Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türkiye ve Dünyadan Haberler > Ülkemiz ve Dünya Gündemi > Serbest Kürsü

Serbest Kürsü Her konuda tartışma açılan konular burada


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 26.07.2014, 13:00   #1
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Exclamation Tanrı'nın Doğuşu, İnsan'ın Sonu - Güneş Duru

Her şey bugün mezhep ve din savaşlarıyla kana bulanan, Güneybatı Asya’da başladı.


Her şey bugün mezhep ve din savaşlarıyla kana bulanan, Güneybatı Asya’da başladı. Bitkilerin kültüre alınması, hayvanların evcilleştirilmesi, evin, kamusal alanın inanç, yazı, sanat gibi insanlık tarihine yenilikler getiren bereketli kültürel coğrafya zaman içinde aşındı, bağnazlaştı, yozlaştı. Yeni dünyaya ayak uyduramadığı için de eskidi. Eski Dünya oldu, petrole bulandıkça fosilleşti. Cinayetin, işgalin Tanrıların adıyla yapıldığı, Tanrıları istiyor diye ötekilerin yok sayıldığı, hakir görüldüğü, aşağılandığı bir coğrafya haline geldi.

1970’lerin sonunda Fransız araştırmacı Jacques Cauvin metaforik bir dille, MÖ. 9700’lerdeki sosyo-kültürel dönüşümün, inanç sistemlerinin ve tarımın ortaya çıkmasının en önemli sebebi olduğunu söylüyordu. Cauvin’e göre farklı avcı-toplayıcı kimliklerin ortaklaşarak, yerleşik köylerde yaşamaya başlamaları sembolik öğelerin ortak bir tür yazı dili ve kozmos oluşturmasıyla meydana gelmişti. Oysa o döneme kadar yaygın görüş, yerleşik yaşama geçişin besin üretimiyle ilişkili olduğu yönündeydi. Arkeologlara göre ilk yerleşik köy toplulukları tarımsal faaliyetlerle o kadar meşgullerdi ki, karmaşık olmayan, o basit sosyal örüntülerinde ana odakları tarımdı. Sadece arkeologlar için değil, bir çok siyasi teorisyen için inanç, artan üretimin kontrolü için kullanılan bir araç olarak görülüyordu. Bu etkiyle arkeologlar ilk yerleşik topluluklara ilişkin yaptıkları kazı ve araştırmalarda uzunca bir süre sembolik öğeleri görmezden geldiler. Teknoloji, tarım ve evcilleştirmeye, üretim ve tüketim dinamikleri bağlamında odaklandılar. İnancın ise tüm bu gelişmelerin sonucu olduğunu düşündüler.

Meselenin sanıldığı gibi ekolojik koşullardaki iyileşmeyle ilişkili olmadığını düşünen Cauvin’e şüpheyle yaklaşıldığı yıllardı. Klaus Schmidt o yıllarda gelecekte yapacağı büyük keşiften habersiz, Elazığ müzesinin deposunda doktora tezi için malzeme incelemekteydi. Cauvin 1994 yılında yayınladığı “Naissance des divinités, Naissance de l’agriculture: Tanrıların doğuşu, Tarımın ortaya çıkışı” isimli kitabında inancın nasıl bir süreçle ortaya çıktığını arkeolojik verilerle ortaya koymuştu. Schmidt ise sadece kendi akademik seyrini değil, dünya tarihini değiştirecek önemli bir merkezde, Göbeklitepe’de kazılara başlamaya hazırlanıyordu. Yaşamını aldığı burslarla idame ettiren Klaus 1995 yılında hocası Hauptmann adına Göbeklitepe’yi kazmaya başladı. İlk kazı raporundan Schmidt “Göbeklitepe daha önce görmediğimiz bir olguyu işaret ediyor, görünüşe göre burası toplulukları biraraya getiren çok önemli ritüellere ayrılmış özel bir yer” derken bile ne derece önemli bir keşifle karşı karşıya kaldığının farkında değildi. Göbeklitepe’de toplanan insanlar, hangi motivasyonla boyları 6 metre civarında, tonlarca ağırlıktaki taşları dikerek inşa ettikleri onlarca kült yapısı bir yana, T biçimli olan dev dikilitaşların üzerlerine yabanıl hayvanlara ilişkin hikayeler kabartmışlardı?

PEYGAMBERLER ŞEHRİ?

Cauvin haklıydı, topluluklar yabanıl dünyayla insan arasındaki ilişkiden bir tür kozmos, dil ve hikaye yaratmıştı. Üst Paleolitik’ten itibaren farklı avcı toplayıcı grupların birbirilerine ilişkin yenemedikleri merakları nedeniyle başlayan biraraya gelme pratikleri Göbeklitepe’de doruğa ulaşmıştı. Topluklar biraraya geldikçe birbirilerine benzemeye başladılar, benzerlikler zaman içinde yerini rekabete bıraktı. Bölgede yoğunlaşan araştırmalar Urfa’da 70 km çapındaki bir alanda Göbeklitepe aynı özelliklere sahip başka merkezin de olduğunu gösterdi. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer, Balıklı Göl’ün çevresi ise bunlardan sadece biri.

Tanrılara daha yakın olma, daha mükemmelini inşa etmek adına yükselen anıtsal rekabet Göbeklitepe’deki ihtişamın nedenlerinden biri olsa gerek. Urfa ve civarındaki bu durum, günümüzden 11.000 yıl önce, henüz Habil ve Kabil ortalarda yokken, farklı avcı-toplayıcılar tarafından, sadece inanç merkezi olarak değil, panayır, şölen alanı olarak kullanıldığı, soyut ve somut her türlü ortaklaşmanın, bilgi paylaşımının ve değiş-tokuşun bölgenin cazibesini güncel kıldığını gösteriyor. Biraraya geldiklerinde sayıları yüzbine yaklaşan farklı toplulukların Göbeklitepe ve çevresindeki merkezlere gelme nedenleri, yaşanan nörolojik değişimle yapılandırılan sembolik hikayelerin derin etkisi olsa gerek. Dahası bu hikaye ve mitler zamanla tek tanrılı dinlerin altlığını oluşturmuş, Urfa’ya peygamberler şehri denmesine neden olmuştur.

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Prof. Dr. Klaus Schmidt’in Göbeklitepe kazıları sadece arkeolojik okumayı ve insanlık tarihini değiştirmemiş, Urfa’nın yerli yabancı turist akınına uğramasına neden olmuştur. Dünya Kültür Mirası’nın en önemli yerlerinden biri olan Göbeklitepe, kavramsal olarak Mısır piramitlerinden çok daha önemli verileri, inancın, sembolik dilin, mitolojinin ortaya çıkış sürecini üzerinde barındırıyor. Göbeklitepe’nin ne denli sıradışı bir yer olduğunu bizlere aktaran Klaus artık yok, kazarak ortaya çıkardığı ilk Tanrılar ise halen oradalar.

YARINLA DÜNÜN YERİNİ DEĞİŞTİRSEK?

Kendi inşa ettiği Tanrılara sahip olmak uğruna insan Tanrıyı ölümsüz kılarken, adım adım kendi sonunu getirdi, getirmeye devam ediyor. Oysa yarın her şey yeni baştan başlamış olsa, insan bağımlı hale geldiği tüm nesnelerden, teknolojilerden, lüks değerlerden vazgeçebilir mi dersiniz? Aklımız ve elimizle biçimlendirdiğimiz, anlamlar verdiğimi aletlerin gelecekte bizi kaotik bir varlığa dönüştüreceğinin farkında olmadan yaşayacağımız bir kaç naif bin yıl olsa? Otoriter ideoloji ve inancın olmadığı, etnik, dinsel, cinsel ayrımcılığın ne olduğunu bilmediğimiz, savaş sözcüğüne henüz ihtiyaç olmayan, insan zihninin soy kırımları hayal dahi edemeyeceği bir kaç güzel bin yıl olsa önümüzde?

Kendimizi renkler, boyalar ve şekillerle ifade ettiğimiz, hikayelerin, edebiyatın sözlü, çizili, anlık ama değerli olduğu, eşit hak ve olanaklarla doğayla bütünleşmiş kolektif bir yaşama başlasak? Yabani arpa ve buğdayın hasatını kendimize yetecek kadar yapsak, keşfettiğimiz yeni yabani türleri, yeni kokuları, egzotik bitkileri birbirimize ikram ettiğimiz, paylaştığımız şölenler yapsak?

Önümüzde basit aletlerle müzik yapacağımız, şarkı söyleyerek, kök boyalarla resim yapacağımız bir kaç bin yılımız olsa fena olmaz mıydı?

Gerçek devrim tariflendiğinin aksine böyle bir şey olsa gerek.

Güneş Duru
gunes@ReDD.com.tr

Birgün
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
doğuşu, duru, güneş, insanın, sonu, tanrının, İnsanın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:44.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.