Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Kültür | Sanat | Edebiyat > Türk Edebiyatı > Türk Edebiyatı Ustaları


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 14.04.2016, 22:03   #1
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri







Türk yazar, şair ve devlet adamı.

19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin en önemli devlet adamlarından birisidir ve en çok eser veren Tanzimat çağı yazarlarındandır. Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte “batılılaşma” kavramını ilk defa ortaya atan Osmanlı aydınları arasında yer alır.

Sultan Abdülaziz döneminde Avrupa'ya kaçarak Genç Osmanlılar arasına katılmış ve gazete çıkararak devrin hükûmeti ile mücadele etmişti; yurda dönüşünde çeşitli valiliklerde bulunmuş ve son görev yeri olan Adana'da hayatını yitirmiştir.

Hayatı
1825 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Babası, Galata Gümrüğü'nde kâtiplik yapan Erzurum'un İspir ilçesinin Kerab köyünden Ferideddin Efendi, annesi Itır Hanım'dır.

Asıl adı "Abdülhamid Ziyaeddin''dir.

Öğrenimine Kandilli’de başladı; Süleymaniye yakınlarındaki “Mekteb-i Ulum-i Edebiye”de devam etti. Özel derslerle Arapça ve Farsça öğrendi. Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi'nde katip olarak çalıştı. Bu sırada devam ettiği Arapça ve Farsça dersler ile klasik edebiyatta ustalığını ilerletti; devrin şair ve alimlerinin bir araya geldiği Lebib Efendi Konağı’ndaki toplantılara katıldı.

Şairlikte ve Sadaret Kalemi’ndeki başarılarını takdir eden Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın aracılığıyla 1855'te sarayda Mabeyn Katipliği'ne atandı. Bu sırada Fransızca öğrendi. Molière’in Tartuffe adlı eserini “Tartüf yahut Riyanın Encamı” adı ile çevirerek Türk edebiyatının ilk manzum tercüme piyesini ortaya koydu.

Louis Viardot’un “Endülüs Tarihi”, Cheruel ve Lavelle adlı yazarların “Engizisyon Tarihi” adlı eserlerini Fransızcadan Türkçe'ye çevirdi. Bir yandan da Hersekli Arif Hikmet Bey’in Laleli’deki evinde düzenlenen Encümen-i Şuara Topluluğu toplantılarına katıldı.

1859’da Mustafa Reşit Paşa’nın vefatından sonra sadrazam olan Mehmet Emin Ali Paşa ile anlaşamadığından yeni görevlere atanarak saraydan uzaklaştırıldı. Bu sırada yazdığı “Terci-i Bend” şiiri ile ilk defa edebiyat alanında ün sağladı. 132 beyit uzunluğunda, divan tarzında bir eser olan bu şiirde kainat ve dünyayı yeni bir bakışla kavrama çabası görülür ve devrin hükümeti üstü örtük olarak eleştirilir. Saraydan uzaklaştırıldıktan sonra önce Atina elçiliğinde görevlendirilen Ziya Paşa, 1861'de Kıbrıs Mutasarrıfı oldu ve “Paşa” ünvanını aldı; Kıbrıs’ta sıtmaya yakalandığı gibi bir çocuğunu ve babasını orada kaybetti; 1863'te Amasya, 1865’te Canik Mutasarrıfı oldu; 1866’da İstanbul’a dönebildi; Kıbrıs dönüşü hasta olan eşini de kaybetti.

Yönetime muhalif olan İttihak-ı Hamiyet Cemiyeti'nin (sonraki adıyla Yeni Osmanlılar) üyesi olan Ziya Paşa, Diyarbakırlı Flip Efendi’nin çıkardığı Muhbir Gazetesi’ndeki hükumeti eleştiren yazılar yayımlaması yüzünden Nisan 1867’de yeniden Kıbrıs'a atandı.

Kısa bir süre önce saraya küskün olarak Paris’e yerleşen Osmanlı devlet adamı ve Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, İstanbul'a gönderdiği bir adamı vasıtasıyla Ziya Paşa’yı ve birkaç ay önce Erzurum’a vali muavini olarak atanan ancak gitmeyen Namık Kemal’i Paris’e davet etti; onlara geçimlerini sağlayacak kadar para tahsis edeceğini bildirdi. İki şair, Avrupa’ya gidip Mustafa Fazıl Paşa’nın koruyuculuğunda kalemleri ile hükümete muhalefet etme teklifini kabul ettiler. Kendilerine gerekli gördükleri kimseleri de beraberinde getirebilecekleri bildirilmişti. Ali Suavi ile Agah Efendi’yi de davete karar verdiler. Mithat Paşa’yı gidişlerinden haberdar ettikten sonra birlikte Fransız Büyükelçiliğinin yardımı ile ülkeden kaçarak İtalya’nın Messina Limanına gittiler.

Namık Kemal




Ziya Paşa, Namık Kemal ve Messina’da buluştukları Suavi Efendi, 30 Mayıs 1867’de Paris’e vardı. Mustafa Fazıl Paşa’yı konağında ziyaret ettiler. Yaşça büyüklüğü nedeniyle Ziya Paşa grubun lideri durumundaydı.

Avrupa hayatı Paris’te başlayan Ziya Paşa, kısa bir süre sonra Paris sergisi için şehre Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in gelecek olması nedeniyle geçici olarak ülkeden ayrılmayı uygun buldu. 30 Haziran 1867’de Namık Kemal, Agah ve Suavi Efendilerle birlikte Londra’ya gitti. Ziya Paşa, Abdülaziz’in Avrupa seyahatinin devamında Londra’ya gelmesi üzerine Brighton’a çekildi ancak Sultan’a “Ziya Paşa’nın Arzuhali” adlı dilekçe şeklinde yazılmış eserini sundu. Eser, sadrazam Ali Paşa aleyhine yazılmış siyasi tenkit ve hicivdir.

Yeni Osmanlılar, Abdülaziz’in seyahatinden sonra çalışma programını oluşturdular; bu programa göre Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın "Hürriyet" adlı bir gazete çıkarması kararlaştırıldı. Hürriyet'in ilk sayısı, 29 Ağustos 1868’de çıktı. Bu ilk sayıda Ziya Bey’in Osmanlı kabinesini yeren bir yazısı yayımlandı. Yazı, Abdülaziz ile barışıp İstanbul’a dönmüş olan Mustafa Fazıl Paşa’nın istediğinden çok daha ağır bir makale idi; Mustafa Fazıl Paşa bu nedenle Genç Osmanlıları tahsisatlarını kesmekle tehdit etti. Genç Osmanlılar’ın eleştirel yazılarına engel olmak için Hariciye Nazırı Fuat Paşa'da daha önce Londra elçisine bir yazı göndererek bu yayınların İngiliz hükümeti ile anlaşarak durdurulmasını istemişti. Bu nedenle Ziya Paşa İngiltere’de soruşturmaya uğradı ve kefaletle serbest kalabildi.

Mustafa Fazıl Paşa’nın yardımlarının gittikçe azalması üzerine Mısır Hidivi İsmail’in desteğini kabul eden Genç Osmanlılar, bu destek ile gazeteyi çıkarmayı sürdürdüler. Namık Kemal’in yönetiminde çıkarılan gazetede zaman zaman Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın birbirine zıt fikirler içeren makaleleri yayımlandı. Ziya Paşa’ya göre ülkenin içinde bulunduğu kötü durumun sebebi vezirlerin suistimali, Namık Kemal’e göre ise sistemin bozukluğu idi. Ziya Paşa yazılarında açıkça Ali Paşa hükümetine hücum ediyordu. Bu durum, Ali Paşa ile anlaşamayan Mısır Hıdivi’ni memnun ediyordu. Ancak Namık Kemal Mısır Hidivi aleyhine polemik yürütüyordu. Aralarındaki anlaşmazlık, Namık Kemal’in Mustafa Fazıl Paşa’nın isteğine uyarak 6 Eylül 1869’da gazeteden ayrılmasına yol açtı.



Mısır Hidivi İsmail Paşa

Öfkeye kapılan Ziya Paşa, elindeki toplu parayı Mustafa Fazıl Paşa’ya geri gönderip Cenevre’ye çekildi. Hidiv İsmail’in kendisiyle temas kurup destek sağlaması üzerine 13 Eylül 1869’dan itibaren gazete Cenevre’de Ziya Paşa yönetiminde çıkmaya başladı. Ziya Paşa bir süre sonra Londra’ya geçti ve burada da Hürriyet'i yayımlamayı sürdürdü. Gazetenin 78. sayısında Ali Suavi’nin “Ali Paşa Muhakemesi” başlıklı makalesinde bulunan “Ali Paşa’nın öldürülmesi gerektiği” yolundaki ifadeler nedeniyle İngiliz makamları tarafından tutuklanan Ziya Paşa, kefalet ile serbest kalınca Fransa’ya kaçtı. 1870 yılı Nisan ayında İsviçre’ye geçti ve yeni bir matbaa kuramayınca Hürriyet'i 89. sayıdan itibaren taşbasması olarak çıkardı. Gazete, son sayısını 29 Mayıs 1870’de yayımladıktan sonra kapandı.


Hürriyet'in kapanmasından sonra yeni bir gazete çıkarmak isteyen ancak bunu başaramayan Ziya Paşa'nın İstanbul’a dönmesine sadrazam Ali Paşa’nın ölümünden (8 Ağustos 1871) sonra izin çıktı.
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
5 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 14.04.2016, 23:02   #2
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri


İstanbul’a döndükten sonra 1872-1876 arasında çeşitli memuriyetliklerde görevlendirildi. Bir süre geçim sıkıntısı çekti. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve yerine II. Abdülhamit’in tahta çıkarılmasından sonra kurulan Anayasa Komisyonu'nda yer aldı. Bu sırada Maarif Müsteşarlığı görevinde idi ancak müsteşarlığın işlerinden ziyade anayasa hazırlıkları ile uğraştı. Anayasanın 23 Aralık 1876’da ilan edilmesinden sonra Genç Osmanlılar’ı tutuklama ve sürgünlerle çevresinden uzaklaştıran padişah Abdülhamit, Ziya Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırmak için vezir rütbesi ile Suriye’ye vali olarak gönderdi.


Üç buçuk ay süren Suriye valiliğinden sonra Konya’da bir yıl valilik yapan ve eğitimle ilgili çalışmalar gerçekleştiren Ziya Paşa, son olarak 1878 yılında Adana’ya vali olarak atandı. Adana’da eğitim ve kültür alanında faaliyet gösterdi. Bursa valisi Ahmet Vefik Paşa’yı örnek alarak bir tiyatro binası inşa ettirdi, temsil vermek üzere İstanbul’dan bir tiyatro heyeti getirtti ve Fransızcadan piyes tercüme etti. İmarla ilgili faaliyetlerde bulundu; Gülek nahiyesinde bir rüştüye açtı.




2 yıla yakın valilik yaptığı Adana’da 17 Mayıs 1880’de sirozdan hayatını kaybetti. Büyük bir cenaze töreninin ardından Adana Ulu Camii yanına defnedildi. 1881 yılında Adana valisi Abidin Paşa tarafından Ziya Paşa için türbe yaptırıldı. Türbenin etrafı 1960'larda park haline gelmiştir.

Dayım Ziya Paşa'nın mezarında



İki evlilik yapmış olan Ziya Paşa'nın ilk evliliğinden Hayali Bey, Seniha Hanım, Vahid Ziya Bey adlı üç çocuğu olmuştur; ikinci evliliğini Saadet Hanım ile yapmıştır.


Eserleri



Zafername

Şairin Sadrazam Ali Paşa’yı över gibi görünüp alaya aldığı, hicvettiği şiirlerinden oluşan eseridir. Kaside, Şerh ve Tahmis adlarıyla birbirini tamamlayan üç bölümden oluşmaktadır.


Şiir ve İnşâ

Harabat adlı antolojiden 7 yıl önce kaleme alınan bu makalede Ziya Paşa, divan şiirini yermiş, halk şiirini de göklere çıkarmıştır. Yedi yıl sonra kaleme aldığı Harabat Mukaddimesi’nde ise bu durumun tam tersi görülmektedir. Ziya Paşa bu tutarsızlığı sebebiyle edebiyat çevrelerinde çok eleştirilmiştir. Bu makale Londra’da yayınlanan Hürriyet gazetesinin 7 Eylül 1868 sayılı nüshasında çıkmıştır


Rüyâ

Londra’da Hürriyet gazetesinin 68. Ve 69. Sayılarında çıkan bu eser, Ziya Paşa’nın tıpkı Zafername eserinde olduğu gibi Ali Paşa’yı yerdiği bir eserdir. Ziya Paşa’nın Londra’da Hampton Court’ta bir bahçedeki bankta otururken, Ali Paşa’nın azledilmesini ve yerine geçmeyi arzulamasını konu eden bir rüyadan hareketle yazdığı siyasi hicivlerdendir.



Arz-ı Hâl



Ziya Paşa, 1867’da Sultan Abdülaziz’e sunduğu bu kitapçık, memleketin o günkü durumundan ve Ali Paşa’ya öfkesinden bahseden bir nesir olma özelliği göstermektedir.


Veraset Mektupları

1868’de yazılan mektupların veraset kanunundan mağdur olan Mustafa Fazıl Paşa’nın hukukunu korumak üzere kaleme alındığı bilinmektedir.


Eş’ar- Ziya veya Külliyat-ı Ziya Paşa

Ziya Paşa’nın bu isimler altında yayımlanan kitaplarında yer alan şiirleri bir ikisi dışında tamamiyle Divan tarzındadır. Münacaat, mersiye, kaside ve gazellerinde bilhassa hayal sistemi, duyuş ve düşünüş bakımından eskinin samimi takipçisidir. Gazellerinin bir kısmında yeni bir ruh ve tavır da dikkatleri çekmektedir. Mesela Avrupa’dan edindiği intibalardan hareketle, Doğu-Batı alemlerini karşılaştırmak üzere yazdığı ve devrinin esaslı bir kritiği durumundaki:

“Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm
Dolaşdım mülk-i İslamı bütün virâneler gördüm


beytiyle başlayan şiiri bunlardan birisidir. Eski edebiyatımızda gazel genellikle lirik duyguların terennümünde kullanılmışken, Ziya Paşa’da bu durum biraz değişmiş ve şair, hikmetli sözleri, sosyal ve siyasi tercihleri ortaya koyan ateşli fikirlerini bu nazım türüyle ifade etmiştir. Mesela;

Kim ki kormaz Hak’dan andan korkar erbâb-ı ukûl
Her ne iserse yapar Hak’dan hirâsân olmayan

( Bütün akıl sahipleri Allah’tan korkmayandan korkar; çünkü o, Allah korkusu olmadığı için aklına her geleni yapar)

Nîk ü bed herkes bulur bir gün âlemde ettiğin
Kendi çekmezse ceza miras kalır evlâdına

(Bir gün herkes er ya da geç yaptıklarının karşılığını alır. Bu dünyada cezayı kendi çekmezse evlâdı çeker)



Harâbât

Ziya Paşa’nın Avrupa’dan döndükten sonra tertip ettiği ve 1875’te İstanbul’da basılmış olan bu eser, üç büyüt ciltlik bir Divan Edebiyatı antolojisidir. Bu kitabın asıl önemli tarafını “Mukaddime-i Harabat” kısmı teşkil eder. Bu eserin dikkate değer başka bir tarafı da Ziya Paşa’nın yüzünü artık kesin şekilde eskiye çevirdiğini göstermiş olmasıdır. Bu sebepledir ki Namık Kemal’in “Tahrib-i Harabat” ve “Takip” adlı eserlerinden oluşan şiddetli eleştirilerinden kurtulamamıştır.

Defteri Amal (anı niteliğinde)

Terkîb-i bend




Şinasi ile Namık Kemal arasında, Tanzimat Edebiyatı’nın belli başlı özelliklerini sanatında toplayan Ziya Paşa; bununla birlikte, bizde Divan şiirinin son büyük temsilcilerindendir. Bu köklü şiir geleneğimizin hemen her türünde muhtevadan şekle, üslûba kadar tam bir devamı diyebileceğimiz tarzda şiirler yazmış olması, bunun açık delillerindendir. Hece ölçüsüyle kaleme aldığı ve:

Akşam olur güneş gider şimdi buradan
Garip garip kaval çalar çoban dereden,
Pek körpesin esirgesin seni Yaradan,
Gir sürüye kurt kapmasın gel kuzucağım!
Sonra yârdan ayrılırsın, âh yavrucağım!

mısralarıyla başlayan meşhur türküsü dışında, bütün şiirleri eskinin peşini bırakmaz.

Lakin her şeye rağmen onun sanatını yeni kılan bir taraf vardır ki; o da düşünce sistemidir.

17. yy. Fransız klasikleriyle beraber, 18. yüzyıl Fransız romantiklerini ve filozoflarını okuyarak yetişen Tanzimat aydınının duygu ve düşünce hususiyetleri, Ziya Paşa’da da aksetmiştir. Kendisi ve Tanzimat Edebiyatı’nın ilk nesli, eserlerinin her türlü kusurlu, noksan taraflarına ve hatta zaman zaman görülen bazı acemiliklerine rağmen; Batı’dan aldıkları birtakım orijinal fikirlerle memleketimizde yeniye samimiyetle kucak açmışlardır. O da diğerleri gibi sosyal ve siyasi mahiyetteki eserlerinde realizme yaklaşmış; ferdî duyguların hakim olduğu yerlerde ve bilhassa şiirlerinde ise romantizme ağırlık vermiştir.

Fikren Avrupaî bir edebiyatı arzu eden Ziya Paşa, duyguları ile adeta yerli kalmaya özen göstermiştir, denilebilir. Böylece eserlerinde Doğu-Batı düalitesi (ikililiği) –tıpkı arkadaşlarında olduğu gibi- garip bir şekilde tecelli ve devam etmiştir.

Ne var ki Harâbât sahibi Ziya Paşa, klasik zevkinin çizgisinde şeklen ve rûhen eskiyi devamda kararlı görünmüştür. Bu bakımdan o, eserlerinin şeklinden ziyade fikir yönü ile, Batı tesiri altında Yeni Türk Edebiyatı’nın kurulmasında, oldukça büyük hizmetlerde bulunmuştur. Şinasi ve Namık Kemal gibi, Tanzimat’ın getirdiği bütün teklifleri benimseyerek, yeni fikirleri eski nazım şekliyle dile getirmiştir. Fakat eskinin estetik hüviyetinin ağır bastığı Ziya Paşa’yı ve sanatını tam anlamıyla Avrupaî kabul etmemiz mümkün değildir.




Eserlerinin Özellikleri


Tanzimat çağı yazarları arasında Namık Kemal ve Abdülhak Hamit Tarhan’dan sonra en çok eser verenlerden birisi Ziya Paşa’dır. Daha çok şiir tarzında eser verdi.

Eserlerinde baskıcı yönetime karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savundu. Batılılaşma yanlısı, yenilikçi Tanzimat Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer aldı. Namık Kemal ve Şinasi ile birlikte yeni Türk edebiyatının temellerini attı. Türk edebiyatının kendi geleneğine sahip çıkmasını istedi, şiir ve yazı dilinin halkın dili olması gerektiğini savundu.

Şiirlerinde divan şiir biçimlerini kullandı ama içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işledi. "Terci-i Bend" ve "Terkîb-i Bend" isimli iki şiirinde ise insanın yargısı ve gerçeği kavramanın olanaksızlığı, Tanrı'nın mutlak egemenliği gibi metafizik konular üzerinde durdu. Bu iki ünlü manzume, başlıbaşına bir eser olarak pek çok defa basıldı.

1874-1875'te Arap, Fars ve Türk şairlerin şiirlerini "Harâbât'' adlı 3 ciltlik ansiklopedide topladı. Antoloji için yazdığı manzum önsöz, “Mukaddeime-i Harabat”, ayrı bir eser olarak da basılmıştır. Bu önsözde divan edebiyatını övmesi, Namık Kemal ile aralarının bozulmasına sebep olmuş; Namık Kemal karşılık olarak "Tahrib-i Harâbât" adlı manzumeyi kaleme almıştır.

Ziya Paşa'nın manzum eserlerleri önce damadı Hamdi Paşa tarafından “Eş’ar-ı Ziya” adıyla, daha sonra Süleyman Nazif tarafından ”Külliyat-ı Ziya Paşa” adı altında birer ciltte toplandı. Ali Paşa’yı hicvetmek için yazdığı “Zafername” adlı bir manzumesi de vardır.

Ziya Paşa, şiir dışında siyasi konular üzerine küçük kitaplar kaleme aldı. “Rüya”, “Veraset-i Saltanat-ı Seniyye”, “Ziya Paşa’nın Arzuhali” bu eserlerdendir. Gazetelerde yazdığı makaleler arasında Hürriyet’in 7 Eylül 1868 tarihli 11. sayısında yayımladığı “Şiir ve İnşa” başlıklı makalesi çok meşhur olmuştur. Bu makalesinde şiirde halk şiirinden faydalanmak ve halkın anlayabileceği dili kullanmak gerektiğini söyler.

Engizisyon Tarihi ve Endülüs Tarihi adlı iki Fransızca tarih kitabını Türkçeye kazandırdı; Molière’in Tartüffe eserini Türkçeye çevrirerek Türk edebiyatının ilk manzum piyesini ortaya koydu. Jean-Jacques Rousseau’dan yaptığı "Emile" tercümesi yayınlanmış eserleri arasında yer aldı.


Tercümeleri

Viardot’tan, Endülüs Târihi'ni, (Endülüs Tarihi Ziya Paşa’nın ilk tercüme çalışmasıdır. Viardot’tan çevirdiği bu eserde süslü, sanatlı bir nesir dili hâkimdir.)


Cheruel ile Lavallee’den, Engizisyon Târihi'ni,Engizisyon TarihiZiya Paşa’nın Lavelèe ile Chèuel’den çevirdiği bu eser, Endülüs Tarihi’ne nispetle daha sadedir. İspanya’da Engizisyon Mahkemelerinin durumu ele alınarak özellikle Musevilere yapılan baskılar, zulümler anlatılır.


J. J. Rousseau’dan "Émile ou de l’éducation" adlı eserini, Emile Ziya Paşa’nın Rousseau’dan Türkçeye çevirdiği bu eser, en önemli tercümeleri arasındadır.

Moliere’den Tartuffe’ü tercüme etmiştir.
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 17.04.2016, 12:30   #3
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

Terci-i Bend Ziya PAŞA

Asıl anlamı "bendleri döndürmek, çevirmek" olan tercî'-i bend, en az üç bendden oluşan ve her bendindeki beyit sayısı genellikle 4-10 arasında olan bir nazım şeklidir.

Her bende hâne veya tercî'-hâne, bendleri birleştiren beyitlere de vâsıta denir. "Hâne"ler genelde gazel veya kaside gibi kafiye dizilişine sahiptir.

Vasıta beyti ise bendlerden bağımsız olarak kendi içinde kafiyeli olup her bendin sonunda aynen tekrar edilir. (Aşağıda yeşil olarak işaretlidir)Tercî'-i bendler mersiye (ağıt), medhiye (övgü), hiciv (yergi), toplumsal eleştiri gibi çok farklı konularda yazılmıştır.

Tercî'-i bend, Türk edebiyatında 19. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmıştır. Ziya Paşa'nın tercî'-i bendi bu nazım biçiminin Türk edebiyatındaki en meşhur örneklerinden olup, medhiye-övgü-ululamayı içerir.
.....

Giriş

Dünya üzerinde yaşan insan âcizdir. Yaratılmışların en şereflisi olduğu halde, değirmene atılmış bir taneye benzer. Bir gün muhakkak ufalıp un haline gelecek yani yok olacaktır.

Şunu bilmemiz gerektir ki, dünya yüzünde meydana gelen olayların hepsi Allah’ın eseridir. Önceden takdir edilmiş hüküm ne ise o olur. Bu hükmü durdurmaya veya geciktirmeye kimsenin kuvveti yetmez. Hayatımızdaki (doğru veya yanlışlar) sözde sebeplerden başka bir şey değildir.

I. Bend

Bu kârgâh-ı sun' aceb dershânedir,
Her nakş bir kitâb-ı ledünden nişânedir.

Üzerinde yaşadığımız bu dünya, tuhaf bir dershaneye benzemektedir. Dünya üzerinde gördüğümüz her güzel nesne, ilâhî kitaptan bir belirtidir.

Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır,

Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.

Dünya, felâkete sebep olan bir değirmendir. İnsan ise bu değirmenin içine atılmış başıboş bir taneciktir.

Mânend-i dîv beççelerin iltikâm eder,

Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir.

Şu köhne dünya konağı öyle tuhaf bir yuvadır ki
dev gibi kendi yavrularını yer.

Tahkîk olunsa nakş-ı temâsîl-i kâinât,
Ya hâb ü ya hayâl ü yâhud bir fesânedir.

Kainatta görülen şeylerin aslı araştırılsa ya uyku, ya hayal, ya da efsane olduğu anlaşılır.

Müncer olur umûr-ı cihân bir nihâyete,
Sayfın şitâya meyli, bahârın hazânedir.

Nasıl ki yazın meyli kışa, ilkbaharın meyli de sonbahara ise, dünya işleri de bir sona ulaşır.

Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl,
Her i’tikâd akla göre gâibânedir.

Her şeyin aslını iyice kavramaya insan için imkan yoktur. Her inanç akla göre gizlidir.

Yârab! Nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç?
İnsanın ihtiyâcı ki bir lokma nânedir.

Ey Allah'ım, insanın ihtiyacı bir lokma ekmek olduğu halde bu karışıklığın çekişmenin sebebi nedir?

Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda,
Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir.

Bu açık mavi gök kubbede her zerre kaza okuna hedeftir. Ondan (kazadan) korunmak için bir siper yoktur.

Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd,
Zâhirdeki savâb ü hatâ hep bahânedir.

Allah tarafından takdir olunmuş hüküm ne ise o, gerçekleşecektir. Görünüşteki doğru veya yanlış, hep sözde sebepten başka bir şey değildir.

Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât,
Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamânedir.

Bütün olaylar ne feleğin yüzündendir ne de zamanın hükmünün gereğidir. Hepsi bir Fail-i Mutlak'ın (Allah'ın) güzel eserleridir.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatıyla, eserleriyle akılları hayrete düşüren, Kudretiyle anlayışları aciz bırakan Allah’ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak)

- II -

Ecrâm-ı bî-nihâye ile pürdür âsmân,
Nisbet olunsa zerre değildir bu hâk-dân.

Gökyüzü sonsuz yıldızlarla doludur.
Dünyamız bu yıldızlara nispet edilse (karşılaştırılsa) bir zerre kadar dahi değildir.

Bin şems-i tâbdâr ü hezârân meh-i münîr,
Yüz bin sevâbit ü nice seyyâre-i ıyân.

Binlerce parlak güneş ve ay, yüzbinlerce yıldız ve gözle görülen nice gezegen.

Her şems eder tevâbi-i mahsûsasiyle seyr,
Her tâbie tevâbi-i uhrâ eder kırân.

Her güneş kendine tâbi olan, uyan yıldızlarla birlikte döner. Bu uyanlara başka uyanlar yani peykler (uydular) katılır.

Her şems eder levâhikına neşr-i feyz-i hâs,
Her lâhikın tabiatı emsâline nihân.

Her güneş kendine uyanlara özel surette ışığını dağıtır-yansıtır. Her yıldızın kendine has özellikleri başka yıldızlar için gizlidir.

Her cümle merkezinde eder seyr-i bî-vukûf,
Her kıt’a mihverinde bulur feyz-i câvidân.

Her cümle (güneş sistemi) kendi merkezinde durmaksızın hareket halindedir. Her kıt’a ebedî verimliliği kendi ekseninde bulur.

Her cümle-i vesîada mebsût bin vücûd,
Her kıt’a-yı fesîhada meşhûd bin cihân.

Her geniş sistemde (güneş sisteminde) bin vücut açılıp yayılmıştır. Her geniş kafada, bin ayrı cihan meydana görünür.

Her bir vücûd masdar olur bin vücûd için,
Her bir cihân hezâr cihândan verir nişân.

Her bir varlık bin varlığa kaynaktır. Her bir dünya bin dünyanın göstergesidir.

Her zerrede tarîka-i mahsûsa üzre feyz,
Her cismde tabîat-ı mahsûsa üzre cân.

Her zerrede özel bir yol üzere feyz, her cisimde özel bir yaratılış üzere can vardır.

Her âlemin sinîn ü tevârîhi muhtelif,
Her bir zemînde başka hisâb üzeredir zaman.

Her alemin yılları, tarihleri başka başkadır. Her bir yerde zaman başka hesap üzeredir.

Peyvestedir sevâhili girdâb-ı hayrete,
Bir bahrdır ki hâsılı bu bahr-ı bî-kerân.

Bu, ucu bucağı olmayan öyle bir denizdir ki, hayret girdabının sahillerine bitişiktir.(Uzaydaki kusursuz düzen insanı hayretler içerisinde bırakmaktadır.)
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)

- III -

Bir zerredir ki zerre-i nâ-müntehâ-yı hâk,
Bir zerre hârice edemez andan infikâk.

Sonsuz bir toprak parçası olan dünyamız alt tarafı bir zerreden ibarettir. Dünyamızdan en küçük bir parça bile harice gidemez.

Lübbü lehîb-i nâr ile bir gûy-ı âteşîn,
Kışrı mecâri-i yemm ü nehr ile çâk çâk.

Yeryüzü (dünya) içi ateşle dolu olan yuvarlak bir cisimdir. Dışı ise (kabuğu), denizlerin ve nehirlerin açtığı yataklarla parça parça bir hale gelmiştir.

Nisbetle kışrı hacmine ol lübb-i âteşin,
Şol kubbedir ki ferş oluna anda berg-i tâk.

Dünyanın ateşle dolu olan içinin hacmi yanında, kabuğu, o kadar incedir ki, üzerine asma yaprağı döşenen bir kubbeye benzetilebilir.

Bu kışrdır ki cümle-i hayvâna rûz u şeb,
İhzâr-ı rızk u tûşe için eyler inhimâk.

Bu kısır (yani kabuk—dünyanın dış yüzü) bütün mahlûklara gece gündüz yiyecek yetiştirmeğe çalışır.

Gâhî teneffüs eyleyicek ejder-i zemîn,
Kûh-ı şerer-feşânlar eder arzı lerze-nâk.

Yeryüzünün ejderi bazı bazı nefes alacak olsa işte o zaman ateşler saçan dağlar dünyayı titretir: (Magma harekete geçer, kısır parçalanır, bu hareketten depremler ve yanardağlar meydana gelir.)

Ol zerre-i cesîmeyi fânûs-ı şem’-vâr,
Olmuş muhît tûde-be-tûde nesîm-i pâk.

O büyük zerreyi (yer yuvarlağını) temiz hava (teneffüs etmeye yarayan hava) fenerin mumu kapladığı gibi kaplamış bulunmaktadır.

Kim rûz u şeb o sofra-i âlem-şümûlden,
Her nefs rızkın almada ber-vech-i iştirâk.

Öyle ki, âlemi kaplayan bu sofradan herkes gece gündüz kendine düşen payı almaktadır.

Bu noktadır yemîn ü şimâli beyân eden,
Eyler cihâta akl bu merkezden insilâk.

Sağı ve solu anlamamıza yardım eden bu nokta (dünya) olduğu gibi aklın evreni anlamak için yola çıktığı nokta da burasıdır.

Zerrât-ı kevn bunda bulur neşve-i hayât,
Efrâd-ı halk bunda çeker cür’â-yı helâk.

Canlı varlıkların hepsi hayata geliş sevinçlerini burada (dünyada) tadarlar. Ölüm içkisini de burada (dünyada) içerler
Husbîde-i firâş-ı emândır nüfûs hep,
Bir top-ı şû’le-nâkde bî-kayd-ı vehm ü bâk.

Herkes, içi ateş dolu olan bu topun üzerinde korku ve kuruntudan uzak olarak güvenlik içinde uyumaya devam etmektedirler.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)

- IV -

Dendân-ı şîre lokma olur âhuvân-ı zâr,
Bir gûsfendi tû’me kılar gurk-i cân-şikâr.

İnleyen ahular, arslanın dişine bir lokmadır, (lokma olur) Bir koyun ise can avlayan (can alan) kurt için sadece bir yiyintidir.

Bî-cürm iken gıdâ-yı anâkib olur meges,
Mâ’sum iken kebûteri şâhin eder şikâr.

Sineğin hiçbir kabahati yokken örümceklere gıda olur. Güvercin de masum olduğu halde, şahinin avı olmaktan kurtulamaz.

Âciz iken ukâba giriftâr olur keşef,
Gûk-ı zaîfi kût edinir bî-vesîle mâr.

Güçsüz kaplumbağa da tavşancıl kuşunun esiri olur; yılan da hiç suçu bulunmayan (gücü olmayan) kurbağayı kendine yem yapar.

Bî-cünha mâkiyân-beçeyi çâk eder zagan,
Bî-sâbıka dü pâre eder mûşu mûş-hâr.

Alıcı kuş, kabahati olmayan piliçleri parçalar; aynı durumda olan sıçanı da iki parça eder.

Güncişk-i zâr-ı bâşe-i perrân helâk eder,
Eyler tezervi pençe-i gadrinde bâz hâr.

Yüksekte uçan atmaca küçücük serçeyi öldürür. Doğan da sülünü pençesine geçirmekte zorluk çekmez.

Mâr-ı zemîne lokma olur mürg-i tîz-per,
Mürg-i hevâya tu’me olur mâhî-i bihâr.

Hızlı uçan kuşlar yer yılanına lokma olurlar. Denizlerde yaşayan balıklar da uçan kuşların yemi olurlar.

Gavvâsı hırs-ı gevher eder lokma-i neheng,
Kebgi ümîd-i dâne eder teleye şikâr.

Dalgıcın mücevher (inci bulma) tutkusu, timsaha yem olmasına sebep olur. Kekliğin tuzağa düşmesine sebep taneleri yemek ümididir.

Dürdâne-i derûnu için çâk olur sadef,
Âvâzıdır kafesde eden bülbülü nizâr.

Sedefin parçalanmasına sebep içindeki inci içindir. Bülbülün güzel sesidir ki, onun kafeste inlemesine sebep olur.

Bîdesterin helâkine hayye olur sebeb,
Katl-i samûr-ı zâra olur postu medâr.

Kunduz, yumurtası için öldürülür. Samurun öldürülmesine sebep ise postundan, kıymetli kürkünden ötürüdür.

Gâlib zebûnu kâidedir eylemek telef,
Yerde, hevâda, bahrde cârî bu gîrûdâr.

Kuvvetlinin zayıfı yok etmesi öteden beri bir kuraldır. Bu savaş, yerde, havada, denizde hükmünü yürütmektedir. (Hâlâ sürmektedir.)
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)

- V -

Gâh âfitâb u gâh kevâkib gehi cemâd,
Oldu ilâh-ı mu’tekad-ı zümre-i ibâd.

İnsanlar, bazen güneşe, bazen yıldızlara bazen de cansızlara Allah diye kulluk ettiler.

Geh icl ü gâh âteş ü Yezdân u Ehrimen,
Geh nûr u zulmet oldu kazâyâ-yı i’tikâd.

Bazen öküz, bazen ateş, kimi vakit Yezdan ve Ehrimen, bazı zamanda nur, bazen karanlık, inanç konusu oldu.

Akl u cemâl ü aşk ilâh oldu bir zaman,
Bütlerle doldu bir nice yıl cümle-i bilâd.

Bir müddet akıl, güzellik ve aşk ilâh olarak kabul edildi. Şehirlerin hepsi putlarla doldu.

Encâm erdi nevbet-i tevhîd-i zât-ı Hak,
Geldi zuhûra bunda da bin fitne bin fesâd.

En sonunda Allah’ın bir olduğuna (birliğine) inanma dönemi başladı. Ama bu sefer de bu inanma işine bin fesat, bin fitne karıştırıldı.

Geh ayn u gâh gayr sanıp halk u hâlıkı,
Geh cem’e gâh farka ukûl etti i’timâd.

Halk, yaratan ile yaratılanı kimi zamanlar bir olarak kabul ettiler, bazen de ayrı saydılar. Yani yaratan ile yaratılanı bazen birleştirip bazen ayırdılar.

Oldu hezâr zât denip geh sıfâta ayn,
Bir aslda gehî nice asl etti ittihâd.

Bazen Allah’ın “sıfatları” ile kendisi bir tutuldu ve bu yüzden binlerce “Tanrı sıfatı”ndan ötürü Tanrı benliği ortaya çıktı. Tanrılar çoğaldı. Bu yüzden bir asılda birçok asıl birleşti.


Her şahs nefs unsuruna nisbet eyleyip,
Aklınca bir ilâh-ı müşahhas eder murâd.

Her şahıs, kendi isteğine göre somut bir Allah tasavvur etmeğe başladı.

Yek-dîgere ne rütbe muhâlifse şahs u akl,
Âlemde ol kadar mütehâliftir i’tikâd.

Şahıslar ve akıllar birbirlerine ne kadar karşıt iseler inanışlar da o kadar değişken olur.

Hikmet budur ki âherine hasm olur bilip,
Her kavm kendi mesleğini menhec-i sedâd.

Gerçek odur ki, her kavim tuttuğu inanma yolunu biricik doğru yol kabul ederek başkalarına, kendi gibi düşünmeyenlere düşman olur.

Ammâ bu ihtilâf ile maksûdu cümlenin,
Bir hâlıka hulûs ile etmektir inkıyâd.

Bu farklılıklara rağmen herkesin bir isteği vardır: O da, bir yaradana içtenlikle itaat etmek, inanmak ve tapmaktır.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 17.04.2016, 12:32   #4
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

- VI -

Güller güler figânla geçer ömr-i andelîb,
Bîmâr ihtizârda ücret diler tabîb.
Güller gülerken (kokularını etrafa salarken) bülbül ömrünü feryatla geçirir; hasta ölüm halindedir, doktor ücret ister.


Mânend-i lâşe nâ’ş-ı tüvanger zelîl ü hâr,
Kerkes misâl vâris ü gassâl nâ-şekîb.
Zenginin cesedi, horlanarak bir tarafta beklerken, mirasa konanlarla ölü yıkayıcılar akbabalar gibi sabırsızdırlar.


Bâlîn-i nâza hâce-i şehr eyler ittikâ,
Hâk-i mezellet üzre yatır aç bir garîb.
Zengin şehir efendisi bin naz ile yastığına yaslanır. Aç bir garip ise sefalet içinde hayatını sürdürmeye çalışır.


Pertev-fürûz-ı bezm-i tarab şem-i hande-rîz,
Pervâne-i şikeste-per üftâde-i lehîb.
Etrafa ışıklar saçan mum, neş’e ve coşkunluk meclisini aydınlatır. Kanadı kırılmış olan pervane, alevin tutkunudur, ona âşıktır. (Bu yüzdendir ki, onun kucağına atılır.)


Sûm ü basal çü nergis ü lâle güşâde-leb,
Mahbûs künc-i mahfaza-i tengnâda tîb.
Sarımsakla soğan, nergisle lâle gibi zambakgiller ailesine mensup olan bitkiler kokularını açıkta etrafa saçarken, (esans) cinsinden güzel kokulu şeyler, bir mahfaza içine hapsedilmiştir.


Bister-nevâz-ı izz ü safâ ahmak-ı hasîs,
Külhan-nişîn-i züll ü hevân âkıl-i hasîb.
Değeri olmayan ahmak zevk ve safa yatağında yatar; soylu ve akıllı olanlar ise alçaklık ve hakaret külhanında, sefil bir biçimde perişan olarak yaşarlar.


Geh devlet-i cihândan eder cehl behre-yâb,
Geh lokma-i aşâdan eder akl bî-nasîb.
Cehalet, çok zaman dünya nimetlerinden payını alır; buna karşılık bazen akıl (akıllı), akşam yemeği bulamaz.


Makbûl-i bezm-i sohbet olur müfsid-i leîm,
Menfûr-ı tab’-ı âlem olur nâsih-i musîb.
Alçak kışkırtıcı sohbet meclislerinde itibar görür, beğenilir; akla yakın öğütler veren kişilerden nefret edilir.


Gâhî muhakkar-ı cühelâ şâir-i beliğ,
Gâhî musahhar-ı humakâ fâzıl-ı edîb.
Kimi vakit sözü değerli bir şair, cahillerin hakaretine maruz kalır; bazen bilgili bir edip ahmakların maskarası haline gelir.


Bir âcizin maîşeti noksan-pezîr olur,
Bir zâlimin umûru eder kesb-i fer ü zîb.
Bir yoksul geçimini sağlayamazken, bir zalimin ise her işi yolunda giderek gelişir, büyür.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,

Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)
- VII -

Yârab! Nedir bu dehrde her merd-i zû-fünûn,
Olmuş belâ-yı akl ile ârâmdan masûn!
Allah’ım, bu dünyada her bilgili insan, neden akıl belasıyla (aklı olduğu için) rahattan uzak kalmıştır?


Yârab! Niçin bu arsada her şahs-ı ârifin
Mikdâr-ı fazlına göre derdi olur füzûn?
Allah’ım dünya yüzünde, bilgili kişilerin dertleri niçin olgunlukları oranındadır? Olgunlukları arttıkça dertleri de artmaktadır.


Her hangi sûya atf-ı nigâh etse bî-huzûr,
Her hangi şey’e sarf-ı hayâl etse aklı dûn.
Kişi hangi tarafa baksa huzursuzdur. Herhangi bir iş için hayal kursa aklı almaz, aklı yetersiz kalır.


Mümkün müdür ki hakîkat-i eşyâyı vezn ü derk?
Mîzan-ı akla dirhem-i tâdil iken zunûn.
Zanlar, şüpheler, akıl denen teraziyi değiştiren dirhemler gibi vazife görürken, eşyanın içyüzünü (gerçeğini) tartmak ve anlayabilmek mümkün olabilir mi?


Güncîde-i basîret olur mu bu acz ile?
Haysiyyet-i havâdis ü keyfiyyet-i şuûn.
Aklın ve anlayışın bu beceriksizlik ve güçsüzlüğü ile olayların esas ve niteliğini anlayabilmek, sezebilmek kabil midir, kabil olabilir mi?


Gûyâ ki bunca mihnet ü gam az gelip olur,
Bir de tahakküm-i cühelâ ile bağrı hûn.
Bilgili kişiye bu kadar sıkıntı ve gam sanki az geliyormuşçasına bir de cahillerin baskısından doğan ıstırap ve işkenceye katlanmak mecburiyeti doğar.


Bilmem ki muktezâ-yı nizâm-ı cihân mıdır?
Dâim cihânda câhil olur mes’adet-nümûn!
Bilmem ki, dünyada cahil kişilerin mutlu olmaları cihanın intizamı bakımından muhakkak gerekli midir?


Cârî cihân cihân olalıdır bu kâide,
Bir akmak-ı denîye olur ehl-i dil zebûn.
Dünya dünya olalıdan beri bu hep böyle devam etmiştir: Gönül adamları, Allah’ı iyi anlamış kimseler, bön bir alçağın elinde güçsüz kalıp oyuncak olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.

Nâdânı firâz-ı izz ü saâdette ser-firâz,
Dânâ hazîz-i acz ü mezellette ser-nigûn.
Cahil, böylece şeref ve mutluluk mevkiinde yükselirken, bilgin aşağılık çukuruna tepe taklak yuvarlanır.

Nâdânı kâm-perver eder tâli’-i bülend,
Ehl-i kemâli sâil eder baht-ı vajgûn.
Yüksek, iyi tâlii, cahili isteklerine erdirip rahata kavuşturduğu halde, kötü, uğursuz talii, bilgili, olgun adamı dilenci durumuna düşürerek mutsuz eder.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)
- VIII -

Düştü cüdâ naîm-i safâdan Ebü’l-beşer,
Oldu Halîl’e tecrübe-geh gerden-i beşer.
İnsanların babası sayılan Âdem Peygamber, cennet nimetlerinden uzak düştü. Halil (İbrahim Peygamber) oğlunun boynunun kesilmesi emriyle imtihan edildi.


Yâkûb’u kıldı firkat-i ferzend eşk-bâr,
Oldu cenâb-ı Yûsuf’a çâh-ı belâ makarr.
Yakûb, oğlundan ayrıldığı için acı gözyaşları dökmüştür. Yusuf, kuyuya atılarak belâya uğramıştır.


Eyyûb’u illet-i beden inletti zâr zâr,
Minşâra eyledi Zekeriyyâ fedâ-yı ser.
Hazret-i Eyyûb’u bedenindeki hastalık sürekli olarak inletti. Zekerriya’nın başı testereyle kesildi.

Başı kesildi gadr ile Yahyâ-yı mürselin,
Çıktı semâya zulm ile İsî-i bî-peder.
Yahya Peygamber’in başı bir hiç uğruna ve acımasızca kesildi. Babası olmayan İsa bin türlü derde uğrayarak göğe yükseltildi.


Tâif’de nâ’li lâ’le dönüp oldu hem şikest,
Yevm-i Uhud’da dürre-i nâb-ı Peygamber.
Hazret-i Peygamber’in Taif’de ayakkabısı kanla doldu. Uhud savaşı gününde ise inci dişi kırıldı.

Taş bağladı mecâ’ ile batn-ı pâkine,
Dünyâya rağbet eylemedi seyyidü’l-beşer.
Hazret-i Peygamber, açlık yüzünden temiz karnına taş bağladı ye böylece dünyaya önem vermediğini göstermiş oldu.


Te’sîr-i semm ile eyledi Sıddîk irtihâl,
Oldu şehîd-i tîg-i kazâ âkıbet Ömer.
Ebubekir zehirlenmek suretiyle öldürüldü. Ömer, en sonunda, bir kader kılıcı ile şehit edildi.


Encâm erdi câmi-i Kur’ân şehâdete,
Âhir cenâb-ı Haydar’a da etti tîg eser.
Sonunda Kur’an’ı toplayıp düzenleyen Hazret-i Osman da şehit edildi. Hazret-i Ali de şehit olmaktan kurtulamadı.


Mesmûmen etti zât-ı Hasan Adn’e intikâl,
Mazlûmen oldu Şâh-ı şehîdân bürîde-ser.
Hazret-i Hasan, zehirlenmek suretiyle cennete göç etti. Zulme kurban olarak Hüseyin’in de başı kesilerek şehid edildi.

Her kimde aşk gâlib ise kurb-ı Hazret’e,
Ol denli andadır elem ü derd-i bîşter.
Görüldüğü gibi Allah’ı kim çok seviyorsa ona manevî yakınlık gösteriyorsa, acıyı da en çok bu gibi şahıslar çekmektedir.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)
- IX -

Kimdir bu aczi hâss kılan nev’-i âdeme?
Kimdir bu nev’i eşref eden cümle âleme?
İnsanoğluna bu güçsüzlüğü veren soma da insanları bütün dünyanın en şerefli yaratığı haline getiren kimdir?


Şeytân u nefsi kimdir eden âlet-i şürûr?
Kimdir koyan zebûn-ı hevâyı cehenneme?
Şeytanı ve öz benliği kötülüklere kim âlet etmiştir? Arzu ve tutkularına mağlup olan kişileri cehenneme koyan kimdir?

Mansûr’u kim düşürdü Ene’l-hak diyârına?
Kim verdi hükm katli için şer’-i erkeme?
Mansur’u “Enelhak” diyarına düşüren kimdir? Daha sonra şeriat kanunlarına göre onu ölüme götüren hükmü kim verdi?


Kimdir şarâbı hurmet ile telh-kâm eden?
İ’mâl-i câm ü bâdeyi kim öğreten Cem’e?
Şarabı haram kılıp acılaştıran sonra da Cem’e kadeh ve şarap yapmasını öğreten kimdir?


Kimdir Yehûd’u münkir-i i’câz-ı Hakk eden?
Kimdir Mesîh’i nefh kılan zât-ı Meryem’e?
Allah’ın mucizelerine karşı Yahudi milletini inkâra sevkeden kimdir? İsa’yı, Hazret-i Meryem’i nefhederek dünyaya gelmesine sebep olan kimdir?


Kimdir veren cesâret-i şerr ü fezâhati?
Süfyân’a, Ca’de’ye, Şemr’e, İbn Mülcem’e?
Tarihte kötülükleriyle tanınmış olan Süfyan’a, Câde’ye, Şemir’e, İbn-i Mülcem’e kötülük ve rezalet yapmak için cesaret veren kimdir?


Kimdir Nasîr-i Tûs’u Hülâgû’ya sevk eden?
Musta’sım’ı kim etti karîn İbn-i Alkem’e?
Nasîr-i Tûsî’yi Hulâgû’ya sevkeden ve Musta’sım’ı İbn-i Alkam’a yakın eden kimdir?


Kimdir veren alîle tedâvîye ihtiyâç?
Kimdir koyan meziyyet-i ıslâhı merheme?
Dert verdikten sonra onu iyileştirmek için çare aratan, ilâca iyileştirme özelliğini veren kimdir?


Zenbûr kimden eyledi tahsîl-i hendese?
Bülbüllere kim eyledi ta’lîm-i zemzeme?
Geometriyi arı kimden öğrendi? Bülbüllere ezgili ötmeyi kim öğretti?


Kimdir bu kârgâha çeken perde-i hafâ?
Kimdir veren tasavvur-ı teftîş âdeme?
Bu dünyaya gizlilik perdesini çeken ve sonra da perdenin arkasındakileri araştırma düşüncesini veren kimdir?
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)
- X -

Etmiş kimisi râhatın ikbâl için fedâ,
Olmuş kimi beliyye-i idbâra mübtelâ.
Kimisi bir mevki elde etmek için rahatını feda etmiştir. Kimisi de mevkiinden düşme belâsına uğradığı için dertlidir, üzüntülüdür.


Olmuş kimi tüvanger-i devrân iken zelîl,
Olmuş kimine serveti sermâye-i anâ.
Kimisi devrinin en zengin kişisi iken fakirliğe düşmüş; kimine ise zenginliği, talihi, dert olmuş, kendisine sıkıntı getirmiş.

Toplar kimisi vâris ü hâdis için nukûd,
Eyler kimisi servet için ömrünü hebâ.
Kimisi mirasçıları için veya “sonum ne olacak” endişesiyle para toplar; kimisi de yüklü bir servet elde etmek için hayatını feda etmekten çekinmez.


Düşmüş kimi tecessüs-i kibrît-i ahmere,
Olmuş kimine mûcib-i iflâs kimyâ.
Kimisi altın elde etmek için “kimya-simya” araştırmaları yapmaktadır; bazılarının iflasına bu, kimya araştırmaları sebep olmuştur.

Etmiş kimin harîs-i kıtâl arzû-yı şân,
Kılmış tama’ kimisini can-dâde-i vegâ.
Kimisi şan ve şerefe kavuşmak arzusuyla savaşıyor ve öldürüyor; kimisi, tamahkârlık yüzünden girdiği kavgada canını feda etmekten çekinmiyor.

Olmuş kimi musahhar-ı efsûn-ı çeşm-i yâr,
Olmuş kimi mukayyed-i gîsû-yı dil-rübâ.
Kimi sevgilisinin gönül alıcı büyülü gözlerine tutulmuş; kimisi de sevgilisinin saçına bağlanmış.

Etmiş hevâ-yı lâle kimin dâğdâr-ı gam,
Olmuş kimine derd-i gül ü yasemen belâ.
Kimi lâle yüzlü bir sevgilinin aşkı ile yanıp yakınmış; kimine de gül ve yasemin tenliler başına dert olmuş

Tefrîk için kimisi okur rukye-i füsûn,
Teshîr için kimisi yazar nüsha-i duâ.
Kimisi aşktan kurtulmak için büyü yapar; kimisi de aksine, sevgilisine güzel görünmek ve ona kavuşmak için dua muskası yazar.


Olmuş kimi safâ ile rind-i piyâle-keş,
Olmuş kimisi hırs ile üftâde-i riyâ.
Kimisi neşe içinde içki içen bir kalender olmuş; bazısı ise hırsı yüzünden ikiyüzlülüğe düşmüş.


Etmiş hulâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm,
Her şahs-ı hürü kayd-ı esâretle mübtelâ.
Sözün kısası, her hür olan insan kendine özel gereksiz isteklere tutularak hürlüğünü kaybedip esir hale gelmiştir.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)

- XI -

Mazlûma zâlim eyler iken zulm ü gadr ü âl,
Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl.
Zulmeden kişi, etrafındakilere acı çektirir, hile yapar ancak bu işlerin günah olduğunu hayaline bile getirmez.


Emvâl-i halkı sârik alıp sârikim demez,
Kâtil vebâl-i katle dahî vermez ihtimâl.
Hırsız, halkın mallarını çalar gene de ben “hırsızım” demez. Katil, adam öldürmenin günah olduğunu aklına bile getirmez.


Ber-vech-i hak beyân eder elbette fi’line,
Her hangisinden eyler isen ayrıca suâl.
Bu gibilerin hangisine sorarsanız sorunuz hepsi de yaptıklarını doğru ve haklı gösterecek bir beyanda bulunacaklardır.


Bir memlekette salb olunur kâtı’-ı tarîk,
Bir yerde mûcib-i şeref ü fahr olur bu hâl?Bir memlekette yol kesen kişi idam edilir; başka bir diyarda ise bu hal, şeref ve iftihar vesilesi olur.

Bir beldede hicâb-ı zenân ayb olur yine,
Bir şehrde bu hâlet olur bâis-i cemâl.
Bir memlekette kadınların örtünmesi ayıp sayıldığı halde, başka bir diyarda bu durum, kadınların güzelliklerini gösterecekleri için bir güzellik sebebi sayılır.


Meşreb olur şarâbı içip hurmetin bilir,
Mezheb olur hukûk-ı ibâdı görür helâl.
Bazı insanlar, şarabın haram olduğunu bildikleri halde içmekten kendilerini alamazlar. Bazı mezhep sahipleri de başkalarının haklarını yemeyi, helâl olarak kabul ederler.


Bir âkıl-i müsellemetü’l-etvâra mahrem ol,
Mişvâr u tavrını nazar-ı î’tibâra al.
Sırdaş olacağın insanların hal ve tavırlarını iyice anla. Hal ve tavrı bilinen ve akıllı olan birine sırlarını söyleyebilir ve onu sırdaş olarak kabul edebilirsin.


Seyret ne denlü vaz’-ı garîbi eder zuhûr,
Kim her biri cünûna olur başka başka dal.
Dünyada öyle insanlar vardır ki, bu insanların her biri başka deliliklere alâmet sayılacak garip vaziyetleriyle kendilerini belli ederler.


Vâbestedir hayâline ef’âli herkesin,
Kimse umûruna edemez nisbet-i dalâl.
Her insanın yaptığı iş, hayal gücüne bağlıdır. Hiç kimse yaptığı işi yanlış olarak kabul etmez.


Akl ü cünûnu, bâtıl u hakkı beyân için,
Yoktur cihânda hayf ki mîzân-ı i’tidâl.
Yazık ki, dünyada akıl ile deliliği, yanlış ile doğruluğu birbirinden ayırabilecek dengeli bir terazi yoktur.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)

- XII -


Eyler sabâh şâmı vü leyli nehâr eder,
Sayfı kılar şitâ vü hazânı bahâr eder.
Allah, akşamı sabah, geceyi de gündüz eyler. Yazı kış kılar, sonbaharı da bahar eder
.

Nez’-i hayât-ı hayy eder emvâta cân verir,
Eyler gubârı âdem ü cismi gubâr eder.
O, yaşayanların canını alır, öbür taraftan ölülere can verir; topraktan insan yaratır, vücudu toprak haline getirir.


Cism-i Halîl’e nârı eder nûr kudreti,
Nûru Kelîm’e hikmeti hem-reng-i nâr eder.Onun kudreti, İbrahim Peygamber’i (Halîl) yakacak ateşi (Nemrud’un hazırlattığı ateş anlatılmak isteniyor) nur haline getirir. Onun hikmeti, Hazret-i Musa’ya bu nurunu ateş olarak gösterir. Hazret-i Musa’ya bu nuru ateş olarak gösterirkenden kasıt şudur: “Kur’an, Musa’nın Peygamber olarak Allah katında bir kere otuz, bir kere on gün olmak üzere kırk gün kaldığını bildirir. A’raf suresi 142. Hz. Musa, kendisine gaipten sesler gelmeğe başlayınca derin bir ürperti ve coşkunluğa kapılır. Tûri Sînâ’da, Allah’a yüzünü göstermesi için yalvarır. Allah Musa’ya kendisini göremeyeceğini, buna dayanamayacağını buyurur. Musa, yalvarışlarına devam edince, Allah Nuru, Tûri Sînâ’da tecelli eder. Dağ bir anda yok olur. Çevreyi bir ince toz bulutu kaplar. Musa kapıldığı derin korku ve coşkunluk sonucu kendinden geçer.”

Leylî-i hüsnü çeşmine Şîrîn edip müdâm,
Ferhâd’ı derd-i aşk ile Mecnûn u zâr eder.

Leyla'nın eşsiz güzellikteki gözlerini Şirin'e verip, devamlı; Ferhad'ı aşk derdi ile Mecnun gibi inletir.


Demlerce bir tama’la kılar kalbi bî-huzûr,
Yıllarca bir emelle dili bî-karâr eder.
Kalbi, uzun süre açgözlülükle huzursuz hale getirir. Gönlü, yıllarca bir emelle doldurarak kararsız kılar.

Bir mülkü harîs-i bî-sitemkâr için yıkar,
Bir kavmi bir münâfık ile târumâr eder.
O, bir harîs ve zalim için bir mülkü yıkar. Bir kavmi ise bir nifakçı yüzünden karmakarışık (altüst) edebilir.


Bir cismi izz ü nâz ile sâd-sâl besleyip,
Encâm-ı kâr pençe-i merge şikâr eder.
O, bir insanı yüz yıl boyunca her türlü ihtimamı göstererek besler; sonra da ölümün pençesine bırakır.


Yüz yılda bir vücûdu kılıp genc-i ma’rifet,
Âhir yerin nişîmen-i hâk-i mezâr eder.
Bir vücudu yüz yıl süresince çeşitli bilgilerle bir marifet hazinesi haline getiren odur. Sonra da bu vücudu mezar toprağına bırakan yine odur.


Ârif odur ki mu’terif-i acz olup Ziyâ,
Bu hâdisât-ı câriyeden i’tibâr eder.
Ey Ziya, arif ve bilgili bir kişi isen, meydana gelen bunca olaylardan ibret alarak Allah’ın büyüklüğünü teslim eder, kendi güçsüzlüğünü kabul edersin.


Mülkünde hakk-ı tasarruf eder keyfe mâ yeşâ,
İsterse kevni yok eder isterse var eder.
Allah, mülküne istediği gibi hükmedebilir. İsterse kâinatı yok eder, isterse var eder.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,

Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih
ululamak, ikinci tesbih anmak)
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 17.04.2016, 14:06   #5
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

Terkib i Bent Ziya PAŞA

Terkib i Bent: Bentlerle kurulan uzun bir nazım biçimidir. Yaşamdan, talihten şikayet; felsefi düşünceler, dini, tasavvufi konular ve toplumsal yergilerin işlendiği şiirlerdir.

En az üç en fazla on bentten oluşur. Her bent genellikle 6 ila 10 beyitten oluşur. Bentlerin kafiye düzeni gazele benzer. Her bendin (terkib-hane, kıta) sonunda vasıta beyti denen bir beyit vardır. Her bendin sonunda farklı vasıta beyitleri kullanılır. Bunlar bentlerden ayrı olarak kendi aralarında uyaklanır.

Terkîb-i bend, Ziya Paşa'nın 1870'te, Cenevre'de iken Hürriyet'i tek başına çıkarmaya devam ettiği dönemde yazdığı ünlü şiirinin adıdır.

Ziya Paşa, bu eseri Bağdatlı Rûhî’nin Terkib-i Bend’ine nazire olarak 1870’te İsviçre’de yazmıştır.


I. Bent


Saki getir ol badeyi kim mâye-i candır,
Arâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır.
Sâki, canın cevheri, özü olan ve toplumda hor görülen kalender kimselerin gönlüne ferahlık veren içkiyi getir.

Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır
Sözü edilen içki, olgun kişilerin gönlüne neşe, alışkın olmayanların aklına da zarar verir.

Bir câm ile yap hatırı zîrâ dil-i vîrân
Mehcûr-ı hârâbat olalı hayli zamandır
Bir kadehle gönlümüzü hoş et; çünkü gamlı gönül, hayli zamandan beri meyhaneden uzak bulunmaktadır.

Sâkî içelim aşkına rindân-ı huda'nın
Rindân-ı huda vâkıf-ı esrâr-ı nihândır
Sâki, Allah için dünyadan elini eteğini çekmiş olan, kalender ve hoşgörülü kimselerin aşkına içelim; Allah yolunda dünyadan geçmiş olanlar, Allah’a ait gizli şeyleri bilirler.



Sâkî içelim rağmına süfi-ı harisin
Kim maksadı kevser emeli hıır-i cinândır
Sâki, ham sofunun inadına içelim; çünkü onun gayesi cennet şarabı, arzusu da cennet güzelidir.


Aşk olsun o pîr-ı mey-perverde-i aşka
Kim badesi sad-sâle vü sâkîsi civandır
Terbiye edilmiş aşk içkisinin en eski ustasına aşkolsun ki, içkisi yüz yıllık ve sakisi de gençtir.

Pîr-i meye sor mes'elede var ise şüphen
Vaizlerin efsaneleri hep hezeyandır
Bu meselede eğer şüphe ediyorsan o zaman şarabı yapan ustaya sor; vaizlerin anlattıkları sayıklamadır ve saçmadır.

Ben anladığım çarh ise bu çarh-ı çep-endâz
Yahşi görünür sureti amma ki yamandır
Benim anladığıma göre bu dünya hilekar bir dünyadır.
Yüzü güzel görünür ama (içi) kötüdür.


Benzer felek ol çenber-i fânûs-ı hayâle
Kim nakş-ı temâsîli serîü'l-cereyândır
Felek, hayal küresinin çemberine benzer
ki, aksettirdiği semboller, şekiller çok çabuk geçip gidiverir.

Sâkî bize mey sun ki dil-i tecribet-âmûz
Endişe-i encam ile vakf-ı halecândır
Ey saki bize şarap sun! Olgun gönlümüzü titreten ve endişe ettiren son bulma endişesi dursun.

İç bade güzel sev var ise akl u şuurun

Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun
Aklın varsa içki iç, güzel sev,
Dünya işlerine fazla kafayı takma.. (Ben çevirdim
II

Yetmez mi bu kasrîreviş-iağreb-i âlem
Bir menzile ermez mi aceb kevkeb-i âlem
Âlemin çok tuhaf ve mecburi olan gidişi yetmez mi? Dünya yıldızı acaba bir hedefe varmaz mı?

Şimdi uyuyanlar o zamanda uyanırlar
Bir subha resîde olur âhır şeb-i âlem
Âlemin gecesi, günün birinde muhakkak sabaha ulaşır. Şimdi uyuyanlar, o zaman uyanırlar.

Pâmâl eder encam kimin üstüne dönse
Agâz edeli devre budur meşreb-i âlem
Âlemin tabiatı, huyu, dönmeye başladığından beri hiç değişmemiştir. Kimin üstüne dönse sonunda onu ayaklar altına alır.

Bin böyle cihan zer ü sîm olsa yetişmez
Mümkün mü ki is'af oluna matlab-ı âlem
Bin cihan dolusu altın ve gümüş olsa yetmez;
Dünyanın isteklerini yerine getirebilmek mümkün mü?


Hâriçten eğer olsa temaşasına imkân
Müdhiş görünür heykel-i müsta'ceb-i âlem
Eğer dışarıdan izlemeye imkan olsa,
Dünyanın şaşkınlık uyandıran heykeli müthiş görünürdü.


Almış yükünü şöyle ki seyrinde halelsiz
Bir zerre dahi kaldıramaz merkeb-i âlem
(âlem denilen eşek) yükünü tam anlamıyla almış, sekteye uğramadan gitmektedir; aldığı yükten fazla bir zerre dahi kaldırmasına artık imkân yoktur,

Ebnâ-yı beşerde kalacak mı bu muâdât
Bilmem ne zaman doğrulacak mezheb-i âlem
İnsanoğulları arasında bu karşılıklı düşmanlık kalacak mı?
Bilmem, ne zaman düzelecek
insanlık alemi?

Her safhada bir şekl-i hakikat eder ibraz
Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem
Okul denilen dünya her gün yeni bir yaprak çevirerek, (dünya) gerçeklerini gösterir, sunar.

Bin ders-i maârif okunur her varakında
Yârab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem
Her yaprağında bin ders (bilgi) okunur, Allah'ım ne güzel okuldur bu dünya okulu

Bu cism-i kesifin neresi merkez-i kuvvet
Yârab ne matıyyeyle gezer kâlib-i âlem
Dünyanın (kuvvet) merkezi neresidir? Allah'ım (dünyayı) ne ile (ulaşım aracı) gezer bunca insan?
Subhâneke yâ men halaka'l-halka vasînâ
Subhâneke subhâneke subhâneke elîfâ

Ey halkları yaratıp alemi tanzim eden büyük ALLAH,seni bin kere kutsarım, överim anarım
III
Ey kudretine olmayan âğâz u tenâhî
Mümkün değil evsâfını idrâk kemâhî
Kudretine başlangıç ve son olmayan ey ulu Allah’ım, senin niteliğini tam olarak anlamak imkânsızdır.


Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî
Her nesne, varlığına en güzel şahittir. Her zerre, birliğine şahitlik eder.


Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri
Emrin eder ibraz bu envâr ile mâhı
Gücünün göstergesi diğer eserlerin ve güneştir. Emrinin kuvveti ise ışıklarla ayı ortaya çıkarmaktadır
.
(Ol deyince olması gibi)

Dil-sîr-i bisât-ı niamın mürg-i hevâyî
Sîrâb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî
Havadaki kuşlar, senin nimetlerinin sergilendiği sofranda doymuşlardır. Denizdeki balıklar, lûtfunun suyunu içerek kanmışlardır.


Eyler keremin âteşi gülzâr halil'e
Mağlûb olur peşşeye nemrud-ı mübâhi
Senin iyiliğin, kudretin İbrahim Peygamber için hazırlanmış olan ateşi bir gül bahçesi haline getirir. Kendini beğenmiş dinsiz Nemrud, bir sivrisineğe (beynine girmesi sebebiyle ağrısına dayanamayıp ölerek) mağlûp olur.


Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecektir
Mazlumların çıkmadadır göklere âhı
Zulüm görmüş kimselerin yakınmaları göklere çıkmaktadır. Adaletin, zulmedenleri ne zaman gelecektir?


Bigânelere münhasır enva'-ı huzûzât
Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhîSeninle ilgisi olmayanlar her türlü zevk içinde. Belâlar ise senin aşkınla ıstırap çekmekte olanlara ayrılmış bulunmaktadır.

Sensin eden idlâl nice ehl-i tarîki
Sensin eden ihdâ nice gümgeşte-i râhı
Doğru yolda olan birçok din ehlini yoldan çıkaran sensin. Yolunu şaşırıp sapıtmış olanlara da doğru yolu gösteren yine sensin.


Hükmün ki ola mûcib-i hayr u şer-i ef âl
Yarab ne içindir bu evâmir bu nevâhî
İşlerin iyi veya kötü gerçekleşmesi mademki senin hükmündedir, o halde bu emirler ve yasakları ne için koymuş bulunuyorsun Ey Allah’ım!


Sendendir ilâhi yine bu mekr ü bu fitne
Bu mekr ü bu fitne yine sendendir ilâhi
Bu tuzak ve fitne yine sendendir Allah’ım, bu aldatış ve karışıklık yine sendendir Allah’ım!
Güftî bikün ü bâz zenî seng-i melâlet
Dest-i men ü dâd-ı tu der rûz-ı kıyamet

Ulu Allah’ım, kulunu evvelâ yap! diye teşvik ediyor, sonra da-günâh işledin diye-ayıplıyor, kınıyor, çıkışıyorsun! Kıyamet günü eteğine yapışacağım.
IV

Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenadan
Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan
Ölümlülüğün kanla dolu çeşmesinden bir damla içen; başını bir daha belâlardan kurtaramaz.(Şu ölümlü dünya, belâlar ve ıstıraplarla doludur. Bu yüzden dünyaya gelenler, bu dertleri çekmek mecburiyetindedirler.)

Asude olam dersen eğer gelme cihâna
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazadan
Eğer mutlu olayım dersen dünyaya gelme,
Çünkü Dünyaya gelen ölüm taşından kurtulamaz


Sâbit-kadem ol merkez-i me'mûn-ı rızâda
Vareste olup dâire-i havf u recâdan
Korku ve rica sınırlarının dışına çıkıp Allah rızâsının emniyeti içinde sebat et.

Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adalet
Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezadan
Kararlarında adalet terazisi elinde olsun,
Eğer mahşer gününde hesap vermekten korkuyorsan.

(Eğer kıyamet günü kurulacak büyük mahkemeyi biliyor ve bu mahkemeden korku duyuyorsan adalet terazisini elinden bırakma, her şeyi doğrulukla yap)

Her kim ki arar bûy-ı vefa tab'-ı beşerde
Benzer ana kim devlet umar zıll-ı hümâdan
Kim insanın tabiatında vefa duygusu ararsa,
O kişi Huma kuşunun gölgesinden fayda bekleyene benzer.


Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dür ü güher yağsa semâdan
Yağmur yerine inci ve mücevher yağsa gökten.
Talihsiz olanın bahçesine bir damlası düşmez,

Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan
Baykuşun (ya da yarasanın) gözü ışıktan nasıl rahatsız olursa; olgun kişiliğe erişmiş olanları da cahil olanlar çekemezler, onlardan rahatsız olurlar.

Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer
Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan
Bu dünyada, her akıllı kişinin başında bir dert olmasına hükmedilmiştir,
Hiç akıllı insanlar içinde rahat yaşamış biri var mı?


Halletmediler bu lügazın sırrını kimse
Bin kafile geçti hükemâdan fuzelâdan
Bu bilmecenin sırrını hiç kimse çözemedi,
Bu dünyadan binlerce faziletli kişi ve bilgin geçti de.

(Şimdiye kadar, bilim adamlarından, fazilet sahiplerinden binlerce kişi gelip geçtiği halde, bu bilmecenin sırrını çözen bir kişiye rastlanmamıştır.)

Kıl san'at-ı üstadı tahayürle temaşa
Dem vurma ger arif isen çün ü çiradan
Sanatkârın sanatını hayranlıkla seyret,
Eğer bilgili bir kişi isen, nedeni ve niçini üzerinde durma.Eğer bilgi sahibi isen Allah’ın sanatını büyük bir şaşkınlıkla seyret: Nasıl ve niçinini sorma!
İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez

Yüce anlamları kavramak bu küçük akıl için gerekmez,
Zira bu akıl o kadar ağırlığı çekmez (anlamaz).
V

Cehrin ne safa var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde
Şu bir gerçektir ki dünyanın altınında ve gümüşünde (mal, mülk yani zenginliğinde) hiçbir safa yoktur.Çünkü insan ölürken yani öteki dünyaya giderken hepsini burada bırakır.

Bir reng-i vefa var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyi ü nehârında ne şems ü kamerinde
Şu gökyüzünün ne gece ve gündüzünde ne de güneş ve ayında bir vefa rengi var mıbir bak


Seyretti hava üzre denir taht-ı süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerindeSüleyman Peygamber’in tahtının havada seyrettiğini (yol aldığını) söylerler ama o saltanatın şimdi yerinde yeller esmektedir.

Hür olmak ister isen olma cihanın
Zevkinde safasında gamında kederinde
Bu dünyada eğer hür olmak istersen; dünyanın zevki, safası, gamı ve kederiyle ilgilenme.

Cânân gide rindân dağıla mey ola rizân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
Sevgili gitmiş, rindler dağılmış, içkiler dökülmüş, böyle bir gecenin seherinden hiç hayır umulur mu?


Hayr umma eğer sadr-ı cihan olsa da bilfarz
Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde
Bir kimsenin ırk ve mayasında (soyunda sopunda) bozukluk varsa o kişi dünyanın sadrazamı bile olsa ondan bir hayır umma..

Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde
Birçok beceriksiz, toy müneccim gökte yıldız arar da dalgınlıktan yolunun üstündeki kuyuyu görmez.


Anlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde
(Kuyuya düştükten sonra) Anlar ki dünyaya sözle düzen vermeye çalışırken kendisi birçok şeye kayıtsız kalmış ve ihmal etmiştir.

Ayînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

Ben her re kadar gördüm ise bazı mazarrat
Sâbit-kademim vine bu re'vin üzerinde
Sarf edilen sözlere bakılarak bir kişi hakkında karar verilmemelidir. Çünkü kişinin aynası sözleri değil, işidir. Bir insanın aklının derecesi meydana getirdiği işiyle ölçülür.

İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah

Yardımcısıdır doğruların hazret-i allah
İnsana bağlılık- sadık olmak yaraşır (işine- eşine- arkadaşlarına- topluma karşı) . Çünkü doğruların yardımcısı Hazret-i Allah ‘tır.
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.04.2016, 23:07   #6
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

VI

Gadr ede reayasına vâli-i eyâlet
Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezalet

Bir valinin halkına zalimce davranması, işkence etmesi, dünya ve ahret için ne bayağı ve alçakça bir davranıştır.


Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazada
Hak zahir iken bâtıl için hükmü imâlet
Hak ortada iken; mahkemede, hüküm verileceği sırada bir batıl için hükmü eğip bükmek insan olana lâyık bir hareket midir?

Kadı ola davacı vü muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet

Hâkim davacı, mübaşir ide şahit olan bir mahkemenin kararına adalet denir mi?

Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin
Bir kaç kuruşa müddet-i ümrünce hacâlet
Ey rüşvet alan eşek, bu ne alçaklıktır ki, birkaç kuruş için bütün ömrünce utanç içinde yaşarsın.

Lâ'net ola ol mâle ki tahsîline ânın
Yâ din ola yâ ırz veya namus ola âlet
Bir mal ki, din, ırz ve namus alet edilerek elde edilmiştir, o mala lanet olsun!

Âdem olanın hayr olur âdemlere kasdı
İnsanlığa insanda budur işte delâlet
İnsan olanın hemcinslerine hayrı dokunmalıdır. Bu alâmet insanda, insanlığı belirler.

İnsan ona derler ki ede kalb-i rakîki
Alâm-ı ben-i nev'i ile kesb-i melâlet
İnsan ona derler ki, şefkatli kalbi, insanoğullarının acıları ile kederlenir.

Âdem ona derler ki garazdan ola sâlim
Nefsinde dahi eyleye icrâ-yı adalet
Hiç kimseye gizli düşmanlığı bulunmayana (iyi) insan derler. Böyle biri kendisi için bile doğruluktan hiçbir zaman ayrılmaz.

Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hiyânet
Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet

Hainliği meslek edinmiş olanlar, görünüşleri itibariyle sadık insanlarmış gibi görünürler. Bazı kötü emelleri bulunan kişiler ise ilk bakışta doğru yolu gösteren (mürşit) kişilere benzerler.


Ekser kişinin suretine sîreti uymaz
Yârâb bu ne hikmettir ilâhi bu'ne halet
Birçok kişinin ahlâk ve tabiatı görünüşüne uymaz. Allah’ım bunun sebebi, hikmeti nedir? İlâhî, bu ne haldir?
Ümmîd-i vefa eyleme her şahs-ı degalde
Çok hacıların çıktı haçı zir-i begalde
Hilekâr kişilerin sözlerinde duracağını sakın ümit etme! Zira çok hacıların haçı koltuk altlarından çıkmıştır.

VII


Bir abd-i habeş dehre olur baht ile sultan
Dahhâk'in eder mülkünü bir gâve perişan
Habeşli bir köle, talihinin yardımı ile cihana sultan olur. Bir Gâve, Dahhâk’ın mülkünü perişan eder.
Gâve:İran mitolojisinde Dahhâk'in zulmüne karşı halkı ayaklandıran İranlı meşhur demirci.


İkbâline idbârınadil bağlama dehrin
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân

Dünyanın talih ve talihsizliğine bel bağlama. Zamanın çemberi bir dairede devredemez, dönmez.


Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhır
Elbette olur ev yıkanın hanesi viran

Zalim olan kimse, günün birinde muhakkak bir zulme uğrar. Ev yıkanın evi elbette yıkılır, perişan olur


Ekser görülür çünkü ceza cins-i amelden
Encamda âhenden ölür rahne-i sühan

Çok defa insan, yaptığının cezasını aynı şekilde yani “kısasa kısas” prensibine göre görür. En sonunda, törpünün de körlenmesi demir yüzündendir.


Tezkîr olunur la'n ile haccâc ile cengiz
Tebcîl edilir nûşirevan ile süleyman
Haccac ve Cengiz lanetle hatırlanır. Nuşirevan ile Süleyman ise ululanıp saygı ile anılır.

Kabil midir elfaz ile tagyir-i hakikat
Mümkün mü ki tefrik oluna küfr ile îmân
Gerçeği sözle değiştirmek mümkün müdür? Küfür ile imânı ayırmak mümkün mü ki?

Birhâkden inşâ olunur deyr ile mescid
Birdir nazar-ı hak'da mecûs ile müselman

Cami ile kilise bir topraktan inşa edilir; Allah’ın katında ateşe tapanla Müslüman biridir.


Her derdin olur çaresi her inleyen ölmez
Her mihnete bir âhir olur hem gama pâyan
Her derdin çaresi vardır, her inleyen ölmez. Her sıkıntıya, her kaygıya bir son olur.

Geh çâk olunur damen-i pâkize-i ismet
Geh iffet eder âdemi ârâyiş-i zindan

Bazen namusun temiz eteği yırtılır, yani namusa pek önem verilmez; bazen de, namuslu adamlar zindanın süsü haline gelirler.


Sabr et siteme ister isen hüsn-i mükâfat
Fikreyle ne zulm eylediler yusuf a ihvan
Yusuf’a kardeşlerinin nasıl zulmettiklerini düşün; eğer güzel mükâfat istiyorsan yapılan zulümlere sabırlı ol!

Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i mevlâ
Tallahi lekad âserakellâhu aleynâ
ALLAH’ın kudreti günün birinde zalimlere şunu dedirtir: “Yemin ederiz ki ALLAH seni bize üstün tuttu.”

VIII

Her şahsı harîm-i hakk'a mahrem mi sanırsın
Her tâc giyen çulsuzu edhem mi sanırsın

Her şahsı, Hakk’ın en yakını mı sanırsın? Her taç giyen derbeder perişan şahsı İbrahim Ethem mi zannedersin?


Dehri araşan binde bir âdem bulamazsın
Adem görünen harlan âdem mi sanırsın

Dünyayı arasan binde bir adam (iyi yetişmiş kimse) bulamazsın; adam görünen eşekleri sen adam mı sanırsın?


Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar
Handan görünen herkesi hurrem mi sanırsın

Yüceliğe ulaşmış birçok insan gördüm ki, yüzü güleçtir ama içi kan ağlar, kederlidir. Sen her gülen kişiyi mutlu, saadete erişmiş mi zannedersin


Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî
Her merhemi her yareye merhem mi sanırsın

Önce hastalığın ne olduğunu anla ondan sonra tedaviye başla. Sen, her merhemi her yaraya ilâç mı zannedersin?

Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyu gerçek
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın

Niçin kibir ediyorsun? Yoksa sen kendini hükmü ve nüfuzu geçmekte olan en büyük vezir mi zannediyorsun?

Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünya
Dünya sana mahsûs u müsellem mi sanırsın

Ey dünyanın bir günlük geçici saltanatı için övünen insan, dünyayı sana teslim edilmiş mi zannediyorsun?

Hâlî ne zaman kaldı cihan ehl-i tama'dan
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın

Dünya, açgözlülerden ne zaman boş kalmıştır ki…Sen kendini bu dünyaya gerçekten gerekli mi zannediyorsun?

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın

En ummadığın biri çıkar, içindeki sırlarını keşfeder. Sen, herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?

Bir gün gelecek sen de perîşan olacaksın
Ey gonca bu cem'iyyeti her-dem mi sanırsın
Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın; ey gonca (delikanlı-genç-sağlıklı), bu cemiyeti (derli toplu duruşunu) her vakit devam edecek mi zannedersin?

Nâmerd olayım çarha eğer minnet edersem
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın

Eğer feleğe minnet edersem, alçak olayım. Senin eziyetinle beni kederlenecek mi zannedersin?
Allah'a tevekkül edenin yaveri hak'tır
Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır

Allah’a güvenenin-sığınanın yardımcısı Allah’tır; kederli gönül bir gün gelecek mutlu olacaktır.

IX

Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zîrâ feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir

Feleğin görünen niteliğine aldanma, zira felek eski felektir; onun düzensiz ve derde deva olmayan tabiatı dönek olmaktır


Yâ bister-i kemhada ya vîrânede can ver
Çün bây ü gedâ hâke beraber girecektir

İster ipek kumaşlı bir döşekte, ister viranede can ver, zengin ve fakir, her ikisi de sonunda toprağa girecektir.


Allah'a sığın sahs-ı halimin gazabından
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir

Uysal gibi görünen bir kişinin öfkesinden Allah’a sığın, çünkü yumuşak huylu atın çiftesi serttir.


Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasd etmesi cana gülerektir

O nezaketli gülümseme pek çok canlar yaktı. Aslanın da cana kıyması (avını öldürmesi) gülerek gerçekleşir


Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir

Soyu kötü olana üniforma hiç asalet verir mi? Sırmalı, altınla işlenmiş semer vursan eşek yine eşektir.


Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret güher-i âdemi temyize mihekktir

Yaradılışı kötü olan kişinin bu durumu ancak içki meclisinde anlaşılır. İçki, insanın cevherini, içini anlamada mihenktir.
(Hep derim; insanı en iyi içki masasında tanırsın D...)

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir
Öğütle, yola gelmeyen kişiyi önce tekdir etmeli (azarlamalı); tekdir ile yola gelmediği takdirde o zaman da hakkı olan köteğe (dayağa) başvurmalı.

Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir
Cahiller, ancak cahillerle yaptıkları sohbetten tat duyarlar. Divanelerin arkadaşı ise divane gerektir.

Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib
Kânûn-ı ceza âcize mi has demektir

Yüksek mevkide bulunanlar af ile müjdelenmiş midir? Ceza kanunu zavallılar için midir?


Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz
Bir kaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir

Milyonla çalan yüksek mevkilerdedir; birkaç kuruş çalanın yeri kürektir. (Yani kürek cezasına çarptırılır).
İman ile din akçadır erbâb-ı gınada
Nâmûs u hamiyyet sözü kaldı fukarada
Zengin kimseler için din de, iman da paradır. Namus ve hamiyet sözü fukarada kalmıştır- garibana geçerlidir.

X

İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
Bir yüce makama ulaşabilmek için dostları çekiştirmek yeni çıktı. Bunu daha önce bilmezdik, bu anlayış yeni çıktı.

Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı
Nâmûs tamam oldu hamiyyet yeni çıktı

Hırsızlık çoğalıp gerçek sadakat ortadan kalktı, onun yalnız sözü edilir oldu ve bu tutum moda haline geldi; namus tamam oldu, yani namus denen şey hiç mi hiç kalmadı, yok oldu, hamiyet (yakınlarını koruma) gayreti yeni çıktı.


Düşmanlara ahbabını zemm oldu zerafet
Dildârdan agyâra şikâyet yeni çıktı
Dostlarını düşmanlarına çekiştirmek bir nev’i incelik sayıldı. Sevgiliyi yabancılara şikâyet etmek yeni çıktı.
.
Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram u inayet yeni çıktı
Sadık kişileri horlama ve düşüncelerini kabul etmeme, kural haline geldi. Hırsızlara ikram ve lütuf yeni çıktı

Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı
Gerçekleri söyleyen kişi eskiden de sevilmezdi ama hainleri ağırlama, onları gözetme yeni çıktı.

Evrak ile ilân olunur cümle nizâmât
Elfâz ile terfîh-i ra'iyyet yeni çıktı

Bütün nizamlar, kâğıtlarla (burada gazete) halka duyurulmaktadır; halkı sözle refaha kavuşturmak yeni çıktı.

Aciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı

Güçsüz, iktidarsız olanın en tabiî hakkı bile verilmez. Korunulan kişileri (arkası olanları) her yerde himaye etmek yeni çıktı.



İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayura
Dinsizlere tevcih-i reviyyet yeni çıktı

Gayretli, çalışkan bir kişi taassupla suçlandırılır. Dinsiz olanlara yakınlık yeni çıktı.


İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı

Devletin ilerlemesine engel olan Müslümanlıkmış. Eskiden bu söylenti yoktu, yeni çıktı.


Milliyyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı frenge tebaiyyet yeni çıktı

Her işimizde milliyeti unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.


Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîrâ ki ziyan ortada bilmem ne kazandık
Eyvah, bu oyunda bizler yine yandık; çünkü ziyan ortada, bilmem ki ne kazandık.

XI


Zahirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkil sıfatında budalayız

Dış görünüşümüze bakarak bizleri sanma ukalâyız, biz bir sürü akıllı görünümünde budalayız


Akil denilir mi bize kim hâli bilirken
Dildâde-i âlâyiş-i nîreng-i hevâyız
Halimiz meydanda iken, bilinirken bize akıllı kişiler denebilir mi? Biz, heveslerin sihrindeki gösterişe kendimizi kaptırmış olan kişileriz.

Yârân-ı vatandan bizi özler bulunursa
Düştük sefer-i gurbete muhtâc-ı duayız

Vatandaki dostlarımızdan bizi özleyenler varsa (onlara derim ki), gurbette yolculuğa düştük, duaya ihtiyacımız var.


Terkîb-i acîbiz iki hâsiyyetimiz var
Ahbabımızın devletiyiz hasına belâyız
Herkese benzemeyen ki özelliğimiz var: Dostlarımı yükseltmeyi düşünür, düşmana ise belâ olurumz.

Küncîde durur hırkamız altında künûzât
Dervişleriz gerçi nazarda fukarayız

Biz, görünüşte fakir dervişler isek de hazineler hırkamızın altında saklıdır.


Ukbâya yarar bir işimiz yok ise bârî
Azâde-dil-i şâibe-i zerk ü riyayız
Öbür dünyaya yarar bir işimiz yoksa da, ikiyüzlülükten uzak kalmış insanlarız.

Devletlülere bizleri tahkir düşer mi
Biz âciz isek de yine mahlûk-ı hüdâyız

Yüksek makam sahiplerine bizleri hor görme ve aşağılama yaraşır mı? Biz, güçsüz isek de Allah’ın kulları olduğumuzu unutmayınız.


Bir âfet-i hunhara esîr oldu gönül kim
Her nâzına her lâhzada bin kerre fedayız

Gönül, herkese felâket getirecek kadar güzel olan bir sevgiliye tutuldu ki, her an her nazına bin kerre feda olmaya razıyız-hazırız.


Hatırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ
Gerçi o şereften nice yıldır ki cüdayız

Hatırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ

Gerçi o şereften nice yıldır ki ayrıyız-uzağız-uzak kaldık


Her çevrine razılarız ey şâh-ı melâhat
Bizler ki kuluz mu'tasım-ı bâb-ı rızâyız

Ey güzellerin şahı, biz her haksızlık ve bundan doğan incinmeye razıyız; zira bizler, her şeye razı olan ve rıza kapısına sıkı sıkı yapışmış kullarız.

İster bize lutf eyle diler bizden ırağol
Dünyada heman sen şeref ü şân ile sağ ol
Bize istersen iyilik yap, dilersen bizden uzak ol, ancak şeref ve şanla dünyada sağ ol.

XII


Her millet için bir düzüye adlini âm et
Fikr-i gazab-ı hazret-i mabûd-ı enam et

Adaletini her millet için devamlı olarak dağıt. Bütün yaratıkların mabudu olan Allah’ın gazabını aklından çıkarma, onu düşün.


Bevvâl-i çeh-i zemzemi la'netle anar halk
Sen kabe gibi kendini hürmetle benâm et
Halk, zemzem kuyusuna işeyen adamı lanetle anar. Sen kendini Kâbe gibi saydırmaya, tanıtmaya gayret et.

İncinmemek istersen eğer mülk-i fenada
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı meram et

Bu geçici dünyada eğer incinmemek istersen, hiç kimseyi incitmemeye gayret et.


Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş
Tazyi'-i nefes eyleme tebdîl-i makam et

Bir yerde nağmeni takdir edecek kulak yoksa nefesini tüketme, makamını değiştir (yahut yerini değiştir.)


Avret gibi mağlûb-ı hevâ olma er ol er
Nefsin seni râm etmeye sen nefsini râm et

Sakın ha, kadın gibi hevesine mağlûp olma, erkek ol; öz varlığının etkisinde kalarak yani nefsine uyarak ona mağlûp olma, aksine sen öz varlığını etki altına al, nefsine hâkim ol, onu mağlûp et

Mânend-işecernâbit olur sabit olanlar
Her kangı işin ehli isen anda devam et

Bir işte direnerek o işi inatla sürdürenler, ağaç gibi sağlam yetişir ve büyürler. Hangi işin ehli isen o işte çalışarak başarıya ulaş


Noksanını bil bir işe ya başlama evvel
Yâ başladığın kâr-ı pezîrâ-yı hitâm et
Noksanını bil, ya önceden işe başlama; işe başlarsan işini muhakkak sona erdir.

Uğrarsa saba râhın eğer semt-i irak'a
Bağdad iline doğru dahi azm ü hıram et

Ey sabah rüzgârı, eğer yolun Irak semtine uğrarsa; Bağdat iline doğru da bir süzül oraya da uğra.


Merdân-ı suhendânı ziyaret edip andan
Adâb ile git ravza-i rûhî'ye selâm et

Orada güzel söz söyleyenleri ziyaret et, sonra saygıyla Bağdatlı Ruhî’nin mezarına git ve benim selâmımı ilet.


Tahsinini arz eyleyip evvelce ziyâ'nın
Bu beyti huzurunda oku hatm-i kelâm et

Önce Ziya’nın takdirini saygı ile bildir; sonra huzurunda aşağıdaki beyti okuyarak sözünü bitir:


Meydân-ı suhende yoğ iken sen gibi bir er
Bir şâir-i rûm oldu sana şimdi beraber

Söz meydanlarında, şiir alanlarında senin gibi bir er (şair) yokken, şimdi bir Anadolu şairi sana eş oldu.
Kaynak

H. Fethi GÖZLER, Ziya Paşa’nın Terci-i Bend’i İle Terkib-i Bend’i Üzerine Düşünceler, Kültür Bakanlığı- 711, 1987, Ankara
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.04.2016, 23:15   #7
Çevrimdışı
Gülümsün
Yönetici

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

Güzel bir konu olmuş. Ellerine sağlık Dilaver teşekkürler.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Gülümsün'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.04.2016, 00:01   #8
Çevrimdışı
Canan
Çiçekci kız

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

Devgili Dilaver... Bu kapsamlı Ziya Paşa konusuna, ne kadar emek verdiğini biliyorum. Gayretin ve sabrın neticesinde, ortaya doyurucu bir konu çıkardın.

Ellerine, emeklerine sağlık.

Alıntı:

İç bade güzel sev var ise akl u şuurun

Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun
Aklın varsa içki iç, güzel sev,
Dünya işlerine fazla kafayı takma.. (Ben çevirdim


Hele, şiirlerin tercümesini de sen yapmışsın ya (bu kısmı tam senlikmiş )



Başlık yazmada da kendini aştın artık.
Tebrikler

__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Canan'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 27.04.2016, 17:23   #9
Çevrimdışı
Redwine
"Her Şey Güzel Oldu"

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

Böyle bir konu lise yıllarımda olacaktı... En yüksek notu alırdım...

Öyle bir konu ki her bir bentin açıklaması da mevcut...

Net ortamında veya başka bir kaynakta bu şekilde hazırlanmış bir konu yok...

Ellerine sağlık Dilaver...

Teşekkürler...

__________________
  Alıntı ile Cevapla
Redwine'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.04.2016, 17:33   #10
Çevrimdışı
Ahmet Arif Hoca
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri

Alıntı:
Güncîde-i basîret olur mu bu acz ile?
Haysiyyet-i havâdis ü keyfiyyet-i şuûn.
Aklın ve anlayışın bu beceriksizlik ve güçsüzlüğü ile olayların esas ve niteliğini anlayabilmek, sezebilmek kabil midir, kabil olabilir mi?
Bu beyit tam bugünlük...

Teşekkürlerbu faydalı çalışma için @Dilaver
__________________
  Alıntı ile Cevapla
Ahmet Arif Hoca'in Mesajına Teşekkür Etti
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
bağdatlı ruhi, bede iç güzel sev, dedirir kudret-i mevlâ, defter i amal, eserleri, eş’ar- ziya, eş'ar-ı ziyâ, harâbât, hayatı, kötekdir, laftan anlamayanın hakkı, paşa, subhâne men tahayyera, terci i bend, terkib i bend, türkçe açıklaması, varsa aklın şuurun, veraset mektupları, zafername, zâlimlere bir gün, ziya paşa, şiir ve inşâ


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:19.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.