Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Kültür | Sanat | Edebiyat > Türk Edebiyatı > Türk Edebiyatı Ustaları


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 19.08.2010, 11:10   #1
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Tevfik Fikret (1867 - 1915)












"Tevfik Fikret'in Tarih-i Kadim'i yok mu, işte o, dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır..."


M. Kemal Atatürk





24 Aralık 1867 günü İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya geldi. Ailesi ona Mehmet Tevfik adını vermişti. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz Köyü’nden ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş Ahmet Ağa’nın oğlu idi. Hüseyin Efendi, oğlu doğduğu yıl İstanbul’da belediye meclis üyesi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nde memur olmuştu. Sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin Hama, Nablus, Akka, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulundu. Annesi Hatice Refia Hanım, 1822'deki Yunan ayaklanmasında kimsesiz kalıp Osmanlılar’a sığınmış ve Müslüman olmuş iki Sakızlı Rum çocuğunun kızı idi. Çiftin, Sıdıka adlı bir de kızları vardı.


Hac ziyaretine giden annesi Refia Hanım, 1879’da dönüş yolunda kolera nedeniyle ölünce Tevfik Fikret, 12 yaşında öksüz kaldı. Babası, saraya jurnal edilerek Arabistan’a sürgüne gönderildiği için kızkardeşi ile kendisinin bakımını anneannesi ve büyük yengesi üstlendi. Henüz çocukken annesini kaybetmek, onu hayatı boyunca etkiledi. 19 yıl sürgünde kalan babası da sürgünden hiç dönemedi ve orada öldü. Aksaray’daki Mahmudiye Valide Rüştiyesi’nde öğrenimine başlayan Tevfik Fikret, çok dindar bir ortamda yetişmekteydi. Okulu, 93 Harbi yenilgisinden sonra Rumeli’den İstanbul’a gelen göçmenlere tahsis edilince öğrenimine Galatasaray Sultanisi’nde devam etti. Bu yeni okula girişi hayatında bir dönüm noktası oldu. 11 yıl öğrenim gördüğü okulunda devrin önemli edebiyatçılarından Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Muallim Feyzi gibi seçkin öğretmenlerin öğrencisi oldu. Şiir yazmaya lise yıllarında başladı. Öğretmenlerinin teşviki ile yazdığı ilk şiiri, Tercüman-i Hakikat'de yayımlandı. Nazmi mahlasıyla yazılmış, gazel tarzında bir şiirdi. Okulu 1888 yılında birincilikle bitirdi.

Mezun olduğu yıl, Hariciye Nezareti İstişare Odası (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi)’nde katip olarak işe başlayan Mehmet Tevfik, kısa bir süre sonra geçtiği Maarif Mektubi Kalemi’nden bir yıl dolmadan istifa ederek ayrıldı. Yeterince çalışmadığını düşündüğünden iş deneyimi onu hayal kırıklığına uğratmıştı. İstifası sırasında, gecikmiş maaşlarının ödenmesini maaşı haketemediği gerekçesiyle reddetti. Bu olay, onun dürüstlüğünü efsane haline getirdi. Hazine tarafından yine de kendisine topluca ödeme yapılınca tüm parayı Göçmenler Komisyonu’na bağışladı. Sadaret Mektubi Kalemi’nde kısa bir süre çalıştıktan sonra 1889 Ağustos’unda İstişare Odası’nda tekrar muavin olarak göreve başladı. Bir yandan da Yüksek Ticaret Okulu’nda Fransızca ve Türkçe dersleri vermekteydi.

Kısa bir süre sonra Trabzon Valisi olacak dayısı Mustafa Bey’in 15 yaşındaki kızı Nazime Hanım ile 1890 yılında evlendi, dayısının evine yerleşti. Şiir konusunda bir süredir suskun olan Fikret, İsmail Safa'nın yönettiği Mirsad Dergisi'nde "Bahar" şiirini yayımlayarak suskunluğu bozdu; aynı yıl Mirsad'da 18 şiiri daha yayımlandı. Derginin açtığı iki yarışmada birer birincilik alarak ününü arttırdı.

Osmanlı Lisanı Öğretmenliği Sınavını kazanarak 1892’de çok sevdiği Mekteb-i Sultani’ye atanması ile yaşamında yeni bir dönem açıldı. İlkokul üçüncü sınıf Türkçe öğretmeni olarak göreve başladığı okulda, Muallim Naci'nin vefatı üzerine edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya devam etti. Hükümetin bütçede kısıntı yapıp memur maaşlarını yüzde on kesmesine tepki olarak 1895'te okuldan ayrıldı, inzivaya çekildi.

Mirsad Dergisi'nin kapanması ile şiir yayımlamaya yeniden ara veren Tevfik Fikret, öğretmenlik yaptığı sırada 1894'ten itibaren, arkadaşları Hüseyin Kazım ve Ali Ekrem'in ısrarı ile yeni çıkaracakları Malumat Dergisi'nin başyazarlığını üstlenmişti. Derginin kapandığı 1895 Mayıs'ına kadar 25 şiiri yayımlandı. Bunlar, eski şiirlerine göre daha batı tarzında şiirler idi. Şair, o yıllarda padişaha bağlı bir çizgideydi. Derginin ilk sayısında padişah Abdülhamit'i öven "Tebrik-i Veladet" şiirini yayımlamıştı.

1895'te Recaizade Ekrem, Fikret'i bir bilim dergisi olan Servet-i Fünun'un sahibi Ahmet İhsan ile tanıştırdı ve onları dergiyi bir edebiyat dergisi haline getirmeye ikna etti. Dergi, Tevfik Fikret yönetiminde çıkmaya başladığı 256. sayıdan itibaren bir edebiyat dergisi haline geldi. Şair, 1895 yılının Haziran ayında oğlu Haluk'un doğumuyla baba oldu. O sıralarda sanat yaşamının en verimli devresini yaşamaktaydı. Batılı şiir ustalarından etkileniyor, çeviriler yapıyordu ve ünü artmaktaydı. Şiirlerini "Mehmet Tevfik" yerine "Tevfik Fikret" olarak yayımlamaya başlamıştı.
Yönettiği derginin etrafında yenilikçi bir grup aydın toplanmıştı ve dergi, bu sanat topluluğuna ismini verdi. Sanatta hem içerik hem biçimde atılım yapmayı ilke edinen, ağdalı dilleri ve karamsarlığı ile tanınan topluluğun hareketine ise Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) denildi. Bu ekolde Fikret'in yanısıra Halit Ziya, Cenap Şahabettin, İsmail Safa, Mehmet Rauf, Samipaşazade Sezai, Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayip, Hüseyin Siyret gibi adlar bulunuyordu. Sultan Abdülhamit'in aydınlar üzerinde büyük baskı uyguladığı bir dönemde kurulan topluluk, siyasal eylemlerden uzak görünüyordu. Zamanla Fikret'in şiirlerindeki toplumsal boyut arttı, ulusalcılık ön plana çıktı. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Türkler'in büyük bir zafer kazanmasından etkilenerek kahramanlık ve zafer şiirleri yazdı. "Yenişehir Gazilerine" isimli şiirinde dünyaya meydan okudu.


Tevfik Fikret, 1896 yılı sonlarında Robert Kolej'de Türkçe dersleri vermeye başlamıştı, bu görevi ölümüne dek sürdürdü. Okul dışında kalan tüm zamanını dergiye veriyordu. O günlerde dostu İsmail Safa’nın evinde okuduğu Abdülhamit karşıtı bir şiiri, gözaltına alınmasına yol açtı. Evi arandı, söz konusu şiir bulunamayınca birkaç gün sonra serbest kaldı. Çok geçmeden, Robert Kolej'de bir çaya karısıyla birlikte gitmesi bahane edilerek gözaltına alındı. Bu olaylar, Fikret'te inziva düşüncesini derinleştirmişti; dostları Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Hüseyin Kazım, Dr. Esat da düşüncelerine katıldı; birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi; bu gerçekleşmeyince Hüseyin Kazım'ın Manisa'daki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler ancak Tevfik Fikret vazgeçince arkadaşları da vazgeçti. 1900 yılında ilgiyle karşılanan ilk kitabı "Rubab-ı Şikeste (Kırık Saz)"'ı yayımlayan Tevfik Fikret, Ahmet İhsan ile dergi yönetiminde uyuşamadığı için ertesi yıl topluluktan ayrıldı. Artık sadece Robert Kolej'de öğretmenlikle meşguldü. Ricası üzerine Servet-i Fünun'un yönetimini Hüseyin Cahit üstlenmişti. Birkaç ay sonra Sevet-i Fünun, Hüseyin Cahit'in Fransız İhtilali üzerine bir çevirisi yüzünden kapatıldı ve grup tamamen dağıldı.

Serveti-i Fünun'un kapanması, baskılı yönetimden duyduğu karamsarlık, arkadaşları Hüseyin Siret ve İsmail Safa'nın sürgüne gönderilmesi, 1902'de kızkardeşi Sıdıka'yı kaybetmesi, babasının Irak'a sürülmesi ve 1905'te babasını da kaybetmesi, Tevfik Fikret'i çok yıpratmıştı. İstanbul’u ahlaksızlıkla suçlayıp lanetleyen ünlü "Sis" şiirini 1902 yılında İstanbul'un sisler altında olduğu bir günde yazdı.
Sıkıntılar içindeki şair, inziva düşüncesini gerçekleştirmek için Kadırga'daki konağın satışından elde ettiği parayla Robert Kolej'in yamacında, Rumelihisarı'nda planlarını kendi çizdiği bir ev yaptırmaya başladı. Üç katlı ahşap yapının inşaatı, 1905'te tamamlandı. Günümüzde Tevfik Fikret Müzesi olan eve eşi ve oğlu ile birlikte yerleşti. Toplumla arasına bir mesafe koyabileceği, mesleğine devam edebileceği, ülkenin gidişatını uzaktan izleyip eser üretebileceği bu mekana Aşiyan (yuva) adını verdi. Evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etti.



Aşiyan'daki Evi - Tevfik Fikret Müzesi




Tevfik Fikret için artık 'millet', 'din', 'tarih', 'kahramanlık' gibi kavramlar anlamsızlaşmaya başlamıştır. "Tarih-i Kadîm" şiirini din ve tarihe karşı, "Lahza-i Teahhur"'u Ermenilerin 1905'te I. Abdülhamid'e düzenledikleri suikastin başarısızlığına duyduğu üzüntü üzerine yazdı; ancak II. Meşrutiyet'in ilanına kadar bir daha hiç şiir yayımlamadı. Sürekli edebiyat üzerine düşünmekte ve Edebiyat-ı Cedide hareketinin içe dönük boyutunu aşacak bir edebiyat tavrına doğru ilerlemekteydi.


Meşrutiyet'in ilanı, Tevfik Fikret'in inzivadan çıkmasını sağladı. Selanik'teki İttihat ve Terakki yönetiminin isteği üzerine Meşrutiyet'in İlanı'ndan 13 gün önce "Millet Şarkısı" adlı marşı yazmıştı. Devrimin habercisi olan bu marş elden ele dolaştı. Meşrutiyet'in ilanından sonra "Rücu (Geri Alış)" adlı şiirini yazarak İstanbul'a savurduğu lanetleri geri aldı. Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kazım ile Tanin adlı bir gazete çıkararak bütün gücüyle çalıştı. "Rücu" manzumesini "Sis" ile bir arada Tanin'in ilk sayfasında yayımlamıştı. Tanin, İttihat ve Terakki'nin yayın organı haline getirilmek istenince gazeteden ayrıldı.

Kendisine tekfli edilen Maarif Vekilliği'ni reddeden Tevfik Fikret, bu göreve getirilen Abdurrahman Şeref'in çağrısı üzerine Mekteb-i Sultani Müdürlüğü'nü kabul etti ve 1895'te istifa etttiği okula 1909 başında müdür olarak döndü. Okulun Beyoğlu'ndakiBeylerbeyi'ne taşınmıştı. Tevfik Fikret, eski binanın yeniden inşasını çok kısa sürede tamamlattı. Okula getirdiği yenilikler şikayete yol açmıştı. Toplantı salonunu mescidin üzerine yaptırdığı gerekçesiyle basının büyük eleştirilerine uğradı. 31 Mart gerici ayaklanması patlak verdiğinde Fikret, ayaklananların okulu yıkacakları haberini alınca "Sultani'yi yıkmak için önce beni yıkmak lazımdır" diyerek okulun önünde ayakta dikilmiş, bir söylentiye göre kendisini okulun demir kapısına zincirlemişti. Ayaklanmadan sonra, meşru saymadığı bir hükümet için çalışamayacağını söyleyerek eşiğine kadar geldiği istifadan onu öğrencileri döndürdü. Ne var ki bir süre sonra eski Maarif Nazırının yerine atanan yeni nazır Emrullah Bey'le anlaşmazlığa düştü ve 1910'da görevini kesin olarak bıraktı; bizzat Emrullah Bey'in ricası dahi onu kararından döndürmedi. binası bir yangında yandığı için

Tevfik Fikret, Mekteb-i Sultani Müdürlüğü sırasında Darülfünun'da edebiyat dersleri de vermekte idi. 1910’da bu görevinden de ayrılıp yeniden Aşiyan'da inzivaya çekildi ve yalnızca Robert Kolej'deki derslere devam etti.
Fikret, Meşrutiyet yönetiminden hayal kırıklığına uğramış, artık İttihat ve Terakki Yönetimi'ne muhalif olmuştu. 1911’de yayımladığı "Haluk’un Defteri"’nde artık tek umudu olarak gördüğü gençliğe seslenen ve onlara çalışkanlığı, yurt sevgisini öğütleyen şiirlere yer verdi. Aynı yıl yayımladığı "Rubab’ın Cevabı" adlı bir diğer şiir kitabında halkın acılarını konu edinen şiirler vardı. Bu kitapta yer alan “Tarihi Kadim’e Zeyl” adlı ünlü şiiriyle Mehmet Akif’in kendisine yönelttiği suçlamalara yanıt verdi.


1912’de, Trablusgarp Savaşı nedeniyle Meclisin feshedilmesine karşı öfkesini "Doksanbeşe Doğru" adlı şiirinde ifade etti. Bu şiiri, Nüzhet Sabit’in çıkardığı Vazife Dergisi’nde yayımlandı. Şiirinde, meclisin kapatılmasını, 36 yıl önce (hicri 1295 yılında) II. Abdülhamit’in meclisi kapatmasına benzetiyordu. Yalnızca padişahı değil, İttihat ve Terakki'yi de son derece sert biçimde eleştirmekte idi. Eleştirilerine, devrin yolsuzluklarını dile getiren “Han-ı Yağma”, yanlış bir kararla I. Dünya Savaşı’na girilmesini yeren “Sancak Şerif Huzurunda” şiirleriyle devam etti.
Fikret’in şiirleri devrin yöneticilerini kızdırmış ve şairin muhafazakar çevrelerden ağır eleştirilere uğramasına sebep olmuştu. Bu olumsuz tepkiler şairde büyük bir moral çöküntüsüne sebep oldu ve sağlığı bozuldu. Modern bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkarmak gibi projeleri vardı ama bozulan sağlığı nedeniyle bunları gerçekleştiremedi; Son yıllarında çocuk şiirleri yazmakla meşgul oldu. Yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu şiirleri 1914’te yayımlanan "Şermin" adlı kitapta topladı. Kitaba, genç yaşta ölen kızkardeşi Sıdıka'nın kızı ve eğitimci Mustafa Satı Bey'in kurduğu Yuva adlı okulun öğrencileri ilham vermişti. Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te hayatını kaybetti.


Son haftalarda sık sık Aşiyan'a gelen, şairle yakın dosluk kurup portrelerini yapan Mihri Müşfik Hanım, Tevfik Fikret'in yüzünün ve sağ elinin kalıbını aldı. Bu, Türkiye'de bilimsel olarak hazırlanan ilk maske çalışmasıdır.


Tevfik Fikret, kayınpederi Mustafa Efendi'ye Aşiyan’daki evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen Aşiyan'ın sonradan kimin eline geçeceği konusundaki şüphe ve endişeler nedeniyle Eyüp'teki aile mezarlığına gömüldü. Mezarı, 1945'te müze yapılan evine 24 Aralık 1961’de geçirildi.



Galatasaray Lisesi’nin bahçesinde, onun anısına 1920’lerde yaptırılmış bir anma mezarı bulunur. Şair, Rıza Tevfik'in başlatıığ bir gelenekle ölümünün ilk yılından itbiaren ölüm yıldönümlerinde evinde anılmıştır. 1918'deki törene Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal de katılmıştı.



  • Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz) (1900)
  • Tarih-i Kadim (1905)
  • Haluk'un Defteri (1911)
  • Rubabın Cevabı (1911)
  • Şermin (1914)
  • Hasta Çocuk


Tevfik Fikret hakkında yazılan kitaplar:

  • Akyüz Kenan, Tevfik Fikret, 1947
  • Ayni, Mehmet Ali, Reybilik, Bedbinlik, Lailahilik Nedir? 1927
  • Aydın, Cazibe, Tevfik Fikret, Konfüçyüs, Rubens, 1961
  • Bayrak, Mehmet, Tevfik Fikret, 1973
  • Bezirci Asım, Bütün şiirleri, 3 cilt, 1984
  • Bilgegil, M. Kaya, Tevfik Fikret'in İlk Şiirleri, 1970
  • Bölükbaşı, Rıza Tevfik, Tevfik Fikret, 1945
  • Çamlıbel, Faruk Nafiz, Tevfik Fikret, Hayatı ve Eserleri, 1937
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret, 1935
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, 1963
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret Malümam'ta, 1965
  • Ertaylan, İsmail Hikmet, Tevfik Fikret Mirsad'da, 1965
  • Eşref Edip, İnkılap Karşısında Akif-Fikret, 1940
  • Eşref Edip, Tevfik Fikret'i Beş Cepheden Kırk Muharririn Tenkidi, 1943
  • Fuad Köprülü, Tevfik Fikret ve Ahlakı, 1918
  • Gölpınarlı, Abdülbaki, Tevfik Fikret ve Şiirimiz, 1941
  • İbrahim Alaeddin, Tevfik Fikret, 1927
  • Kaplan, Mehmet, Tevfik Fikret ve Şiiri, 1946
  • Kaplan, Mehmet, Tevfik Fikret, Devir-Şahsiyet-Eser, 1971
  • Karaca, Mehmet Selim, Akif'e Ve Fikret'e Dair, 1971
  • Memet Fuat (Bengü), Tevfik Fikret, 1979
  • Kemalettin Şükrü, Tevfik Fikret, Hayatı ve Şiirleri, 1931
  • Kiper, Kadri Ziya, Fikret'in Hayatı, 1947
  • Kudret, Cevdet, Tevfik Fikret-Son Şiirler, 1952-1968
  • Nayır, Yaşar Nabi, Tevfik Fikret, 1952
  • Nigar, Salih Keramet, Fikret'in Hayatı ve Eseri, İlhamı, 1926
  • Nigar, Salih Keramet, İnkılap Şairi Tevfik Fikret'in İzleri, 1943
  • Ozan, Kunt, Tevfik Fikret, 1937
  • Öngay, Mehmet, Tevfik Fikret, 1968
  • Özkırımlı, Atilla, Tevfik Fikret, 1978
  • Sertel Sabiha Zekeriya, Tevfik Fikret-Mehmet Akif Kavgası, 1940
  • Sertel, Sabiha Zekeriya, Sebilürreşatçıya Cevap, 1940
  • Sertel, Sabiha Zekeriya, Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, 1946
  • Sertel, Sabiha Zekeriya, İlericilik Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret, 1969
  • Tanpınar, Ahmet Hamdi, Tevfik Fikret, 1937
  • Sümbüllük, Esat S., Tevfik Fikret'in İman İhtiyacı Şiirinin Şerhi, 1946
  • Sümbüllük, Esat S., Tevfik Fikret'in Tarihi Kadim Unvanlı Manzumesinin Şerhi, 1947
  • Tanyu. Hikmet, Tevfik Fikret ve Din, 1970
  • F. R. Tuncor - S. Arıkan, Dante, Mimar Sinan, Sokrat, Tevfik Fikret, 1952
  • Unesko (Türkiye Milli Komisyonu), Tevfik Fikret, 1967
  • Uraz, Murat, Tevfik Fikret, Hayatı, Edebi Şahsiyeti ve Şiirleri, 1945
  • Uraz, Murat, Tevfik Fikret ve Kitaplarında Çıkmayan Şiirleri, 1959
  • Ülken, Hilmi Ziya, Tevfik Fikret, 1941
  • Ruşen Eşref, Tevfik Fikret, Hayatına Dair Hatıralar, 1919
  • Yücebaş, Hilmi, Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret, 1959

__________________
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 11:13   #2
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

TARİH'İ KADİM

İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
zifiri karanlık hayatından.
Gösterir bize evvel zamanı,
tek doğru, en güzel örnek, der.
Bakarsın gelecek günlerin farkı yok geçen geceden.
Senin tarih dediğin işte budur,
alnında altı bin yıllık buruşuklar
ve bir o kadar da kuşku.
Başı geçmişe bir düşe değer,
sürünür ayağı bomboş bir geleceğe,
bir deri bir kemik,
ayakta zorla durur.

Ben hiç tiksinmem ondan,
karşıma alırım onu arada bir,
anlat bakalım, derim, şu eskilerden.
Bir parça feylesofa benzer o,
bir parça sırtlana benzer,
berbat suratıyla da bir hortlağa.
Yoklar mezarını unutulmuş gecelerin,
başlar paslı, boğuk bir sesle
bir bir bana anlatmaya,
sırasıyle, ne olmuş ne bitmişse:
Hep yıkım üstüne yıkım,
acı üstüne acı!
Ne vakit geçse anlı şanlı bir ordu,
çöküverir ağır gölgesi bir bulutun,
kanlar yağar dört bir yana.
En başta bir kanlı bayrak.
Kanlı bir taç gelir arkasından.
Sonra araçlar sökün eder kan içinde:
Balta, topuz, yay, kılıç, mızrak,
mancınık, top, tüfek, sapan.
Arada, kanlı komutanlar ve savaş birlikleri.
En son alay alay esirler geçer.
Yenen bir kişiye yenilen on kişi,
çiğneyen haklı, yiğnenen hapı yuttu.
Yıkımlara, acılara alkış tut,
yüksekten bakanlar önünde eğil,
insafla birdir aşşağılık ve namussuzluk,
doğruluk lafta, yürekte değil,
iyilik ayaklarda, kötülük kucaklarda.
Bir gerçek var, tek bir gerçek:
Eli kolu bağlayan zincir.
Bir tek şey var sözü geçen: yumruk.
Hak güçlünün, kötünün yanı.
Uzun lafın kısası:
Ezmeyen ezilir!
Nerde bir şeref var, iğreti.
Nerde bir mutluluk var, yama.
Bir şeyin ne başına inan ne sonuna.
Din şehit ister, gökyüzü kurban.
Her yanda durmadan kan akacak,
durmadan her yanda kan!

İşte böyle inler, sayıklar o,
anlatır insanoğlunun bu belalı ömrü
ne yolda, nasıl sürdüğünü.
Bakarım iskeletin kanlar köpürür dişlek ağzında.
Duyarım sesinin titreyen kuyusunda
yankısını korkunç bir iniltinin,
ben de başlarım birdenbire titremeye,
toprak da tiksintiyle titremiş gibi gelir bana.
Savaşın gürültüsü, patırtısı, indir artık
indir bu acıklı sahnenin perdesini!
Dinsin sonu gelmeyen bu karışıklık!
Sen de, gelenekçi iskelet,
yazdığın kara yazılara bir son ver,
aydınlığa susadık biz, aydınlığa susadık.
Uzun karanlıklar içinde uyumak isteyen mi var?
Bizden iyi geceler onlara,
bizden onlara iyi uykular!
Kimsin, ey gölge, kendinden geçmiş,
koşuyorsun karanlıklara doğru?
Kanla oynamış gibisin,
kırmış geçirmişsin insanoğlunu.
Sen buna kahramanlık mı dedin?
Onun kökü kan ve hayvanlık be?
Şehirler çiğne, ordular dağıt,
kes, kopar, kır, sürükle,
ez, vur, yak ve yık.
Yalvarmalara yakarmalara boş ver,
gözyaşlarına iniltilere aldırma.
Ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,
ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.
Sönsün evler, sürünsün insanlar orda burda,
kalmasın alt üst olmayan hiçbir yer,
mezar taşına dönsün her ocak,
damlar çöksün yetimlerin başına.
Bu ne alçaklık böyle bu ne namussuzluk!
Hey bana bak, başbuğ musun ne?
Yerin dibine bat, cakanla gösterişinle!
Her başarı bir yıkım bir mezarlık,
işte bir yavrucak yatıyor şurda,
ey cihangir, onu gör de utan!
Devril, bağımsızlığın eskimiş tahtı, devril,
nice acılar verdin bütün insanlara,
inim inim inlettin bütün insanları.
Parçalan, kararmış tac, tuz buz ol,
hep senin yüzünden yoksulluğu insanların.
Göz yaşından incilerin nerde hani?
Nasıl da yosun tutmuşlar, bi görsen!
Eski çağlar nasıl kanmış size?
Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!

Ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
Belki duyulmadık bir öykü,
belki korkunç bir masal.
Çok sürmez köhne kitap,
fikri gömen sayfaların
bugün olmazsa yarın yırtılacak.
Ama kim yapacak dersin bu işi?
Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki,
hangi güç kalkar, ben yaparım der?
Yerlerin ve göklerin sahibi mi?
Tamam, işte oldu şimdi!
Yeri göğü elinde tutan o kibirli,
o somurtkan ve dokunulmaz.
Bütün bu kavgalar onun yüzünden değil mi?
Gökyüzü, sen söyle,
yüzyıllarca sel gibi akan su,
- şimdi esrik bir ağzın türküsü,
kuru sesi zindandaki bir adamın,
iç açan bir söz ya da yakan bir söz şimdi,
bir geniş "oh!", bir derin "eyvah!",
bir yakarış, bir övgü,
Şimdi tüy gibi bir rüzgar,
Şimdi ağzın bir kasırga.
Dokunaklı bir yakınma şimdi,
sabredemeyen bir başa kakma,
bir titreme, bir çan sesi,
bir savaş davulunun gümbürtüsü,
için için ağlamasi çaresizliğin,
kahrın iyilikbilir kişnemesi,
bir söylev, apaçık, gürül gürül,
Şimdi utangaç ve hasta bir yalvarış,
bir rahatlık bir iç sıkıntısı,
Şimdi korkunç bir haykırma -
bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla
inleyen boş kubbe, sen söyle!
Sen ki her sesi yankılayansın,
söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,
daha yukarlardaki şu tanrı katına
hangi sesin yankısı varabilmiş ki?
Hangi dua kabul olmuş bugüne dek?
Binlerim seni, göklerin tanrısı,
din ulularından dinlerim seni:
"Ne benzer var, ne noksanı,
canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.
Odur veren yiyeceği içeceği,
düşleri gerçek yapan o,
bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,
açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,
el uzatan yoksullara ve çaresizlere,
her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören..."
Seni böyle övüp duruyorlar işte.
Oysa senin en üstün özelliğin ne,
"Ortaksız" oluşun değil mi?
Kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.
Topu ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve kahreden.
Ve topu ortaksız ve tek.
Ve topunun buyruğu yasağı ve saltanatı var,
ve topunun yukarlarda bir gökyüzü.
Bütün ordan gelir yüreğe doğan.
Topunun güneşi, ayı, yıldızları var,
ve topunun görünmez bir tanrısı.
Topunun adanan bir cenneti var,
ve topunun bir varlığı, bir yokluğu,
ve topunun saygıdeğer bir peygamberi.
Ve topunun cennetinde körpecik güzel kızlar yaşar.
Ve topunun cehenneminde birer lokmadır insancıklar.
Tanrılar ne derse onu yapacak halk,
sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.
Ama tanrılar ne derse onu yapacak.

İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
"Ne bileyim?" diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım "yok" la "var" ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
- her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

En zorlu düşmanın işte, tanrı,
boğmak ister seni ulu katında,
çok iyi tanırsın sen o yılanı,
onun kızgın zehrinden bir vakitler bize
bir tadımlık vermiştin hani.
Kuşku! En zalim en güçlü düşman.
Bunu ya bildin ya koydun kafamıza,
ya da bilemedin işin nereye varacağını.
"şeytanlık, düzen, sapıklık" denen şey var ya,
bugün yerinden yurdundan edecek seni o.
Tapınağında ışıklarını söndürüyor,
elleriyle parçalıyor heykelini.
Sense, iler tutar yerin kalmamış,
göçüp gidiyorsun olanca gücünle.
Burçlarında yıkılmalar falan hani?
Nerde hani gümbürtüsü yıldırımlarının?
O kızgın soluğun hani nerde?
Ne cehennemlerinde bir kaynama var?
Ne büyük acını gören bir göz.
Ne de kulaklarda dokunaklı bir çınlama.
Oysa bir ufak parçası kopsa insanın,
bir sızlanma olur, duyulur bir ağlaşma.
Sen Yeryüzü ve Gökyüzü'nle göç gir de,
bir inilti bile duyulmasın ortalıkta.
Tam tersi, kahkahadan geçilmiyor.
Zaten yalana ağlasa ağlasa,
bir ikiyüzlüler ağlar,
bir de ahmaklar.


* Tarih-i Kadim: eski çağlar tarihi
__________________
  Alıntı ile Cevapla
8 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 11:15   #3
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

TARİH-İ KADİM'E ZEYL

Molla Sırat'a


Paraya hiç dayanmayan bir şairmişim

Zangoçluk edermişim Protestanlara gider
Size edebi saygılarımı sunarım efendim
Yani yıldızlı bir kursunun üstadına
Bilgin sairine yani İslam dininin
Molla Sırat hazretlerine yani
Lütfen bize ne güzel
Zangoçluğu yakıştırıvermişler
Ama aldanmış olmayasın sakin üstadım
Müslüman oğluyum ne de olsa
Sen o güzel dini anlatma bana
O dinden senin kadar ben de anlarım
Ben de okudum o Tanrı kitabini
Yüreğe doğan o sözleri ben de dinledim
Ben de dolaştım sizin gibi cami cami
Tanrı önünde ben de oldum iki kat
Açılırdı hayalimde cennet yolu
Dolardı yüreğime cehennem korkusu
Ulu Tuba'ya ben de tırmandım
Ben de çıktım melekler katına
Ezani duydum mu bayılırdım
Nasıl koşardım o 'Tanrı' sesine!
Ben de tesbih çektim, dua ettim
Ben de namaz kildim oruç tuttum,
Hepsini yaptım halt ettim!
Çünkü ne dendiyse inanmıştım
Kanmıştım senin kandıklarına
Bağlanmıştım körü körüne
Canimi adamıştım dinime canimi.
Tanrıyı da sevmiştim peygamberi de.
Ama onlar bu gün çok uzaklarda
Anladım ben asil gerçek nerde
Anladım Hanya'yı konyayı
Bizi hakka götüren yol başka
Senin su saydıkların var ya hani
Su şaşılacak şeyler hani doğaüstü
Onlar hep masal hep kafadan atma
Buğun hiç durmadan arıyor insan
Gitgide görüyor isin içyüzünü de
Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği
Isa ile Musa, aldatılan ve aldatan
O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan
İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık
Beserin böyle delaletleri var
putunu kendi yapar kendi tapar
Git ara kiliseyi, dolaş Kabeci
Can sesini duy, tekbiri dinle
Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani
Ortada bir tek şey göreme
Şeytani da düzme, Allah'ı gibi
Buda'sı düzme, Ehrimen'i düzme, Yezdan'ı düzmece
Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu
Gölgeler baktım, gölgeler, gölgeler...
Sonra baktım bir karanlık uçurum
Haydi don geri, don geri, don, oğlum!
Ve beynimden vurulmuş gibi devrildim.
Simdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda
Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.
Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım
Yaradılışın kuluyum ben artık
Ben yaradılışın kulu
Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler
İşte onlara orda vicdanim secde eder
İşte benim bundan böyle tapınmam bu
İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer
Artık öyle rahat, öyle rahat ki içim
Ayırt edemem kendimi bir kayadan
Tapınmakta biraz minnacık bir kuşla
Bir ishal kuşu da, la il ilahe illallah der
Ben de la ilahe illallah derim
Ve doğruluk ve alçak gönüllülük ve sıkı dostluk
Ve el uzatma ve koruma ve insaf ve acıma
Ve sonra bir şaire zangoç dememek
İşte buyuran bunlar benim vicdanıma
Benim ayinim düşünüp yapmaktır
Benim dinim insan gibi yaşamaktır
İnanmışım: Taparım ben varlığa
Her kanat bana bir melek sesi getirir
Ne isim var peygamberle benim
Beni Hakka bir örümcek oturur
Kitabim iste yeryüzü kitabi
Bendedir iyilik, kötülük tohumu
Varırım hep böyle ta mezara dek
Yeniden dirilmek bizim nemize gerek
Taşır insanların hem aşkını, hem acısını
Bağrımdaki su deli, su ince yürek
İnsan gibi yaşamaktır buğun gerçek din
İnsan gibi yaşamak
__________________
  Alıntı ile Cevapla
7 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 11:17   #4
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

HÂLUK'UN BAYRAMI

Baban diyor ki: "Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?...Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyâh-ı mateme benzer terane-î îdi!

Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin

Şu ru-yı zerd-i sefalet...Evet meserrettir
Çocukların payı; lakin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor...Hâluk, dinle!

(Rübâb-ı Şikeste'den)




BALIKÇILAR

- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder,
Bugün açız yine; lakin yarın, Ümid ederim,
Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader!

- Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim
Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur;
Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta...

- Olur;
Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala;
Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz...
Cocuk düşündü şikayetli bir nazarla: - Ya biz,
Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz?

Hala
Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi
Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi.

- Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın;
Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme...
Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın;
Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme,
Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira
Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha!

Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın
Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa.

- Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa?
- O gitmek istedi; 'Sen evde kal!' diyor...
- Ya sakın
O gelmeden ben ölürsem?

Kadın bu son sözle
Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle
Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine
Bakıp sükut ediyorlardı, başlarında uçan
Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine.
Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan
Bir ihtilac ile etrafa ra'şeler vererek
Uğulduyordu...

- Yarın yavrucak nasıl gidecek?

şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin
Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak
ılerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak -
şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin
Siyah kaburgasını... Ah açlık, ah ümid!
Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid
Eliyle engini guya işaret eyleyerek
Diyordu: 'Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!'

Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; 'Yürümek,
Nasibin işte bu! Hala gözün kenarda... Yürü!'
Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine
Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne?

Deniz ufukta, kadın evde muhtazır... ölüyor:
Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle,
Bütün felaketinin darbe-i hasariyle,
Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder
Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor;
Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler...


HAN'I YAĞMA

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
__________________
  Alıntı ile Cevapla
6 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 11:18   #5
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

Bana Kimsin Diye Sorma Meleğim

Bana kimsin diye sorma meleğim
Pek güzel dinle de izah edeyim
Nam-ı naçizime `Fikret' derler
Şi're de nisbetimi söylerler
Kaldığım varsa da gah ekmeksiz
Kalmadım şimdiye dek mesleksiz
Nur bekler gibi nısf-ı şebde
Bekledim on iki yıl mektebde
Sonra çıktım ne için bilmeyerek
Bu da bir cilve-i baht olsa gerek
Bab-ı Ali'ye müdavimlendim
Ehl-i namus diye mimlendim
Şimdi bir hayli eser sahibiyim
`Ahmed Ihsan'da musahhih gibiyim
Saye-i lutf-i cihan-banide
Hocayım Mekteb-i Sultani'de...




Sen Olmasan

Sen olmasan... Seni bir lahza görmesem yâhûd,

bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücûd
bu leyl-i serd ile bir çare-i te'ennüs arar,
ve bulur;
fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
bu rûh-i mecrûhu? ..

Sen olmasan... Seni bulmak hayâli olsa muhâl,

yaşar mıyım dersin?
Söner üfûlüne bir lahza kaa'il olsa hayâl;
soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar;
ne hazin
gelir hayât o zaman vücûda, hem rûha!
Yaşar mıyız seni kaybetsek âah ben, kalbim,
bu kalb-i muztaribim? ..

Sen olmasan... Bu samimi bir itiraf işte:

Sen olmasan yaşamam;
Seninle râbıtamız hoş bir iytilâf işte;
fakat bu râbıta haalî mi ruhu ezmekden? ..
Akşam
gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fena değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
bükaye değse hayât! ..




Sabah Olursa

Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Haluk,
Eğer bu memleketin sislenen alın yazısı
Dirençli, dinç bir elin güçlü, canlılık verici
Dokunmasındaki titremle silkinip, şu donuk,
Şu paslanan yüzü halkın biraz gülerse... -- O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayata pek ölgün,
Pek az ilişkim olur kuşkusuz; -- o gün benden
Ümidi kes; beni kötrüm ve boş muhitimde
Bütün acımla unut; çünkü kör, topal, tükenik
Bakışlarım seni geçmişte görmek ister; sen
Bütün etin, kemiğin, kimliğinle yarısın:
Ve şarkılar gibi hep hep kulaklarımda sesin...

Evet, sabah olacaktır, sabah oursa, geceler
Geçer, kıyamete dek sürmez; en sonunda bu gök
Bu mavi gök size bir gün acır; usanma sakın.
Hayata neş'e güneştir, usanç içinde kişi
Çürür bizim gibi... Siz, ey yarın uzaylıların
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Tükenmez özlemi vardır ufukların ışığa,
Işık, ışık... Bugünün işte ruhu, özlemi bu;
Silin bulutları, silkin o korku gölgesini,
Koşun ışıklar içinden o kutlu kurtuluşa.
Ümidimiz bu; ölürsek de biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak...
__________________
  Alıntı ile Cevapla
6 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 13:48   #6
Çevrimdışı
Nazlı
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

Teşekkürler Smyrnacığım Çok güzel olmuş .
__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Nazlı'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 15:53   #7
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

Bugün ölüm yıldönümü. Biz de analım istedim.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 15:59   #8
Çevrimdışı
Kardelen26
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

Teşekkürler Simoşum, Tevfik Fikret gibi deüğerli bir şairin hayatını öğrenmek için çok önemli bir çalışma...
__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Kardelen26'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 19.08.2010, 16:04   #9
Çevrimdışı
aksoy
Tam Üye
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)

Teşekkür ederim Kızım çok güzel olmuş.
__________________
Güzel gerçek; Gerçek Güzelliktir....
  Alıntı ile Cevapla
aksoy'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 19.08.2010, 17:19   #10
Çevrimdışı
OkyanusunKalbi
WoodStock

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915)


Tevfik Fikret Nasıl Öldü?

Tanzimat dönemi edebiyatçıları, bu devre en az siyasîler kadar damgasını vurmuşlardır. Belki de yer yer, devrin edip ve şairlerinin yazdıkları ve söyledikleri dönemin siyaset adamlarının bile yapmaya cüret edemediği bazı oluşumları beraberinde getirmiştir. Nitekim Namık Kemal’ın “Vatan yahut Silistre” isimli piyesini hepimiz hatırlıyoruz. Oyunun sahnelendiği akşam yüzlerce kişi sokaklara dökülmüş ve ateşli nümayişlerde bulunmuşlardı.Zaten Tanzimat dönemi şairlerinin çoğunun yalnızca edebiyatla iktifa etmediklerini, devletin her kademesinde birer vazife aldıkları bilinen bir gerçektir. Bunlar arasında hemen ilk akla gelenler hiç şüphesiz Âkif Paşa, Ziya Paşa, Sadullah Paşa (On dokuzuncu asır isimli manzumesi ile) ve Namık Kemal gibi isimlerdir. İsimleri elbette çoğaltmak mümkündür. Lâkin adı geçen simalar arasında ateşli bir üslupla edebiyatını icra eden bir kişilik vardır ki, bu şahıs ne politikaya bulaşmış, ne de siyasetle uğraşanlara teveccüh etmiştir. Tabii ki de Tevfik Fikret’ten bahsediyoruz.

Biz bu yazımızda onun hayat hikayesini etraflı bir şekilde verecek değiliz. Sadece hayatında dönüm noktası teşkil eden bazı hususları hatırlatacak ve ölümünden önceki birkaç gününü Sultanî Mektebi’ndeki (Galatasaray Lisesi) bir talebesinin ağzından dinleyeceğiz.

Peki niçin böyle bir konuyu seçtik?


Çünkü bu dönem insanlarının hayatları gibi mematları da dikkat çekicidir. Örneğin yalnızca bir Beşir Fuad’ın ölümü sadece edebiyatçılar tarafından değil, psikologlar ve sosyologlar için de başlı başlna bir çalışma ve tez konusudur.


Tevfik Fikret’in sıkıntılar içinde öldüğü bir gerçektir. Şimdi ise onu bu buhranlara götüren sebepleri yüzeysel bir şekilde zikredip, ölüm dakikalarına geçelim…


Fikret, henüz 14 yaşına girdiği andan itibaren şiirle uğraşmaya başlamıştır. Mekteb-i Sultanî de tahsilini tamamladıktan sonra Bâb-ı Âli’de bir dönem kâtiblik, sonra da bitirdiği okulda ve Robert Kolej’de hocalık yapmıştır. Bu dönemlerde çeşitli mecmualarda şiirleri yayınlandı. Hatta burada ilginç bir noktayı hatırlatmakta fayda var:

Fikret'in Mimarlığını Kendisinin Yaptığı Âşiyan’daki Evi

Tevfik Fikret’in şöhretini kamçılayan en önemli olaylardan biri, dönemin “Mirsad” mecmuasının açmış olduğu bir şiir yarışmasıdır. Bu yarışmada birinci olan Fikret’in kaleme aldığı şiirin konusu ise devrin sultanı II. Abdülhamid Han’a yazılan methiyedir. ( Sitâyiş-i Hazret-i Pâdişâhî) Fakat daha sonraları onun Sultan Hamid’e nasıl bir tavır takındığı ve hakkında yazdığı hakareti haiz manzumeler bilinmektedir.



Bir zamanlar kendisini övmek için yarıştığı, doğum tebrikleri yazdığı padişahın, daha sonra amansız bir düşmanı olmuştur. Mesela “Bir Lâhzâ-i Taahhur” ( bir anlık gecikme) şiirinde:

“ Ey şanlı avcı! Dâmını beyhude kurmadın,
Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın! ”



diyerek Abdülhamid Han’a tuzak kuran ermeni anarşistini gönülden alkışlayan bir dualite içine düşmüştür. Binaenaleyh bir zaman gelecek ki, kurtarıcı olarak gördüğü İttihad ve Terakki mensuplarına da sırtını dönecek ve onları da “Doksan Beşe Doğru”, “Hân-ı Yağma” gibi manzumelerle hicvedecektir.

Tevfik Fikret iniş çıkışları çok fazla olan bir hayat yaşadı. Bütün umutlarını bağladığı oğlu Haluk da eğitim için gittiği İskoçya ve Amerika’da din değiştirip papaz olunca bütün hayalleri yıkıldı. Ama herhalde oğlunun din değiştirmesi Fikret için pek bir şey ifade etmiyordu. Onu daha çok üzen, tüm sermayesi ve hayat bağı olan oğlunun kendisine karşı aldığı vefasız tavırlarıydı. Tüm bunları hastalıklar, buhranlar ve çaresizlikler kovaladı. En nihayetinde 1915 Ağustos’unda dünyaya gözlerini yumdu.


Öyle anlaşılıyor ki şair, son zamanlarda doktor tedavisini reddetmiştir. Bir nevi ölümünü kendisi hazırlamıştır. Ölümünden sonra da –İslam inancını inkar ettiği için– cenaze namazı kılınması hususunda tereddüte düşülmüş, akabinde Eyüp mezarlığına gömülmüştür. 1961 Aralık’ında kemikleri Eyüp kabristanından alınarak, mimarlığını kendisinin yaptığı Âşiyan’daki evinin yakınlarına defnedilmiştir.

Tevfik Fikret'in El Yazısı

Tevfik Fiket’in dönemin Sultanî Mektebi’nde (Galatasaray Lisesi) hocalık yaptığı yıllarda talebesi olan Ruşen Eşref Bey, şairin son günlerini ve ölümünü şu şekilde anlatmaktadır.


… Son ziyaretimizdi. Bizimle konuşmaya, içini dökmeye bir türlü doyamıyordu. Ayrılırken: “Yine beklerim. Âşiyan benim değil, sizin… Orasını unutmayın” dedi. Elini öptük, o da bizleri öptü. Arkamızdan kapıya çıktı. Uzun müddet dışarıda ayaküstü konuştu. Meğer o neşe, son neşesiymiş, o gün kendisinden ebediyyen ayrılmışız. Neşesi birkaç saat daha devam etmiş. Çok hasta düştüğü akşam yemeğe inerken pek şenmiş. İştahla yemek yemiş.

Bir saat kadar sonra “Ağrılar yine geldi” demiş. Haplarını vermişler. Sancı gittikçe artmış. Pansumana başlamışlar, yine dinmemiş. Durmadan inliyormuş. Yavaş yavaş kendisine uyku gibi bir dargınlık başlamış. Ertesi gün hiç konuşmamış, hiçbir şey yememiş. Hatta getirilen Doktor Saim Bey’i bile tanımamış.


Doktor: “Ben gideyim de arkadaşlarımı getireyim. Rica edeyim, ilaçlarımı muntazam verin…” gibi müphem bir şeyler söyleyip ayrılmış. O gece sıkıntı büsbütün artmış. Bir ara dalgınlığı şiddetli bir harekete inkılap etmiş. Yattığı yerden fırlayıp, hiçbir şey söylemeden halecanla odadan odaya gezinmeye başlamış. Yataktan kalkıp minderin üstüne yatar, minderden kalkıp kendisini yatağa atarmış. Buna mani olmak istemişle.






Bir defasında yanındakileri iterken elini şiddetle karyolaya çarpmış, birden morarıp şiştiği halde hiç sesini çıkarmadan yine dolaşmalarına devam etmiş.Nihayet yatağında hiç yerinde durmadan sudan ayrılmış balık gibi, bir taraftan öbür tarafa sıçramaya, dönmeye başlamış. Sonra ağrılar yavaş yavaş dinmiş olmalı ki çırpınmaları da durmuş.

Ruhunu teslim etmeden bir saat kadar önce yanında bulunan eşinin elini yakalamış, onu sıkmış, öpmüş. “Artık yıkılıyorum” demiş. Dili hiç ağırlaşmamış. Bebek’ten Dr. Terziyan’ı çağırtmışlar, bir iğne yaptırmışlar. Rahat eder gibi olmuş. Eşiyle baldızı başucunda bekliyorlarmış. Doktor da kitap odasında oturuyormuş. Fikret bu sırada sağ tarafına dönmüş, sakin bir şekilde uyuyor sanmışlar. Fakat biraz sonra tekrar odaya giren doktor, onun öldüğünü bildirmiş.


***

Mekanı cennet olsun...

  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz OkyanusunKalbi'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
1867, 1915, ağustos, aralık, fikret, tevfik


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 04:23.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.