Virüs Dalgaları
Birinci Dünya Savaşı’na kadar grip, pek de önemsenmeyen “ev*cil" bir salgındı. Ancak, 1918 baharında acımasız bir düşman ke*sildi ve tam 15 milyon insanı gömdü. Savaş meydanlarında 15 milyon insanın ölmesi tam 4 yıl almıştı. Oysa grip aynı rakama kısa süre içinde ulaştı. 1918 yı*lında sadece ABD’de ölenlerin sayısı 550 bini bulmuştu, ki bu rakam ABD’nin Kore ve Vietnam savaşlarında verdiği ölü sa*yısından fazlaydı. Bu salgın sırasında Alaska köylülerinin tümü yok olurken, Hindistan’da 12 milyon kişi hayatını kaybetti.
Grip virüsü bilim tarafından 1933 yılında saptandı. Ancak onun binlerce yıldır dünyayı dolaştığı tahmin ediliyor. İlk grip salgınlarının başlangıcı ise, insa*noğlunun çiftliklerde at, domuz ve ördeği evcilleştirmesiyle eşza*manlı. Bugün ördek midesinin dünyanın en iyi çalışan grip fab*rikası olduğu kabul ediliyor.
Birçok grip salgınının da son yıllar*da yoğun ördek besleyen Çin’den kaynaklanması rastlantı değil. Bir grip salgını, genel olarak or*taya çıktığı bölgedeki toplam nü*fusun yüzde 25 ile 50’sini kısa sürede yatağa düşürebiliyor. Ölüm oranı ise yüzde 1 ’den daha düşük. Her yüzyılda düzensiz şe*kilde ortaya çıkan 3 ya da 5 bü*yük grip salgını yaşanıyor. Salgı*nın bir diğer özelliği de kısa süre*li oluşu. Bugün bilim birçok ciddi haftalığın aşısını keşfetmiş ol*makla birlikte, grip konusunda yetersiz kalıyor. Çünkü bu virüs, her 10 ya da 14 yılda bir genetik değişikliğe uğruyor, bu da onu yenilmez kılıyor.
Endemi, Epidemi ve Pandemi
salgın bir hastalığın, orta büyüklükte ya da geniş bir alanda hızlı bir biçimde yayılmasına “epidemi” adı veriliyor. Ancak bu tanımı fark*lı biçimde yorumlayan bilim insanları da var. Onlara göre epidemi, herhangi bir sağlık durumunun, kronik olsun ya da olmasın ortaya çıkması ve beklenenden daha fazla sayıda insanı etkilemesi. Yani, bu ta*nımda önemli olan etkinin beklenenden fazla olması. Onlar İçin sağlık so*runu yaşanan bir kentte, yılda 100 hepatit vakasının görülmesi bir ende*mi. Ama herhangi bir kentte birdenbire aşırı derecede fazla Creutzfeldt-Jakob hastalığına rastlanması bir epidemi. Bir epidemi, AIDS hastalığı gi*bi gezegenimizin büyük bir bölümünü tehdit eder hale gelince “pandemi” adını alıyor. Bugün Dünya Sağlık örgütü, “Global Outbreak Alert and Res*ponse” adlı bir bilgi ağı oluşturmuş durumda. Bu, salgın hastalıkların seyrini izleyen bir dizi laboratuvar verilerinden oluşuyor.
Biyolojik Emperyalizm
Amerikan yerlisi uzaktan gelen bir atlı görür. Siyah elbisesi ve uzun şapkasıyla bir misyonere benzemektedir. Yüzü korkunç de*liklerle doludur. Kiowa yerlisi ya*bancıya “Sen kimsin” diye sorar. “Ben Çiçek”im der yabancı. Yerli bu kez ne iş yaparsın diye sorar. “Ölüm getiririm” der Çiçek. Ger*çekten de Kristof Kolomb ile baş*layan ve daha sonra İspanyol isti*lacılarla süregelen Amerika kıtası*nın keşfi sırasında, 100 yıl gibi kı*sa bir sürede çiçek salgınları tam 100 milyon Amerikan yerlisini yoketti. 1490 yılında Amerika yerlileri dünya nüfusunun yüzde 20 sini oluşturuyordu. Bir yüzyıl sonra, çiçek hastalığı yüzünden bu oran yüzde 3’e düştü. İşgalciler, yeni kıtada ekonomik faaliyeti sürdürebilmek için Afrika’dan milyonlarca zenci köle getirdiler. Bu kölelerin çoğu yolculuklarda hayatını yitirdi. Tarihçiler köle ti*caretinin sürdüğü 350 yıl boyunca, Atlantik Okyanusu’nun 15 milyon Afrikalıya mezar olduğunu söylü*yorlar Belki de bu nedenle Porte*kizliler, köle taşıyan kalyonlarına “tumbieros” yani “yüzen mezar*lar” adını vermişlerdi.
Bütün virüslerin en büyüğü olan çiçek, Eskidünya’da ilk kez Ortadoğu’da ortaya çıktı. Eşek ve ineklerde görülen bu hastalık, bu hayvanların evcilleştirilmesiyle insanlarla da tanıştı. Peki ama bir hastalık nasıl oldu da birkaç bin İspanyol maceracısının tüm Ame*rika kıtasını fethetmesine olanak sağladı, Afrika ile Amerika ara*sındaki demografik dengeyi alt üst etti ve bugün Karayiplerle ABD’nin kara bir nüfusla dolma*sına yol açtı?
Her ırkın kendi mikrobu var; Aztek kralı Montezuma, Hernan Cortes’in çiçek hastalığı taşıyan adamlarını karşılıyor.
1400’lere gelindiğinde Eskidünya at, eşek, keçi, koyun sığır gibi hayvanları evcilleştirmişti; Bu yardımcıların ve protein ihti*yacının karşılanmasının bedeli ise onların mikroplarını paylaşmak oldu. Ancak büyük kayıplar verdikten sonra, zaman içinde bu mikroplara karşı bağışıklık kazandılar. Orta Amerika halkları ise, mısır ve fasulye yetiştiriyor, hayvanları evcilleştirmekle ilgi*lenmiyordu. Son Buzul Çağı orta*da evcilleştirecek hayvan da bı*rakmamıştı. Nitekim Aztekler, protein ihtiyacını karşılamak için her yıl 50 bin insanı kurban edi*yorlardı.
Böyle olunca hayvanlar*la birlikte gelen hastalıklara karşı en küçük bir bağışıklıkları yoktu. İki toplumun keşiflerle karşılaş*masında yerliler yığınlar halinde ölürken, işgalciler ayakta kalıyor ve hatta hızla ürüyorlardı. Bu du*rumun en büyük etkilerinden biri de, Amerikan yerlilerinin kendi tanrılarına olan inançlarını yitir*meleri oldu. Bu nedenle misyo*nerlerin de çalışmasıyla, kısa sü*rede yığınlar halinde Hıristiyanlı*ğı seçtiler ve bu dinin en katı uy*gulayıcıları oldular.