviyi arıyorum diyen kimlik bunalımındaki liseliler gelmekte. Bazen françois ozon bazen uzaklara bakıp dalınan fransız filmleri tavsiye ediyorum. ( kumun altında izleyin lan ) zaten bir iki entel cümle kurunca karşımda ki kişi sus ulan alıyorum diyor. Ve bir sonraki gün verdiğin filmle hayatım değişti diyor. Tabi ben sırıtarak bakıyorum. Ulan başlamayan şey nasıl değişir ki demek istiyorum ama müşteri oldukları için dilimi geri sokuyorum.

İşte o sıralarda, içimdeki ölü olan şeyler yavaş yavaş uyanmaya başlıyordu. Bir gün gümüşçü abi geldi. Kardeş yan tarafta bir net cafe açıldı, bu adamların 4 gündür interneti yok dedi. Hayırdır abi dedim. Walla ben anlamam, teknik sorumluları var ama çözemiyorlar dedi. Galiba sorun telekomdaymış dedi. Ama yazık adamlar çok yatırım yaptı yazık lan dedi. İyi abi dedim zaten bir iki programı denemek için, bir net cafeye gitmemiz lazımdı. Aldım cd leri yanıma gümüşçü abi ile yan tarafta açılan cafeye gittim.

Cafe çok lüks döşenmiş. Özamanlar lcd diye bişi yok tüm monitörler lcd. 100 kusur pc var. Hiç bir pc de cd room yok. Patron ana masada oturuyor. İsmini veremeyeceğim, ünlü bir takımızda oynamış eski bir futbolcu. Tabi benim futbolla alakam olmadığı için patronu tanımıyorum. Teknisyen dedikleri kişi de orda. Cafe de sadece üst katta kantir oynayan liseliler var. Herkes çözüm için bekliyor. Neyse bir pc ye oturdum. Program denicem, bu sırada cmd den ipconfig yaptım/ pc nin local ipsine baktım. Pc nin ulaşabildiği bir gateaway yok. Abeyler burda cd room yok dedim. Beni anamakınaya aldılar.

Anamakına da cd room var. Ve anamakınanın altında 48 lik 3 tane swicth var. Ve modem bu switch lerden birine bağlı, programı kurarken modemi. Switçlerden söküp direk ana makineye bağlıyorum. Ohaaaaaaaa net var. Sesimi çıkarmıyorum ama. Client olanlara bakıyorum local ip static verilmiş. Modemin ip havuzu ile diğer makinelerin havuzu aynı değil. Masadan kalkıyorum abi sizin net var ama küçük bir hata yapmışsınız diyorum. Bakıyorlar yüzüme aval aval. Abi diyorum. Modem 10.0.0.1 ile başlıyor sizin makineler 192.168.0.1 ile bu yüzden net yok diyorum. Futbolcu olan patron ayağa kalkıyor, birader ben 35 yaşımdan sonra ilk pc mı aldım. Ne diyosun anlamıyorum diyor. Abi diyorum, client ve ana pc de ip yi değişirsek herkesin neti olacak. Kuşkulu bakıyorlar bana. Zira adamların 4 gündür interneti yok.

Hemen boşta olan bir makineye geçtip dhcp olayını otomatik yaptım. Tak net geldi. Patron ağlıyacak nerdeyse adam kavga etmediği kişi bırakmamış. Telekomdan gelmişler kaç kere bir tane mal farkına varamamış. Bilenler bilir özamanlar net cafelerin kapısına 512kbs yazılırdı. Bu amcam 2048 almıştı. Her makineye aynı işlemi uyguladım. Her makina da net vardı. Sene 2003 sonları. Savaş kazanmış bir komutan gibi eve döndüm. Akşama tel geldi, bazı makinalarda yine net yok. Yine döndüm cafe ye. Bir baktım ip ler statik olmuş yine. Yahu diyorum kim yaptı. Patron diyorki teknik elemanı sen gittikten sonra kovdum ondan başka kimse bilmiyor valla. Ama o gittikten sonra oldu diyor. Düzeltiyorum herşeyi, makinayı iki kez resetledikten sonra hesey aynı oluyor. Oha amina koyayım kabus.

Deep freeze diye bir ucube varmış. Bilmeyenler bilmez özamanlar makinayı en az 2 kere resetleyince herşey başa sarıyordu. Birşey yüklüyorsun veya kaydediyorsun makineye ama 2 kez reset atınca başa sarıyor. Sonrada geliştirdiler programı. 1 kere reset atıyosun sadece. Ve makine dondurulmadan önceki haline dönüyor. Dedim aq sizin makinalarda bi sorun var. Kayıt işlemi olmuyor ne yaparsam yapayım siliniyor. Bir tane piç eleman vardı. Deep freeze var dedi. O ney lan dedim. İşte resetleyince başa dönüyor dedi. Özamanlar öle bir programın varlığından haberim yok. Bildiğim bir kart var onu pc ye takiyosun, aynen programın yaptığını yapıyor. Tabi bu işin program olarak piyasada olduğunu bilmediğim için. Hay amina koyayım diyorum. Bütün makinalarda deep freeze i deactive edip hepsine otomatik ip veriyoruz. Hepsine net geliyor fakat… bu sefer de ana makina da her pc görünmüyor. Biraz araştırınca anlıyorum ki ip çakışması.

Bir sonraki gün dinleyen bilir ( metallica çividıktan sonra i dısappear de geri dönmeye çalıştı ya ki olmadı) işte o şekilde bir gün oldu. Kendimi kahraman hissettim. Birilerinin götünü kurtarmıştım. Adamdım lan, sokakta ki en gereksiz kişi kadar bile olsa adamdım. Kalabalık içinde pelerinimle yürüyen koca bir kahramandım. Sizinde bildiğiniz gibi varlığımın farkında olan hiç kimse yoktu. Aynı sizin gibi hayellerimin baş kahramanı bendim. Sanki, binlerce pc si bulunan bir bankanın database ini kurtarmıştım. İşte başarıdan yoksun kalınca böyle boktan şeylerle bile insan gurur duyabiliyor.

İlk kez bir şeye imza atmıştım. Alkolümü alıp eve döndüm yine. 14″ lik pc nin karşısında, yine sanalda kızlara dünyada istedikleri her şeyi sundum. Ve uyudum.

Ertesi gün gümüşçü beni aradı. Cafe nin sahibi seninle konuşmak istiyor dedi. Çıktım evden. Cafe ağzına kadar dolu yaklaşık 15 kişi de sıra da pc bekliyordu. Aklımdan ulan delimi sıktı. Başka cafe ayrı bir net mi veriyor bunlara dedim. Tabi özamanlar, satın almanın aslında önemli bir şey olduğunu bilmiyordum. Satın aldığın şeyin senin değerini gösteren bir dünyadan çok uzaktım. Mc donalds da yemekle, dönerciden durum almanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Satın aldıklarımızın bizlerin sahibi olduğunu bilmiyordum. Gönüllü köleler olduğumuzu bilmiyordum. Nike diye bir ayakkabı almak için asgari ücretimizi gözlerimizi kırpmadan. Aslında nike ın bizi satın alması için harcadığımızdan haberim yoktu. Belki var dı ama sesi mi çıkaracak yürek yoktu.

Karşına geçtim oturdum. Dedi kardeş dün bizi 1 haftalık boktan çıkardin. İstiyorsan bizle çalışabilirsin. Abi dedim benim böyle bir ortamda çalışmamın mümkünatı yok. Çok kalabalık, ben asosyal birisiyim, burda yapamam. İyi sen bilirsin dedi. Yalnız bişi daha isticem senden dedi. Cafede ki oyunları güncellememiz lazım. Bize oyun kurarmışın diye sordu. Kaç tane abi dedim. 30 civarı dedi. Yaparım abi dedim. Sana 700 milyon vericem bunun için dedi. Gözlerim yerinden çıkıcaktı. Oha lan 30 oyun 1 günde kurar sıktırır gidersin. Tamam dedim. Bana üst katta bir pc verdiler. İlk hatam, deep freeze kaldırmadan 10 kadar oyun kurmak oldu. Allahtan oyunların biri reset isteyince aslında hiç bişi kurmamış olduğumu anladım. Ne dehşet bir belaydı bu deep freeze. Bana kır pidesi söylüyorlardı. Oh oyun kur para kazan ise bak lan. Dedim allah yardım ediyor işte. Meğerse etmiyormuş.

1 günde kuracağımı düşündüğüm şey 10 gün aldı. Çünkü bir makinaya kurup imaj alıp diğerlerine atmak yeterli değilmiş. Bunun red alertinin key leri çakışır oyun patlarmış. Her oyunun yaması var mış. Kıl müşteriler yamaları da istermiş. Saati bir milyona senin ruhunu isterlermiş nerden bileyim.O Zamanlar bu knight online denilen oyun daha yeni orataya çıkmakta. Millet solucan kesmek için parti yapıyor o denli yani. 9 günlük bayram süreci idi ve cafe ağzına kadar dolu, liseliler kantir için sıra bekliyor. Benden başka pc den anlayan yok kafede. Birisi ama bu programı kapayamıyorum diyince ben gidiyorum. Kullükleri bile temizliyorum

Anam belleniyor hiç alışık olmadığım bir ortamdayım. Xanax üstüne xanax içiyorum. 700 milyon için 700 milyon kere sıktırdım. Neyse sonunda herşeyi hallettim. Bayram sonunda patronun karşısına geçtim. Ne de olsa o ortamdan kurtulacaktım. Abi dedim, bitirdim. Kardeşim eline sağlık deyip, parayı çıkardı saymaya başladı. Bana 700 söz vermişti ama sayarken 700 u çoktan geçmişti. Dedim heralde ayıracak. 1500 dedi ve durdu al kardeşim dedi. Abi dedim, 700 e anlaşmıştık. Al dedi sen 10 gündür kafede eleman gibi de koşturuyorsun. Hak ettin. Aldım parayı, bana baktı kardeşim çalışmak istiyorsan kapım her zaman açık dedi. Abi dedim inan yapamam ben dışarda duramıyorum. Kalabalık beni boğuyor. Ben bir yere bağlı kalamam yapabilsem memur olurdum. Ama yapamam dedim. Bana dedi ki kardeşim, teknik sorunumuzda olduğun da gel sadece günde 1 kaç saat uğra. Ben senden kafede başka bir şey beklemiyorum. Abi dedim bir düşüneyim. Bana bak dedi, bana düşüneyim diyen adamı bir daha karşıma almam. Ama git ne bok yiyosan ye yarın karşıma gel.

Eve gittim. Düşündüm. Dedim köprüye çıktın kurdler ananı belleyecekti, derdin ne lan bayram boyunca yaptın gerisi de gelir lan. Ertesi gün gittim tamam abi dedim. Çalışıcam ama dediklerimi unutma. Tamam dedi canın sıkıldıkça uğra. Ok dedim. 800 milyon maaş vericem dedi. Yemen içmende burdan. Ssk felan yok. Başladım çalışmaya, iş saati gibi bir derdim yoktu kafam eşince çıkıyordum. Sonra geri eserse geri dönüyordum. Bazen arıyorlardı sorun olduğunda. Gidiyordum. Bu arada amcamın bir kızı özel bir hastane de çalışıyordu. Ona yalvarıyordum. Doktorlar bana yeşil reçete yazsın diye. İlk isim cafe programını değiştirmek oldu. Easy cafe yeni çıkmıştı ona geçtik. Patronumun çok hızlı bir yaşamı olmuştu biz tanışmadan önce. Aklınıza gelmeyecek ünlülerle yatıp kalkmıştı ama biz tanıştığımız da cemaatle iç içeydi. Günde 5 vakit namaz kılıyordu.

Bir gün abi dedim bu knight online a yatırım yapmamız lazım. Liseliler için çok çekici bir oyun dedim. Tamam dedi ne gerekiyorsa yap dedi. Özamanlar knight onlide selam dersen birine wtf diyordu türkler çok azınlık durumda idi. Cafede projeksiyon vardı ve dedim tüm gün login ekranında soluk alan canavar (boynuzlu bişeydi) duvarda görünecek. Bakan geldi bakan geldi. Tabi sorunlar yaşamaya başladık. Oyun için gelen zombilerle sanal seks için gelen chatçı ler birbirlerine kem gözlerle bakmaktaydı. Oyuncu tayfası içindeki hayvanı hiç düşünmeden ortaya döken ana avrat küfür edenlerden oluşurken, chat tayfası dışardan çok saygın görünen ama özellerini okuduğumda (5000 kişiden fazlasının düzenli olarak okudum) o saygın bey yada bayanın yerine, cinsel fantezilerde sınır tanımayan, dirty talk tan hoşlanan diğer bir hayan kısmı vardı. Aslında nicelikte var olan farklılıkları, nitelikte aynı idi. Bir kısım egosunu oyunla tatmin ediyor. Diğer kısım iç güdülerini msn de törpülüyordu.

İnsanlarının özellerini okudukça, aslında nasıl bir pislikten uzakta kaldığımın farkına varmaya başladım. Yalandan başka birşey yoktu. Mesela bir kız iki tane pencere açıp hatta camera açıp. Uzun vadeli olan ilişkisindeki bireye aaa cicim ne yaptın bu gün nerelere gittin diye sorular sorarken. Diğerine şu an çok islamdım diye yazıyordu. Yada bir baba karısı ve çocuğu ile konuşurken metresi ile de konuşuyordu. Bu konuda bana kızanlar olabilir. İzlediğim hiç bir şeyin kaydını tutmadım. Ve o kişiler aleyhinde kullanmadım. Takım elbiseler içinta filinta bir genç, kafeden girince artık ne yakışıklı delikanlı çocuk diyemiyordum. Çünkü 10 dakka sonra camera da penis açtırıp oh ne güzel onu yalarım diyordu. Aynı şey çok hanım efendi gelen kızlar içinde söz konusu idi. Türbanlısı açığı kapalısı, hepsi aynı b.ktu. İlginç bir şey ortaya çıkıyordu. Hiç birşey göründüğü gibi değil.

Ulan nasıl bir dünyaydı burası. Sokakta delikanlıyı oynadığımız içimizde ise kendimizden bile utanarak dışarı çıkardığımız bir ibnelik bir yavşaklık tiksinçlik vardı. Kendimi sorgulamaya başladım lan bende bunlardan birimiyim diye. Özamanlar anlıyordum aslında uzağında kaldığım gerçeklerin ne kadar bok içinde olduğunu. Şirinevlerde penislerini sallayan tinerciler bizden çok daha temizlerdi. Ortada büyük bir suç vardı ve bizler, tiner çekerek beynini uyuşturmuş, bize cevap verebilecek kadar direnci olmayan insanları günah keçimiz yapmıştık. Oysa bizdik lan en kirlisi. Buğulu gözlerler bize bakan sumuğu akan o çocuklar, inanın bizlerden daha temiz. Onların herşeyi ortada. Peki size soruyorum bu yazıyı buraya kadar okuyanlar, sizde biliyorsunuz ki penisinizi şirinevler meydanında sallamaya cesaretiniz yok. Peki ne kadar kendiniz olabiliyorsunuz lan. Size dair ne var hayatınızda. Markalarınızı arabanızı paranızı sizden alırsak geriye ne kalacak? Bunlara cevabınız var mı…

Knight online liseliler sarmaya başlamıştı. Her gün yeni bir zombi geliyordu cafeye. Abe kınayt oynicem masa lazım yarım saat açan mı? Bir sürüyü kenardan izliyordum. Bazıları cafe nin açılışından kapanışına kadar orda idi. Hepsi liseli değil dı kültür üniversitesine çok yakın olduğumuz için ordan da zengin piçleri geliyordu. Ve bu elemanlar 10 saat bu oyunu oynuyorlardı. Kendime sordum alkol niye içiyorsun? Anksiyeteyi dindirmek için. Bu adamlar neden bunu oynuyor. Unutmak için. Evet koyun sürüsü dediğimiz kitle aslında standarttan kaçmak için cafeye geliyorlardı. Okula gitmemek yada çalışmamak, yada iyi bir koca olmamak için. Aslında bilinç altlarından gelen bir tepkiydi bu. Neyse konuyu çok felsefeye vurmayacağım bu aşamada. Ama ilerki chapterlar da bu konuda birbirimizi zorlayacağız gençler. Tüm ömrünüz boyunca size adam olmanız gerektiği söylendi. İzlediğiniz filmler den tutun. Giydiğiniz elbiseye kadar size satın almak istiyorsan ( ki bu bazen bu .. olmakta) önce müşteri olabilmelisin denildi. Yani ha deyince müşteri bile olamıyorsunuz.

Zombiler artmaya başladı. Zaten konuyu biraz bilirseniz. Durum çok vahimdi. Bu oyun için eşinden ayrılanlar, birbirlerini dövenler. Her meslek grubundan insan görebilmek mümkündü, adam kafeye gelip, haftasonunu işemek ve sicmak dışında masadan kalmadan, sürekli tost ve çay söyleyerek. Gözünü ekrandan ayırmadan. Aha şimdi savaş başlıcak aha şimdi ünique item düşürecem diyerek geçiriyordu. Her yaştan her meslekten insanlar aynı yerde aynı boku yiyorlardı. Ulan inanamıyordum. Konumlarında olmak için herşeyimi vereceğim tipler, kendilerini bu oyunda kaybetmişlerdi..

Oha diyerek durumu izliyordum. Neyse zamanla oyun türklerin eline geçmeye başladı, bu arada oyun paralı oldu. Yabancılar kaçmaya başladı oyundan. Hatta oyunda iyi bir karakteriniz varsa, sürekli size pm atıyorlar ağa 1k pls şeklinde. Lan oyun baştan aşağı türk oldu. Hileler puştluklar vs. Kontrol tam anlamıyla türklerindi artık.

Evet knight online konusunda kalmıştık. Bu konuda çok fazla ayrıntıya girmeyeceğim çünkü liseliler için, gayet çekici bir yana sahip. Durumun vahametini size örneklemem gerekirse, bir gün kafenin kapısı önünde kalabalığa bakıyorum. Rüzgarlı bir sonbahar günü, çarpık yapılaşmaya en büyük örnek olan şirinevlerden. Tam buna örnek bir olay gözümün önünde yaşanıyor. Apartmanların çatısının birinden, rüzgarın etkisi ile koca tahta bir palet düşüyor, nerden baksan 50 kilodan fazladır. Ne oluyor lan derken. Güm yoldan geçen bir elemanın kafasına. Ben böyle olaylar da çok soğuk kanlı biri değilimdir. Yardım edemeyeceğimi bildiğim için, uzak durmak en azından kargaşayı artırmamak adına yapılması gereken bir şey diye düşünürüm. Tabi kafedeki tüm knight oyuncuları dışarı çıkıp durumu izliyor.

Manzara şöyle bir adam yerde can çekişiyor. Ki sonradan hakkın rahmetine kavuştuğunu öğrendik. Bu gençler espiri yapıyorlar. Knight online da ölen karakterleri geri canlandırmak için bir taş var adını unuttum. Taş yok mu beyler ekiekiekei adamı kaldıralım diyorlar. Gerçek yaşamda birisi can verirken önlerinde, adamlar hala sanaldan çıkamamışlar. Ki her gün birisi ölmez önünüzde. O aşama da bu morfinin ne kadar güçlü olduğunu anladım.

Bu olay benim için de dönüm noktası oldu. Knightan para kazanmanın yollarını düşünmeye başladım. Kısa sürede bulacaktım. Oyun artık paralı olmuştu. Aylık üyelik alamayan. Oyuna girmek için yarım saatten fazla uğraşmak zorunda kalıyordu. Benim paypal üyeliğim vardı. Ve insanlar bana gelip abi bana üyelik al 2 katını vericem diyorlardı. Herkes için yapmam mümkün değildi çünkü paypal bu işe limit koymuştu.

Oyunun yapımcıları ile iletişime geçtim. İngilizcesi iyi olan bir arkadaş yardımcı oldu. Amerikaya faks mail ne varsa çekiyorduk.Çok Sürmedi cevap geldi. Premium üyelik sistemi yapacağız ilk sizle deneyeceğiz dediler. İşte paranın kapısı açılmıştı önümde. Bu işten haftada 2000 dolardan fazla yapıyordum. Yarısı da cafe sahibine gidiyordu.

Birşey daha dikkatimi çekmişti, oyunda gb (gold bar) dedikleri şeyleri alıp satıyordu bu veletler. Birisi oyun içinde hile yapıp oyun parası üretiyordu. Çok geçmedi o kişiye de ulaştım. Oyunu hem legal hem illegal yoldan satıyordum. Günlük ciro bazen 2 milyarı bulmaktaydı. İstanbulun, türkiyenin heryerinden insanlar premium üyelik yada gb almak için geliyorlardı. Hatta çoğu cafe, toptan premium almak için geliyordu. Yaşadığım en ilginç olaylardan birisi, oyundaki karakterini satmak isteyen birine aracılık etmek olmuştu. Adam karakterini verdi karşılığında araba aldı.

Amerikadakilerle iletişimde olduğumuz için. Aynı zamanda karakterleri hacklenenler de bize gelip abi nolur roll back yaptırın diye yalvarıyordu. En ilginci ise trabzondan bir eleman belinde silah gelip. Benim karakteri hackleyeni bulun size 10 milyar vericem. Tek istediğim o kişiyi bulmak, diyordu. Ve adamın amacı bulursa öldürmekti. Bahsettiğim kişi 45 yasından yukarı biriydi. Sizlere şaka gibi gelebilecek bu şeyler maalesef gerçekti. Olaya bir de şu açıdan bakın, hayatında huzuru ilk kez o ortamda bulmuş. O ortam da ilk kez kendisi olabilmiş birinin. Bu şekilde davranması, çok da yadırganmaması gereken birşey.

Hack yoluyla oyunda paranın üretilmesi, aynı gerçek hayattaki gibi enflasyonu gündeme getirdi. Eskiden oyunda kurulan pazarda bir item i ( bıçak helmet vs) almak için 100 oyun parası harcarken, artık aynı item 1 milyon lira olmuştu. Çünkü para bizler tarafından basılıyordu. Türkiyede ki merkez bankasının sürekli para basması, alacağınız ürüne ödeyeceğiniz tutarı artırır. İşte bu enflasyon denen şey oyunda da yaşanıyordu. Oyunun kısmen dengesi bozulmuştu. Çünkü bazı itemleri artık oyun parası ile almak mümkün olmadığından item satmak isteyenler bunu gerçek paralarla yapıyorlardı ( bazen 200 bazen 1000 tl ) yani item ına göre.

Neyse ben hayatımda hiç sahip olmadığım paralara sahip olmaya başlamıştım. Bankaya gidince adam muamelesi görüyordum. Ama oyuna müdahele edileceğinin farkında idim. Bu iş böyle devam edemezdi. Sonradan anladım ki gerçek anlamda zengin olma fırsatını ayaklarımla tepmiştim. Burda ne hata yaptığımı söyleyeceğim. Bu işi bilmeyen pek anlamaz ama. Bilenler anlar. Yani oyuna müdahele edileceğinii anladığım sıralar yapmam gereken şuydu. Karakterlerde scroll olarak tuttuğum tüm parayı oyun parasına çevirse idim. Ve 500 karakter açıp bunu bolşe idim. Bunun için de 500 hotmail hesabı açmak gerekiyordu. Şu an zengindim. Çünkü 1gb yi 30 kuruşa satıyorduk. Oyuna müdaheleden sonra bu miktar 30 tl ye çıktı. Her karakter 80 gb para taşıyabiliyordu. 500*80= 40000 gb yapar.40 bin ile 30 u çarparsanız. 1.200 yani özamanın parası ile 1 trilyon üzerinde para yapma şansım vardı teptim.

Herneyse knight faslı burda biter. Elde ettiğim paranın, bir kısmını bizimkilere yolladım. Yolladığım para abim olacak iş bilmezin piç etmesi ile sıfırlandı(flash back yapacağız bu konuya). Patron benden borç istedi 10 bin dolar da ona borç verdim. Artık taaa zamanından beri hayalini kurduğum birşeyin, alt yapısını yapmıştım. Yurt dışına gidecektim.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:18   #3
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter bilmem kaç ama biraz geriye gidiyoruz.

İstanbula geçtiğim dönemde, üni yeni bitmişti. Ve 1 yıllık tecilli idim (vatan borcu) o 1 yıl hızlı geçti. Bir kaç dönem bakaya kaldım. İzmirden annem aradı oğul polisler seni sormakta ne diyek. Hay aq Askerlik kim ben kim la. Paçayı ateş sardı tabiki napayım diye düşünmeye başladım. Ales miydi neydi yüksek lisans için sınava girdim. Neyse ales i hallettim. Kültür üniversitesi de çok yakın yürüyerek gidebileceğim bir mesafe de. Dedim hacı tamam yüksek yapıyorum.

Oldum olası, akedemik ortamlar bana itici gelir. Hele ki 3. Dünya ülkesi olarak bilimde bir çok alanda geride kalmış bir ülkede, akedemisyenlerle (sözde diyeyim) konuştuğunda sanki hepsi mit de doktora yapmış, dünya bilimine yön verdiğini düşünen tipler. Oysa ülkeninde haline bakarsak, onlar sadece memurlar bildiğimiz memur, içinde bilim ateşi üretkenlik, özgünlük olmayan. Zamanında inekleyerek o pozisyona gelmiş, ve ölene kadar da bilim insanlık adına hiç bir şey veremeyecek tipler. Hepsi öyledir demiyorum ama ezici çoğunluk öyle maalesef. Zaten öyle olmayan mütevazı kişiliği ile hemen öne çıkar kendini belli eder.

Bilgisayar mühendisliği bölümüne gittim. Bu işlere bakan yaak mı yavşak, konuşurken sanırsın ki Bill gates. Walla şansın hiç yok denecek kadar az diyor bana. İstersen git matemetik felan oku diyor. Ulan üniversite paralı, bende parayı vericem. Derdin ne diye geçiriyorum içimden. Neyse bana bir tarih verdi mülakata gel dedi. Gitmedim. Madem şansım yok ne diye gideyim dedim. Mülakat gününden iki sonra tel geldi. Mülakata neden gelmediniz diye, ama konuşan başkası. Dedim ki bu kişi ile konuştum bana hiç şansımın olmadığını söyledi. Gelmeden bunu bilemezsin dedi. Ok dedim yeni bir gün verdiler. Gittim. Benden başka 5 kişi daha var. Hepsi de bilg. Müh mezunu.
Bölüm başkanı bizi odasına aldı. Herkese baktı. Benim dosyaya da baktı. Sen dedi farklı bir kökenden geliyorsun ne diyorsun yapabilirmisin dedi.

Kır saçlı babacan tavırlı bir adam. İnandım dedim bilmiyorum ama denerim. Bizlere sorular sormaya başladı. Ama konuların bilgisayar ile alakası yok. Sonra herkesi odadan çıkarıp tek tek almaya başladı. Benim konuşmama izin vermeden üniversiteyi 8 yılda bitirmişsin ve bilg müh. Le alakalı hiç bir bilgin yok dedi, burda başarılı olacağını düşünüyormusun dedi. Hayır dedim. Amacın ne dedi, askerlikten biraz daha uzak durmak dedim. İyi dedi, ingilizce mülakatı geçersen, seni kabul ediyorum dedim. Valla çıkıp bir konuyu anlaticaksın ama, gelecek hafta bir sınav var. Sen onlarla sınava gir, geçersen gelirsin dedi. Çıktım odadan yahu dedim. Bu sınav ne dedim. Elemanların hepsi siçtiğimizin resmi dediler.

Dedim kardeşler niye yav. Dediler ki ingilizce çıkıp bir konu anlatsan sorun diil. Ama bu sınav 4 aşamalı ve 8 saat sürüyor.70 alamazsan kaldın diyorlar. Oha niye böyle lan dedim. İngilizceden geçemeyen zengin piçlere 1 yıl daha ingilizce okutuyorlar dediler. Yani iş tamamen duygusalmış. Biraz sevinmiştim o da kursağımda kaldı.

Kafeye geri döndüm. Bir azeri eleman var o dota denilen oyunun hastası abi hayırdır, moraller bozuk gibi dedi. Ya olm böle böle dedim. Abi hallederiz dedi. Lan olm dedim nasıl halledicez. Abi senin yerine sınava girerim dedi. Oha dedim nasıl olacak o. Abi dedi verirsin kimliği bana değiştiririz fotoları. Girerim dedi. Kaybedecek neyim var deneyelim. Abi dedi yanlız benim kafeye 350 tl borcum var bişiler yaparsın onun için. Dedim ok lan ben üstleniyorum

Sınav günü geldi bizim elemanın resmini aldım çıkardım, benim kimliğe yapıştırdım. Sonra şirin evlerde (öğrenci kimlik kartlarınız asker polis nüfus cüzdanlarınız pvc teknolojisi ile kaplanır diyen) seyyar elemanlardan birine gittim verdim kapladı kimliği. Verdim elemana geçtim kafeye, yusuf yusuf bekliyorum. Aradan 5 saat geçti geçmedi eleman geldi. Ne oldu diye soracak halim bile yok. Abi dedi merak etme geçtin. 95 aldım dedi. Aynı zamanda tüm sınıfa da kopya vermiş ibne. 2 senedir geçemeyen elemanlar bile ortalama yapmış.

Haftada 2 gün okula gitmem lazım. Okul sabah 8 den akşam 6 ya kadar 7 de kafe de iş başı yapmam lazım. Gece 12 ye kadar ordayım. İşte size burda yapmamanız gereken bir hatanın örneğini vereceğim. Bildiğiniz gibi başlangıç ta kafan estiği zaman gel diyen patron ben kafede daha çok zaman harcadıkça bana o opsiyonu vermiyordu artık. Madem dün geldin bu gün de gelebilirsin gibisinden.

O yüzden baştan konuştuğunuz şeylerin dışına çıkıp, sakin gerekenden daha fazlasını vermeyin. Çünkü daha fazlasının sonu yok. Verdikçe isterler, pişiriksan benim gibi istediklerinde verirsin.

Haftanın 7 günü dolu, okulda open gl anlatıyorlar. C# bilmem lazım öküz gibi çalışmaya çalışıyorum ama olmuyor. Kınayt abi diyenlerin 1 milyon lira için 1 saat ananı belleyenlerin içinden böyle bir akademik kariyer çıkaramayacağımı anladım.

Vatan borcunu bekliyor. Ev sahibi kirasını, ben x..ximi. Dedim ulan gidiyorum yeter. Gebermeye geberecem bari, bari kendi denizimde boğulayım. Tüm hayatım başkalarının istedikleri uğrunda ilerliyor. Roting christ dinliyorum O zamanlar. Ve hava alanından kalkan inen uçaklara bakıyorum iç geçirerek.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:40   #4
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter felsefik duruş.

Bütün bu boktanlıklar içinde, beni ayakta tutan günlük yaşamımda herkesten sakladığım bir yanım var. Nietzsche amca sesleniyor gerilerden ‘öldürmeyen şey güçlendirir’ acılarımın anlam bulan tek mekanı, benden öncede bunları yaşamışların bana miraaş bıraktıkları.

Kafe serüvenim son bulurken, ben artık herkese kuşkuyla bakan, hayatı, kendi deneyimlerim çerçevesinde sorgulayan, artık hayvsansal var oluşumuza kızamayan biriyim. O sıralar ataköy pandost ta (panik ataklılar yardımlaşma derneği) tanıştığım boğaziçi psikoloji yi bitirmiş bir kişi ile yaşam ve anlamı üzerine derin tartışmalardayım. Yanlış hatırlamıyorsam 100 den fazla mail yolladım. Durun birini burda paylayasayım sizlerle. Biraz zaman alır ibneler. Sabırlı olun.

Mail 1

Hayatın bütün değerlerini yeniden anlamlandırmak isteyen ve anlamlandırdığı anda anlamsızlıklarla karşılaşan insan eninde sonunda bunalıma girer ..sürü insanının yeniden anlamlandırma yeteneği yoktur ve ben bu anlamda özelim galiba.

Her ne olursa olsun ne kadar akıllı olursan ol. Yaşamın sana dediği yegane gerçek şu; parasız adam gereksiz adamdır. Ya parayı elde edecek şeyler üreteceksin. Ya da sistem senin ananı hiç acımaz beller. Cebinde ki kadar adamsın. Satın aldığın kadar bireyşin. Bu süreçten sonra bende dedim ki gidiyorum lan. Yine kaçıyorum. O sıralar prison break ı izliyordum. Hapisaneden kaçan elemanlar t-bağ reyiş vs. Ulan dünya da dünyaya geldim başka yerleri de görmek istiyorum ama benden öncekilerin, var etmiş olduğu kurallar var. Hacı dur yerler yaş nereye gidiyosun sen öyle vize nedir bilir misin?

Vize bizim gibi 3. Dünya ülkelerindeki bireylerin sorunu. Sistemini oturtmuş her ülke, yeğen kusura bakma ülkemi turist olarak bile görmek istiyorsan, bana göstermen gerekenler var. Ulan uzaydan bakınca dünya koca bir yuvarlak devletlerin sınırlarını da göremiyorsun. Torstop bişi, hepimiz insanız, ben senin gördüğün yerleri görmek için neden bedel ödemeliyim? Yök yeğen bak siz geri kalmışsınız bir dilim ekmek için birbirinizi kesiyorsunuz ben kapıları açarsam benim burda ki mutlu kitleyi de şikersin ki ben bunu hiç istemiyorum. 3. Dünya ülkesinden çıkmadan aslında yaşam denen şeyin, bizim ülkemizde var olmadığını bilmiyordum.

Anladım ki hapisanedeyim. Hemde hapisanemde bir sürü t-bağ var. Zor duruma düşene gel cebimi tut diyorlar. Üniversite bir yandan yazılar yolluyor. Yavrum derslere katılmıyorsun bak atarız seni diyorlar. Askeriye polis yolluyor cafeye, yeğen bak vatan borcu ödemen lazım diye. Herşey üst üste geliyor. Ulan zaten adam gibi yaşayamıyorum bir sktirin gidin diyemiyorum. O sıralar hasdal askeri merkezinden yazı geldi yeğen 3 dönem bakaya kalmışsın bir gel konuşak diye. El mahkum gideceğiz.

Gittim. Kapıda beklettiler, 4 saat sonra içeri girdim. İçerde bir astek ve astsubay var. Astsubay büyür otur dedi. Neden 3 dönem bakaya kaldığımın mazeretini sunacağım. Astek kardeş de benden genç. Astsubay oturuyor astek ayakta. Birden astek kalk lan ayağa dedi. Kalktım. Savunma vereceksin burası mahkeme lan dedi. Astsubay bıyık altından gülüyor. Durum düzmece yani öyle bir action a gerek yok. Astek sordu lan niye 3 kere bakaya kaldın. Ben saymaya başladım. Üni ye başladım da onlar evrakları geç yolladı bende işlemleri çok iyi bilmiyordum vs. Astsubayda yazıyor ifademi. Hani götü toparlasam sorsam kardeşler nietzsche kimdir bilirmisiniz diye aklımdan geçiyor ama. Tabi çok yürek isteyen bir durum olduğu için susuyorum. Hem tutanağa geçerler mecerler. Susmak mazlumu oynamak en iyisi. Ben üniformasızdım, onların üniformaları vardı. Ben kurallara karşı gelendim onlar sistemin parçaları idi.

Astek kardeşe kin besleyemedim. Bitirmek zorunda olduğu 12 aya renk katmasa eğer o zamanı nasıl geçer orda. Ne olacak dedim? Savunman askeri mahkemeye gidecek onlar karar vericekler dediler.

Zaman daralıyordu anladım. Askeri mahkeme bana yawrum sende yapmayıver demeyecekti. Hapisaneden kaçmakta olan bir mahkum gibi tüneli kazmayı hızlandırmam bütün riskleri göze almam lazımdı. İzmirden çıktığımda ya ayakta olurum ya da diz çökerek demiştim. Aradan geçen 4 yıl sonra yine aynı kararı vermek zorundaydım. Sokakta bile yürürken zorlanan ben, çok daha zorlu bir karar alıyordum. Gidecektim. Çoğunuzun anlamadığını biliyorum ama. Tr de kalıp standart bir yaşama sahip olup memur olmak oysa ne cazipti. Oysa bende skindirik bir koltuk takımında kızımı kucağıma alıp tv seyretmek istiyordum. Ama kaçmak lazım di ve duygusallığa yer yoktu bunda. Her an nöbette ve tetikte olmak lazımdı. Oysa biri çıkıp deseki kollarını ve bacaklarını keseceğiz sen daha bunları hissetmeyeceksin. Ama askere gitmek zorundasın. 4 yıl yapın derdim 4 yıl benden olsun size. Ama bu hayatın öyle sihirli deynekleri yok.

Beşiktaşa gidiyorum. Bir eğitim acentasına, yusuf, yusuf. Bakırköyde olabilir metro değışıtırıyorduk. Yine bir panik atak öyle böyle değil. Terliyorum. Nefesimi kıçımdan alıyorum. Ve kendime ulan kendi ülkende bile ayakta duramıyorsun. 17 bin km ötede ne bok yiyeceksin. Kim sana sahip çıkacak diyorum. O an aklıma istanbulda yaşadığım bir anım geldi. Belimde sorun vardı. Çok pis ağrıyordu. Switch lerde sorun olmuştu. Yere eğildim bir daha doğrulamadım. Koluma girdiler. Beni eve taşıdılar. Belimi hissetmiyordum. Hissettiğim tek şey ağrıydı. Beni eve getirip yatağa uzattılar. Kafecinin çaycısına ben daha zor kalkarım dolapta skoll lar var getir onları bana dedim. Çocuk vanlı idi (asi vanlı derdi kendine) biraları yanıma bıraktı herkes kafeye döndü.

Kımıldayamıyorum yatakta. Biraları aldım. Her biri bir litrelik. Nefes almadan içiyorum. Acı ve alkolün etkisi ile uyuşmuştum. Gözlerimi açtığımda. Belimdeki ağrı hala orda idi. Ve işemem lazımdı. Tam 2 metre ötemde telefon var ulaşmaya çalıştım. Ama beceremedim. Sonra anladım ki ulaşsam o tele kimi arayacaktım lan. Arayacak kimse yoktu. En zoru buydu, kimi arayacaktım? Amcamın oğlunu mu patronu mu kafede çay satan asi vanlıyı mı? İşte gençler yalnızlık budur. Gözümden gelen yaşlar minderin a.ına bile koymuştu. Son bir gayretle yorganı torstop ettim ve içine işemeye başladım. Koca istanbulda şirinevlerde, bir odada yorgana işiyordum.

Yorganı savurdum kenara, tavana bakarak ağlamaya devam ettim. Uyumuştum yine, ve beni uyandıran tel sesi idi. Kardeşim nasılsın diyen patron. Abi iyi değilim dedim. Ne kadar sürer kalkman dedi abi heralde 1 ay dedim. Geçmiş olsun dedi kapadı. Benle konuştuktan sonra ilan vermiş, teknik eleman aramak için. Yerdeki yorganı elimle alamadığım için, bir çubuk yardımıyla dişlerimin arasına aldım ve banyoya attım. Elim belimde, buz dolabına ulaşıp bir şeyler yedim. Yalnızım diyenlere sesleniyorum burdan, yalnızlık öyle sizin melankoli yaşayacağınız kadar merhametli bir platform değil.

En zoru sicmaktı. Heleki alaturka bir tuvaletiniz varsa, sicmayı ayakta halletmeniz gerekir. O yüzden banyoya gidiyordum. Yıkanırken sicma işlemini yapıyordum. Bir asi vanlı abey skoll aldım sana diye gelip ziyaret ediyordu.

Asi vanlı her bira getirisinde bana haberler taşıyordu. Abey, senin yerine bir eleman aldı patron diyordu. Eleman senden çok daha iyiymiş, konuşup gülüyorlar diyordu. Onca emek yine bok olmuştu. Bu sefer yürüyemiyordum bile. Neresinden tutsan elinde kalacak, boktan bir son. Bir gece böyle herşeye var oluşundan tut var edenine kadar küfürler ederek sızarken. Sabaha uyandığımda, belimi tutarak yürüyebilecek kıvama gelmiştim. Amacım ulan burda ruhumu sattım size 1 haftada beni sildiniz mi demekti.

Kıçımı tuta tuta yürüdüm. Kafeye geldim. Yine sorunları vardı. Makinaların hiç biri birbirini görmüyordu. Tüm sistemi resetliyorlar, ama değişen bir şey olmuyordu. Ama bu sefer erken davranmadım. Abi yeni işçi almışsın dedim. He eleman dedi. Şifrelere ihtiyacı var dedi, ok dedim yazdım hepsini. Sesimi çıkarmadım asi vanlı bir çay getir lan dedim. Tamam abey dedi. Asi vanlı deyip geçmeyin ha az kız düşürmedi i.ne

Ben sırıtarak izlerken aslında sorunun, ne olduğunu bildiğimi biliyorlardı. Çayımı içtim, etrafı izledim. Abi nasıl oldun diyenleri cevapladım. Ama kara murat olmaya hiç niyetim yoktu. Olmadım da…

__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:43   #5
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter ‘var oluş sancısı’

Bunalım dedi “bunalım insanın yaşamda duraklayıp nefes aldığı bir süreçtir” ve devam etti yürümeye. Eğer çocukluğumu, sevmediğim bu yerler şekillendirdiyse, ben burada doğurmaya mecburum. Sakallarını sıvazlarken koca dağa doğru bir adım daha atmış oldu. Dağa dik, dik bakarak “ölüm mutlak noktaysa bizim ona ne yolla vardığımızın ne önemi var” diye düşündü.

Bunalım standart çizgiden uzak düşmektir ve bunun bedelini acıyla ödemektir. “o zaman insanlaşma sürecinde doğanın hayvana biçtiği role bunalımlarımızla isyan ediyoruz” dedi. Çektiğimiz acılar bizi standart‘a zorluyor, çoğumuz açıdan korkup doğanın bize biçtiği çiftles ve turunu devam ettir olgusuna dört kolla sarılıyoruz. Sonsuzluk içinde 60 yılın ne gibi bir önemi olabilir ki. Bunca telaş ve koşuşturma bunun için mi? Yaşam bu denli basit kalıplar üzerine oturmasaydı, varlığının devamlılığını nasıl sağlayabilirdi ki? Beklide baki olan yaşamın sonsuzluğudur. Bizler bu varoluş içinde birer piyonuz. İnsandan böceğe bir çok şekilleriyle koca tanrımız yaşam, bir şekilde var olmayı başarıyor. İnce narin kırılgan bedenlerimizle her şeyden korkarak, yaşamaya yaşamı devam ettirmeye çalışıyoruz.

Korkuyoruz ki devam ettirebiliyoruz, yada tam terside söylenebilir.
Zor olanı başarıyoruz. Ama bir piyon olarak. Oysa asıl hizmet ettiğimiz olgu belli. Ve bana kalırsa insan yanımız bunları bilmeye doğru koca bir tünel açıyor. Ve insan olmanın rahatlığını yaşamak için 60 yılda boğulacağımız bu denizden kafamızı kaldırmamız gerek. Nefes almamız gerek.

Kafede çayımı içtim. Bir kaç kişi koluma girdi ve kaldırdı beni. Amerikan filmlerinde ki bilmiş tavırla, üst kattaki switch e giden kabloyu kontrol edin dedim. Çünkü koduğumun sistemi orda birleşip ordan bir kablo ile aşağıdaki server makinasına geliyordu. Götümümü tuta tuta yol alırken, arkamda bir askeri üs havaya uçuyordu sanki. Ve ben ,mağrur bir şekilde ateşler ve bombalar içinden usulca yürüyordum. Metroda panik yaşayan gence geri ışınlandık. Bütün bunları yaşamıştım. Ulan zaten yalnızdım. Avustralya da da yalnız olsam ne yazardı. Neyse iki x..x atınca zaten. Ne yazar lan ne yazar dedim.

Eğitim acentaları kürt, biri gelse de düdüklesek diyorlar. Ben hemen susun lan kağıt verin imzalayayım dedim. Adamlar emek harcamadan para kazanmanın telaşı içinde noluyor lan daha sana yalan söylemedik dediler. Lan bana söylenen her yalan söylenmiş, cennet mi vaad edeceksiniz diye bakarken. Adamlar walla cennet vaad ettiler. Şöyle düşünmek lazım. Hapisten kaçmak isteyenin ilk önceliği o duvarlardan kurtulmaktır. Gerisini pek hesaplamaz. Hele bir atlayayım dersin. Gerisi gelir.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:45   #6
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter kaçmak

Evet bir kaçaksın artık, ardından itlerle gelen, görevliler var. Kalbin zaten götünde atıyordu, ulan niye kaçıyorum suçum ne? Neden sevdiklerimi arkamda bırakmak zorundayım. Ulan beni terk edenleri bile bırakmak arkada bırakmak zor lan. Kimseye de bir yanlışım olmadı. Neden kaçıyorum lan. Neden bu kadar kenara itildim. Lan ben sevgilimi alıp bir bank ta bile oturamadım. Sorununuz ne benle. Neden bunları ödemek zorundayım. Oysa yardıma ihtiyacım var lan. Sadece normal biri olabilmek için yardımınıza ihtiyacım var.

Öncelikli olan x.. ti. Yabancı bir ülkede xanax olmadığını düşünmek bile, kabustu. Bohçamı hazırlıyordum. Yazdığım yazılar, eski resimler. Hatırası olan bir yemek fişi bile yanımdaydı. Atmam gereken ama anlamı olan kıyafetler. Herşeyi bir bavula sığdırmak gerekiyordu. Çünkü kurallar 20 kilo diyordu. Herşeyi bir mavi bavula sığdırdım. Bir de sırt çantam vardı. İzlediğim uçaklara binebilecekmiydim acaba.

Vizeyi almıştım. (flash back yapıcaz buraya da) okulun parasını ödeyip tüm götü ortaya koymuştum. Ama pasaport kontrolünden geçebilecekmiydim. İçim içimi yemekteydi. Yeğen kusura bakma deseler boku yiyecektim. İçimden lan jack london un (demir yolu serserileri) ne şanslıymış diye düşünüyordum. Sabah uyandım. Herşeyi bir daha kontrol ettim. Şirinevler merkeze doğru kaldırımda bavulu çeke çeke yürümeye başladım. Bilirsiniz bavulun tekerlekleri, nasıl ses çıkarır kaldırımda. Bacaklarımı hissetmeyerek ürkek ürkek yürüyordum. Meydana doğru.

Metroya bindim. Beni havaalanında karşılayacak bir iki arkadaş vardı gelmediler. Canları sağolsun. Check in yaptırdım. Uçağa daha 2 saat var pasaport kontrolünden geçmem lazım en önemlisi de bu zaten. İt gibi açım. Piza aldım çok pahalı idi, yiyeyemedim bile. Gotte yusuf var ken, pizzayı düşünemiyor insan. Bavul gitmişti sıra bende idi. Kalktım ayağa pasaport kontrolüne yürüdüm. Sırada bekledim biraz, memur eline aldı pasaportu senin ki olmaz dedi. Ben sıkışlerden sıkış beğenmek üzere iken git dedi pul alman lazım. Gittim pul aldım.

Yine aynı sıraya girdim. Sıra yine bana geldi. Memur bana baktı. Elindeki pasaporta baktı. Pc ye bişiler yazdı. Enter a bastı. Yine bana baktı. Eline mührü aldı bastı, hayırlı yolculuklar dedi. Tr sınırları içinde bir başka sınıra ayak basmış gibiydim. 1 dakika kendime gelemedim. Sonra anonslarla beraber, uçağın körüğün kapısına geldim. Önce anami aradım. Sonra psikolog arkadaşımı. Uçağa binmeden önce beni bir süpriz bekliyordu. Cafede benle kulluk temizleyen sonradan thy de ise girmiş olan arkadaşım. Uçağın körüğündeydi, abi helalleşmeden nere gidiyosun öyle dedi. Ki o körüğe herkesi almıyorlar. Sarıldık. Hostesler yeri tarif ediyordu. Geçerken dikkatimi çekti büssiness class ta mithat bereket vardı ( 5n1k yı sunuyordu galiba.) Hayvan kadar büyük bir uçaktı. Motorlar çalıştı. Ben pencereye kafamı yasladım (3mg xanax eşliğinde) koca uçağın kanatlarının titreyişini izledim. Uçak ufak tüy bulutları altında, önce şirinevleri sonra koca istanbulu arkasında bırakıyordu. Ve beni kaçışımdan sonrasını düşünmediğim, bir başka yaşam bekliyordu.

Bilinmeze olan yolculuk başlamıştı. Aşağıda istanbul, kiminin anasını belliyor, kimine de olmadık fırsatları veriyordu. Bir daha canlı görememe ihtimali dahilinde, bakabileceğim kadar baktım. Doya doya yaşayamadığım istanbul mavisiyle, grisiyle, kargaşası ile geride kalıyordu. Sultan ahmet e bile toplasan 4 yada 5 kere gidebilmiştim. 1 kere de çiçek pasajında bira içebilmiştim. Hedef dubai idi.

20 kusur saat sürecek bir uçak yolculuğu vardı önümde. Bunu düşünmek bile kendi başına bir kabustu. Yanımda bir adam oturuyordu. Konuşmak istemese ben ağzımı 20 saat açmazdım ama. Hikayesini anlatmaya başladı. 15 yıl önce tr ye azarbeycan dan gelmiş bir iş adamı. Singapur a anlaşma yapmaya gidiyordu. Aksanından türkçeyi sonradan öğrendiği belliydi. Başardıklarını anlatmaya başladı. Nasıl da fakirdi önceleri, şimdi ise nasıl da zengindi. Ramazan ayı idi, elaman oruçlu idi. 90 kilometre olayını hatırlattım. Bunun onun için mazeret olmadığını seve seve tutacağını söylüyordu. Beni çok sevdiğini söylemeye başladı. Oysa zorunlu kalmadıkça cevap bile vermiyordum. İlişkimiz, yemek servisinde benim şarap sipariş etmeme kadar sürdü. Sonra rica etti koltuk değiştirdi. Uçak çok dolu sayılmazdı zaten. Ben boncuk boncuk terliyordum. Orda o metal kutu içinde kalmak zorunda olmak gayet zorlu bir uğraştı benim için.

Düğmeye bastım alımlı hostes kızlarımızdan biri geldi. İngilizcem sıfır sayılırdı ama wine ( şarap) dedim. Güldü gitti bir kadeh daha getirdi. Ama kadehler sık kadar. Benim terlediğimi ve kaygılı olduğumu görünce, konuşmaya başladı ama ben bir sık anlamadım. Panic dışorder (panik bozukluk) dedim. Ok dedi gitti, ve şişe ile geldi. 3mg xanax ardından bir şişe şarap uyuttu. Uyandığımda kemerimi bağlamaya çalışıyordu kız. Dubai ye iniyorduk. 4.5 saatten fazla yol almıştık. Pencereden dubai yi izlemeye başladım. Çöl ortasında ki cennet. Dubai de 45 dakika kalacaktık.

Dubai hava alanında kalmak bile araplara dair yeterli bilgiye sahip olmaya yetiyor. Ama bunu burda anlatmayacağım. İç şarabi sık arabi diyerek devam edeyim. Uçak geri havalandı. Hostes ablamız bir şişe daha getirdi. Sss çaktırma deyip verdi. Singapur a sürecek 14 saatlik bir yolculuk başladı.

Singapur a uçarken, aşağıda kalan bulutlar da şimşekler çakıyordu. Aklıma fight club tan bir sahne geldi. Uçak düşerken oksijen maskeleri önünüze düşer. Maskeye yapışır, nefes almaya çalışırsınız. Daha derin daha derin. Çünkü göt korkusu sizi esir alır. Bu da size kısa bir mutluluk verir. Belkide ölmenize yardımcı olur. Zaten panik atakta böle birşey, gereğinden fazla oksijen alman s..ker bünyeni. Oysa beynin yetmiyor daha fazla asıl der sana. Panik ataklı ben olsam da o uçak düşse sallamayacak tek kişi bendim. X..x ve şarap bünyede, azrail gelse büyür bir kadeh de sen alırmışın kardeş diyecek düzeyde idi.

Singapur hava alanındayım. Dünyanın en büyük hava alanlarından biri. 2 saat beklemek zorundayım. Herkesin elinde bavullar. Hayatta bir kez daha karşılaşma olasılığımın çok düşük olduğu insanlar etrafımda. Aklıma şehirler arası yaptığım yolculuklar geliyor. Aslında ne eşsiz bir ortam bu duraklar, hayatında bir daha görmeyecek olduklarının, bir tesadüf sonucu, seninle aynı ortamda bulunması. Herkeste bir telaş, biraz coşku ve bir yetişememişlik duygusu hakim. Herşey aynı ama çaylar şirketten anonsu eksik sadece. Herkeste bir yol yorgunluğu, herkeste bir uyuşukluk. Çalışanlar hariç herkes gidici. Tr de olmadığımı hatırlatan tek şey yemek kokuları ve kara kaş kara gözün artık insan yüzlerinde çoğunluğu oluşturmaması.

Pasaport kontrolündeyiz, polis pasaportuma bakıyor. Bişiler diyor, gülerek. Anladığım tek şey galatasaray, iyi bir şey dediğini düşünerek ben de sırıtıyorum. Uçak havalanıyor, meğer singapur ne güzel yermiş, uçak havalandıktan sonra anlıyorum. Bu sefer o hostes abla yok. Ama key word u biliyorum. (panic dışorder and wine) nedendir bilmiyorum. İşe yarıyor bu kelimeler. Demekki benden öncekiler benim önümü açmışlar.

Uçak avustralyaya vardığın da omzunda salya sümük uyuduğum, amca eh yeter artık bari şimdi uyan der gibi beni sarsıyor.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:47   #7
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter avustralya.

Çantada bir sürü x.. var ve belli bir miktarın üzerinde avustralyaya sokmak yasak. Singapurda elimize tutuşturulan kağıtta da ne götürüyosan yazmak zorundasın. Zaten ingilizce az, bende bişi yok diye yazdım doldurdum. Ama avustralya da hava alanına varınca bir şey dikkatimi çekti. Eli eldivenli polisler çantanızda ki dönünüza kadar bakıyorlar. Uçaktan çıkanlar ikiye ayrılmakta, bir kısmı direk x ray den geçip gidiyor diğerleri, donuna kadar aranmakta. İşte boku yediğimin resmi dedim. Çünkü genelde 3. Dünya ülkesinden gelenler, çok sıkı aramaya tabi tutulmakta. Ne kadar 3. Dünya ülkesinden adam varsa götüne kadar aranıyordu. O ara bir polis yanıma geldi. Bişiler sordu anlamadım. Elimdeki evrakları verdim. Pasaportu aldı gitti. Bekliyorum. Başka bir polis daha geldi neyi bekliyorsun gir sıraya hacı diyordu galiba. Pasaport u aldılar demeye çalıştım. Neyse pasaportu alan polis geldi. Geç şurdan dedi. Çantada 7 kutu x.. 2 adet 70 lik rakı, 2 karton marlboro sigara ile direk kontrole girmeden geçtim.

Kayıt olduğum okuldan beni karşılamaya gelecek olan biri bekliyordu.(100 Dolar ödemiştim bunun için) bekleyen kişi beni homestay e ( kalacağım aile yanına) götürecekti. Hava alanının garajına indik. Bagaja attım bavulları, arabaya binmeye çalışırken, sürücü koltuğuna oturmak için hamle yapmıştım. Fark ettim ki, direksiyon sağda. Akşam 8 gibiydi. Sokakta kimseler yoktu. Apartman kavramı yoktu. Tüm evler müstakil, ve her yer yemyeşildi. Bu kadar mı ağaç olurdu bir ülkede. Aklıma şirinevlerdeyken, deprem olursa binalardan kaçacak boşluk bulmanın bile mucize olduğu geldi.

20 dk sonra koca bahçeli bir eve geldik. Bahçede çadır bile vardı. Kim yaşıyor lan bu çadır da diye sordum kendime. Çünkü orda kalacaksın derlerse eğer kalacaktım. Eve bavulu taşıdım. Yaşları 60 kusur olan asya kökenli bir kadın ile kocası (avustralyalı) karşıladı beni. Kısa bir tanıştırma faslından sonra, okul dan gelen eleman gitti. Bana odamı gösterdiler. Aynanın karşısına oturdum. İşte sonunda kaçmıştım. Başarmıştım. Cennetteydim. Tr de sabahtı, avustralya da ise akşam. Uykum yoktu ama, uyumayıp düşünecek sabrım da yoktu. Elemanlarla ayak üstü az sohbet etmeye çalıştım. Yes demekten başka çarenizin olmadığı bir durum yabancı bir dili dinlemek.

Uzun süredir pc kullanıyor olduğumdan dolayı, yüzünü açmadığım günlüğü açıp şu satırları karaladım.

Çok alkol aldım çok içtim kafam kıyak denilen tavdayım. Bir çok şey önemsiz gelmekte, demekki alkoliklerin tek derdi de bu.

İçimin derinliklerine doğru salladığım, alkolden dolayı daha az önemsediğim bir sorunlar yumağım var. Kimin yokki. Herkes birşey le mücadele etmiyor mu yahu. Yensek yada yenilsek çok mu önemli. Kimisinin tek derdi yenmek. Hani şu sokağa çıkınca dertsiz insanla karşılaşmak mümkün mü? Neden meşgulüz bunca yaşamsal sıradanlıklarla, bunlar bize neyi unutturuyor. Bu koduğumun yaşamında neden bana bu türden bir unutturan yok. Her sabah kıçımda bu acıyla neden uyanıyorum.

Kaçmak sonu gelmeyen, bir süreçti. Serçe telaşsızsa olmuştur. Hapisten kaçmak huzuru getirmemişti. Bazen düşünüyorum kaçmayı bıraksam belki de biraz olsun huzur bulacaktım. Sırada anami felan arayıp aslında ne kadar mutluyum demekti. Yabancısı olduğum kuş sesleri vardı dışarda, yabancısı olduğum düğmeler. Ama anladığım, insan herşeyden kaçarken kendinden kaçamıyormuş. Cehennemin dibine gitsende ensende nefes alan sensin. Zaten o sıralar anlıyordum kaçtığım şey aslında kendimdim.

En zoruymuş insanın kendisine yüzünü dönmesi, en büyük hapishane kendimizi hapsettiğimiz kendimizmiş.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:50   #8
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Chapter her gün kabusa uyanmak.

Uyandığınız da ulan hay a.. koyayım kabusmuş dediğiniz durumlarınız var. Kolay ve kabullenebilir bir durum. Ya uyandığınızda kabusa kaldığınız yerden devam ederseniz, işte bu çok yenilir yutulur bir durum değildir. Aynı 14 yıl önce o sinemada bu eller bana mı ait dediğim gibi, artık aynaya bakmaya çekinir olmuştum. Sabah uyandığınız da vay aq yine ölmemişim demek zor. Pm den or.spu çocuğu neden intihar etmiyorsun diyenlere adam gibi bir cevabım olacak.

İçerde volkanlar patlarken, günlük yaşamda sıradan birisi gibi olabilmek istemenin arzusu çok ağır gelsede, iki cümle kuracak kadar bile dingin olamamanın verdiği huzursuzluk. Yine içinizde ki volkanı beşler. Böyle bir koşsam, araba sürebilsem, bir kızın elini tutsam, ayda az bir para kazansam. Nefes alırken bedel ödemesem derken. Avustralyada ki ilk günümde ayna karşında ağlıyordum. Ama intikamı alınması gereken çok şey vardı dayanmak lazımdı. Güzel günlerin geleceği kandırmacasına olan inancımı çoktan geride bırakmıştım.

Cebimde sınırlı bir para vardı. Ve haftada 200 dolar kaldığım eve ödemek durumunda idim. Olmayan bir dil ile, iş aramak aslında samanlıkta iğne aramaktan farksızdı. Cennetin içinde ayrı bir cehennemdeydim yine. Haftada 5 gün okula gidecektim. İş bulacaktım. Ve geri dönüş seçeneği olmayan bir durum içindeydim.

İstanbuldayken, annemi babamı çok özlemezdim. Gurbet dedikleri şey neymiş bende öğreniyordum hemde en açılışını. Ölseler cenazelerine bile gidemeyecektim. En çok koyanı oğlum sen iyi ol bizi boşver lafı idi. Ellerinden gelse, beni paraya boğarlardı. Ama kendi karnını zor doyuran her anadolu anası babası gibi, sen iyi ol bizi boşver, allah ayağına taş değdirmesin diyorlardı. Oysa orospu çocuğu deseler ne s..e gittin oralara, bize hiç bir yardımın yok deseler herşey daha katlanılır olurdu. Ne zaman yüzümü çevirsem onlara, kendimi unutuyordum. Oysa anam babam olmasa atardım kendimi bir çukura herşey biterdi lan. Aha orda biterdi. Kim sonsuza kadar yaşadıki.

Geri dönüşü olmayan başka bir platformda idim. Farklı olan birşey vardı, etrafımda ki herkes mutlu idi. Bakıp halime şükredeceğim tinerci çocuklar bile yoktu. Aborjinleri keşfedene kadar, herşey biraz yaban geliyordu. Parklardaki tuvaletler de bile tuavlet kağıdı olması. Her parkta bedava elektirikli mangal olması, tanımadığın bir kişinin bile selam bu gün nasılsın demesi. Otobüse binince tepeden tırnağa dövmeli, sakalları göbeğine varmış envayı çeşit küpeyi kulağında bulunduran şoförün bu gün nasılsınız demesi bana biraz garip geliyordu.

Şans eseri, bir gün bir parkta içerken, aborjin bir kardeşle tanıştım. O benden de buğulu bakıyor durum o denli yani. Konuşmaya başladık, ama adam da öyle bir aksan varki anlamak için ingilizce de yetmez. Bi de elemandaki kafa bir dünya olduğu için onu son kelimesine kadar anlıyorum sanıyor. Dedim abi önce şu kadehleri bir tokuşturalım ama ben seni anlamıyorum walla. Walla s...mde diil benim konuşmam lazım dedi. Baya bir güldük.

Neyse usul usul konuşmaya başladık. Neden alkoliğim biliyormusun dedi. Walla çok s..imde değil bende sendenim dedim. Dur anlatayım dedi. Sonradan da okuyarak öğrendiğim kadarı ile, 1900 lerin başında ailesinden zorla koparılan, ve medenileştirilmeye çalışılan bir neslin son kırıntılarından dı. Okuduğum kadarı ile 1900 lerden 1970 lere kadar adayı işgal eden ingilizler her aborjin çocuğu ailesinden alıp adam etmeye çalışmışlardı. Hatta sene 2008 yada 2009 du sanırım özamanın au başbakanı bunları için sorry day ( özür günü yaptı) yani ailesinden koparılan her aborjin, benim gibi alkolikti. Aramızda ki tek fark onların şarap parasını devlet ödüyordu. Bana döndü tazmanya da hiç aborjin yok niye biliyomusun dedi. Bilmiyorum dedim. Hepsini öldürdüler dedi. Türkler bizim dostumuzdur dedi. Çünkü gallipoli de ( gelibolu ) bunların anasını s..z dedi. Hay a..na koyayım, koca ağaçların altında, bir dünya kafa ile neler konuşuyorduk.

Elde hala pc olmadığı için o gece günlüğe yine birşeyler karaladım.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:53   #9
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Beyaz

En temizimizdir. Çünkü en ispiyoncumuzdur. Çünkü en bencilimizdir. İçine girmeye çalışanı deşifre eder. İnsanın beyaza imrenmesinin altında, kendi bencilliği yatar. Kendisi dışındakini benimsememek beyaza özleme dönüşür. Çünkü bunu doğada en iyi beyaz becerir. Beyaza imrenen ispiyonculuğumuz ve bencilliğimizdir. İyi olmaya çalışırken beyaza meyil eden. Kötüyü seçerken siyah der. Çünkü siyah iyi saklar. Geceler de siyahtır. Herşeyi örten siyah, beyaz olmaya çalışan bizlerin pisliklerini örtmek için var.

Gündüzümüz ve gecemiz bu yüzden farklıdır. Gündüz rutinin hizmetindeki insan gece kurtadam olabilir. Gündüz beyazı oynayan, gece siyahın koruyuculuğuna teslim olur.


Oysa aborjin kardeşim, şehirler arası terminallerde karşılaştığımız gibi, bir daha görüşme olasılığımın olmayacağı, park sandığımız yerin aslında otobüs terminalinden farklı olmadığını anlamayacak kadar sığ olduğumuzun. Aslında yanından geçen her insanın bile sana ilk ve son görüntüyü sunduğunu eş geçeceğin nankör yaşamın birer kölesiydi. Atom bombası yapsan yüreğini patlatsan, aslında doldurman gereken boşluğunun ötesinde bir anlam ifade edemeyeceğin bir yaşam sana kollarını açmakta…

Neyse ayna karşısında ki tezege geri dönelim. Uyumak dışında çözümü olmayan, uyandığında ise yok lan şu an rüyadayım diyen kardeşe geri dönelim. Aynaya bakarken, kendimi görmek katlanılması en zor şeylerden biriydi. Oysa filmlerdeki gibi olmalıydı. Becermiştim kaçmıştım. Ulan niye aynada hala ben vardım. İki yol vardı önümde, ya beni kabullenmek. Yada öldürmek. Öldürme lüksüm, benim dışındakilerinden dolayı elimden alındığı için. Elimde var olanı kabullenmek öğrenmem gereken seydi. İşte asıl hikaye burda başlıyordu…

Chapter türk türkü gurbette ...

Bu sözü hepiniz bilirsiniz ama çok azınız tatmıştır. Benim için yeni bir dönem başlamıştı, ve hesaba hiç bir şeyi katmamıştım. Katsam da evdeki çarşıdakine uymuyordu zaten. Cepte ki parayı bitirmeden iş bulmak lazımdı. İş bulmak zor iştir bilirsiniz. Ama dilini bilmediğiniz bir ülkede iş bulmaya çalışmak, zor denilen şeylerin sınırlarını zorlamaktan geçiyordu. Abi her işi yaparım diyebilecek kadar bir lüksünüz olmaz. Bütün bu koşullar sizi türklerin kucağına iter.

Türklerin kucağında oturmanız gereken ve içine almanız gereken koca bir *** bekler sizi. Ağlarını ören örümcekler gibi sizi beklerler, çünkü o s...n gönüllü g...verenleri olarak, onlara kanınızı emmelerine izin verirsiniz. En s..r boktan ise saatine en az 20 dolar verilen bir ülkede saati 8 dolara köpek muamelesi yapılarak çalışmaya ok demek zorundasınızdır. Abi neden 8 dolar deyince, işine gelmiyorsa çalışma kardeş lafını işitmeniz kaçınılmazdır. Zaten öyle bir got kimsede olmadığı için herkes tamam abi der.

1. Dünya ülkesinde 3. Dünya ülkesinin kuralları hala geçerlidir. Tezek kardeşiniz okula başlamıştır. Her dünya dan insan var. Herkes hafta sonu hangi eğlenceye gitsek, avustralyanın neresini keşfetsek derken, haftasonu kaç para kazanırım hesabı içinde boğulup durursun.

Aradan 3 ay geçmesine rağmen saati 8 dolara çalışabileceğim bir iş bile bulabilmiş değilim. Para suyunu çekmekte. Alkol büyük bir lüks, öğle yemeğinde en ucuz şey olan patates kızartması mayonezle mideye inmekte ( 4 dolar). Diğer türk öğrencilerle tanışmış durumdayım. Çoğu zengin piçi, bu gece hangi club a gitsek diye hesap yapan tipler.

Okulda job club (iş bulma klübü) var ama ingilizcemden dolayı, tuvalet temizlemek bile imkansız. Para bitmek üzere, eve yürüyerek gidiyorum. İntihar düşüncesi baya ağır basmakta. Yılbaşı zamanı herkes tatilde. Bir restoranın önüne geliyorum. Bulaşıkçı aranıyor yazıyor. İçeri giriyorum, ilan için geldiğimi söylüyorum. Cv istiyorlar. Heryere cv vermekten elde cv kalmamış. Sinirleniyorum biraz, ulan bulaşık yıkamak için ne cv si demeye çalışıyorum. Restoranın sahibi olan kadın geliyor. Ne oluyor burda gibisinden bize bakıyor. İşe ihtiyacım var diyorum. Tamam diyor gel ofise geçelim. Deneyimin var mı diyor. Neden cv in yok vs. Bitti diyorum. Tamam pazartesi gel başla diyor.

Pazartesi akşam 4 te iş başı yapıyorum. Bi tane asyalı eleman var, 1 hafta sonra ayrılacak. Bana yapmam gerekenleri öğretiyor. En önemli şey hızlı olmalısın diyor. Olabildiğince hızlı. Tabaklar nereye konulacak, kaşıklar nerde duracak, mutfak nasıl temizlenecek anlatıyor. Mutfak acayip telaşlı siparişler hava da uçuşuyor. Aşçılar tava lazım, kepçe lazım diye bağırıyor. Nefes almadan bulaşık yıkıyoruz. Yıka yerine köy onlar kullansınlar sen yine yıka yine yerine köy. Camdan bakıyorum içerde mutlu bir kalabalık ellerinde kadehler, güzel kıyafetler. Ben onların mutluluğunun bir parçası olarak, pisliklerini temizliyorum.

Artık çok hızlıyım. Aşçılar bile şaşıyor hızıma. Ayakta dikilmiş bulaşık bekliyorum. Patron olan kadın içeri giriyor. Ben burda kimsenin bir şey yapmadan ayakta durmasını istemiyorum diyor. Aşçı duvarları ve kapıları sil lan diyor bana . Hızlı ve dürüst olmanın bedelini yine ödüyorum. Oysa ağırdan alsana sık kafalı. Amaç iş yapıyor görünmek değil mi? O zaman anlıyorum, çok fazla dürüst olmaya gerek yok. Zaten aşçı gelip kusura bakma, sen işini iyi yapıyorsun ama bu o.sp. böyle diyor.

Günde 4 saatte üstümden tren geçse de, haftada 350 dolar kazanıyorum. 200 u kiraya gidiyor. 150 sini bozdur bozdur harca. Eve gelir gelmez düş alıp zibarıp, ertesi gün okula kalkıyorum. O sıralar tr ye dönmekte olan bir arkadaş restoranda benim yerime geç 450 yaparsın diyor. Cazip bir teklif. Beni patronla tanıştırıyor. Anlaşıyoruz. Bulaşıkçılığı bırakıyorum. Başka bir bulaşılıkçılığa başlıyorum. Mekan farklı sıkış aynı sıkış. O sırada okulun job club dan haber geliyor, bir otelde iş bulmuşlar bana. Sabah 5 te iş başı yapacağım sabah 9 a kadar 4 saat çalışacağım. Zorlu bir süreç başlamakta. Sabah 4 te kalk, 5 ten 9 a kadar çalış. 9;30 da ders başı yap. Akşam 15:45 ders bitsin, bisiklete atla şehre git saat 16;00 da ise başla 23;00 a kadar çalış. Tam 4 ay dayanabildim buna

Bütün bunları yaparken, yaşamak bu mu lan diyor insan. Yani sırf kalbim atsın diye, bunlara neden katlanıyorum diye sormaya başlıyorum kendime. Maaşımı hep yarım ödeyen türk restoran sahibinin bir gece pilini pırtısını toplayıp, bana 4000 dolar takip kayıplara karışacağından haberim yok henüz. Yarı fiyatına çalıştığım yer, yarısını bile ödemeden ortadan kaybolacaktı.

İşte o sıralar da bir şeyler karaladım. Alın okuyun ve bu günlük yeter uyumam lazım.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2013, 15:59   #10
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Günde İki Litre Şarap İçiyorum - Tezek(Blog Yazısı)

Evrensel ahlak

Karşımıza çıkan en büyük şey ahlaktır. Ve kağıda yazılması gerekmiyor. İnsan olan her bireyin içinde taşıması gereken ahlaktır. Beyni olanların, yani doğru ile yanlışı ayırt edebileceklerin, yazılı hiç bir kanuna gereksinim duymadan insani var edecekleri platformdur. Gerekli olan tek şey evrensel ölçülerde doğruyu ve yanlışı ayırd edebilecek bir beyindir. Kağıtlar üzerine birşeyler yazmaya gerek yok. Çünkü yargıç ınsanlığınız olacak, ve beyniniz de var olan sizi yargılayacak olandır. Devletlerin yazdığı kurallardan dinlerin yazdığı kurallar gibi bir çok kuralımız var. Ve hiç birine uyamadık. Evrensel ahlak çok daha ağırdır. Devletler ve dinler kaçmaya çalıştığımız noktalardı. Yanlış yaptığının kötü hissedisini bunlarla söndürmeye çalışan insan, dünyayı ve kendini yakmakta. Evet zamanınız geldi, daha fazla kaçamazsınız bundan. Hiç bir yazılı kurala ve cezaya ihtiyacınız yok. İnsan olduğunuzda size en büyük cezayı içinizdeki o huzursuzluk verecek.

Gençler bu gün başlamadan önce bir kaç şey diyeceğim size. Yazmak o kadar kolay bir şey değil. Götü kalktı ibnenin diyenler de var. Ama inanın kolay değil. Size aha bunu bunu yaşadım diye yazmaktansa, bazılarını yaşarken bile fark etmediğim ayrıntıları çıkarmaya çalışıyorum. Zaten buraya yazmaktaki amacım aslında eş geçtiklerinizin değerini size göstermeye çalışmak. Size içi boş 10 sayfa yazı yazmaktansa, 3 satır ama anlamlı birşeyler yazmayı tercih ederim. Dediğim gibi hikaye uzun, kısa bir sürede bitmeyecek de. Şu nu da eklemek isterim ki, tüketmenin mutluluk olarak aşılandığı bu yaşamda, beni de okuyup bitirmek size mutluluk getirmeyecek.

Çünkü bilinç altınızda besledikleri şey, aslında sizi iyi tüketen bir müşteri yapmak. Bu hikaye mutlu sonla bitmeyecek. Dediğim gibi sonu ölüm olan bir hayatta mutlu son diye bir şey yoktur. Satın almanın sizi mutlu ettiği bir yaşam, aslında koca bir kandırmaca. Felsefe yapma diyen liselilere diyeceğim şey; benden çok daha zor durumda olan insanlar var bu hayatta, eğer ağlamaktan zevk alıyorsanız, bu mazoşist yanınıza demeniz gereken şey, başkalarının acılarına ağlarken, aslında neden ikiyüzlü bir tavır içindeyim. Çünkü bir başkasına ağlayabilmek, ikiyüzlü bir avuntudur. Ulan aslında ne iyi konumdayım demektir. Ve bu üzüntüden ziyade sevinç gözyaşlarıdır.


Günde 2 işte çalıştığım ve okula gittiğim süre içerisinde, zaman benim için en değerli seydi. Okulda öğle arası olduğunda, evden getirdiğim yemeği 5 dakika da yiyip. Geriye kalan süreyi (55 dk) uyuyarak geçiriyordum. Bu durumu sınıftaki arkadaşlarım da fark etmişti. Kimse ben uyurken sınıfa gelmiyordu beni uyandırmamak için. Dersleri dinlemeye çalışırken, yanımdaki kızla birbirimize yazmaya başladık ( hiç ağzınızın suyu akmasın seks yapmadık) kız isviçreden di dünyanın en zengin ülkelerinden birinden.

Yazmaya başladık derken ufak notlar yazıyorduk. Konuşamayacağımız için, yazmak zorunda idik. Benim yaşımda bir kızdı. Bana neden hep yorgunsun neden hep kaygılışın diye soruyordu. İçinde bulunduğum durum öğretmenlerin de dikkatini çekmeye başlamıştı. Okuma parçaları veriliyordu, herkes sırası geldikçe okumaya başlıyordu. Bana sıra gelince, ya tel çalmış gibi yapıp yada acil isim varmış gibi dışarı çıkıyordum. Çünkü sosyal fobi de başlamıştı. Topluluk içinde konuşamıyordum. Aslında x.a li iken, sınıfın a...a koyuyordum ama, x..xi idareli kullanmak lazımdı. Çünkü henüz doktora gidip x.. alacak kadar ingilizcemin olmadığını düşünüyordum.

Ama stok eriyordu, bu da ayrı bir yusuf sebebi idi. Şişman bir öğretmen karı vardı tam bir o.rsp , zamanında kendisininde topluluk önünde konuşamadığını sonra onu nasıl yendiğini anlatıyordu. Tabi taşlar bana idi. Bir gün birden, şimdi sıra sende haydi oku dedi. Hayır okumayacağım dedim. Tüm gözler bana çevrildi. En son istediğim şeylerden biri ilgi odağı olmaktı. Ayağa kaltım. Dışarı çıkıyordum, sınıfı böyle terk edemezsin dedi. Karıya öyle bir baktım ki başka bir şey demedi. Anladığım bir şey vardı. Yaşadıklarımı söylemezsem rahat edemeyecektim sınıfta. Sonuçta müşteriydim, neyi istiyorsam onu satın almam benim sorunumdu. Gittim karının müdürü ile konuştum. Durumumu anlattım, beni gereksiz yere zorladığını bunun beni çok rahatsız ettiğini söyledim.

Ertesi gün kadını bizim sınıftan almışlardı. Tr den en önemli farklarından biriydi bu avustralyanın. Yeni gelen hocanın ismi suzane di ( bizim suzan diil karıştırmayın aman diim) ilk tenefüste hocanın yanına gittim durumumu anlattım. Gönüllü olmadığım sürece ne bana bir şey sorun, ne de sınıfta varmışım gibi davranmayın dedim. Teşekkür etti, açıklamasaydın seni zor durumda bırakabilirdim dedi. İsviçleri kızla baya yakınlaşmıştık, gelmeyeceksin biliyorum ama deyip beni partilere davet ediyordu.

Bir resmi tatilde isviçreli kız (kyra) beni yine bir partiye davet etti. O gün çalışmayacağım için tamam dedim. Partideyim, tr de manken olabilecek hatunlar karşımda giymişler kuşanmışlar her türlü çılgınlık eğlence olarak algılanıyor. Yiyişenler ayak üstü seks yapanlar. Alkolde olsa sindiremeyeceğim bir ortam. Birbirini becermeye çalışan 6 milyar insanın bulunduğu bu dünyada, seks yapmayı çılgınlık sanan mal sürüsü var karşımda. Aklımdan madem seks çılgınlık nüfusumuz neden 6 milyar geçiyor. Partiler seks için bir nevi havaalanı, eşini alan uçmaya kalkışıyor. Olay penisin vajinaya girmesi, insan seks yaparken neden dünyanın en büyük hazzını alır sonradan çözecektim bunu.

O parti de dans edenleri izlerken notlar alıyordum. Sabah okuduğum da şunlar yazıyordu, notumda.

Tufandan yeni çıkmış bir köylü gibi toparladım çulsuz düşlerimi, sarındım yamalı pelerinime. Ah aman şen bilmezsin bir köylü için hiçlik nerde nasıl başlar. Kaşınan kirli bedenimle samanlığa girdim. Her zerre yapıştıkça bedenime, aslında ne kadar az kirlenmiş olduğumu gördüm. Bir el atsam bedenime, tırnaklarımın arası kır dolardı. Bu devrilmeyen zamanların birikmiş kirleri.

Kayaları bol bir dağa doğru, her şeyi kavramış bir bilge gibi elim belimde, belirsiz adımlar atmaya başladım. Dağ mağrur ben dağdan daha mağrur. Beynimi tırmalayan bir köy sessizliği, kabullenmişliğe dair. Yumuşak toprakta var olmaya çalışan dikenleri eze, eze ellerim belimde ilerledim dağa.

80’lik bir ihtiyarin bilmişliği var yüzümde. Ve arkamdan zorla yetiştiriyorlar azığımdaki eksikleri. Yemeye değil yıkanmaya gidiyoruz. O dağdaki tüm keskin kayalar bedenimizi yırtarak, kanımızı akıtarak temizleyecekler bizi.

Uzak düşler değil bunlar olması gerekenler…

Bir senin tırnakların izinlidir parçalamaya bu bedeni. İşsiz bir çölde susuz olan bu bedeni senin akbaba gagaların parçalar ancak. Hani nerde pençelerin neden dağıtmadı kemiklerimi.

Şu yerine kum doldur ağzıma, kandır beni seraplarınla.
Ölecek olan bedenin şu diye kumu avuçlaması gibi bir şeysin sen. Bakamaz oldum güneşe. Tüm damarlarımı jiletle ikiye ayır öldür beni….

Terk edeni hala unutamamıştım. Her birinizin yaşadığı gibi ilk olanı en sancılışı idi. Beni terk edenin adı güneşti. Kim bilir o nerelere savrulmuştu. Sıradan birşeyler yapabilsem bende bir aileye sahip olabilecektim. Ama yine yaşam merhametli değildi. Uzak bir diyarda, bir partide aklımda terk edilmişliğim vardı. İnsan bazı yaraların çukurunu dolduramıyor. Kabullenmenin yemek zorunda olduğumuz bir yemek olması da kabullenilemezdi ama. Ama yaşam seve seve olmazsa ... .. olur diyordu.

Oysa insanlar ne güzel eğleniyordu. Ben ise seksin bile analizi derdin de idim. Lan git sende becer işte sürüye katil türünü devam ettir. Herkesin zevk aldığından zevk al. Ama olmuyordu. Alkollü x.. li değilken, acı çeken ben, alkol ve x...la gevşeyince, uzağında kaldıklarımın içine girmektense, nefret besliyordum. Analizlerim salak bir intikamdi. Sıradan olanı yaşayamayan birinin, biraz rahata kavuşunca sıradanı aşağılaması, ince bir öç almaktı. Sizlerin normalde, elinizde bulunanlara ben kendimi uyuşturduğumda eriştiklerim. İçimde ki nefreti açığa çıkarmakta idi. Millet deli gibi eğlenirken, ben kadın neden topuklu ayakkabı giyer onu sorguluyordum.
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
blog, dedi, günde, içiyorum, litre, tezek, tezekblog, yazısı, şarap


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 01:19.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.