|
Cevap: Osmanlı'da 444 Yıl Süren (1389-1833) İçoğlanı Rezaleti
Kim bu oğlancı padişahlar
 "Okuyun! Büyük Atatürk'ün Osmanlı sisteminden neden nefret ettiğini daha iyi anlayacaksınız."
Gazeteci yazar Rıza Zelyut'un yeni araştırma kitabı "Osmanlı'da Oğlancılık" Kaynak Yayınları'ndan çıktı.
Zelyut, pek çoğu sümen altı edilen belge ve edebi eser ışığında Osmanlı toplumunu ve saray yaşantısını inceliyor ve kitabının önsözüne çalışması için şunu ekliyor: "Okuyun! Büyük Atatürk'ün Osmanlı sisteminden neden nefret ettiğini daha iyi anlayacaksınız."
Rıza Zelyut, kitabının "Padişahların Oğlancılığı" başlıklı bölümünde kimi padişahların şiirleri ve dönemin yazarlarının hatıratıyla oğlancı padişahların isimlerini açıklıyor...
İşte Rıza Zelyut'un "Osmanlı'da Oğlancılık" kitabından ilgili bölümler:
"Osmanlı padişahları, kendilerinin Bizans ve Acem imparatorlarıyla eş değerde olduklarını göstermek için, devlet protokolünü bu iki uygarlığın değerlerine dayamayı bir meziyet olarak görmüşlerdir. Elbette ki İran kökenli teşrifatın altında Arap imparatorluk geleneğinin etkisi de bulunmaktadır. Önceki dönemde bölgelerine hükmeden imparatorlardan hiç de geri olmadıklarını göstermek Osmanoğulları için itici bir güç olmuştur. Bu yüzden, eski saraylarda yer alan oğlancılığı da hiç düşünmeden içselleştirmişlerdir. Bu işin temelinin Yıldırım Bayezid zamanında atıldığı söylenmektedir. Vezir Çandarlı Ali Paşa'nın mahbub oğlanları, içoğlanı biçiminde saraya soktuğu, bu işe padişahı da alıştırdığı suçlaması hemen hemen bütün Osmanlı vakayinamelerinde yer alır. Manzum Tevârih-i Âl-i Osman'daki şu anlatım, devletin dönüştürülmesine ilişkin ilginç ipuçları vermektedir:
"Heman ki (ne zaman ki) Kara Halil oğlu Ali Paşa vezir oldu, fısk ü fücur (eğlence ve zina) ziyade oldu. Mahbub oğlanları yanına aldı, adını içoğlanı kodu. (…) İç oğlanına itten beter rağbet ederlerdi. İçoğlanına rağbet etmek Ali Paşa'dan kaldı. Heman Ali Paşa vezir oldu, onun zamanında danişmentler (din âlimleri) çoğaldı, begler kapısına geldiler. Her biri bir begin yanına geldiler. Her biri onlara yarayalım deyü tabiatlarına münasip cevap verdiler.
Allah buyruğun peygamber kavlin terk ettiler."
Bu kaynakta, danişmentlere (okumuş din adamlarına) dayalı yeni Osmanlı hukuk ve din anlayışının, Allah'ın buyruğunu ve Peygamber'in kavlini terk etmek olduğu söylenerek çok ağır bir eleştiri yapılıyor. Sözü edilen dönem halk devletinden kopup devşirme devletine geçişi gösteren dönemdir. Bizans, Fars ve Arap devletlerinin düzeyinde olduğunu, hatta onları aştığını göstermek için Osmanlı sultanları bu önerileri büyük bir iştahla kabul etmişlerdir.
Bu yeni sistem, halk ahlakıyla çelişse de egemenlik gücünün kuvvetlendiğini göstermesi açısından saray tarafından kabullenilmiştir. Sorunu, 1387-1406 yılları arasında başvezirlik (veziriazam) yapan Ali Paşa'yla sınırlamak yanıltıcıdır. Bu süreçte içoğlanı sisteminin padişahlar tarafından kuvvetle benimsendiğini görüyoruz. Bu dönem ayrıca sarayın haremlik ve selamlık diye ikiye ayrıldığı, kadınların harem kısmına sürgün edilerek oğlanların kadın saltanatına ortak edildiği bir dönemdir.
(...) Oğlancılık, kurucu kitleler arasında bilinmemektedir. Bu bağlamda devleti kuran Odman Bey'in121 oğlancılıkla ilgisi yoktur. Gelenekten böyle bir şey taşınıp aktarılmamıştır.
Yıldırım Bayezid'den sonraki kısa bir kargaşa (fetret) döneminden sonra Osmanlı sarayı oğlancılığı geliştirerek sürdürmüştür. Çok büyük bir komutan olan Padişah II. Murat, oğlancılığı protokol kitabı olarak devlet sistemine sokmuştur. Çok içmesiyle ünlü olan bu padişah iyi bir şairdir ve şiirleri onun hoşgörüsünü ve zevke düşkünlüğünü pek açık yansıtır.
Sehî Bey, Tezkire (Heşt Behişt) adlı eserinde Sultan II. Murat'tan bir beyit aktarır. Bu Sultan, o beyitte içki içerken rakkas yani oğlan oynattığını yazmıştır.
Onun oğlu Fatih Sultan Mehmet de içoğlanı kullanmıştır. İşte bu oğlanlardan saki olarak kullanılan birisine Veziriazam Şair Ahmet Paşa âşık olunca kıyamet kopmuştur. Sehi Bey, Tezkire'sinde Ahmed Paşa'yı anlatırken bu olaya da değinmiştir. (...)"
FATİH SULTAN MEHMET
"Büyük Sultan'ın (Fatih Sultan Mehmet) Avni mahlasıyla yazdığı şiirlerinde de güzel oğlanlara ilgi duyduğu görülmektedir. Birkaç örnekte bunu görebiliyoruz:
"Bir Güneş yüzlü melek gördüm ki âlem mahıdur
Ol kara sünbülleri âşıklarınun ahıdur"
(Yüzü öylesine Güneş [gibi parlak] bir melek gördüm ki, âlemin ışık saçan dolunayıdır. Onun sümbül gibi simsiyah saçları da âşıklarının ahlarıdır.)
"Karalar geymiş meh-i tâbân gibi ol serv-i naz
Mülk-i Efreng'ün meğer kim hüsn içinde şahıdur"
(Karalar giyinmiş bir dolunay gibi nazlı nazlı salınan o servi boylu [sevgili] tıpkı Frenk ülkesinin güzellikler içindeki padişahı gibidir.)
"Gamzesi öldürdügine lebleri canlar virür
Var ise ol ruh-bahşun din-i İsa rahıdur"
(O güzel sevgilinin hışımlı yan bakışının öldürdüğüne, dudakları can bağışlamaktadır. Galiba o ruh veren güzelin dini, Hz. İsa'nın yoludur.)
"Avniyâ kılma güman kim sana ram ola nigar
Sen Sitanbul şahısun ol (da) Kalata şahıdur"
(Ey Avni, gönül verdiğin o Hıristiyan güzelinin sana ram olacağını asla umma! Çünkü sen nihayetinde İstanbul'un şahısın, o ise güzellik ülkesinin başkenti olan ve içinde cennet gibi hurilerin dolaştığı Galata'nın padişahıdır.)
Yukarıdaki şiirde anlatılan sevgili, Galata'da yaşayan Hıristiyan bir oğlandır. Onun için dininden bile vazgeçmeye hazır olduğunu yazabilmiştir. Bu dinden geçmeyi bir mecaz olarak yorumlasak bile, anlatılanın kara donlu bir erkek olduğu açıktır. Çünkü Osmanlı ülkesindeki gayrimüslimler, sokakta kim oldukları anlaşılsın diye genelde siyah elbiseyle dolaşmak zorundaydılar.
"Akl ü fehmin din ü imanın nice zabt eylesün
Kâfir olur hey Müselmanlar o tersayı gören"
(Hey Müslümanlar! O Hıristiyan dilberini bu güzellik içerisinde görenler akıllarını, şuurlarını, din ve imanlarını nasıl korusunlar? Onu gören insanın neredeyse kâfir olası geliyor.)
"Kevser'i anmaz ol içdüğü mey-i nâbı içen
Mescide varmaz o varduğı kilisayı gören"
(O Hıristiyan güzelinin içtiği saf şarabı içenler, Kevser şarabını artık hatırlarına bile getirmezler, onun gittiği kiliseyi görenler, bir daha mescide ayaklarını basmazlar.)
II. BEYAZID
Fatih Sultan Mehmet'ten sonra tahta geçen oğlu II. Bayezid daha şehzadelik döneminde ayyaş ve ahlaksız olmakla suçlanmıştır. Onun içoğlanı, güzel Sırp çocuğu Mustafa tarihimizde Koca Mustafa Paşa olarak bilinmektedir.
II. Bayezid'in oğlu Selim (Yavuz), oğlancı şairleri korumuştur. En sert oğlancılık kitabının yazarı şair Gazalî, Yavuz döneminde işini sürdürmüştür. Daha da önemlisi, Yavuz Sultan Selim dönemin şeyhülislamı Kemalpaşazade'ye (İbn-i Kemal, 1468-1536), Rücûu'ş-Şeyh ilâ Sibâhü fi'l Kuvvet-i Ale'l-Bah adlı meşhur cinsellik kitabını (bahnameyi) yazdırtmıştır. Bu kitapta, oğlancılık ilişkileri de anlatılmaktadır. Sonraki yüzyıllarda bu kitabın farklı adlarda yapılan baskıları başka padişahlara da sunulmuştur. Bu durum, Yavuz Sultan Selim'in sarayda oğlancı ilişkileri devam ettirdiğini göstermektedir.
Osmanlı sultanları içinde Türklerden en fazla nefret eden Yavuz Sultan Selim, bu düşmanlık yüzünden şiirlerini Türkçe değil Farsça yazmıştır. Onun adına sonradan bazı kıtalar uydurulmuş olsa bile, Sehi Bey, Sultan Selim'den bir beyit bile Türkçe şiir kalmadığını yazmıştır:
"Gerçi cahil insanlar onlara (ona) Türkçe şiirler isnad ederler. Ama onlar asla Türkçe şiir söylememişlerdir. Bütün şiirleri Farsçadır."
Yazdığı bir gazelde sevgilisini kılıçlı bir güzel halinde, yani savaşçı bir oğlan gibi tasvir etmesi de şaşırtıcı değildir.
Bu dönem, oğlancılığın saraydan taşıp sokaklara egemen olduğu bir dönemdir. Aynı ilişkiler genişleyerek Kanuni Sultan Süleyman döneminde de sürmüştür. Oğlan satıcılığının (oğlan pezevenkliğinin) devlet memurları tarafından bile yapılır hale geldiği görülmektedir. Padişah Kanuni de şiirlerinde oğlancı bir ruh hali içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Onun binlerce şiiri içinden seçilerek kendi hattıyla (yazısıyla) yazılmış Muhibbi Divanı'nda bunun ipuçlarını görmekteyiz. Kanuni'nin yaşlılık döneminde, eski serbest şiirlerinden elenerek hazırlandığı anlaşılan bu Divan'da padişahın şarabı çok övdüğü ve içtiği dile getiriliyor. Bir gazeli şöyle başlıyor:
(...)
"İy Muhibbi içüben mest-i harabat olub
Topdolu eyleyelim nara ile afakı"
(Ey gönül öyle içelim ki meyhane sarhoşuna dönelim ve attığımız naralarla dört yanı çınlatalım.)
Böyle sarhoş olduğu ortamdaki güzel, mahbub diye anılan bir oğlandır. Bunu şu beyitleri açıkça göstermektedir:
"Ol Hıta mahbubı gör kim turresin çîn gösterir
Nokta-i hali ile gül üzre pür çîn gösterir
Deyr içinde zülfini zünnar edip ol muğbeçe
Bana sundukda kadeh üstünde haçın gösterir"
(O Hıta dilberleri kadar güzel olan hub [oğlan], güle benzeyen yanağındaki beniyle daha da çekicileşip alnına dökülen kıvırcık saçlarını [kâkülünü] bize gösterir. O meyhane oğlanı [saki] manastır keşişleri gibi saçını beline kuşak ederek bana kadeh sunduğunda sanki haçını göstermiş gibi olur.)
Birçok imgeyi ve sembolü iç içe geçiren Şair Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), burada meyhaneci çırağı diye anlattığı bir Hıristiyan oğlana tutulduğunu dile getirmektedir. Bu oğlan, aslında Padişah'a sakilik yapan içoğlanından başkası değildir. (...)
IV. MURAT
Osmanoğullarının Yavuz Sultan Selim gibi gaddar sultanlarından birisi olan IV. Murat'la ilgili pek çok bilgiye sahibiz. IV. Murat hızlı bir oğlancıdır. (...)
O dönemde yaşayan ve Enderun'da yetiştirilmiş olan Ali Ufki de bu bilgiyi doğrulamaktadır:
"IV. Murat, Büyükoda'da içoğlanı olan Ermeni Musa'ya böyle âşık oldu ve ona öylesine tutuldu ki kimi zaman çıldıracak hale geliyordu. Ayrıca genç bir silahdar paşaya da (halk içine çıktığında padişahın kılıcını ve silahlarını taşıyan ve baş hadımağaların ardından sarayda neredeyse en üst mevkide bulunan içoğlanına) âşık oldu. Bu içoğlanı güzelliği uğruna Galatasaray kışlasından alınmış, önce Padişah'ın lütfuyla Hasoda'ya kabul edilmiş, çok kısa bir sürede de silahdar paşa olmuştu."
Ali Ufki Bey, kendi döneminin padişahı olan IV. Mehmet'in de Ermeni kökenli bir oğlana olan tutkusunu şu ifadelerle dile getirmiştir:
"Şu anda hüküm süren Padişah, Güloğlu adında İstanbullu genç bir oğlana âşıktır. Padişah'ın musiki içoğlanı olan bu kişi şimdi onun gözdesidir ve kendisine imparatorluğun en önde gelen mevkilerinden, neredeyse divan reisliğine denk kubbe veziri rütbesi verilmiştir."
Odatv.com
Osmanlı’nın en ünlü içoğlanı
Başbakan’ın “Muhteşem Yüzyıl” dizisine yaptığı “ecdadımız böyle değil” çıkışından sonra medyada “ecdad” tartışması başladı. Peki Osmanlı’da padişahların nasıl bir hayatı vardı?
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mine Kırıkkanat bu konuda çok konuşulacak bir yazıya imza attı.
“Osmanlı’nın En Ünlü İçoğlanı”nı kaleme alan Kırıkkanat, Fatih’in babası olan Sultan Murat’ın “İçoğlanı”nı yazdı.
Osmanlıcada bu içoğlanların Kalleş, İbne, Süzgeç, Götveren lakaplarıyla ya da Kazıglu Bey diye anıldığını söyleyen Mine Kırıkkat, Çoğu Batılı tarihçinin uzun zaman anlam veremediği bu lakaplardan özellikle dördüncüsünün, Almanca sanılıp yüzyıllarca “Gotveren” diye söylendiğini hatırlattı.
İşte Mine Kırıkkanat’ın çok konuşulacak o yazısı:
“1442 yılında Osmanlı payitahtı Edirne, Sultanı ise Fatih’in babası İkinci Murat’tı.
Eflak Prensi Vlad Besarab, o yıl kardeşi Prens Güzel Radul’la (Radu cel Frumos) birlikte babaları Ejderha Vlad (Drakula) tarafından Osmanlı Sultanı’na rehin olarak Edirne Sarayı’na gönderildiğinde, sadece 11 yaşındaydı.
İki rehin prense Edirne’deki sarayda çok iyi davranıldı, ilerde Osmanlı’ya hizmet eğitimini de Sultan Murat’ın “içoğlanı” kadrosunda aldılar…
Ama Sultan’ın gözdesi Vlad’dı. Öyle ki genç prens sakalı bıyığı çıkıp “içoğlanı” kadrosundan emekli olunca; İkinci Murat kendisine 6 yıl süreyle duyduğu şefkatin karşılığını da cömertçe ödedi. 1448’de 17 yaşına basan Vlad’ı voyvoda unvanıyla bezeyip yanına bir ordu kattı ve Eflak tahtını fethe gönderdi.
***
Ama Osmanlı sultanları, her ne kadar aşk ile iş ilişkilerini birbirine karıştırsalar da enayi sayılmazlar… İkinci Murat da pek sevdiği Prens Vlad’ın kendisine bizzat verdiği “içoğlanı” eğitimine hoşlanarak mı, yoksa dişlerini sıkarak mı katlandığından pek emin değildi. Vlad’ı Eflak’a voyvoda gönderirken, kardeşi Güzel Radul’u rehin tutarak Osmanlı’ya bağlı kalmasını sağlama aldı.
Ne var ki Vlad Besarab, önce velinimetinin ordusuyla alıp iki ay sonra yitirdiği, ardından tekrar oturduğu Eflak tahtına iyice yerleşip, kaidesini artık güvencede hissettiği an… Rehin kalan kardeşi Radul’u gözden çıkararak Osmanlı’ya isyan bayrağını çekti.
Artık 31 yaşındaki Eflak Voyvodası Vlad’ın başkaldırdığı payitaht İstanbul olup, sahibi de “enfiye kutusunda kurutulmuş gül yaprakları koklamayı pek seven” Fatih Sultan Mehmet’ti.
***
Prens Vlad, 1462 başından itibaren İstanbul’dan gelip de karşısında sarığını çıkarmayı reddeden tüm elçi ve ulakların sarığını kafalarına çiviyle çaktırdı. Tuna boylarına ordu kaldırıp 30 binden fazla Osmanlıyı kazığa geçirdikten sonra Eflak ve Boğdan’da Romence “Kazıklı” anlamına gelen Tepeş lakabını aldı.
Osmanlıcada ise çocukluğunda maruz kaldığı tacize gönderme yapan Kalleş, İbne, Süzgeç, Götveren lakaplarıyla ya da Kazıglu Bey diye anılıyordu. (Kaynak: Matei Cazacu, “Prens Drakula’nın Tarihi”, Droz, 1988)
Çoğu Batılı tarihçinin uzun zaman anlam veremediği bu lakaplardan özellikle dördüncüsü, Almanca sanılıp yüzyıllarca “Gotveren” diye söylendi!
Fatih Sultan Mehmet, babasının eski gözdesinin uçan kaçan Osmanlı’dan kazıkla çıkardığı “içoğlanlığı” hıncını öğrenince gazaba gelip, Eflak Voyvodası Vlad Tepeş’e karşı düzdüğü ordunun başına kimi geçirdi biliyor musunuz? İçoğlanıyken aldığı eğitime sadakat gösteren rehin kardeşi, Güzel Radul’u…
***
Osmanlı ordusu Eflak’ı aldı, Güzel Radul 15 Ağustos 1462’de voyvodalık tahtına oturdu ama, kazıkçı kardeşini ele geçiremedi. Vlad Tepeş, sığındığı Macarlar tarafından esir alındı. 12 yılın sonunda serbest bırakıldığında, yine Eflak’a dönüp 1476’ya kadar voyvoda olarak hüküm sürdü. Aralık ayında Osmanlı ordusuyla girdiği savaşta öldürüldü ve 300 askeri kazığa geçirilirken, Vlad’ın kesilen kafası Fatih Sultan Mehmet’e gönderildi.
Ama Vlad Tepeş’in ardında bıraktığı kazıklı ve kanlı efsane, 1897 yılında Bram Stoker’a, kurgusal romanı Drakula’daki ölümsüz kont, ancak kalbine kazık çakılarak yok edilebilen vampir karakterini esinledi. Romanya’nın Transilvanya bölgesi, Francis Ford Coppola başta olmak üzere romanın sinemaya uyarlandığı pek çok filmle birlikte dünyada Kont Drakula’nın ülkesi olarak tanındı.” (Mine Kırıkkanat/ Cumhuriyet)
Odatv.com
|