Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
İstiklâl Savaşı Öncesindeki Manzara-i Umumiye | NUTUK
İstiklal savaşı öncesindeki Manzara-İ Umumiye
Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumîde mağlûp olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında, millet, yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumîye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın riyasetindeki kabine; âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.
Ordu'nun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta...
Karadeniz'e sahil olan mıntıkalarda da, bir Rum Pontus hükûmeti vücuda getirileceği korkusu vardı.
Ezcümle Diyarbekir, Bitlis, Elâziz vilâyetlerinde, İstanbul'dan idare olunan Kürt Teali Cemiyeti vardı. Bu cemiyetin maksadı, ecnebî taht*ı himayesinde, bir Kürt hükûmeti vücuda getirmekti.
Konya ve havalisinde, İstanbul'dan idare olunan, Teali-i İslam Cemiyeti teşkiline çalışılıyordu. Memleketin hemen her tarafında İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selamet Cemiyetleri de vardı.
İstanbul'da bir kısım rical ve nisvan da, halâs-ı hakikînin Amerika mandasını talep ve teminde olduğu kanaatinde bulunuyorlardı.
Ordumuzun Vaziyeti
Vaziyet-i umumiyeyi tespit için ordu cüzütamlarının, nerelerde ve ne halde olduğunu tasrih etmek isterim. Anadolu'da, başlıca, iki ordu müfettişliği tesis olunmuştu. Mütarekeye dahil olur olmaz, kıtaatın muharip efradı terhis olunmuş, silâh ve cephanesi elinden alınmış, kıymet-i harbiyeden mahrum birtakım kadrolar haline getirilmişti.
Muhasım devletler Osmanlı devlet ve memleketine maddeten ve manen tecavüz halinde; imha ve taksime karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı halde. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet, zulmet ve müphemiyet içinde tecelliyata muntazır. Felâketin dehşet ve sıkletini idrake başlayanlar, bulundukları muhit ve hissedebildikleri tesirata göre çare-i halâs telâkki eyledikleri tedbirlere mütevessil... Ordu, ismi var, cismi yok bir halde. Kumandanlar ve zâbitler, Harb-i Umumî'nin bunca mihnet ve meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle dilhun, gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında dimağları çare, çare-i halâs aramakla meşgul.
Burada, pek mühim olan bir noktayı da kayıt ve izah etmeliyim. Millet ve ordu, padişah ve halifenin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dinî ve an'anevî rabıtalarla muti ve sadık.
Diğer mühim bir noktayı da ifade etmek lâzımdır. Çare-i halâs ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi düvel-i muazzamayı gücendirmemek esas gibi telâkki olunmakta idi. Bu devletlerden yalnız biriyle dahi başa çıkılamayacağı vehmi, hemen bütün dimağlarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden mağlüp eden, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, tekrar onlarla husumete müncer olabilecek vaziyetler almaktan daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
O halde çare-i halâs ararken iki şey mevzuubahis olmayacaktı. Bir defa İtilaf Devletlerine karşı vaz'ı husumet alınmayacaktı ve padişah ve halifeye canla başla merbut ve sadık kalmak şart-ı esasî olacaktı.
Benim Kararım
Efendiler, ben, bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü, bu kararların istinat ettiği bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassız idi. Hakikat-i halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklâli, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlülu kalmamış birtakım bimana elfazdan ibaretti.
Nenin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet talep olunmak isteniyordu?
O halde ciddî ve hakikî karar ne olabilirdi?
Efendiler bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyet-i milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek!
Ya İstiklal, Ya Ölüm
Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi:
Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklâl-i tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyet-i mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez.
Ecnebî bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından mahrumiyeti, acz-ü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika bu derekeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir ecnebî efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türkün haysiyeti ve izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır!
Binaenaleyh, ya istiklâl, ya ölüm!
İstiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yâr ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur.
Sonra Osmanlı hanedan ve saltanatının idamesine çalışmak, elbette, Türk milletine karşı, en büyük fenalığı işlemekti. Çünkü millet her türlü fedakârlığı sarf ederek istiklâlini temin etse de, saltanat devam ettiği takdirde, bu istiklâle müemmen nazarıyla bakılamazdı. Artık, vatanla, milletle hiç bir alâka-i vicdaniye ve fikriyesi kalmamış bir sürü mecaninin, devlet ve millet istiklâl ve haysiyetinin muhafızı mevkiinde bulundurulması nasıl tecviz olunabilirdi?
Hilâfet vaziyetine gelince, ilim ve fennin nurlara müstağrak kıldığı hakikî medeniyet âleminde gülünç telâkki edilmekten başka bir mevzuu kalmış mıydı?
Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve müsliminin halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geliyordu.
Türk ata yurduna ve Türkün istiklâline tecavüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe müsellâhan mukabele ve onlarla mücadele eylemek icap ediyordu.
Bu son sözlerimi hulâsa etmek lâzım gelirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün heyet-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim.
https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&S...-Atat%C3%BCrk-
**
Şimdiki Manzara-İ Umumiye: :
Bir avuç Atatürkçü.
Türkiye'yi parçalamaya çalışan teröristler.
Açıkça Osmanlıcılık maskesi altında ihanet gerçeğini saklıyan ve bu hedefe ulaşmak için iktidarı ele geçirip islami hareket içinde Ergenekon,Balyoz kumpasları ile TSK’nin sistem içindeki gücünün azaltılmasını sağlayan vatan hainleri.
Vatanın yüksek çıkarlarını hiçe sayarak onun aleyhinde iş gören iktidar yalakası medya organları, holding sahipleri ve kukla muhalefet partileri.
Erzak torbaları ve kömür ile kandırılan AKP'nin milleti ve Açlığa mahkum edilen Türk milleti.
Lüks yaşam,yeni yaratılan neye özentinin eseri olduğu belirsiz bir gençlik.
Sayıları bir kaç yüzü geçmeyen önemsiz şeriatçı yobazlar gurubu.
|