Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türk ve Dünya Tarihi > Türk Tarihi


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 22.07.2010, 12:34   #1
Çevrimdışı
ReaL
Deniz Sevengillerden

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

...salondaki bütün gözlerin salondaki tek Türk'e çevrildiğini söylememe gerek var mı? bilmiyorum. Ama o anda bu genç subayın sözlerine en fazla şaşıran da herhalde ben olmuştum.
ABD Hava Kuvvetleri'nin Wonsan'ın güneyinde bulunan
tren istasyonuna karşı düzenlediği hava saldırısı. Birleşmiş
Milletler gücü Ekim 1950'da Wonsan'a çıkarma yaptı.






25 Haziran 2010 Kore Harbinin başlamasının 60ncı yıldönümü idi. Yani evlatları bu savaşta görev almış ulusların en azından kendi şehitlerine, gazilerine ve dünyanın bir ucunda ulusunun yüksek menfaatleri için, kendi mütevazı kapasiteleri içinde görevini yapmaya çalışmış askerlerini değişik etkinliklerle saygı ile anması gereken bir gün. Ama ne yazık ki ne devlet ne de özel teşebbüsçe bu savaşı ve ulusun kahramanlarını anmak için en küçük bir kıpırdanma göremedim.

Sadece Cumhurbaşkanımız yanına aldığı birkaç Gazi ile Kore'yi ziyarete gitmiş ve bu arada Pusandaki Türk Şehitliğini de ziyaret etmiş, o kadar. Toplumumuz bu olaya karşı o kadar cahil, o kadar duyarsız ve o kadar ilgisiz bırakılmış ki, bırakın anmayı hatırlamayı bile unutmuşuz. Üzücü ama yapacak tek şey, bu savaşı gerçek yönleri ile gücümüz, kapasitemiz nispetinde anlatmak olacaktır. Gerisi artık yurttaşlarımıza kalmış bir şey olacaktır.

1971 yılının 25 Haziran günü
İngiltere Kara Harp Akademisi ( Staff Collage Camberley)'in konferans salonunda Kore Harbi anlatılıyordu. Film ve dia gösterileriyle süslenen sunulardan sonra kürsüye Kore'de savaşmış emekli bir general geldi ve savaş izlenimlerini genç subaylara anlatmaya başladı. Tartışmaların en hareketli olduğu dönemde genç bir İngiliz subayı söz istedi ve aynen şu soruyu sordu:

« Efendim Kore harbine bildiğimiz gibi aralarında İkinci Dünya Savaşının galibi ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkelerinde bulunduğu 30'a yakın ülkenin askerleri katıldı. Bunların büyük savaş tecrübeleri de vardı. Ama Kore Harbi deyince neden bu ülkelerin başarılarından bahsedilmiyor da, İkinci Dünya savaşına dahi katılmamış Türklerin büyük başarılarından söz ediliyor? Sizce bu doğrumudur? Eğer doğruysa Türklerin Kore'de bu kadar başarılı olmalarının nedenleri neler olabilir? bize bu konuda bilgi verebilirmisiniz?»
Tabii bir anda salondaki bütün gözlerin salondaki tek Türk'e çevrildiğini söylememe gerek var mı? bilmiyorum. Ama o anda bu genç subayın sözlerine en fazla şaşıran da herhalde ben olmuştum. Çünkü o günlerde mağrur İngilizlerle tartışmadan geçen günüm yok gibiydi. Soruyu soran subayla aram hiç yok gibiydi.


General:
«Bu söylediğiniz çok doğrudur. Gerçekten de Türkler Kore Harbinde çok büyük başarılar göstermiş ve Birleşmiş Milletler Kuvvetleri içinde sivrilmişlerdir. Bunun nedenine gelince; unutmamak gerekir ki Türkler zor şartların insanlarıdır. Geçmişte olduğu gibi Günümüzde de zor şartlar içinde yaşar ve üstesinden gelecek şekilde yetişirler. Bize göre Türkler sadece Kore Halkını değil, kendi Anavatanlarını uzaktan savunmanın bilinci ile savaşıyorlardı. Bu nedenle diğer askerlerden farklı idiler.»
Yaşlı generalin konuşması savaşla ilgili başka konulara kaydı Ama 10 yıl kadar önce benim Kore'de bulunduğumu öğrenen genç subaylar bana Kore, Koreliler ve savaşla ilgili sorular sormağa başladılar ve bildiğim kadarı ile onları aydınlatmağa çalıştım. Daha sonraki yıllarda bu savaşla ilgili araştırmalar yaptım, gazilerle, savaşçılarla konuştum konferanslar verdim ama ne yazık ki Türk Halkına bu savaşın ideolojik amaçlarla saptırılarak farklı ve hep olumsuz yorumlarla aktarılmasını önleyemedim. Çünkü galiba halkımız hayali kahraman ve kahramanlıklara gerçek kahramanlardan daha fazla değer veriyordu. Bu nedenle ne Kore Harbi ne de bu harpte kendi evlatlarının gösterdiği olağanüstü başarılar, bütün dünyanın dilinde olmasına rağmen Türkiye'de gerektiği ölçüde ele alınamadı. Biz yine de en azından Türkiye'nin neden bu harbe katılma gereği duyduğunu ele almak ve bu konudaki görüşlerimizi sunmak istiyoruz.


Kore Cumhuriyeti Ordusu tarafından kullanılan
57 mm top M1Suwon Hava Üssü, (1950 )





Türkiye'nin Kore Harbine karşı gösterdiği ilgiyi iyi anlayabilmek için, II Dünya Harbi sonrasına kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Savaşın devamı sırasında Türkiye; önce Trakya Hududuna kadar gelen tarihsel dostu Almanya'nın istila tehdidi ile karşılaşmış ve tarafsızlık durumunu bozması istenmişti. Savaşın daha sonraki yıllarında bu sefer Almanya'ya karşı savaşa girmesi için Müttefik Ülkelerce zorlanmıştı. Her iki tarafın baskısına politik gerçekler ışığında azami direnci gösteren zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve arkadaşları ülkelerini harp felaketinin dışında tutmayı başarabildiler.

İkinci Dünya Savaşı süresi ve sonrasında, aralarında 1925 yılında imzalanmış bir «Tarafsızlık ve saldırmazlık Anlaşması» olmasına rağmen, Türk Yöneticiler Sovyetler Birliğinin faaliyetlerini yakından ve dikkatle izliyorlardı. Sovyetlerin toprak işgali konusundaki arzuları, bu konuda yasak tanımayışı ve işgal ettikleri topraklarda kendilerine bağlı Komünist rejimler kurma konusundaki gayretleri gözden kaçmıyordu. Sovyetlerin Boğazlar konusundaki Tarihi istekleri de henüz değişmemiş görünüyordu. Nitekim Sovyetler ilk adımlarını bu konuda atarak Türk Yöneticileri yanıltmadılar.


Sovyetler Yalta Konferansının hemen ardından 19 Mart 1945'de, 1925 yılında imzalanan Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşmasını feshettiklerini bildirdiler. Türkiye'ye verilen Notada «Özellikle Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan esaslı değişmeler nedeni ile, bu antlaşma artık yeni şartlara uymamakta ve ciddi değişikliklere ihtiyaç göstermektedir» deniliyordu. Unutmamak gerekir ki tek taraflı feshedilen antlaşma bir «ittifak» veya «işbirliği» antlaşması değil, «karşılıklı saldırmazlık» antlaşması idi ve Sovyetler gelecek amaçları için kendilerini uluslar arası yasal bir sorumluluktan sıyırmak istiyorlardı.



Seul'u geri alan ABD deniz piyadeleri (Eylül 1950)




1945 yılı 7 Haziran günü Sovyetler Türkiye'ye bir Nota vererek korkulan hamleyi başlattılar. Sovyetler: Türkiye ile yapılacak yeni antlaşmanın ön şartı olarak Doğu Anadolu'da Kars-Ardahan bölgesinin Rusya'ya terki ile Boğazlarda Sovyetlere üs verilmesini istediler. Türkiye birden kendisini savaş sonunda Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri haline gelmiş tarihi düşmanı ile yapayalnız ve karşı karşıya buldu. Yine de bir savaşı göze alarak, Sovyetlerin bu talebini reddetti.



Güney Kore 8. Tümeni'ni destekleyen M4 Sherman
(“Napalm Ridge”, 11 Mayıs 1952.)




Muzaffer Batılı ülkelere gelince: onlar da gerçekte Türkiye'nin olup da Balkan ve I Dünya Savaşı sırasında İtalyan işgaline terk edilen Rodos ve 12 Adayı bütün olarak Yunanistan'a vermek istiyorlar ve bu konuda sesini çıkartmaması için Türkiye'yi baskı altında tutuyorlardı. (Bu konuda pek çok şey yazılıp söylenmiştir ama biz genel bir görüş beyan etmeden geçmek istemiyoruz. Kanaatimizce Sovyetlerin Notası ve baskısı Türkiye'nin 12 ada konusundaki olası teşebbüslerini durdurmuştur. Eğer Kuzey ve Doğudan Rus baskısı olmasaydı Türkiye kıyılarının hemen dibindeki adaları bu kadar sessiz kaptırmazdı.) Avrupalı ülkeler günümüz Kıbrıs meselesinde olduğu gibi, tamamen tek taraflı olarak Yunanistan'a destek verdiler, Türkiye'ye karşı haksız ve insafsız davrandılar, hatta Anadolu'ya 5–6 Mil mesafedeki Meis Adası bile, yüzlerce mil uzaktaki Yunanistan'a teslim edildi.

Yeni Süper Güç Sovyetler Birliği karşısında Varlığını koruyabilmek için Türkiye'nin Batıda güçlü dostlar bulması, bir hayati ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştı. Tüm Dünya politikasına hâkim olan yeni Süper Güç ABD: Komünistlerin yayılmacı politikasının durdurulması gerektiğine inanmış görünüyordu ve Türkiye'ye yardıma hazır gibi idi. Bu büyük ülke ile dostane ilişkiler de başlamıştı.


1949 yılında Batılı ülkelerce «Kuzey Atlantik İttifakı» ( NATO) kurulmuş ve Türkiye bu ittifakın dışarısında bırakılmıştı. Bu yeni ittifak; Sovyet Rusya ve Komünizmin yayılma siyasetine karşı siyasi, askeri, ekonomik, kültürel en büyük dayanışmayı temin edecekti. Milli menfaatleri gereği Türkiye bu ittifaka girmek mecburiyetindeydi. Ancak bu şekilde yalnızlıktan kurtulabilir ve çağdaş Batı Dünyasında arzu ettiği yeri alabilirdi.


Türkiye çok partili demokratik rejime geçmişti ve 14 Mayıs 1950 seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti liderleri; batılı müttefiklerle daha sıkı işbirliği yapmak, politik, askeri, ekonomik yeni büyük atılımlar yapmak heves, arzu ve niyetinde bulunuyorlardı.


Jeopolitik konumu itibariyle Türkiye: Komünizmin Orta Doğu ve Afrika istikametindeki akım yolunun üzerinde bulunuyordu. Yayılma konusunda sınır tanımayan Komünist atılımın, Avrupa ve Asya'dan sonra güneye doğru yayılmak istemesi ve Türkiye ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı.


Son olarak şunu belirtmek gerekir ki: Türkiye bu gün Kore'ye yapılan tecavüzün bir gün kendisine de yapılabileceğini müdrikti. Kore'deki düşman müşterek bir düşmandı ve bu ilk teşebbüsünde durdurulmalı, Türkiye veya herhangi başka bir ülkede, yeni bir tecavüzü başlatmasına izin verilmemeliydi. Ayrıca Türkiye Birleşmiş Milletler ideallerine sıkı sıkıya bağlılık hissediyor ve gerektiği hallerde bunu göstermek istiyordu.


Bütün bu nedenlerle Türkiye; 25 Haziranda Kuzey Kore'nin tecavüzü sonrasında B.M.in, 27 Haziran günü gönderdiği Kore'ye yardım talep eden telgrafına ABD'den sonra olumlu yanıt veren ilk ülkelerden biri oldu ve « Türkiye'nin B.M.e karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeğe hazır olduğu» cevabını verdi. T.C. Hükümeti, 25 Temmuz 1950'de Kore'de saldırgana karşı B:M: emrinde dövüşmek üzere, Ankara'da 3 Piyade,1 Topçu taburu ile yardımcı birliklerden oluşan 4500 mevcutlu bir Tugayın hazırlanmasına karar verdi ve kısa bir süre sonra bu kuvvet 5090 kişi olarak tespit edildi.


Tugay ABD'ye ait askeri gemilerle, 25–27 Eylül arası kafileler halinde Türkiye'den ayrıldılar ve 18–20 Ekim günlerinde Pusan rıhtımına çıktılar. Tugay burada 9ncu ABD Kolordusuna bağlandı. Bu Kolordu yakında B.M. Kuvvetlerinin yapacağı Genel Taarruza katılmak için hazırlanıyordu. Bu arada Türk Tugayı, 2nci ABD Tümeni emrinde, ihtiyat birliğini teşkil etmek üzere aldığı Harekat Emri gereği, 23–26 Kasım günleri kademeli olarak Kunuri bölgesine vardı.


Dr. M. Galip Baysan


__________________



Tüm katılımcı arkadaşların okumasını rica ediyorum... Lütfen Tıklayınız..
* * *
  Alıntı ile Cevapla
Eski 22.07.2010, 12:47   #2
Çevrimdışı
Katre-i MateM
Üye
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

"unutmamak gerekir ki Türkler zor şartların insanlarıdır. Geçmişte olduğu gibi Günümüzde de zor şartlar içinde yaşar ve üstesinden gelecek şekilde yetişirler. Bize göre Türkler sadece Kore Halkını değil, kendi Anavatanlarını uzaktan savunmanın bilinci ile savaşıyorlardı. Bu nedenle diğer askerlerden farklı idiler.."

cesaret verici bi cevap vermiş gerçekten. paylaşım için teşekkürler.
"Rodos ve 12 Adayı bütün olarak Yunanistan'a vermek istiyorlar ve bu konuda sesini çıkartmaması için Türkiye'yi baskı altında tutuyorlardı. (Bu konuda pek çok şey yazılıp söylenmiştir ama biz genel bir görüş beyan etmeden geçmek istemiyoruz. Kanaatimizce Sovyetlerin Notası ve baskısı Türkiye'nin 12 ada konusundaki olası teşebbüslerini durdurmuştur. Eğer Kuzey ve Doğudan Rus baskısı olmasaydı Türkiye kıyılarının hemen dibindeki adaları bu kadar sessiz kaptırmazdı.) "

Bu yunanlılara sinir oluyorum arkadaş. Onlarla dost olmaya çalışan insanların amacı ne merak ediyorm.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Katre-i MateM'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 22.07.2010, 13:24   #3
Çevrimdışı
Smyrna
Okunuşu: Simirna

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Bir Kore Gazisi torunu olarak teşekkür ederim konu için.
__________________
  Alıntı ile Cevapla
6 Üyemiz Smyrna'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 24.08.2010, 02:46   #4
Çevrimdışı
Lunatic58
Yeni Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Soğuk Savaş yıllarında safımızı belirlememiz gerekiyordu.Bu da Batı Bloku olacaktı
Batı Bloku demek Nato demekti Natoya giriş için bir diyetti Kore
__________________
ForumGerçek Türkiye'nin Forumu
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Lunatic58'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 24.08.2010, 11:26   #5
Çevrimdışı
Megan
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Paylaşım için teşekkurler .

Ne yazıkki halk olarak en buyuk eksigimiz batılılar gibi geçmişimize sahip çıkmamak .

Ama bilerek ,ama bilmeyerek bu hataya duşuyoruz .Oysa geçmişine sahip çıkmayan geleceginede sahip çıkmaz .

Tum dunya türk halkını ,türk ordusunu bizden çok daha iyi tanıyor deger veriyorken ,bizler tam aksini yapıyor her şeyi goz ardı ediyoruz .

Aradan yıllar geçmesine ragmen avrupada halen Osmanlı 'nın adı etki yapıyorken bizlerin aklına dahi gelmiyor .

Geçmişimize karşı olan bu ilgisizlik niyedir anlayamıyorum ,tamam yabancıların bir amacı var bizlerin tarihimizle olan baglantılarını koparmaya çalışıyorlar .

Atalarımızdan yuzyıllarca yeterince çektikleri için ,hiç olmazsa bundan sonra rahat edelim mantigıyla hareket ediyorlar .

Zaten AB 'ye girmemizi olabildigince engellemelerinin altıdada bu duşunce yatıyor .

Türk halkının zorluklara karşı ne kadar dirençli oldugunu ,türk halkının ne kadar çok çılgın (İstiklar savaşında neler yaptıgımızı çok iyi gorduler )oldugumuzu bildiklerinden bizleri olabildigince tarihimizden geçmişimizden koparmak unutturmak istiyorlar .

Bunları engelleyebilmek için geçmişimize ,şanlı tarihimize sahip çıkmak herkesin gorevidir ve bunu asla unutmamalıyız .
__________________
Ya çaresizsiniz, yada çare sizsiniz.

Benim Hayatımı Yargılamadan önce ..

Benim ayakkabılarımı giy
ve benim geçtiğim yollardan,
sokaklardan, dağ ve ovalardan geç .
Hüznü, acıyı ve neşeyi tad...
Benim geçtiğim senelerden geç,
benim takıldığım taşlara takıl,yeniden ayağa kalk

ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi !!

Ancak ondan sonra BENİ YARGILAYA BİLİRSİN
  Alıntı ile Cevapla
Megan'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 23.11.2014, 21:11   #6
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Kore Savaşında Dünyayı Şaşırtan Türk Esirleri

1950 kışıdır.

5.000 civarında mevcudu olan Türk Tugayı, koskoca cephede ancak bir damladır. Tugay, General Tahsin YAZICI’nın komutasında 8 nci Amerikan Ordusu’nun açık kanadını korumak amacıyla harekâta sokulur. Korkunç bir dövüş başlar. Kore dağlarında ilk kez “Allah…Allah” sesleri duyulur. Kızıllar ilk defa “Süngü Hücumu” nedir onu görürler. Dehşete kapılırlar. Tugayımız ağır kayıplar vermiştir. 600 civarında şehidi, 1 000’e yakın kaybı vardır. Ama mucize böyle vuku bulur. Tüm cephede bir türlü durmayacağı sanılan Kızıl ilerleyişi durmak mecburiyetinde kalır. Zafer, Askeri Tarih’e “Kunuri Muharebeleri” adıyla geçer.

Bu akında Kızıllar büyük çapta esir almışlardır. Kışta, kıyamette, çeşitli milletlerin askerlerinden oluşan bu büyük esir kafilesine, kuzeye Kızıl Çin ülkesine doğru bir “Ölüm Yürüyüşü” başlatılır. Hava çok soğuk ve karlıdır. Kafilede çokça hasta ve yaralı vardır. Yürüyemeyen esir, yolun bir kenarına çekilir. Kızıl Çinli muhafız gelir, takati olmadığından yürüyemeyen bu insana önce tüfek dipçiğiyle vurur. Yaralı veya hasta bu zorlama ile ayağa kalkıp kafileye katılırsa ne âlâ…Aksi halde hemen kafasına bir kurşun sıkılır ve bu askercik orada temelli kalır. Bu sahne her milletten yürüme gücü olmayan esir için yol boyunca aynen tekrarlanır.

Fakat, Türk esirlere gelince iş tamamen değişir. Bizden de gücü kesilen yürüyemeyen ve yolun kenarına çekilen olur elbette. Kızıl muhafızdan evvel, hemen bizden iki kişi fırlar ve arkadaşlarını kaldırıp sırtlarına alırlar. Halbuki onlar da yaralı, hasta ve yorgundur. Bu korkunç facialarla dolu göç günlerce böylece sürer.

Nihayet İmjin ve Yalu nehirleri geçilir. Kızıl Çin topraklarına ulaşılır. Ölmeden buraya kadar gelebilen esirler hazırlanan esir kamplarına yerleştirilir. Birleşmiş Milletler Ordusu’nun bu şansız insanları için yepyeni şartlarla yeni bir yaşam başlar.

Kampta Kızılların ilk yaptıkları iş şudur:

Birleşmiş Milletler’in ve kendi ülkelerinin esirlere verdikleri tüm üniformalar çıkartılır. Yerine üzerinde herhangi bir rütbe alameti bulunmayan düz ve tek tip elbiseler giydirilir. Böylece ilk anda bekledikleri gerçekleşir. Birleşmiş Milletler Ordusu’nu oluşturan çeşitli ülkelerin askerlerinde, rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizlik başlar. Arkasından rütbe otoritesi yerine, pazı kuvvetinin otoritesi başlar. Yemek zamanı 100 esir olan bir bölüme, 15-20 kişiye yetecek kadar yiyecek ve ekmek getirilir. Dağıtılmaz, ortaya bırakılır. Kolu kuvvetli olan aslan payını alır, diğerleri tabii ki aç kalırlar. Hasta olanlar bakıma alınmaz kendi hallerine bırakılırlar. Tanrı’nın koruduğu kurtulur. Diğerleri bakımsızlıktan ölürler. Sık sık ölüm vakaları görülür.

Yalnız, bu esir askerler arasında bir grup vardır ki derhal Kızılların dikkatini çeker.

Bizimkiler…(Yani Türkler…)

Üniformaları yoktur. Rütbe işaretleri bulunmamaktadır. Ama Yüzbaşı vardır, o yine Yüzbaşıdır. Başçavuş, yine Başçavuş’tur. Onbaşı yine Onbaşıdır. Er erdir. Rütbeli gibi, makamlı gibi disiplinli bir yaşayış vardır.

Bu tutum esaret yılları boyunca hiç değişmez. Sabah ve akşam bir Türk kışlasında, barış şartlarında yaşanırcasına yoklama için dizilinir. Mangadan yukarı doğru tekmiller alınır. En kıdemli subay bir Yüzbaşımızdır. Mutat denetimini yapar, merhabalaşır. Hatır sorulur. Hastalar ayrılır. Onların başında bakımlarıyla sorumlu bir sağlık ekibi bulunur. Güçlerince yapabildikleri maddi bakımı yaparlar, manevî estek olurlar, terk edilmişlik duygusunu vermezler. Genel temizlik yapılır. Kendilerine göre bir eğitim programları vardır. Spor yaparlar, güreş tutarlar, oyun oynarlar. Yemek zamanı gelen yemek ve ekmek ortaya konulur. Gözetim altında eşit olarak bölüşülür. Herkes payı kadarını alır. En sonunda da Yüzbaşı da diğerleri ne aldı ise onu alır ve yer.

Bu hal, bu tutum, yönetici kadroyu yani Çinli subay ve komutanları hem kızdırmakta, hem de ilgilerini çekmektedir.İlk operasyonda, rütbelerin kaldırılması denemesinde diğer milletlerin ordularına mensup askerlerde bekleneni vermiş, Türk askerlerinde hiç tesiri olmamıştır.

Özel olarak yetiştirilmiş uzman istihbarat subayları getirilir.Yeni bir denemeye geçilir.

Kafilenin kıdemlisi olan Yüzbaşımızı grubun başından alıp hapsederler.Türk esirlerinin bundan sonra ne yapacaklarını merak ederler.Bir hafta beklerler, gözlemler yaparlar. Durum değişmez. Çünkü Yüzbaşı’dan sonraki kıdemli subay olan bir Teğmen işi ele almıştır. Yaşam biçimi değişmeden sürmektedir.

Nihayet, üniversitelerden psikolog, sosyolog ve terbiyecilerden oluşan bir bilimsel araştırma ekibi getirilir.
Durumu bu sefer onlarla beraber inceleme ve araştırma konusu yaparlar.

Tek kişilik saç baraka içinde soğuk hava şartlarında hapis hayatı geçiren Yüzbaşı’yı karşılarına alırlar. Konuşturmak isterler. Yüzbaşı konuşmayınca da öldürmekle tehdit ederler. Yüzbaşı’nın cevabı basittir:

“Boşuna uğraşıyorsunuz. Aradığınız konuda, Türk askerinin tutumu benim kişiliğimle ilgili değildir. Benden sonraki kıdemli komutayı ele alır.Hiçbir şey değişmez. “

Sorgulamayı yapanların, “Onu da ölüme mahkûm ederiz” şeklindeki baskıları üzerine, Yüzbaşı konuşmasına devam eder:

“Olabilir. Bu size ait bir sorumluluktur. Ama o subaydan sonra en kıdemli bir Astsubay ise o komutandır. Onu da alırsanız sıra Çavuş’a gelir ve görürsünüz ki, askerlerimizin yaşam şekli hiç değişmeden devam eder. Siz öldürmeye devam edersiniz. Bizim disiplinimiz yine sürer. Sonunda iki Türk eri kalırsa, bunlardan birisi ya orduya giriş itibariyle kıdemlidir veya yaşça biri diğerinden birkaç gün büyüktür. Kıdem unsuru yine hüküm sürer, biri diğerinin emrini uygular. Bu davranışların kökü, Türk askerinin kışlada aldığı terbiyeden evvel, evinde aldığı geleneksel Türk aile terbiyesine dayanır. Askerlik hayatı ile sivil hayat arasında bütün ülkelerde büyük farklar vardır. Onlarda disiplin hayatı üniforma giydikten sonra başlar. Halbuki biz onu evvela anamızdan öğreniriz. Aile içinde uygularız. Köylerimizdeki kahvelerde, camilerimizde bile davranışlarımızın özel bir disiplini vardır. Hastalarımıza dağ başlarındaki köylerimizde doktor bulamayız, kendi imkânlarımızla biz bakarız. Eski köylerimizde gece gözükebilen tek ışık, hasta beklenen evlerimizdedir. Bizde en ümitsiz hasta bile kendi haline terk edilmez. Başkasının hakkını yemek, yanımızdaki aç iken sizin karnınızı doyurmanız dinsel ve millî ahlâkımıza uymaz.”

Bugün dünyamızda yaygın şekilde bilinen bir “Beyin Yıkama- Brain Wash” diye bilinen bir uygulama var. Buna “zorla inandırma” da deniyor.

Beyin yıkama tekniğinin de usülleri, birbiri arkasından uygulama safhaları vardır. Tekniğin ilk safhası, “Şahsi Dengeyi Bozma” dır. Ele alınan kişide bu denge öylesine bozulmalıdır ki, bir daha düzelme imkânı olmasın. Beyni yıkanacak kimsenin, üzerindeki etkileme süresini kısaltmak için, ilk yapılan işlem “onu liderden koparmak” dır.
Bununla birlikte “yaşam şartlarını değiştirme ve zorlaştırma” tertipleri de alınır.Böylece kişi, bizim konumuzda tutsak asker, dayanıksız, psikolojikman her türlü telkine müsait bir ortama getirilmiş olur. Bu operasyon, “aç bırakma, tedavi etmeme, soğukta bırakma” gibi çeşitli zorlamalarla sonuç alınıncaya kadar sürdürülür. İstenen şey “istek ve arzulara boyun eğdirme” dir.
Ama, tarihsel Çin usulü beyin yıkama, Türkler üzerinde başarılı olamamıştır. Hapsedilen kafilemizin kıdemlisi olan Yüzbaşı da arkadaşlarının arasına bırakılır.

Beyin yıkama tekniğinin bundan sonraki dönemi “İkram ve Tatlı Davranış” tır. Çinliler bu safhaya geçerler. Bu tür tatbikat, özellikle birinci safhada “Boyun Eğme” durumuna girenlerde daha fazla etkili olduğu bilinmektedir.Yemekler, beslenme artırılmıştır. Yönetici ve muhafız görevlilerinin davranışları değişmiştir. Sertliğin yerini tatlı muamele ve şefkat almıştır. Adeta eski sert ve kaba insanlar gitmiş yerlerine tam aksine koruyucu melekler gelmiştir.
Bu safhadaki tatbikatların amacı; dini, sosyal (her türlü manevî) inancın yıkılması ve esirde “Şaşkınlık ve Sorumsuzluk” yaratmaktır. Bu manevî yıkılış safhasında, yıkılan kişiden gerekiyorsa, ileride kendi ülkesine gidince baskı ve şantaj için kullanılmak üzere “Yazılı Belgeler” alınır.
Birleşmiş Milletler askerlerine yapılan bu uygulama da derhal bekleneni vermeye başlar. Yapılan ikram ve iyi muameleden herkes pek memnun ve mutludur. Bu neticeler görüldüğü oranda ikramlar artar. Yeni ve güzel programlar uygulanır. Temsiller, sinemalar, geziler, piknikler…Bu kez de her milletten askerde beklenen olumlu etkiler görülmeye başlar.Her gün yeni bir grup, şimdiye kadar yanlış tanıtılmış olan bu rejimi, yani komünizmi beğenirler, hatta hayran olurlar.

Bu tatlı tatbikatta da tavır değiştirmeyen bir asker grubu vardır: Yine Türkler…Bizimkilerin inanışlarında hiçbir değişme olmaz. Lidere ve birbirlerine daha da fazla sokulurlar.

Aylar, hatta yıllar geçmektedir. Artık beyin yıkama taktiğinin sonuncu aşamasının uygulamasına sıra gelmiştir: uyuşturucu iğnelerle insanların bilinçaltını etkilemek. Bu da çok eski bir Çin metodudur. Daha evvelki uygulamalarda mukavemet gösterebilenlerin hemen hepsinin dilleri çözülmüştür. Sır olarak neleri varsa bülbül gibi söylemektedirler. Psikologların deyimine göre bu gibi ilâç tatbikatındaki insanın bilinçaltındaki zayıf taraflarıyla, kuvvetli taraflarının iç mücadelesi başlar.Uyuşturucu maddeler, zayıf karakterleri çabuk çözer. Bir insanın doğduğu günden itibaren anasından algıladıklarıyla başlayarak okullarda ve meslekteki çevrede verilen ahlâk, davranış eğitimi, yani manevî değerlerimizdeki artış oranında elde edilmiş bir manevî gücümüz vardır. Buna uzmanları “Süper Ego” demektedir. Bunun kuvvetli oluşu nispetinde yapılan ilâçlara karşı da mukavemet artar.
Bu üçüncü operasyondan da, diğer milletler çok etkilendikleri halde bizimkilerin şuuraltından sert bir direniş gösterdiği görülür. Yine sır vermezler.

1953’te Kuzey- Güney Savaşı sona erer. Mütareke görüşmeleri başlar. Ama esirlerin iadesi işlemi kararı verilmez. Böylece esaret hayatı taraflarda 4-5 yıl sürer.
Çinliler, savaş tutsaklarını kendi rejimlerine kazanmak için gayretlerini inatla sürdürürler. Bunlar arasında, bütün tutsaklara “İnternasyonale” ve “Çin Gönüllüleri Yürüyüş Marşı” öğretilir. Bu marşları içten ve gür söyleyenlere ek yiyecekler verilir, tutsaklarla muhafızları arasında yakın ilişkiler kurulur. Türk tutsakları, bu uygulamadan da başarılı olarak fire vermeden çıkmayı başarır.

Türk esirleri, esir değişimi başlayınca, yeni ve diğerlerine benzemeyen bir tutum gösterir .

Türk esir grubu, kıdemli olan Yüzbaşılarının komutasında bir askeri birlik havasında Güney’e geçer ve birliklerine katılırlar.

Diğer ülkelerin esir düşen askerleri arasındaki maddi kayıplara ilâveten, manevî kayıplar da vardır. Oldukça büyük sayıda, bilhassa çoğunluğu Amerikalı olmak üzere anavatanlarına dönmeyi reddederler. Artık inandıkları yeni rejim içerisinde komünist insanlar olarak Kızıl Çin’de yaşamayı tercih ederler.

Amerikan “Mc Call” dergisi bu serüveni, kahramanlarının isimleriyle, tarihleriyle oldukça ayrıntılı olarak anlatır. Sonunda da, Amerikalı analara- babalara, pedagog ve psikologlara sorar:

“Anadolu bozkırının ortasında doğan, binbir mahrumiyet içerisinde yetişen Türk çocukları bizim her türlü imkânları, konforu vererek yetiştirdiğimiz çocuklarımızla aynı şartlar altında, aynı sınavı geçirdiler.Onlar muvaffak oldular.Tam gittiler, tam olarak geri dönmesini becerdiler. Bizimkiler birbirlerine ellerini uzatmadılar. Birbirlerini korumasını bilmediler. Yalnız kendileri için, bencillikle yaşamanın örneklerini verdiler. Bu yüzden maddi kayıplar verdiler. Kızıllardan daha sonraki dönemde de iyi muamele görünce gevşediler, çözüldüler. Onların rejimlerini beğendiler. Ailelerini, vatanlarını unutup, oralarda kaldılar. Nedir bu Türk’ün çözülemeyen kuvveti, gücünün sebebi? Nedir bu bizim cemiyetimizin zayıflığının, çürüklüğünün sebebi?”



Hakan Ünlü

BİLİNMESİ GEREKENLER 3 Albümünden...
__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 23.11.2014, 21:32   #7
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Dr.Galip Baysan,
tüm tezlerini, Kore savaşına katılmakta haklı olunduğu tezlerini, komünizm yayılması üzerine kurmuştur.
Ayrıca tezlerinde net belgeler kullanmayıp daha çok olurdu, ederdi gibi yuvarlak kelimeler kullanmakla, Amerika gibi kapitalist her ülkeyi ve diğer ülkeler üzerine kendi hegomanyasına kabul ettirme hevesinin etrafından dolaşmakta haklı göstermeye çalışmaktadır.

Kimse çıkıpta çok basit olarak;
-O savaşa Nato çerçevesi içinde ABD çıkarları için girilmiştir demiyor.
Kahraman gaziilerimize selamlar ediyorum, sözüm ve değerlendirmem onlar ile alakalı değildir.
Bizim tek çıkarımız,
Kahramanlıklarımız ile öğünmek, oda bize yetiyor herhalde.!
Ney uğruna diye sorgulamak yok.!
Ödediğimiz bedel ağır oldu.
Ama bizde insan hayatı çok ucuz maalesef.
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 23.11.2014, 21:44   #8
Çevrimdışı
Mihri Sultan
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Kore Savaşı Soğuk Savaş'ın lider devletlerinin güç gösterisi.. Türkiye bu savaşta ABD 'nin isteği üzerine asker göndermiştir.. Kaynaklar ve resmi tarih bu olayı demokrasi kanadında yer aldığımız için yazar ama ABD ye tabiki teslimiyet bu olay..

Zaten NATO dan sonra da Türkiye kendini de teslim etmiştir.. Bağımsız karar alamamak teslimiyet değil de ne ki..!
__________________
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Mihri Sultan'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 23.11.2014, 21:47   #9
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye Neden Kore Harbine Katıldı?

Alıntı:
Orjinal Mesaj Sahibi Mihri Sultan Mesajı göster
Kore Savaşı Soğuk Savaş'ın lider devletlerinin güç gösterisi.. Türkiye bu savaşta ABD 'nin isteği üzerine asker göndermiştir.. Kaynaklar ve resmi tarih bu olayı demokrasi kanadında yer aldığımız için yazar ama ABD ye tabiki teslimiyet bu olay..

Zaten NATO dan sonra da Türkiye kendini de teslim etmiştir.. Bağımsız karar alamamak teslimiyet değil de ne ki..!
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
harbine, katıldı, kore, türkiye


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:58.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.