Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Münir Nurettin Selçuk (1901 - 1981)
Münir Nurettin Selçuk (1901 - 1981)
1901'de İstanbul'un Sarıyer semtinde doğdu. Doğum tarihi için çeşitli kaynaklarda 1899, 1900, 1902 tarihleri de gösterilmiştir. Divanı Hümayun muavini ve Darülfünun ilahiyat Şubesi muallimlerindcn Mehmed Nuri Bey ile Fatma Hanife Hanımın oğludur. On beş yaşında Darü'lFeyzi Musiki Cemiyeti'ne öğrenci olarak girdi; üç yıl sonra da, hanendelerinden biri olduğu bu topluluğun konserlerine çıktı. 1907'de Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi'ni bitirip Kadıköy Sultanî'sine yazıldı. Aynı yıl Darülelhan'a da girdi, Zekaizade Ahmed Efendi'den dört yıl ders aldı. Daha sonra Ali Rıfat Bey'in (Çağatay) başkanlığındaki Şark Musiki Cemiyeti'ne girdi; kurucuları arasında da yer aldığı bu dernekteyken Bestenigar Ziya Bey'dcn birçok fasıl meşk etti. Genç Münir Nurettin ilk kez Şark Musiki Cemiyeti'nin konserlerinde solist olarak parladı. Askerlik görevi sırasında, 1923'te mülazım (teğmen) rütbesiyle Muzikai Hümayun'a girdi; Cumhuriyet'in ilanından sonra da Riyaseti Cumhur Heyeti'nde üç yıl görev aldıktan sonra ayrıldı.
Aynı yıl Sahibinin Sesi plak şirketi adına Paris'e giderek iki yıl ses tekniği dersleri aldı. Dönüşünde, 22 Şubat 1930 gecesi, Beyoğlu'ndaki Fransız Tiyatrosu'nda kemanî Nubar Tekyay, kemençeci Ruşen Kam, tanburî Mesut Cemil ve kanunî Artaki Candan'ın sazları eşliğinde yepyeni bir anlayışla ilk sahne konserini verdi. Bunu öteki konserleri izledi.
Mikrofon kullanmadan, ayakta okuyarak verdiği bu konserlerde ortaya koyduğu icra üslubu ve tekniği solo icrada bir dönüm noktası oldu, yeni ufuklar açtı. O zamana kadar bu tür bir okuyuşla modern bir konser salonu düzeni içinde konser veren olmamıştı. Türk musıkisi daha önce hep küçük mekanlarda, özel musiki meclislerinde oturan hanendelerce icra edilirdi.
Münir Nurettin 1920'lerin ilk yıllarından başlayarak uzun yıllar düzenli olarak plak doldurdu. Sahibinin Sesi, Orfeon Record, Polydor, Odeon, Pathe şirketleri için doldurduğu plaklar onun zamanla çok geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmasını sağladı. Selçuk 1953'te İstanbul Belediye Konservatuvarı'na üslup ve teganni öğretmeni olarak atandı.
Ertesi yıl konservatuvarın icra heyeti şefliğine getirildi. Bu tarihten 1976'ya kadar, yirmi iki yıl boyunca üç yüz civarında konser yönetti. Çok geniş bir ilgi gören bu konserlerin verildiği yıllar icra heyetinin en parlak dönemidir.
Selçuk icra heyeti şefliğine getirildiği yıl, İstanbul radyosunda müşavirlik görevi de üstlendi. Üç yıl süren bu görevi sırasında stajyerlere ders verdi; gerek konservatuvarda, gerekse radyoda hoca olarak pek çok okuyucunun yetişmesinde emeği geçti. Bir eğitmen ve öğretmen olarak da kendisinden sonraki kuşaklar üzerinde derin izler bıraktı, İstanbul Radyosu ve İcra Heyeti için yazdığı notalarla da musiki kütüphanesini zenginleştirdi. Selçuk, Mısır, Irak, Suriye, Macaristan, Avusturya ve İngiltere'de konserler verdi. Mısır'da bulunduğu sıralarda Ümmü Gülsüm ve Abdülvahap ile dostluklar kurdu, bu çok ünlü sanatçıların takdirlerini kazandı. 27 Nisan 1981'de öldü; mezarı Bebek'teki Aşiyan Mezarlığı'ndadır.
Selçuk yirminci yüzyıl Türk musikisinin en önde gelen birkaç sanatçısından biridir. Türk musikisinin konserler, taş plaklar ve radyo yayınları ile izlenebilen icra tarihi içinde onun kadar etkili olmuş bir başka hanende daha gösterilemez. Öyle ki, bu yüzyılın icra tarzları "Münir Nurettin'den önce" ve "Münir Nurettin'den sonra" ayırımıyla değerlendirilebilir ancak. İcraya en önemli katkısı, daha çok hafızlara özgü olan "gaygaylı" okuyuş tarzını büyük ölçüde temizleyerek yerine daha sade, daha "düz" bir okuyuş getirmesidir. Gerçi gırtlak nağmelerini o da kullanmıştır; ama bunlar eski hanendelerinkine göre çok sade ve düz nağmelerdir. Selçuk eski geleneğe özgü bu gırtlak süslemelerini yeni bir anlayış, zevk ve teknikle, büyük bir ustalık göstererek kullanmıştır. Sözgelimi, sazlara özgü çarpmaları çok güzeldir. Selçuk özellikle Paris'te ses tekniği eğitimi görüp yurda döndükten sonra üslubunu gitgide olgunlaştırıp mükemmelleştirdi. Nefesini, sesinin tiz ve pest bölgelerini çok iyi kullandı; göğüs ve kafa seslerinden birbirine geçişleri ustaca, belli etmeden gerçekleştirdi. Nefes hareketlerini ezgi cümlelerinin gerektirdiği biçimde ayarladı; sesinin rengini, tınısını da icra şekline çok iyi yansıttı. Hiç zorluk çekmeden, birbirinden farklı akortlarla da aynı güzellikte okuyabiliyordu. Gerek Osmanlı Türk musikisinin yapısını, gerekse eski icrayı çok iyi bilen bir sanatçı olarak, getirdiği bütün yenilikleri bu musikinin aslından uzaklaşmadan gerçekleştirdi; eski ile yeniyi kaynaştırdı, böylece yeni bir üslup geliştirdi. Selçuk inanılmaz derecede geniş bir repertuarı olan bir musiki adamıydı. Sadece doldurduğu plaklara bakmak bile repertuar bilgisi hakkında yeterli bir fikir verir, repertuarındaki eserlerin de en asil şekillerini öğrenmiş, hatta bunlardan bir kısmım notaya almıştı. Yönettiği korolara da, klasik eserlerin en sağlam kaynaklardan öğrendiği şekillerini okuturdu. Onun gibi bir ses üstadının repertuar bilgisini icrasına yansıtması da pek tabiîydi. Selçuk hemen hemen bütün beste şekillerindeki eserleri okuyabilen bir yorumcuydu. Kar, karçe, murabba beste, nakış, ağır semai, yürük semai, şarkı, türkü, koşma, gazel gibi dindışı; mevlevî ayini, durak, tevşih, ilahi gibi dinî beste şekillerindeki pek çok eseri konserlerinde ve plaklarında okumuştur. Birbirinden farklı bütün bu musiki şekillerindeki klasik eserleri; o beste şekillerinin gerektirdiği biçimde, son derece sanatkarane bir üslup, tavır ve eda ile yorumlamıştır. Örneğin, kendisinden önceki birçok gazelhan, mevlid gibi gazel okur, dinî musikiye özgü üsluptan pek kurtulamazdı. Selçuk ise, gazel ile mevlidi üslup yönünden ayırt etme kaygısını duymuş, böylece gazeli dindışı bir üsluba kavuşturmuş, bu üslubuyla da çok değerli bir gazelhan olarak kendini kabul ettirmiştir. Selçuk getirdiği bütün bu yeniliklerle musikinin icrasına bir yorum derinliği de getirmiş oluyordu. Onun yorumundan hiç etkilenmemiş solist yok gibidir. Selçuk'un musiki başarılarından söz ederken, onun yetişmesinde payı olan iki değerli musıkişinasın bu başarıdaki payını vurgulamak gerekir. Üstadın hocalarından biri Üsküdarlı Bestenigar Ziya Bey'di.
Ziya Bey geleneğin icra üslubunu çok iyi özümlemiş gerçek bir "femi muhsin", yani eski musikinin güzelliklerini bilen ve öğretebilen "ihsan edici, güzel bir ağız"dı. Nitekim, Selçuk'tan başka pek çok değerli musikişinasın da yetişmesinde büyük emeği geçmiştir onun. İcranın bu yüzyılda büyük bir atılım göstermesini sağlayan, musıki zevki çok gelişmiş bir sanat adamıydı Üsküdarlı Ziya Bey. Selçuk'un öteki hocası olan Zekaizade Ahmet Efendi ise klasik repertuar bilgisi yönünden erişilmesi güç bir musiki adamıydı. Selçuk ondan geçtiği fasıllarla hem repertuarını genişletmiş, hem de eski eserlerin en asil şekillerini öğrenmiştir. Selçuk sesinin güzelliğini uzun süre muhafaza edebilmiş bir sanatçıdır. Sesinin lezzeti altmışlı yaşlarında iken bile kaybolmamıştı. Yetmiş yaşını geçtikten sonra bile konserler vermiş, plaklar doldurmuştur. Sesine ve sağlığına çok özen göstermesi, ses tekniği bilgisi, sanat heyecanını hiçbir zaman yitirmemesi ve sağlığı elverdiği sürece musıkiden kopmaması onun uzun bir musıki ömrü olmasını sağlamıştır. Selçuk sesini bir saz gibi kullanabilen eşsiz bir hanendeydi. Yirminci yüzyılda icra açısından büyük bir atılım gösteren Türk musıkisinde bu başarının ilk doruk noktası Tanburî Cemil Bey, ikincisi ise 'tur. Yahya Kemal'in dediği gibi, Tanburî Cemil'in sazla ifade ettiğini Selçuk sözle ifade etmiştir. Kısacası, Cemil Bey'in plakları gibi Münir Bey'in plakları da tekrar tekrar dinlemekle, incelemekle, taşıdığı musıki nitelikleri üzerinde uzun uzadıya durmakla değerlendirilebilecek zenginlikler sunuyor. Bülent Aksoy
Meslek: besteci
__________________________________________________ _________________________________________
Endülüs'te Raks
Zil, şal ve gül
Bu bahçede raksın bütün hızı
Bütün hızı
Şevk akşamında Endülüs, üç defa kırmızı
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neşesiyle bu akşam bu sihirdedir
Alnında halka halkadır aşüfte kakülü
Göğsünde yosma Gırnatanın en güzel gülü, gülün
Altın kadeh her yerde güneş her gönüldedir
İspanya varlığıyla bu akşam bu gönüldedir
Ahhh...
Raks ortasında bir durup, oynar yürür gibi
Bir baş eğmesiyle bakar, öldürür gibi
Ahhh...
Gül tenli kor dudaklı kömür gözlü sürmeli
Şeytan diyorki sarmalı, ahhh...
Yüz kerre, yüz kerre öpmeli
Gözler kamaştıran şala
Şala
Meftun eden güle
Güle
Her kalbi dolduran zile
Her sineden
Ole
Oley
***
Hafızın Kabri Olan Bahçede (Rintlerin Ölümü)
Hafızın kabri olan bahçede bir gül varmış
Yeniden her gün açarmış kanayan rengi ile
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şirazı hayale yine ahengiyle
Eski Şirazı hayale yine ahengiyle
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde
Gönül her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter
***
Aziz İstanbul
Ahhh...Ahhh..
Sana dün bir tepeden baktım aziz Istanbul
Görmedim gezmediğim sevmediğim hiç bir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmekbile bir ömre değer
Sade bir semtini sevmekbile bir ömre değer
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan
Yaşamışdır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan
Ahhh. Ahhh... Ahhh...
Sana dün bir tepeden baktım aziz Istanbul
Aziz Istanbul
***
Dönülmez Akşamın Ufkundayız (Rindlerin Akşamı)
Ahhh... dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselli ile
Ahhh.. geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmıyan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya aşk içinde harap ol ya şevk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül
|