Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Kültür | Sanat | Edebiyat > Türk Edebiyatı > Türk Edebiyatı Ustaları


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 16.01.2011, 00:50   #1
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Nazım Hikmet Ran | (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)












15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü'nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı. 1921 başlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmen olarak görevlendirildi. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldı. Burada siyasal bilimler ve iktisat okudu.

1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı.

1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova'ya gitti.

1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı.

3 Haziran 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda toprağa verildi.




__________________
  Alıntı ile Cevapla
Eski 16.01.2011, 00:52   #2
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)










Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu.
İlk şiiri Feryad-ı Vatanı 3 Temmuz 1913'te yazdı. Aynı yıl Mekteb-i Sultani'nde ortaokula başladı. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı Cemal Paşa'ya okuyunca çocuğun Bahriye Mektebine gitmesine karar verildi.

25 Eylül 1915'te Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi, 1918'de 26 kişi içinden 8. olarak mezun oldu. Karne değerlendirmelerinde zeki, orta derecede çalışkan, elbisesine özen göstermeyen, sinirli ve ahlaki tavırları iyi bir öğrenci görülmektedir.

Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye gemisine güverte stajyer subayı olarak atandı. 17 Mayıs 1921'de aşırıya kaçan halleri bulunduğundan ordu ile ilişiği kesildi.

Nâzım Hikmet, 1920'de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadele'ye katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmenlik yaptı. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1921'de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. 1924'te Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani sahnelendi. O yıl Türkiye'ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı, ancak dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928’de Af Kanunundan yararlandı ve Türkiye'ye döndü. Bu defa Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1938'de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne giden Nâzım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya'nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı. 3 Haziran 1963 tarihinde ise, Nâzım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi neticesinde 61 yaşında hayata gözlerini yumdu.



Ailesi



Nâzım Hikmet,
annesi Celile Hanım ve kız kardeşi Samiye ile
Babası, Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım'dır. Celile Hanım piyano çalan, resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım, bir dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin (Lehçe: Konstanty Borzęcki, d. 1826 - ö. 1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan "Les Turcs anciens et modernes" (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın yani Ludwig Karl Friedrich Detroit'in kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair Oktay Rifat'ın annesidir.

Babası Hikmet Bey, Selanik'te, Hariciye Nezareti'nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışan bir memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan Nazım Paşa'nın oğludur. Mevlevi tarikatından olan Nazım Paşa aynı zamanda bir özgürlükçüdür. Kendisi Selanik'in son valisidir. Hikmet Bey henüz Nazım'ın çocukluğunda memuriyetten ayrılır ve ailece Halep'e, Nazım'ın dedesinin yanına giderler. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışırlar. Başarısız olunca İstanbul'a gelirler. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma denemeleri de iflasla neticelenir ve hiç hoşlanmadığı memuriyet hayatına geri döner. Fransızca bildiği için yeniden Hariciye'ye atanır.



Kaynak

__________________
  Alıntı ile Cevapla
Eski 16.01.2011, 00:52   #3
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)




1902 : 15 Ocak'ta Selânik'te dünyaya gelir.

1913 : "Feryad-ı Vatan" başlığını taşıyan ilk şiirini yazar. Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar.


1914 : Ekonomik nedenlerle Nişantaşı Sultanisi'ne geçer.


1917 : Bahriye Mektebine girer.


1918 : İlk kez bir şiiri yayınlanır. Yeni Mecmua'da yayınlanan bu ilk şiiri "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı"
başlığını taşır.

1920 : Bahriye'yi bitirmesine birkaç ay kala sağlık nedeniyle ayrılmak zoruna kalır. İstanbul işgal altındadır.

Arkadaşı Vâ-lâ Nurettin ile birlikte gizlice Anadolu'ya geçer. Ankara Hükümeti tarafından Bolu'ya öğretmen olarak atanır.

1921 : Azerbaycan üzerinden Moskova'ya gider. Devrimin ilk yıllarına tanık olur. Ekonomi politik öğrenim görür.
Sanat çalışmalarına katılır.

1924 : Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı "28 Kânunisani" sahnelenir. 12 Mart günü Pravda'da bu gösteri övgüyle
yer alır. Türkiye'ye döner ve Aydınlık Dergisi'nde çalışmaya başlar.

1925 : Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle yokluğunda yargılanarak "on beş yıl
küreğe konulma cezası" verilir. Bu durum onun ülkeden ayrılmasına yol açar. Moskova'ya gider.

1926 : Viyana'ya geçerek ileride suçlanmasına konu olarak "parti" toplantısına katılır. Türk Ceza Kanunu'nun
yürürlüğe girmesiyle, "küreğe konulma" cezası ortadan kalkar.

1927 : Katılmış olduğu "Viyana Konferansı" nedeniyle İstanbul Ceza Mahkemesi'nde yokluğunda yargılanır. Üç ay hapis
cezası verilir.

1928 : Yurda dönmek üzere Moskova'daki Büyükelçiliğe başvurur. Pasaport almak istemektedir. Ancak kendisine yanıt
verilmez bunun üzerine gizlice sınırı geçerse de Hopa'da yakalanır. İstanbul üzerinden Ankara'ya götürülür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce yokluğunda yapılan yargılamalar yinelenir. Üç ay hapis cezası verilir. Cezaevinde geçirdiği süre gözönüne alınarak serbest bırakılır.

1929 : Resimli Ay Dergisi'nde çalışır. İlk şiir kitabı "835 Satır" yayınlanır. Bunu diğerleri izler.


1930 : "Sesini Kaybeden Şehir" başlıklı şiir için dava açılır. Yargıtayca aklanır.


1931 : "1+1=1", "835 Satır", "Jokond ile Si-Ya-U" ile bir kez daha "Sesini Kaybeden Şehir" ve "Varan 2" adlı
kitapları hakkında dava açılır. Hepsinden aklanır.

1932 : "Kafatası" oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahneye konur.


1933 : "Gece Gelen Telgraf" şiirinden dolayı yargılanır. Altı ay üç gün hapis cezası verilir. Babası bir kaza
sonrası ölür. Onun ölümü üzerine "Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" başlıklı şiiri yazar. Şiirde babasının patronu Süreyya Paşa'ya hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılır. Bir yıl hapis, 200 lira para cezasına çarptırılır. Bu sıralarda "gizli örgüt" kurduğu savıyla Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan ayrı bir davada idamı
istenir. Dört yıl ağır hapisle cezalandırılır.

1934 : Cumhuriyetin 10. Yılı nedeniyle çıkarılan af yasasından yararlanır. Serbest bırakılır.


1936 : Gizli örgüt kurmak ve yönetmek savıyla yargılanır ve aklanır.


1937 : "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı" yayınlanır.


1938 : Askeri öğrencileri isyana teşvik suçlamasıyla da "Donanma" davaları açılır. Toplam 28 yıl 4 ay ağır hapisle
cezalandırılır.

1941 : Bursa'da "Memleketimde İnsan Manzaraları" nı yazmaya başlar.


1943 : Cezaevi arkadaşı Orhan Kemal tahliye olur. Balaban'ın resim çalışmalarına yardımcı olur, yetişmesini sağlar.


1944 : Karaciğer ve kalp rahatsızlıkları başlar.


1949 : Basında haksız mahkumiyetine ilişkin yazılar artmaya başlar. Ahmet Emin Yalman, Vatan Gazetesi'nde "Tevfik
Fikret ve Nâzım Hikmet" başlığını taşıyan bir yazı yayımlayarak dikkatleri Nâzım'ın haksız mahkumiyeti çeker.

1950 : Yurt içinde ve dışında çeşitli kuruluşlarca "Nazım'a Özgürlük Kampanyaları" açılır. Meclis'in gündeminde
bulunan Af Kanunu'nu çıkarmadan tatile girmesi üzerine, Nazım, 8 Nisan'da açlık grevine başlar. Aynı gün, Bursa'dan İstanbul'a Paşakapısı Cezaevi'ne götürülür. 23 Nisan'da grevini avukatlarının isteği üzerine geçici olarak durdurur. Ağır hastadır, doktorlar üç ay bir hastanede tedavi görmesi gerektiğini belirtirler. Ancak durumunda hiçbir değişiklik olmayınca 2 Mayıs'ta yeniden greve başlar. Açlık grevi kamuoyunda büyük yankı uyandırır. İmza kampanyaları başlatılır. "Nâzım Hikmet adlı bir dergi çıkarılır 9 Mayıs'ta annesi Celile Hanım 10 Mayıs'ta şair Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat açlık grevine başlarlar. 14 Mayıs seçimleri sonucunda ortaya çıkan yeni durum üzerine, 19 Mayıs'ta greve ara verir. Çıkarılan Genel Af Kanunu'yla serbest bırakılır. 22 Kasım'da Dünya Barış Konseyi tarafından Pablo Picasso, Paul Robeson, Wanda Jakubowska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü"nü almaya hak kazandığı açıklanır. Kendisinin katılamadığı törende ödülünü Neruda alacaktır.

1951 : Oğlu Memed dünyaya gelir. Askere çağrılır, 49 yaşındadır ve hastadır. Üstelik askeri okulda öğrenci olarak
geçirdiği sürelerin yasa gereği askerliğe sayılması gerekmektedir. Yaşamına yönelik tehditler üzerine ülkeden ayrılır. 15 Ağustos günü resmi gazetede, Bakanlar Kurulu kararıyla "yurttaşlıktan çıkarıldığı" duyurulur. Dünya Barış Konseyi'nin bir yıl önce kendisine verdiği "Uluslararası Barış Ödülünü" Prag'da düzenlenen bir törenle alır.

1952 : Çine'e gider. Ancak hastalanınca gezisini yarım bırakmak zorunda kalır. Enfaktüs geçirmiştir. Dört ay yatar.
Bundan sonraki yaşamı artık doktor gözetiminde geçecektir.

1953 : Uluslar arası toplantılara katılmayı sürdürür. "Bir Aşk Masalı" oyunu Moskova'da sahnelenir. Bunu diğer
oyunlarının sahnelenmesi izler.

1958 : Paris'e gider. Aralarında Aragon ve Picasso'nun da bulunduğu çok sayıda yazar ve sanatçıyla görüşür.


1962 : Sovyet Yazarlar Birliği tarafından 60. yaş günü kutlanır. Yazarlar Evi'nde düzenlenen gecenin ertesinde
Politeknik Müzesi'nde, okuyucuları için ikinci bir toplantı gerçekleştirilir. Gecenin yöneticiliğini İlya Ehrenburg yapar.

1963 : Afrika'ya, Tanganika'ya gider. "Cenaze Merasimim" başlıklı şiirini kaleme alır. (Nisan) 3 Haziran sabahı
Moskova'da evinde ölür.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
Eski 16.01.2011, 00:55   #4
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)


Şiir

  • 835 Satır
  • Jokond ile Si-Ya-U
  • Varan 3
  • 1+1=1
  • Sesini Kaybeden Şehir
  • Benerci Kendini Niçin Öldürdü
  • Gece Gelen Telgraf
  • Portreler
  • Taranta Babu'ya Mektuplar
  • Kurtuluş Savaşı Destanı
  • Saat 21-22 Şiirleri
  • Şu 1941 Yılında
  • Memleketimden İnsan Manzaraları
  • Rubailer
  • Dört Hapishaneden
  • Yeni Şiirler
  • İlk Şiirleri
  • Son Şiirleri
  • Yatar Bursa Kalesinde

Roman
  • Kan Konuşmaz
  • Yeşil Elmalar
  • Yaşamak Güzel Şey be Kardeşim

Hikaye

  • Hikayeler
  • Çeviri Hikayeler

Oyun
  • Kafatası
  • Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi
  • Unutulan Adam
  • İnek
  • Ferhat ile Şirin
  • Enayi
  • Sabahat
  • Yusuf ile Menofis
  • İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu

Mektuplar
  • Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar
  • Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar
  • Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar
  • Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları
  • Pirâye'ye Mektuplar

Yazılar
  • İt Ürür Kervan Yürür
  • Alman Faşizmi ve Irkçılığı
  • Millî Gurur
  • Sovyet Demokrasisi

Masal
  • La Fontaine'den Masallar
  • Sevdalı Bulut

Nâzım Hikmet'i Konu Alan Başlıca Kitaplar

  • Nâzım Hikmet'in Hasreti - Türkkaya ATAÖV
  • Bu Dünyadan Nâzım Geçti - Vâlâ NUREDDİN (Vâ-Nû)
  • NÂZIM HİKMET - Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri - Memet FUAT
  • Nâzım Hikmet - İnceleme/Antoloji - Asım BEZİRCİ
  • Gölgede Kalan Yıllar - Memet FUAT
__________________
  Alıntı ile Cevapla
Eski 16.01.2011, 00:56   #5
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)



Ünlü şair Názım Hikmet'ten geriye üç vasiyet kalıyor. Konstantin Simonov, seçim yapmayı o sırada Moskova'da bulunan Aziz Nesin'e bırakıyor.

Üç vasiyeti de okuyan Aziz Nesin, kendince son derece makul gerekçelerle birisinde karar kılıyor. Bu vasiyete göre,

Názım Hikmet'in mirası oğlu Memet'e ve Türkiye Komünist Partisi'ne kalıyor.

SÖZCÜKLER Dergisi'nin yeni sayısında, ünlü yazar Aziz Nesin'in en az kendisi kadar ünlü oğlu matematik profesörü Ali Nesin'e yazdığı son derece önemli bir mektup yayımlandı.

Názım Hikmet'in vatandaşlıktan çıkartılmasını ortadan
kaldıran Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte yeniden gündeme gelen miras, vasiyet ve mirasçılar hakkında söz konusu mektupta çarpıcı bilgiler var. Aziz Nesin, 24 Şubat 1992 tarihini taşıyan mektubunda, Názım Hikmet'in üç kez intihara teşebbüs ettiğini ve her teşebbüsten önce de birer vasiyet yazdığını belirtiyor. Tesadüf bu ya, Názım Hikmet'in öldüğü günlerde Aziz Nesin de Moskova'da bulunmaktadır.

Názım Hikmet Kurulu'nun başkanı Konstantin
Simonov, Aziz Nesin'e başvurarak, bu vasiyetlerden hangisinin geçerli olması gerektiğini sorar. Tercümanlığı ise Názım Hikmet'in yakın arkadaşlarından Ekber Babayef yapmaktadır. Simonov, Aziz Nesin'e, "Elimizde üç vasiyet var. Hangisinin geçerli olacağını belirlemek gerekiyor. Öbür ikisini yok sayacağız. Size güveniyorum. Siz ne derseniz öyle yapmak istiyorum" diyecektir.

Gerisini, Aziz Nesin'in mektubundan takip ediyoruz:

"Büyük sorumluluk... Rusça yazılmış üç vasiyeti çevirttim. Mantık gereği, son tarihli vasiyeti geçerli saymak gerekiyor. Ama son vasiyetinde oğlu Memet'e mirasını bırakmamış. Sanırım, Münevver'e kızdığı sıralar yazmış olacak... Şöyle düşündüm. Nasıl olsa yaşadığı ev ve eşyalar karısı Vera Tulyakova'nın olacak. Ayrıca Vera'nın hiçbir geçim sıkıntısı da yok. Bu durumda Vera'nın telif haklarından yararlanması yazılmamış olan vasiyetin geçerli olmasının daha ádil olacağını düşündüm. Bu vasiyetinde Názım kalıtını (mirasını) yani telif haklarını oğlu Memet'e ve Türkiye Komünist Partisi'ne bırakıyordu. İşte bu vasiyet geçerli sayıldı. Öbür iki vasiyeti, sanırım Simonov ortadan kaldırdı. Bu olayı kimse bilmez, çünkü yazmadım. Yazsam, yine kıyametler kopar. Ama sağ kalırsam nasıl olsa yazacağım. Şimdi Názım'ın telif haklarını Memet alıyor, hem de babasını hiç sevmeyen Memet... TKP'nin miras almış olduğunu hiç sanmıyorum."









Attila İlhan




"Yaşarken çektirdiler, şimdi doğumunu kutluyorlar"...

"Nazım Hikmet'in bir zamanlar durumunu anlatan bir mektup var benim elimde. Annesi Celile Hanım'ın Müzehher Va-Nu'ya yazdığı bir mektup bu. Celile Hanım, Nazım Hikmet'in cezaevinde intihar edebileceğini söylüyordu mektupta. Şimdi bunu unutup Nazım Hikmet'in doğum yıldönümünü kutluyorlar.

Ben Hazım Hikmet'i kurtarma kampanyasında Paris'te etkin olarak görev yapmıştım. Nazım ağır hapis cezasını, komünizm propagandası yapmaktan değil, Türk Hükümeti'ni yıkmaya teşebbüsten yemişti. Bu mümkün olamayacak, akla bile gelmeyecek bir durum. Nazım Hikmet yaşarken ona o kadar çektirdiler şimdi de kutluyorlar. Bu bir skandaldır. "




İbrahim Balaban



'Şair Baba'sını anlatıyor...

Türk resim sanatının yaşayan büyük ustalarından biri olan İbrahim Balaban, 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken cezaevine düştü. Altı ay hapis ve üç ay da para cezasına çarptırılan Balaban, para cezasını ödeyemeyince üç yıl cezaevinde kaldı. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala dört mahkumun saldırısına uğradı. Balaban, daha sonra hasmını öldürdüğü için yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 45 ve 1948 ile 50 yılları arasını Bursa Cezaevi'nde geçirdi. Resme yeteneği olan ve sürekli resim yapan Balaban, Nazım Hikmet'le Bursa Cezaevi'nde tanıştı. Nazım'ın desteğiyle resim çalışmalarını sürdürdü.

Balaban, kendisinden 20 yaş büyük olan ve 'Şair Baba' diye çağırdığı Nazım Hikmet'le geçirdiği günleri anlattı:
"Nazım Hikmet, hapispaneye ilk geldiği zaman herkes onun hakkında bir şeyler söylüyordu. Bence söylenilen hiç bir şey Nazım Hikmet'i tam olarak yansıtmıyordu. Bütün mahpuslar, Nazım'ı kendilerine göre anlatıyordu.

Mesela, Nazım'ın Yavuz Zırhlısı'nı kaçırırken yakalandığını söyleyenler vardı. Bazıları onu bu yüzden büyük bir kahraman olarak görüyordu. Çünkü onlar, bu kadar büyük bir gemiyi ancak Don Kişot gibi, Köroğlu gibi bir adamın kaçırabileceğini düşünüyorlardı.

Mahkumların bir çoğu da Nazım Hikmet'i kötü tanıyordu. Onlara göre Nazım Hikmet komünistti ve komünizm kötü bir şeydi.

Ben de Nazım'ın neden içeri düştüğünü sorduğumda komünist olduğunu söylemişlerdi. Benim için önemli değildi bu.

Zaten o sıralar komünizmin ne olduğunu da bilmiyordum. Bana komünizmin kötü bir şey olduğunu söylediler. "Ayıp mıdır bunu konuşmak dedim" ayıp olduğunu söylediler. Lugatlara bakarım o zaman dedim, onlar bu sözcüğün anlamının lugatlarda da olmadığını söylediler.

Bana kalırsa o dönemlerde Nazım Hikmet'in tek suçu dünyaya gelmiş olmaktı. Ne yaparsa yapsın, onu cezalandırıyorlardı. Oysa şimdi aradan bunca zaman geçtikten sonra doğumunun 100'üncü yılı kutlanıyor.

NAZIM DÜNYAYA SIĞMIYORDU

İnsanların o dönemde Nazım Hikmet'ten korktuğunu düşünüyorum. Korkuyorlardı, çünkü Nazım Hikmet dünyaya sığmıyordu.

Yazdığı şiirler o kadar çok sevilip okunuyordu ki... Bana kalırsa bu, iktidarı rahatsız etti ve Nazım Hikmet'i içeri atmaktan başka çare bulamadılar. Herkes bu güzel adama kendince bir çamur atıyordu. "Öyleyse bu çamurun içinde 28 yıl yatsın bakalım" deniliyordu.

Ben de suçsuz yere cezaevine düşmüştüm. Jandarma beni falakaya yatırıp suçu kabul ettirmişti. Öfkeden patlayacak haldeydim. Habire resim çiziyordum. Daha çok da tüfek resimleri. Jandarmalardan ve hükümetten intikam almayı düşünüyordum.

Ben bunları yapıp dururken mahkumlardan biri bana cezaevine bir ressamın geldiğini, insanların yüzüne baka baka resim yaptığını söyledi. Beni o adama götürmesini istedim. "Olmaz" dedi. "Neden" diye sorunca da "Bu adam komünist. Hem, eğer seni beğenirse resmini yapar" dedi. Portresini yaptığı insanlardan kaç lira aldığını sorunca da "Para almıyor, sadece boya parası, 250 kuruş" dedi.

Sonunda beni Nazım Hikmet'in yanına götürdüler. Resmimi yapmaya başladı. Aslında benim amacım resmimi yaptırmak da değildi. Bir ressamın nasıl çalıştığını görmek istiyordum. Nazım Hikmet, kalemi kaldırıp yüzüme karşı önce dikey olarak, sonra yatay olarak tutuyordu. Sonunda benim resmimi yaptı. Ben de onun nasıl çalıştığını izledim. Koğuşa dönünce de bir mahkuma "Geç bakalım Ali Dayı" dedim ve Nazım'dan gördüğüm yöntemle adamın portresini çizmeye başladım.

Derken Çete Hasan diye bir mahkum geldi. "Sen ne yapıyorsun, resim yapmak için Nazım Hikmet'ten izin aldın mı" diye sordu. " Bu hükümete karşı gelmiş adam, bir dilekçe yazarsa seni Sinop Cezaevi'ne sürerler " dedi.

Sonra bir gün berberhanedeydim. Ekmek parası kazanmak için berberlik yapıyordum. Nazım Hikmet girdi içeri. Herkes ayağa kalktı. Ben aynanın önünde oturuyordum. Arkamda dikildi "Merhaba İbrahim' dedi. Benim resmimi yapmak istediğini söyledi. Ben "Zaten benim resmimi yaptın" deyince onu beğenmediğini bir kez daha yapmak istediğini söyledi.

Yaptırmak istemedim. "Neden" diye sorunca ben de resim yaptığımı söyledim. "Yani böyle aynaya bakarak kendi resmini yapabiliyor musun" diye sordu. "Tabi" yaparım deyince "Benim resmimi de yapabilir misin" dedi. Ben de oturup onun resmini çizmeye başladım. Hiç model gibi durmazdı. Hareketliydi. Tam ben resmi çizerken kağıdı elimden kapıp bakmaya başladı. Daha bitirmediğimi söylememe karşın geri vermedi. Daha önce çizdiğim resimleri de görmek istedi.

Nazım Hikmet bana akademi okuyup okumadığımı sordu. Okumadığımı söyledim. "Peki ya lise" dedi. Bu arada liseyi okumayan bir adamı Nazım Hikmet sevmez diye düşünüp korkuyordum bir yandan da. "Peki ortaokul" diye sorunca "Bizim köyde ortaokul yoktu" dedim.

Ayağa kalktı, beni öyle bir kucakladı ki. İkimizin de gözlerinden yaşlar akıyordu o sırada. "Beni çıraklığa kabul ediyor musun" diye sorunca "Sen beni ustalığa kabul ediyor musun" diye cevapladı. O günden sonra da resim çalışmalarını hızlandırdık.

ONDAN AYRILMAK İSTEMEDİM

Bir ara benim İmralı'ya gitmem gerekti. İstemedim gitmeyi, Nazım Hikmet'ten ayrılmak istemedim. Yarım kalmış kültürümle ne yapabilirim diye düşünüyordum. Nazım bana "Bu kadar aşkla, şevkle çalışan bir delikanlı nereye giderse gitsin kendine bir usta bulur" dedi.

- Sonuçta İmralı'ya gittiniz...

- İmralı'dan Bursa Cezaevi'ne döndüğüm zaman ustam Şair Baba'ya kavuşmanın sevincini yaşıyordum. Yeniden tablolar yapmaya başladım. Bu arada Nazım Hikmet "Balaban, artık yağlı boyaya başla" dedi. Bir gün oturup, düşünüyordum.

Yanıma geldi "Neden çalışmıyorsun" dedi. "Düşünüyorum" deyince "Olmaz" dedi. "Hem resim yapacaksın, hem düşüneceksin. Oturduğun yerde düşünmekle bir şey yapılmaz" dedi.

Bu arada bir gün Hazım Hikmet gelip bana "Resim yapmayı bırak artık dedi. Bana ders vereceğini söyledi. Sosyoloji, ekonomi politik ve felsefe dersleri verdi bana. İki ay böyle sürdürdük çalışmalarımızı. Nazım anlatıyor, ben dinliyordum. Sonra bana soruyordu anlattıklarından.

- Diğer mahkumlar Nazım Hikmet'e nasıl davranıyordu, tavırları nasıldı?

- Nazım Hikmet'te mesafeli davranıyorlar. Çekiniyorlardı biraz ondan.

- Nasıl bir insandı genelde?

- Coşkulu, yerinde duramayan, hareketli bir adamdı.

- Ressam olmanız konusunda büyük desteği var.

- Evet. Nazım Hikmet'le röportaj yapmak için Ahmet Emin Yalman falan geliyordu cezaevine. Nazım onlara benim yaptığım tabloları da gösteriyordu. O ara Vatan Gazetesi'nde 'Cezaevinde Yetişen Ressam' diye benden sözeden bir haber çımkıştı. Bana gerçekten de büyük katkısı oldu. Ressam olmamı sağladı. Bildiklerini öğretti, beni kültürle donattı. Ama bana asla şunu şöyle yap, bunu böyle yap demedi. Kendi yöntemimi bulmam konusunda beni serbest bıraktı. Eğer aksini yapsaydı ben 'cüce' kalırdım.

- O sırada evliydi Piraye ile...

- Evet evliydi. Ama ayrılmak üzereydi. Çünkü Münevver gelmişti. O sıralarda çok karamsardı Şair Baba. Şiirleri Fransa'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da yayınlanıyordu, serbest bırakılması için kampanyalar yürütülüyordu. Ama o cezaevindeydi. Münevver Yenge gelince neşelendi yine. Birden bire Piraye'den boşanmaya karar verdiğini söyledi. Ama arada kararsız kalıyordu. Münevver de evliydi ve çocuğu vardı. O yüzden birden bire kocasından ayrılmak istemiyordu.

Bu arada Nazım Hikmet Piraye'ye de pişmanlık dolu mektuplar yazıyordu. Bir keresinde Piraye'nin kendisini ziyarete geldiğini tam ona sarılmak istediğinde onu ittiğini anlatmıştı bana.

İNTİHAR EDECEĞİM DEDİ

Bir gün çok perişandı Şair Baba. Yatağına uzanmıştı. "Balaban gel buraya" dedi. Bir kutu hap vardı onları gösterdi. "İntihar edeceğim" dedi. Şaşırdım. Ağlamaya başladım. "Üç yere mektup yazacağım. Sen de bunları göndereceksin" dedi.

Hazırladığı mektup da şöyleydi: "İnsanlar! Duyduk duymadık demeyin. İnsanlar! İyiyi ve güzeli, çalışkan insanları ve baskı altında tutulan aydınları savunmak için, Türkçe konuşabilmek için silahımı sıkıyorum. İnsanlar, beni kınamayın. Ne yapayım, ölümü silah gibi kullanmaktan, kendimi fişek yerine koymaktan başka. Biliyorum, kavganın en kolayıdır, ama karşı koymanın son çaresi."

Bunu bana ezberletti. Avlunun ön kısmına çıktık ben, bunu tekrar ediyordum ona. Avluda gezip dururken ben de bir takım çareler düşünüyordum. Konuşuyorduk. Bana namaz kılıp kılmadığımı sordu, sonra da oruç tutup tutmadığımı. Hayatımın bir döneminde, cezaevine gelinceye kadar tuttuğumu söyledim. "Zor mudur" diye sordu. Zor olmadığını söyledim. Anlatım ona. "Ya ne güzelmiş oruç tutmak" dedi.

"Oruç tutmak!" dedi "Balaban, dur hele dur, aklıma bir şey geldi. Ben açlık grevine gireceğim. Eğer serbest bırakmazlarsa ölene kadar vazgeçmem."Sonra bana şöyle dedi: "İyice bakacaksın, öldüğümden emin olduktan sonra yazdığım mektubu Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na ve Adalet Bakanı'na göndereceksin."

Bu arada o açlık grevindeyken resmini çizmemi de istedi. Ne kadar zamanda ne kadar zayıflayacağını görmek istiyordu. Açlık grevine başladıktan sonra onu İstanbul'a götürdüler. Ondan sonra da uzun bir süre mektuplaştık. Af oldu ve o da ben de özgürlüğümüze kavuştuk. Sonra resimlerimle beraber İstanbul'a gittim. Altı ay kadar Nazım'la kaldım. Benim tablolarımı annesinin evinin duvarlarına asıyordu. Eve gelenlere gösteriyordu.

- Nazım Hikmet'in kaçtığını nasıl öğrendiniz?

- Nazım'ın kaçtığını ben Sivas'ta askerdeyken öğrendim. Bir pazar günüydü. Gazetede okudum. Öyle çok üzüldüm ki... Kendimi rüyada gibi hissettim. Sanki çok ağır bir hastalığa yakalanmış gibiydim. İki arkadaşım koluma girip beni birliğime kadar götürdüler.

Nazım Hikmet gerçekten de büyük bir adamdı. Beni kültürle donattı ressamlığa yöneltti. Bir güneşti ve ben o güneşin içinden doğdum. Bence onun gibi insanlar bu dünyaya kolay kolay gelmez.





Vedat Günyol




Vedat Günyol anlatıyor...

- Nazım Hikmet'i ilk kez ne zaman gördünüz, nasıl tanıştınız?

- Nazım Hikmet'le altı ay kadar süren bir dostluğumuz oldu. Aslında onunla tanışmadan önce de peşine düşmüştüm. Orhan Burian o dönemde yayınlanan Yücel Dergisi'nde kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yapmış, onun 10- 15 tane şiirini arka arkaya yayınlamıştı. Onu tanımadan da ona hayrandık. Dünyanın en ünlü şairlerinden biriydi o dönemde.

Onu ilk kez Erkin Zırhlısı'nda görmüştüm. Hapis cezasını çekiyordu. Geminin yargıcı Haluk Şeyhsuvaroğlu aslında onu korumak için elinden geleni yaptığını söylüyordu ama, Nazım o gemide pislik içinde yaşıyordu. Bir keresinde ambarda yarı beline kadar suyun içinde kalmış.

- Kısa süren bir dostluğunuz var...

- Nazım Hikmet, Peride Celal'in arkadaşı Münevver Hanım'la dost olmuştu. Ben de o grubun içinde olduğum için Nazım'la altı ay kadar bir dostluk yaşadım. Kaçmadan 15 gün önce pazar yerinde tesadüfen karşılaştık. Yeni buzdolabı almıştı Nazım. Beni yemeğe çağırdı. Buz gibi domates suyu ve külbastı yedik. Bundan 15 gün sonra da kaçtığını duydum. Önce çok üzüldüm. Ama bir yandan da sevindim. Çünkü o yaştan sonra askerlik yaptırmak istiyorlardı ona.

- Sizin tanıdığınız Nazım Hikmet nasıl bir insandı?

- Nazım çok alçakgönüllü bir insandı. Büyük şairlik duygusuna kapılmış biri değildi. Dost bir insandı, kim olursa olsun aynı gözle bakardı. Herkese 'üstat' derdi. Nazım Hikmet insan olarak yaman bir
insandı. Sıcak ve insanın içine işleyen bir kişiliği vardı.





Ressam Avni Arbaş




"Nazım'ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı.
O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü. Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. "Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede bulaşacağız sen de gel". Eşimle birlikte gittik. Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette'i Nazım'la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım.

Picasso ile tanıştığımızda Henriette "Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye eklemişti.

Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım'a "Niye Henriette'e teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni düşündüğü için" diye cevap verdi. Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük.

"BUNLAR AVNİ ARBAŞ'IN ATLARI"

Bir sergi açmıştık Paris'te. Benim orada Atlar diye bir tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova'ya döndüğünde bana bir mektup yazmıştı. O şiiri de yazmış. Şiirin iyi olmadığını düşünmüş, özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede mütevazı bir insandı.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
Eski 17.01.2011, 20:50   #6
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)




Mavi Liman / Çok yorgunum - Şarkı (Cem Karaca Yorumu ile)
Karlı Kayın Ormanında - Şarkı (Leman Sam Yorumu ile)
Herkes Gibisin - Şarkı (Cem Karaca Yorumu ile)
Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkı'nda - Şarkı (Cem Karaca Yorumu ile)


Tahir İle Zühre - Şiir
Piraye'ye Mektuplar - Şiir
Memleketim - Şiir
Hasret - Şiir
Şehitler - Şiir
Giderayak - Şiir
Basit Yaşayacaksın - Şiir
Hoşgeldin Kadınım - Şiir
Mavi Gözlü Dev - Şiir
Seni O Kadar Seviyorum Ki - Şiir
Bence Artık Sen De Herkes Gibisin - Şiir
Geliyor Sıram - Şiir
Yürümek - Şiir
23 Sentlik Asker - Şiir
Bu Vatana Nasıl Kıydılar - Şiir
Bir Ayrılış Hikayesi - Şiir
Senin Resmini Ben Yapacağım - Şiir
Cenaze Merasimim - Şiir


__________________
  Alıntı ile Cevapla
Eski 17.01.2011, 20:57   #7
Çevrimdışı
LaLe
Ne Mutlu Türküm Diyene

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)

Bir vapur geçer boğaza doğru
Nazım usulcacık okşar vapuru, yanar elleri...


Bu dizeler çok duygulandırır beni. Vatan hasretini nasıl bir özlemle sığdırmış bu iki satıra.



Çok güzel bir konu olmuş Smy, ellerine sağlık ve teşekkürler.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 17.01.2011, 21:25   #8
Çevrimdışı
Lilium
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)

Ne kadar uğraştın bu konu için.

Nazım Hikmet şiirlerini çok beğeniyorum.

Ellerine sağlık canım çok teşekkürler

__________________
  Alıntı ile Cevapla
16 Üyemiz Lilium'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 17.01.2011, 21:30   #9
Çevrimdışı
Kardelen26
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)

Nazım Hikmet, çok önemli bir şairimiz ama ne yazıkki kıymeti vatanından uzakta öldükten sonra anlaşılmış, teşekkürler canım, emeğine sağlık
__________________
  Alıntı ile Cevapla
12 Üyemiz Kardelen26'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 17.01.2011, 21:58   #10
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Nazım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963)

Alıntı:
Orjinal Mesaj Sahibi Lilium Mesajı göster
Ne kadar uğraştın bu konu için.

Nazım Hikmet şiirlerini çok beğeniyorum.

Ellerine sağlık canım çok teşekkürler


Biraz daha erken bitirip 15 Ocak Nazım'ın doğumgününe yetiştirmeyi isterdim.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
12 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
(15 ocak 1902), (3 haziran 1963), 1963, doğdun, haziran, hikmet, komünist, nazım, nazım hikmet, nazım hikmet ran, nâzım, sevdalımız


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 11:15.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.