Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Cevap: Ziya Paşa | Hayatı | Eserleri
- VI -
Güller güler figânla geçer ömr-i andelîb,
Bîmâr ihtizârda ücret diler tabîb.
Güller gülerken (kokularını etrafa salarken) bülbül ömrünü feryatla geçirir; hasta ölüm halindedir, doktor ücret ister.
Mânend-i lâşe nâ’ş-ı tüvanger zelîl ü hâr,
Kerkes misâl vâris ü gassâl nâ-şekîb.
Zenginin cesedi, horlanarak bir tarafta beklerken, mirasa konanlarla ölü yıkayıcılar akbabalar gibi sabırsızdırlar.
Bâlîn-i nâza hâce-i şehr eyler ittikâ,
Hâk-i mezellet üzre yatır aç bir garîb.
Zengin şehir efendisi bin naz ile yastığına yaslanır. Aç bir garip ise sefalet içinde hayatını sürdürmeye çalışır.
Pertev-fürûz-ı bezm-i tarab şem-i hande-rîz,
Pervâne-i şikeste-per üftâde-i lehîb.
Etrafa ışıklar saçan mum, neş’e ve coşkunluk meclisini aydınlatır. Kanadı kırılmış olan pervane, alevin tutkunudur, ona âşıktır. (Bu yüzdendir ki, onun kucağına atılır.)
Sûm ü basal çü nergis ü lâle güşâde-leb,
Mahbûs künc-i mahfaza-i tengnâda tîb.
Sarımsakla soğan, nergisle lâle gibi zambakgiller ailesine mensup olan bitkiler kokularını açıkta etrafa saçarken, (esans) cinsinden güzel kokulu şeyler, bir mahfaza içine hapsedilmiştir.
Bister-nevâz-ı izz ü safâ ahmak-ı hasîs,
Külhan-nişîn-i züll ü hevân âkıl-i hasîb.
Değeri olmayan ahmak zevk ve safa yatağında yatar; soylu ve akıllı olanlar ise alçaklık ve hakaret külhanında, sefil bir biçimde perişan olarak yaşarlar.
Geh devlet-i cihândan eder cehl behre-yâb,
Geh lokma-i aşâdan eder akl bî-nasîb.
Cehalet, çok zaman dünya nimetlerinden payını alır; buna karşılık bazen akıl (akıllı), akşam yemeği bulamaz.
Makbûl-i bezm-i sohbet olur müfsid-i leîm,
Menfûr-ı tab’-ı âlem olur nâsih-i musîb.
Alçak kışkırtıcı sohbet meclislerinde itibar görür, beğenilir; akla yakın öğütler veren kişilerden nefret edilir.
Gâhî muhakkar-ı cühelâ şâir-i beliğ,
Gâhî musahhar-ı humakâ fâzıl-ı edîb.
Kimi vakit sözü değerli bir şair, cahillerin hakaretine maruz kalır; bazen bilgili bir edip ahmakların maskarası haline gelir.
Bir âcizin maîşeti noksan-pezîr olur,
Bir zâlimin umûru eder kesb-i fer ü zîb.
Bir yoksul geçimini sağlayamazken, bir zalimin ise her işi yolunda giderek gelişir, büyür.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak) - VII -
Yârab! Nedir bu dehrde her merd-i zû-fünûn,
Olmuş belâ-yı akl ile ârâmdan masûn!
Allah’ım, bu dünyada her bilgili insan, neden akıl belasıyla (aklı olduğu için) rahattan uzak kalmıştır?
Yârab! Niçin bu arsada her şahs-ı ârifin
Mikdâr-ı fazlına göre derdi olur füzûn?
Allah’ım dünya yüzünde, bilgili kişilerin dertleri niçin olgunlukları oranındadır? Olgunlukları arttıkça dertleri de artmaktadır.
Her hangi sûya atf-ı nigâh etse bî-huzûr,
Her hangi şey’e sarf-ı hayâl etse aklı dûn.
Kişi hangi tarafa baksa huzursuzdur. Herhangi bir iş için hayal kursa aklı almaz, aklı yetersiz kalır.
Mümkün müdür ki hakîkat-i eşyâyı vezn ü derk?
Mîzan-ı akla dirhem-i tâdil iken zunûn.
Zanlar, şüpheler, akıl denen teraziyi değiştiren dirhemler gibi vazife görürken, eşyanın içyüzünü (gerçeğini) tartmak ve anlayabilmek mümkün olabilir mi?
Güncîde-i basîret olur mu bu acz ile?
Haysiyyet-i havâdis ü keyfiyyet-i şuûn.
Aklın ve anlayışın bu beceriksizlik ve güçsüzlüğü ile olayların esas ve niteliğini anlayabilmek, sezebilmek kabil midir, kabil olabilir mi?
Gûyâ ki bunca mihnet ü gam az gelip olur,
Bir de tahakküm-i cühelâ ile bağrı hûn.
Bilgili kişiye bu kadar sıkıntı ve gam sanki az geliyormuşçasına bir de cahillerin baskısından doğan ıstırap ve işkenceye katlanmak mecburiyeti doğar.
Bilmem ki muktezâ-yı nizâm-ı cihân mıdır?
Dâim cihânda câhil olur mes’adet-nümûn!
Bilmem ki, dünyada cahil kişilerin mutlu olmaları cihanın intizamı bakımından muhakkak gerekli midir?
Cârî cihân cihân olalıdır bu kâide,
Bir akmak-ı denîye olur ehl-i dil zebûn.
Dünya dünya olalıdan beri bu hep böyle devam etmiştir: Gönül adamları, Allah’ı iyi anlamış kimseler, bön bir alçağın elinde güçsüz kalıp oyuncak olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.
Nâdânı firâz-ı izz ü saâdette ser-firâz,
Dânâ hazîz-i acz ü mezellette ser-nigûn.
Cahil, böylece şeref ve mutluluk mevkiinde yükselirken, bilgin aşağılık çukuruna tepe taklak yuvarlanır.
Nâdânı kâm-perver eder tâli’-i bülend,
Ehl-i kemâli sâil eder baht-ı vajgûn.
Yüksek, iyi tâlii, cahili isteklerine erdirip rahata kavuşturduğu halde, kötü, uğursuz talii, bilgili, olgun adamı dilenci durumuna düşürerek mutsuz eder. Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak) - VIII -
Düştü cüdâ naîm-i safâdan Ebü’l-beşer,
Oldu Halîl’e tecrübe-geh gerden-i beşer.
İnsanların babası sayılan Âdem Peygamber, cennet nimetlerinden uzak düştü. Halil (İbrahim Peygamber) oğlunun boynunun kesilmesi emriyle imtihan edildi.
Yâkûb’u kıldı firkat-i ferzend eşk-bâr,
Oldu cenâb-ı Yûsuf’a çâh-ı belâ makarr.
Yakûb, oğlundan ayrıldığı için acı gözyaşları dökmüştür. Yusuf, kuyuya atılarak belâya uğramıştır.
Eyyûb’u illet-i beden inletti zâr zâr,
Minşâra eyledi Zekeriyyâ fedâ-yı ser.
Hazret-i Eyyûb’u bedenindeki hastalık sürekli olarak inletti. Zekerriya’nın başı testereyle kesildi.
Başı kesildi gadr ile Yahyâ-yı mürselin,
Çıktı semâya zulm ile İsî-i bî-peder.
Yahya Peygamber’in başı bir hiç uğruna ve acımasızca kesildi. Babası olmayan İsa bin türlü derde uğrayarak göğe yükseltildi.
Tâif’de nâ’li lâ’le dönüp oldu hem şikest,
Yevm-i Uhud’da dürre-i nâb-ı Peygamber.
Hazret-i Peygamber’in Taif’de ayakkabısı kanla doldu. Uhud savaşı gününde ise inci dişi kırıldı.
Taş bağladı mecâ’ ile batn-ı pâkine,
Dünyâya rağbet eylemedi seyyidü’l-beşer.
Hazret-i Peygamber, açlık yüzünden temiz karnına taş bağladı ye böylece dünyaya önem vermediğini göstermiş oldu.
Te’sîr-i semm ile eyledi Sıddîk irtihâl,
Oldu şehîd-i tîg-i kazâ âkıbet Ömer.
Ebubekir zehirlenmek suretiyle öldürüldü. Ömer, en sonunda, bir kader kılıcı ile şehit edildi.
Encâm erdi câmi-i Kur’ân şehâdete,
Âhir cenâb-ı Haydar’a da etti tîg eser.
Sonunda Kur’an’ı toplayıp düzenleyen Hazret-i Osman da şehit edildi. Hazret-i Ali de şehit olmaktan kurtulamadı.
Mesmûmen etti zât-ı Hasan Adn’e intikâl,
Mazlûmen oldu Şâh-ı şehîdân bürîde-ser.
Hazret-i Hasan, zehirlenmek suretiyle cennete göç etti. Zulme kurban olarak Hüseyin’in de başı kesilerek şehid edildi.
Her kimde aşk gâlib ise kurb-ı Hazret’e,
Ol denli andadır elem ü derd-i bîşter.
Görüldüğü gibi Allah’ı kim çok seviyorsa ona manevî yakınlık gösteriyorsa, acıyı da en çok bu gibi şahıslar çekmektedir. Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak) - IX -
Kimdir bu aczi hâss kılan nev’-i âdeme?
Kimdir bu nev’i eşref eden cümle âleme?
İnsanoğluna bu güçsüzlüğü veren soma da insanları bütün dünyanın en şerefli yaratığı haline getiren kimdir?
Şeytân u nefsi kimdir eden âlet-i şürûr?
Kimdir koyan zebûn-ı hevâyı cehenneme?
Şeytanı ve öz benliği kötülüklere kim âlet etmiştir? Arzu ve tutkularına mağlup olan kişileri cehenneme koyan kimdir?
Mansûr’u kim düşürdü Ene’l-hak diyârına?
Kim verdi hükm katli için şer’-i erkeme?
Mansur’u “Enelhak” diyarına düşüren kimdir? Daha sonra şeriat kanunlarına göre onu ölüme götüren hükmü kim verdi?
Kimdir şarâbı hurmet ile telh-kâm eden?
İ’mâl-i câm ü bâdeyi kim öğreten Cem’e?
Şarabı haram kılıp acılaştıran sonra da Cem’e kadeh ve şarap yapmasını öğreten kimdir?
Kimdir Yehûd’u münkir-i i’câz-ı Hakk eden?
Kimdir Mesîh’i nefh kılan zât-ı Meryem’e?
Allah’ın mucizelerine karşı Yahudi milletini inkâra sevkeden kimdir? İsa’yı, Hazret-i Meryem’i nefhederek dünyaya gelmesine sebep olan kimdir?
Kimdir veren cesâret-i şerr ü fezâhati?
Süfyân’a, Ca’de’ye, Şemr’e, İbn Mülcem’e?
Tarihte kötülükleriyle tanınmış olan Süfyan’a, Câde’ye, Şemir’e, İbn-i Mülcem’e kötülük ve rezalet yapmak için cesaret veren kimdir?
Kimdir Nasîr-i Tûs’u Hülâgû’ya sevk eden?
Musta’sım’ı kim etti karîn İbn-i Alkem’e?
Nasîr-i Tûsî’yi Hulâgû’ya sevkeden ve Musta’sım’ı İbn-i Alkam’a yakın eden kimdir?
Kimdir veren alîle tedâvîye ihtiyâç?
Kimdir koyan meziyyet-i ıslâhı merheme?
Dert verdikten sonra onu iyileştirmek için çare aratan, ilâca iyileştirme özelliğini veren kimdir?
Zenbûr kimden eyledi tahsîl-i hendese?
Bülbüllere kim eyledi ta’lîm-i zemzeme?
Geometriyi arı kimden öğrendi? Bülbüllere ezgili ötmeyi kim öğretti?
Kimdir bu kârgâha çeken perde-i hafâ?
Kimdir veren tasavvur-ı teftîş âdeme?
Bu dünyaya gizlilik perdesini çeken ve sonra da perdenin arkasındakileri araştırma düşüncesini veren kimdir? Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak) - X -
Etmiş kimisi râhatın ikbâl için fedâ,
Olmuş kimi beliyye-i idbâra mübtelâ.
Kimisi bir mevki elde etmek için rahatını feda etmiştir. Kimisi de mevkiinden düşme belâsına uğradığı için dertlidir, üzüntülüdür.
Olmuş kimi tüvanger-i devrân iken zelîl,
Olmuş kimine serveti sermâye-i anâ.
Kimisi devrinin en zengin kişisi iken fakirliğe düşmüş; kimine ise zenginliği, talihi, dert olmuş, kendisine sıkıntı getirmiş.
Toplar kimisi vâris ü hâdis için nukûd,
Eyler kimisi servet için ömrünü hebâ.
Kimisi mirasçıları için veya “sonum ne olacak” endişesiyle para toplar; kimisi de yüklü bir servet elde etmek için hayatını feda etmekten çekinmez.
Düşmüş kimi tecessüs-i kibrît-i ahmere,
Olmuş kimine mûcib-i iflâs kimyâ.
Kimisi altın elde etmek için “kimya-simya” araştırmaları yapmaktadır; bazılarının iflasına bu, kimya araştırmaları sebep olmuştur.
Etmiş kimin harîs-i kıtâl arzû-yı şân,
Kılmış tama’ kimisini can-dâde-i vegâ.
Kimisi şan ve şerefe kavuşmak arzusuyla savaşıyor ve öldürüyor; kimisi, tamahkârlık yüzünden girdiği kavgada canını feda etmekten çekinmiyor.
Olmuş kimi musahhar-ı efsûn-ı çeşm-i yâr,
Olmuş kimi mukayyed-i gîsû-yı dil-rübâ.
Kimi sevgilisinin gönül alıcı büyülü gözlerine tutulmuş; kimisi de sevgilisinin saçına bağlanmış.
Etmiş hevâ-yı lâle kimin dâğdâr-ı gam,
Olmuş kimine derd-i gül ü yasemen belâ.
Kimi lâle yüzlü bir sevgilinin aşkı ile yanıp yakınmış; kimine de gül ve yasemin tenliler başına dert olmuş
Tefrîk için kimisi okur rukye-i füsûn,
Teshîr için kimisi yazar nüsha-i duâ.
Kimisi aşktan kurtulmak için büyü yapar; kimisi de aksine, sevgilisine güzel görünmek ve ona kavuşmak için dua muskası yazar.
Olmuş kimi safâ ile rind-i piyâle-keş,
Olmuş kimisi hırs ile üftâde-i riyâ.
Kimisi neşe içinde içki içen bir kalender olmuş; bazısı ise hırsı yüzünden ikiyüzlülüğe düşmüş.
Etmiş hulâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm,
Her şahs-ı hürü kayd-ı esâretle mübtelâ.
Sözün kısası, her hür olan insan kendine özel gereksiz isteklere tutularak hürlüğünü kaybedip esir hale gelmiştir.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak)
- XI -
Mazlûma zâlim eyler iken zulm ü gadr ü âl,
Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl.
Zulmeden kişi, etrafındakilere acı çektirir, hile yapar ancak bu işlerin günah olduğunu hayaline bile getirmez.
Emvâl-i halkı sârik alıp sârikim demez,
Kâtil vebâl-i katle dahî vermez ihtimâl.
Hırsız, halkın mallarını çalar gene de ben “hırsızım” demez. Katil, adam öldürmenin günah olduğunu aklına bile getirmez.
Ber-vech-i hak beyân eder elbette fi’line,
Her hangisinden eyler isen ayrıca suâl.
Bu gibilerin hangisine sorarsanız sorunuz hepsi de yaptıklarını doğru ve haklı gösterecek bir beyanda bulunacaklardır.
Bir memlekette salb olunur kâtı’-ı tarîk,
Bir yerde mûcib-i şeref ü fahr olur bu hâl?Bir memlekette yol kesen kişi idam edilir; başka bir diyarda ise bu hal, şeref ve iftihar vesilesi olur.
Bir beldede hicâb-ı zenân ayb olur yine,
Bir şehrde bu hâlet olur bâis-i cemâl.
Bir memlekette kadınların örtünmesi ayıp sayıldığı halde, başka bir diyarda bu durum, kadınların güzelliklerini gösterecekleri için bir güzellik sebebi sayılır.
Meşreb olur şarâbı içip hurmetin bilir,
Mezheb olur hukûk-ı ibâdı görür helâl.
Bazı insanlar, şarabın haram olduğunu bildikleri halde içmekten kendilerini alamazlar. Bazı mezhep sahipleri de başkalarının haklarını yemeyi, helâl olarak kabul ederler.
Bir âkıl-i müsellemetü’l-etvâra mahrem ol,
Mişvâr u tavrını nazar-ı î’tibâra al.
Sırdaş olacağın insanların hal ve tavırlarını iyice anla. Hal ve tavrı bilinen ve akıllı olan birine sırlarını söyleyebilir ve onu sırdaş olarak kabul edebilirsin.
Seyret ne denlü vaz’-ı garîbi eder zuhûr,
Kim her biri cünûna olur başka başka dal.
Dünyada öyle insanlar vardır ki, bu insanların her biri başka deliliklere alâmet sayılacak garip vaziyetleriyle kendilerini belli ederler.
Vâbestedir hayâline ef’âli herkesin,
Kimse umûruna edemez nisbet-i dalâl.
Her insanın yaptığı iş, hayal gücüne bağlıdır. Hiç kimse yaptığı işi yanlış olarak kabul etmez.
Akl ü cünûnu, bâtıl u hakkı beyân için,
Yoktur cihânda hayf ki mîzân-ı i’tidâl.
Yazık ki, dünyada akıl ile deliliği, yanlış ile doğruluğu birbirinden ayırabilecek dengeli bir terazi yoktur.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak)
- XII -
Eyler sabâh şâmı vü leyli nehâr eder,
Sayfı kılar şitâ vü hazânı bahâr eder.
Allah, akşamı sabah, geceyi de gündüz eyler. Yazı kış kılar, sonbaharı da bahar eder.
Nez’-i hayât-ı hayy eder emvâta cân verir,
Eyler gubârı âdem ü cismi gubâr eder.
O, yaşayanların canını alır, öbür taraftan ölülere can verir; topraktan insan yaratır, vücudu toprak haline getirir.
Cism-i Halîl’e nârı eder nûr kudreti,
Nûru Kelîm’e hikmeti hem-reng-i nâr eder.Onun kudreti, İbrahim Peygamber’i (Halîl) yakacak ateşi (Nemrud’un hazırlattığı ateş anlatılmak isteniyor) nur haline getirir. Onun hikmeti, Hazret-i Musa’ya bu nurunu ateş olarak gösterir. Hazret-i Musa’ya bu nuru ateş olarak gösterirkenden kasıt şudur: “Kur’an, Musa’nın Peygamber olarak Allah katında bir kere otuz, bir kere on gün olmak üzere kırk gün kaldığını bildirir. A’raf suresi 142. Hz. Musa, kendisine gaipten sesler gelmeğe başlayınca derin bir ürperti ve coşkunluğa kapılır. Tûri Sînâ’da, Allah’a yüzünü göstermesi için yalvarır. Allah Musa’ya kendisini göremeyeceğini, buna dayanamayacağını buyurur. Musa, yalvarışlarına devam edince, Allah Nuru, Tûri Sînâ’da tecelli eder. Dağ bir anda yok olur. Çevreyi bir ince toz bulutu kaplar. Musa kapıldığı derin korku ve coşkunluk sonucu kendinden geçer.”
Leylî-i hüsnü çeşmine Şîrîn edip müdâm,
Ferhâd’ı derd-i aşk ile Mecnûn u zâr eder.
Leyla'nın eşsiz güzellikteki gözlerini Şirin'e verip, devamlı; Ferhad'ı aşk derdi ile Mecnun gibi inletir.
Demlerce bir tama’la kılar kalbi bî-huzûr,
Yıllarca bir emelle dili bî-karâr eder.
Kalbi, uzun süre açgözlülükle huzursuz hale getirir. Gönlü, yıllarca bir emelle doldurarak kararsız kılar.
Bir mülkü harîs-i bî-sitemkâr için yıkar,
Bir kavmi bir münâfık ile târumâr eder.
O, bir harîs ve zalim için bir mülkü yıkar. Bir kavmi ise bir nifakçı yüzünden karmakarışık (altüst) edebilir.
Bir cismi izz ü nâz ile sâd-sâl besleyip,
Encâm-ı kâr pençe-i merge şikâr eder.
O, bir insanı yüz yıl boyunca her türlü ihtimamı göstererek besler; sonra da ölümün pençesine bırakır.
Yüz yılda bir vücûdu kılıp genc-i ma’rifet,
Âhir yerin nişîmen-i hâk-i mezâr eder.
Bir vücudu yüz yıl süresince çeşitli bilgilerle bir marifet hazinesi haline getiren odur. Sonra da bu vücudu mezar toprağına bırakan yine odur.
Ârif odur ki mu’terif-i acz olup Ziyâ,
Bu hâdisât-ı câriyeden i’tibâr eder.
Ey Ziya, arif ve bilgili bir kişi isen, meydana gelen bunca olaylardan ibret alarak Allah’ın büyüklüğünü teslim eder, kendi güçsüzlüğünü kabul edersin.
Mülkünde hakk-ı tasarruf eder keyfe mâ yeşâ,
İsterse kevni yok eder isterse var eder.
Allah, mülküne istediği gibi hükmedebilir. İsterse kâinatı yok eder, isterse var eder.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Sanatı karşısında akılları hayrette bırakan O büyük Sanatkar'ı tesbih ederim. Kudretiyle alimleri aciz bırakan ulu Allah'ı tesbih ederim.(ilk tesbih ululamak, ikinci tesbih anmak)
__________________
Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
|