Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Cevap: Gazeteciler Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel Hakkında Ta
Gazetecilerin davasında tahliyeler
'MİT mensuplarının ifşa' edildiği iddiasıyla tutuklu gazeteciler Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç’ın da aralarında bulunduğu 8 sanıklı davada karar açıklandı. Mahkeme, Pehlivan, Kılınç ve Ağırel'in tahliyesine karar verdi
VERYANSIN TV
'MİT mensuplarının ifşa' edildiği iddiasıyla tutuklu bulunan Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Muhabir Hülya Kılınç ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel’in de aralarında bulunduğu 8 kişinin yargılandığı davanın ikinci duruşmasında karar çıktı. Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç’a MİT Kanunu 27/3. maddeden 3 yıl 9 ay, Murat Ağırel, Aydın Keser ve Ferhat Çelik'e de MİT Kanunu 27/3. maddeden 4 yıl 8 ay 7 gün hapis cezası verildi. Barış Terkoğlu ve Eren Ekinci ise tüm suçlamalardan beraat etti. Hükümle birlikte tutuklu gazeteciler Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç'ın yurt dışı yasağı konularak tahliye edildi.
İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada gazeteciler savcının esas hakkındaki mütaalaasına ilişkin son savunmalarını yaptı.
Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu savunmasında şu ifadeleri kullandı:
"Sayın Başkan, Sayın Üyeler;
Biliyorum, hakkımda karar vereceksiniz.
Beni doğrudan ilgilendirse de affedin ama merak etmiyorum. Hatta sonucu yine beni ilgilendirse de önemsemiyorum.
Çünkü seçilmiş sanıklar için yaratılmış böyle davaların bir özelliği var. Daha soruşturma bile açılmadan hakkınızda hüküm veriyorlar.
Gözaltına bile alınmadan cezanız kesiliyor. Savcılar iddianame hazırlamak için gösterecekleri çabayı yandaşlarına evrak sızdırmaya harcadıkları için, duruşmaya çıkmadan iddia tüketiliyor. Haberlerin savcı bilgisayarında mı yoksa iddianamelerin bazı gazetelerde mi yazıldığını bilmediğimiz bu davada, özür dilerim ama hüküm anına bir şey bırakmadılar.
Öte yandan…
İnsan kendisine verilmiş ömrü kendi eylemleriyle dolduruyorsa asıl olan kendi yazdığı hükümdür.
Sayın Hakimler;
3 ay önce tahliye kararım okunduğunda bu salonu üzüntüyle terk ettim. Zira ardımda bıraktığım adaletsizlik, önümde açılan kapılara sevinmeme engel oluyordu.
Çalışma arkadaşım Barış Pehlivan vedalaşırken, “sen buraya geri dönmeyeceksin ben çıkacağım ona göre” diye beni uyardı. Tekrar içeri girmedim ama 3ay içinde yargının kimi unsurlarıyla yine karşı karşıya geldik.
Mutlaka okumuşsunuzdur. Yıllardır devlet protokolünde gördüğümüz, önemli kişilerin önünde eğildiği, elini öptüğü bir tarikat şeyhi 12 yaşında bir çocuğu istismar etmişti. Günlerce olayın izini sürdük. Şeyh öyle güçlüydü ki insanlar yaşadıklarını anlatmaya çekiniyordu.
İstismar edilen çocuğun aynı tarikatın müridi olan babası jandarmanın önünde kemikleri kırılıncaya kadar dövülmüştü. Trajedi yaşayan aile tehdit ediliyordu.
Bir ses çıkarmak gerekiyordu. Haber yaptık, çığlık oldu. Bütün ülke duydu. Hakkımızda yine soruşturma açıldı ama biz “doğru yaptık, iyi ki yaptık” dedik.
Benim söylemek istediğim ise şu…
Tarikat şeyhinin istismarını itiraf ettiği telefon konuşmalarını yayınladık. İstismar ettiği çocuğun babasına bir kez değil, iki kez Odatv dediğini duyduk. “Odatv yazar mahvolurum” diye korkusunu anlatıyordu.
Sayın Hakimler;
Yıllardır halkımızın dini duygularını sömüren, insanları dini kullanarak peşinden sürükleyen bir şeyh büyük bir günah işliyor. Fakat Tanrı’dan korkmuyor.
Yıllardır kamu görevlilerinin en yakınında olan bir şarlatan büyük bir suç işliyor. Fakat yargıdan korkmuyor.
Buna karşın her türlü hakareti ettiği Odatv’den korkuyor.
Ben huzurluyum. “Çok şükür” diye iç geçiriyorum. “Gazetecilik budur” diyorum. Otoritelerle savaşmadan, yerleşik olanla kavga etmeden, güç sahiplerini karşınıza almadan çürümüş dallara baltayı vuramazsınız. Emin olun; sözün, harfin, kelimenin yayını her gerdiğinizde size “uslu dur” diyen bir savcı karşınıza çıkıyor.
Bugün yargılandığımız dava da bir uslandırma davasıdır. Benim için bu nedenle de hükümsüzdür.
SAVCILARIN YAZDIĞI İDDİANAMEDE İFŞA VAR
Sayın Başkan Sayın Üyeler;
Romantik filmlerde kırda el ele yürüyen sevgililer görürsünüz. Ayaklarına yıllar önce toprak altında kalıp işlevini yitirmiş demiryolu takılır. Unutulmuş o yolda demir ile toprak birbirine geçmiştir. Koyunlar, inekler otlar o yolda... İşte o yolda yürürken bize tren çarptı.
Ne demek istediğimi şöyle anlatayım...
Biz 1984 yılında Dündar Kılıç’ın MİT’te yapılan sorgusunun kayıtlarını gazetelerde okuduk. 1985’te Behçet Cantürk’ün MİT’teki ifadesini medyadan öğrendik.
MİT’in ASALA’ya yaptığı operasyonları bizzat MİT’çiler yıllarca gazeletelere çıkıp anlattı.
1.ve 2. MİT Raporu’ndan Türk Medyası olmasa kimsenin haberi olmayacaktı. Hatırlayın, Mehmet Eymür 2000’li yıllarda elinde MİT belgeleriyle ABD’ye yerleşti. Orada internet sitesi kurup gürül gürül istihbarat belgeleri yayınladı, okuduk.
2014’te keskinleşen MİT Kanunu milattır diyebilirsiniz…
Öyleyse çok daha yakını var.
Gazeteleri karıştırıyorum, biz tutuklanmadan sadece iki buçuk ay önce, şehit MİT mensubunu katledenlerin davası sonuçlanmış, fotoğrafı ve adıyla haber olmuş.
MİT Başkanı oğlunu evlendirmiş. Oğlu, adıyla ve fotoğrafıyla haber olmuş.
MİT Mensupları adli vakalara karışmış çarşaf çarşaf haber olmuş.
25 Temmuz 2018’de bir MİT mensubunun annesinin cenazesine devlet erkanı katılmış ve MİT Başkanı’nın da katıldığı cenaze fotoğrafı haber olarak yayınlanmış.
Hani şehit yakınlarını konuşuyoruz ya...
Şehit bir MİT’çinin amcası açık ismiyle hükümet medyasında programa katılıp yeğenini anlatmış. MİT, artık hayatta olmayan bir MİT mensubunun kızının anlatımlarıyla belgesel hazırlayıp kendi sayfasında yayımlamış.
Sayın Hakimler, öyle sıradanlaşmış ki...
Ben tutuklandığım gün Hükümet medyası bir MİT mensubuyla, adını ve soyadını vererek röportaj yapmış. MİT mensubu ifşa olmanın ne kadar kötü olduğunu anlatmış. Bunu anlatırken de kendi adı soyadı yayımlanmış.
Uzağa gitmeyeyim…
Suçlandığımız davanın savcıları kısa süre önce 7 Şubat MİT Kumpası’nın iddianamesini yazdı. Orada FETÖ tarafından mağdur edilen MİT mensubunun adını, soyadını, doğum yerini, anne-baba adını, hatta kimlik numarasını yayımladı. Açın bakın o iddianamenin 43 sayfası MİT’le ilgili yazı ve haberlere verilen referanslardan oluşuyor. Bir tanesi hakkında bile MİT Kanunundan soruşturma açılmamış.
Bütün televizyonlar canlı yayındayken MİT binası açılıyor, istihbaratçılar görünüyor, MİT binaları görünüyor. MİT’in yurtdışı operasyonlarını devletin Anadolu Ajansı servis ediyor.
Biz bile 2015 yılında çıkan Mahrem kitabımızda kumpas davalarına giren MİT belgelerine referans vererek FETÖ’yü anlatmışız.
Uzatmayayım…
Sayın Hakimler;
Mecelle’de “kötü misal emsal olmaz” der. Öte yandan “mücrim sayısı çoğalırsa suç ortadan kalkar” da der.
83’ten beri olan, 2014’te altı çizilen MİT Kanunu öyle bir hale gelmiş ki toprak altında kalmış. Görülüyor ki uzun süredir bizi cezalandırmak için kenarda bekleyenler, onu kazıyıp bizim için çıkardı. Yalnız bu davanın sanıklarına uygulanan bir hukuk yarattı.
KARARINIZDA BUNLAR OLSUN
Sayın Başkan, Sayın Üyeler;
Bir karar vereceksiniz. Ne olduğunu bilmiyorum. Dediğim gibi merak da etmiyorum. Fakat bir beklentim var.
Kararınızda 19 Şubat’tan 3 Mart’taki Odatv haberine kadar binlerce paylaşım, onlarca haber yapıldığı halde neden sadece iki haber, iki mesajın seçilip bu davadaki sekiz kişinin sanık yapıldığının yanıtı olsun.
Kararınızda 19 Şubat’tan 3 Mart’a kadar gerek Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarıyla, gerek Meclis’te yapılan basın toplantısıyla, sağır sultanın bile duyduğu Facebook-Twitter paylaşımlarıyla, Afrika medyasında bile haber olacak kadar aleni hale gelen bir bilginin nasıl gizli sayıldığının yanıtı olsun.
Kararınızda yüzlerce insanın katıldığı, protokolün poz verdiği, MİT Başkanı’nın çelenk gönderdiği, milletvekilinin de belediye başkanının da saf tuttuğu bir cenazenin nasıl sır görüldüğünün yanıtı olsun.
Kararınızda 19 Şubattan 3 Mart’a kadar hiçbir habere ya da paylaşıma erişim engeli bile istemeyen savcıların, 3 Mart gecesi bir anda harekete geçip sabahı bile bekleyemeden polisleri yataktan kaldırıp beni telefonla gözaltına aldırmalarının sebebi olsun.
Kararınızda kendi yazdıkları iddianamelerde bile MİT mensuplarının kimliğini açıkça yazan savcıların bir anda MİT Kanununu fark etmesinin sırrı olsun.
Kararınızda gizli diyerek avukatların bile uzak tutulduğu dosyadan savcıların yandaşlarına nasıl bilgi sızdırdıklarının yanıtı olsun.
Kendim için de bir şey söyleyeyim.
Kararınızda “Odatv Haber Müdürü” olmanın suçlu olmak için yeterli sayılmasının yanıtı olsun.
AÇIKÇA KONUŞULDUĞUNDA ONLAR UTANACAK
Sayın Hakimler;
Bir birkaç satırlık habere, bir de ona düşmanca bir cevap olan soruşturmaya, iddianameye, mütalaaya bakıyorum. 6 insanı aylarca tecrit altında tutan özel infaz sistemine bakıyorum. Gece yarısı yapılan bize özel kanun düzenlemesine bakıyorum.
Bu davanın suçu bulan değil, suçu üreten bir dava olduğunu görüyorum.
Bu dava kanunların kötüye kullanımıdır. Varlığı suçtur. Kanunun adalet ile karşı karşıya getirilmesidir.
Söyledim…
Biz gazeteciler gerektiğinde “Pro jure contra legem”, “adalet için kanunlara karşı” deriz. Kanunlarla çamurlaştırılan bu bataklıkta, nefes almak için dışarda tuttuğumuz başımızın üstünde adaleti taşıyoruz.
Anlattıklarımız var anlatmadıklarımız var.
Söylediklerimiz var, yarına bıraktığımız sözlerimiz var.
Hatırladıklarımız var, aklımızdan çıkarmamak üzere tuttuklarımız var.
Emin olun, bu soruşturmanın başından sonuna kadar yaşanmış tüm “olağanüstülükler”in bizde yanıtları var. Bir gün açıkça konuşulduğunda eminim ki utanan biz olmayacağız.
Sayın Başkan, Sayın Üyeler;
Bu mahkemede doğal olarak siz yukarıda biz aşağıdayız. Aklımı bu salonun dışına çıkararak, aynı ülkenin sizinle eşit bir yurttaşı olarak sesleniyorum.
Kumpas davalarına bakan hakim, savcı, polislerin herkesçe bilinen iftar buluşmasının fotoğraflarını haberleştirdiğim 2009 yılından bugüne, tam 11 yıldır, çeşitli bahanelerle ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyorum. Hapis yattım çıktım, yine yattım yine çıktım, yine yatar yine çıkarım.
Kendim için değil, ülkem için, adalet için tek dileğim; kararınız başından sonuna suç olan bu soruşturmanın, bu iddianamenin, bu davanın, bu mütalaanın devamı olmasın. Bırakın bu suç, bu kağıttan kuleyi kuranların üstüne devrilsin."
MURAT AĞIREL: AKILLANMIYORUZ, DERS ÇIKARMIYORUZ
Murat Ağırel savunmasında, “Sputnik'te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı. Savcılık mütalaasında da aynısı yer alıyor. Ben bunları yaşadım. Ergenekon davasında da yaşadım. Biz bunları adaletle aşacağız. Siyasi gücün mahkeme salonlarına girmeseni engelleyerek yapacağız bunu. İnsanlık tarihi boyunca üzerinde durulan en önemli konulardan biri adalettir” dedi.
“Akıllanmıyoruz, düşünmüyoruz, ders çıkarmıyoruz” diyen Ağırel, şu ifadeleri kullandı:
“Adil olanın güçlü, güçlü olanın da adil olmadığı sürece biz tekrar tekrar bu durumları yaşayacağız. Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk. Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz. Yarın daha başka bir yapıdan bahsedeceğiz. Yargı bağımsız, adil ve cesur olmadıkça yargıyı ele geçirmek isteyen siyasi güçlerin desteklediği yapılar ve bu yapıların emir eri olmuş savcı ve hâkimlerden bahsetmeye devam edeceğiz.”
‘KUMPAS DAVALARI DÖNEMİNDE NE YAŞADIYSAK BU DAVADA DA AYNISINI YAŞADIK’
Amacının mahkemeyi töhmet altında bırakmak değil, aksine uyarmak olduğunu kaydeden Ağırel, şöyle devam etti:
“FETÖ kumpas davaları döneminde ne yaşadıysak bu dava sürecinde de noktası ve virgülü ile aynısını yaşadık ve yaşıyoruz. Kumpas davaları düzmece belge, sahte delil, gizli tanık, yalan ve iftiraya dayalı zorlama yorum ve varsayımlarla üretilmiş suçlamalardan oluşuyordu. Bugün yargılandığımız bu dava da aynı özellikleri taşıyor.
O günkü davalarda da masumiyet karinesi yok sayılıyordu. Bugün de yok sayılıyor. O gün de tutuklamalardan önce gazetelerde hedef gösterilip linç ediliyorduk bugün de. O gün iddianameler teknelerde, kapalı kapılar ardında hazırlanıyordu ki bu ortaya çıktı. Bugün de yalılarda hazırlandığı konusunda bir algı var. O gün gazeteler iddianame yazıyor, TV kanallarında yargılama yapıyor, köşe yazarları hüküm veriyordu bugün de böyle bir algı var. O gün de mahkemelerde savcılar, yargıçlar bizi dinlemiyor, dilekçelerimizi okumuyordu bugün de bizleri dinlemiyor ve dilekçelerimiz okunmuyor. O gün de kararlar kes kopyala yapıştır şeklinde veriliyordu bugün de böyle bir algı var. Yani biz aynı Kumpas davaları sürecini yaşıyoruz.
Ben ‘Devrimciliğe’, ben ‘Halkçılığa’, ben ‘Cumhuriyetçiliğe’ inanan bir Türk evladı olarak bunu yapmalıyım. Bozulanı düzeltmeli, yıkılanı ayağa kaldırmalı, toplumu ayrıştıran uygulamaları ortadan kaldırmalıyım. Hakkı, “hakkı olana” teslim ederek, adil olarak özgürlükleri getirerek bunu yapmalıyım. Özetle yaşadıklarımızı, tarihe havale etmeden, yaşadıklarımızı başka vatan evlatları yaşamasın diye, ülkenin adliyelerinde bir bozulma varsa bunu düzeltmek için ben ‘bu davanın savcısı, hâkimi, katibi, mübaşiri’ olmalıyım.”
İSTİHBARAT VE CASUSLUK BU KADAR KOLAY MI?’
İlk celsede yaptığı savunmasını tekrar kronolojik olarak özetleyen Ağırel, “Bir kitabın bir sayfasıyla tüm kitap hakkında yorum yapamazsınız ama sayın iddia makamı caseofficer ifadesiyle öyle bir anlam katmış ki ben caseofficer ile MİT demişim. Siz buna inanıyorsunuz ben bir şey diyemem ama buradaki vicdanları siz inandıramazsınız. İddia makamı case officer ifadesini, meslek memuru ifadesinin karşılığı olarak kullandığım gerçeğini göz ardı ederek MİT’in Libya’daki faaliyetlerinin yabancı istihbarat mensupları tarafından anlaşılması için kullandığımı iddia ediyor. Bu kadar ağır ve ciddi bir iddianın delillerle ispatlanması gerekmektedir. Gerçekten istihbarat ve casusluk bu kadar kolay mı? Yani istihbarat kurumları tüm önlemleri almış ama bir gazeteci resmi twitter hesabından bir kelime ile tüm Libya faaliyetlerimizi nedensiz yere ifşa etmiş. Buna inanmamızı mı istiyor iddia makamı?” diye sordu.
‘ŞİMDİ KİMLER KİMİNLE ÇARPIŞTIRILIYOR?’
Amacının ‘ifşa’ olmadığını, sadece şehidi yad etmek olduğunu vurgulayan Ağırel, geçen aylarda AKP Medya İletişim Başkan Yardımcısı Emre Cemil Ayvalı’nın katıldığı bir programda sarf ettiği “Biz, Kemalistler ile Fethullahçıları birbiri ile çarpıştırdık” sözlerini de mahkemeye hatırlattı.
“O çarpıştırma dediği kumpas davaları oluyor” diyen Ağırel, şöyle devam etti:
“O davalarda Türk Ordusunun şerefli subayları, gazeteciler, yazarlar yargılandı hapsedildi. Murat Özenalp, Cem Aziz Çakmak, Kuddusi Okkır, Ali Tatar, Kaşif Kozinoğlu, Emcet Olcaytu, Türkan Saylan, İlhan Selçuk o günlerde hayatlarını kaybettiler. O davalarda ben de yargılandım. Soruyorum şimdi Sayın Başkan. Acaba şimdi kiminle kimler çarpıştırılıyor ki, biz yine böylesi bir davada yargılanıyoruz?
Yine ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ diyerek bir uzlaşma sonucu mu tutuklandık? Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve ben FETÖ ile mücadele eden, kumpas davalarında yargılanmış ve yeni 15 Temmuzlar olmasın diye çalışan, yazan ve anlatan kişileriz. Şu anda yaşadığımız dava süreci ve yöntemler kumpas davaları ile aynı demiştim. Biz yine neyin bedelini ödüyoruz? Bu soruların cevabını kim verecek?”
‘HANGİ KAÇMA ŞÜPHESİNDEN BAHSEDİYORSUNUZ?’
Mahkeme heyetinin hakkındaki tutukluluğa devam kararına gerekçe olarak ‘tanık beyanları, delillerin karartılma ihtimali, kaçma şüphesi’ni sunduğunu anımsatan Ağırel, savunmasını şöyle tamamladı:
“Mahkemenizin değerli heyetine soruyorum. Benim hakkımda; paylaştığım tweet mesajı dışında var olan ve bizlerin bilmediği deliller nelerdir. Tek delil tweet mesajı ise ben bunu da kabul etmişken neyi nasıl karartacağım. Hakkımdaki tanık kimdir? İlk celsede biz bu tanığı neden görmedik, dinlemedik. Haftanın üç günü gazetede yazı yazan, iki günü TV’de program yapan, sabit ev ve iş adresi bulunan, iki defa kendi iradesi ile ifade vermeye gelen kişide kaçma şüphesini nasıl gördünüz?
Kaçma şüphesi gördüğünüz ben ile ilgili bir fotoğraf göstermek istiyorum size. Bu fotoğraf 05 Ağustos 2013 tarihine aittir. Yani Kumpas Davası Ergenekon’un karar duruşmasının olduğu gün. Saat 05:30. Fotoğrafta benimle birlikte bulunan kişiler gazeteci Fatma Sibel Yüksek ve eşidir. Bizler tutuksuz sanıklar olmamıza rağmen, elimizde valizlerle tutuklanacağımızı bile bile duruşmaya geldik.
Tutuklanacağını bile bile duruşmaya giden az sayıdaki sanıktan biriyim. Siz hangi kaçma şüphesinden bahsediyorsunuz? Ben neden tutukluyum?"
BARIŞ PEHLİVAN'DAN 5 MADDEDE ÖZET
Barış Pehlivan, esasa ilişkin savunmasında şunları söyledi:
"Somut gerçeği 5 maddede özetlemeliyim.
1- Şehit cenazesi haberi yayınlayarak suç işlediğim söyleniyor.
Biz… Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini/ fotoğraflarını/memleketlerini/ mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadarsüre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini…
Sırasıyla…Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, Milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.
Özetle; şehit MİT mensubuna dair fotoğraflar ve bilgiler, Odatv’den çok önce açıklandı, yayınlandı ve yayıldı. Yani bizim yayınladığımız haberde şehit MİT mensubuna dair bize özel hiçbir yeni olgu yok.
ODATV O BİLGİLERİ YAYINLAMADI
2- Bu gerçeğe rağmen biz hem şehidin ailesini hem de MİT Kanunu’nu düşünerek ekstra bir hassasiyet gösterdik. Ve daha önce ifşa olmasına rağmen, şehidin soyismini, ailesinin isimleri ile soyisimlerini, cenazenin kaldırıldığı köyün adını yayınlamadık.
YAZMADIĞIMIZ ŞEYLE SUÇLANIYORUZ
3- İddia makamı da bu yadsınamaz gerçeğin farkında olarak, bizi asıl şehit cenazesinden bir kareyle suçladı. Gizli çekilmediği ortaya çıkan, şehidin tabutunun taşınma karesinde MİT mensuplarının da olduğunu iddia ettiler.
Ve biz, ilgili bir adet fotoğrafta MİT mensubu olduğu iddiasını ilk kez iddianameden öğrendik.
Yani ifşayı savcılar yaptı. Ki Odatv’nin haberinde; o fotoğrafta kaymakam, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşların olduğu yazıyordu. Sözün özü, yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz.
|