Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Cevap: İlkel Toplumlardan Modern Zamanlara Toplumsal Ritüeller
Modern toplumların ritüelleri: Ayin mi? Tören mi?
Bilinmeyen olaylardan kaçınma davranışı geliştirerek kaygıyı azaltan ve temel güven duygusunu geliştiren psikolojik işlevi, bireyi toplumla bütünleştiren eğitsel yönü, siyasal yapıyı meşrulaştıran ideolojik rolü olsa da ritüel biçimlerini farklı şekilde isimlendirme eğilimi olduğu biliniyor. Modern zamanlarda resmi ritüeller tören veya seremoni olarak adlandırılırken dini içerikli olanlara ayin deniliyor.
Ortak işlevleri nedeniyle aynı isimle anılması gerektiğini düşünenler olduğunu da belirtelim. Her iki ritüelde de simgesel, standart, tekrarlayıcı, pratik sonuç almaktan çok ruhsal bir etkinliğe sahip olma, kendiliğinden ve değişime kapalı olma gibi ortak yönleri olsa da ayinin “kutsal” alana, törenin ise somut dünyevi yaşantılara yönelik kurgulandığı söylenebilir. Her ne kadar resmi törenlerde de devlet, lider, ırk gibi kavramların kutsandığı algısı oluşabilse de modern zamanlarda törenlerin çıkış noktasının bu olmadığını hatırlamak gerek.
Aydınlanma çağının ürünleri olan bu törenler eski siyasal yapının yerine kurulan işleyişin onaylanmasına hizmet ederken, diğerine göre daha anlaşılır olma, tanımlı bir topluluğa seslenme, akla uygun hareket etme çabası sergiler. Bunu ancak sınıf savaşımlarının elverdiği ölçüde yapabildiğini, toplumdaki devrimci dinamiklerin burada belirleyici olduğunu da ekleyelim.
Yine somut hayatta farklı deneyimlense de kutsal önünde herkesin eşitliğini vaaz eden, paylaşımcılığı vurgulayan, duygudaşlığı hedefleyen ritüeller ayin kavramına denk düşerken; mevcut siyasal iktidarın konumunu pekiştirenler tören olarak adlandırılıyor. Burada da son yıllarda laik de olsa, kapitalist işleyişin sürmesi yönünde tercihini kullanan siyasi iktidarların, dinselliğin ağırlığını arttırma çabasında olduklarını ve bu durumun sınırları belirsizleştirdiğini söyleyebiliriz.
Ritüeller bellek oluşumuna katkıda bulunur
Toplumlar da varlığını sürdürmek için anımsamak zorundadır. Olanları kaydederler ve bunu topluluğun bireylerine aktarırlar. Nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin ritüeller toplumsal bellek oluşumuna hizmet ederler.
Özellikle yeni kurulan düzenler geçmişle bağların koptuğunu hatırlatan yaşantılar geliştirmek zorundadır.
Bunun en sık görülen örneği, devrimlerle değişen günlük kıyafetlerdir.
Yine modern ritüellerin bir anlatısı vardır. Tarihte bazı olayları seçer ve hatta mitleştirir. Bunu eğitim kurumlarında anlatır, şiirlerle şarkılarla ezberletir.
Tarihsel anma günleri belirlenir bu anma günlerine özgü birtakım etkinlikler oluşturulur. Bu etkinliklerde mutlaka uyulması gereken kurallar olur.
Törende neyin gösterisi yapılmış olursa olsun törenin kalıpları diğer yaşam alanlarına da sızar. Zaman ve mekanla ilgili belli sınırları bulunmakla birlikte bu sınırlarından taşabilir. Törenlerin, deneyimleyenlerin hayatına önemli anlamlar kattığı düşünülür. Gerek bilişsel gerekse de fiziksel tekrarlar üzerine kurulu olan bu ritüeller sayesinde neredeyse bilinçsiz bir öğrenme süreci gerçekleşir. İsa’nın çarmıha gerilişi dinine bağlı Hristiyanlar tarafından her an hatırlanmakla kalmaz neredeyse yaşanır.
Aynı durumun modern ulus devletlerin kuruluş süreçleri için de geçerli olduğu düşünülür. Bağımsızlık günlerinde yapılan karnavallar, anlatılan kuruluş mitosu, bu anlatılara eşlik eden ezberlenmiş şiirler, kalıp davranışlar törenin olmadığı durumlarda da kişinin zihninde işlem yürütmeye devam eder, küçük sembollerle hızlıca hatırlanır hale gelir.
Törenlerin üzerine kurulduğu zemin hem öğretilerinin kolay akılda kalmalarını sağlayacak hem de güçlü duygularla saklanmalarını kolaylaştıracaktır. İster seküler ister dini bir tören olsun kompozisyon aynıdır. Topluluk yüceltilir, seçili düşmana lanet okunur. Mümkünse bunlar kolay anlaşılır cümlelerle yapılır. Ve elbette sonunda geleceğe dair söz verilir ya da daha anlaşılır tabiriyle “ant içilir”. Diz çökme, asker gibi durma, ellerini açma, özgün selam verme şeklinde tamamlayıcı bedensel devinimler de yine belleğin oluşumuna katkıda bulunan kalıplardır.5
Modern zaman ritüelleri
Görkemli törenler dendiğinde akla ilk gelen yakın zaman örneği Nazi Törenleri olacaktır. 1933 yılında Hitler iktidara geldiğinde hızlıca bir yıllık takvim neredeyse her aya bir tören denk gelecek şekilde kurgulanır. Ocakta Nazilerin iktidara gelişini kutlama ile başlayan törenler eski muhafızların, Birinci Dünya Savaşı’nda ölenlerin anması, Hitler’in doğum günü kutlanması, ulusal günün kutlanması, hasat şenlikleri, gençlik günleri vb. ile devam ediyor, Aralık ayında Noel kutlamasıyla sonlanıyordu. Yüz binlerce kişinin katıldığı bu törenlerde en yüksek rakam, 1938 yılında her yıl Eylül ayında Nürnberg’de düzenlenen parti kongresinde bir milyon olarak kayıtlara geçer.
Bunların bazıları pagan veya Hristiyan geleneklerinden değiştirilerek kutlanırken bazıları ise özgün icatlardı.
Liberallerce, Sovyetler Birliği’nin de varlığı süresince çeşitli devlet törenlerine ağırlık vermiş olması, faşizmle aynı yerden köken aldığına kanıt olarak gösterilmeye çalışıldı.
Sınıfsal temel, tarihsel misyon, insana ve dünyaya bakış ve etik değerler açısından birbirine karşıt bu iki siyasal-ideolojik hareketin kitleleri harekete geçirebilme yetilerine bakarak aralarında benzerlik kurmak bildiğimiz anti-komünist hilelerden biridir. Sonuçta “ritüeller”e yüklenen anlam ve onların toplumsal yaşamdaki yeri açısından faşizmin ahmaklaştırıcı etkisine karşılık sosyalizmin “aydınlanma” bağlantısı, zaman zaman ipin ucu kaçsa da, geliştirilen ritüellerde her zaman kendini hissettirdi.
Devrimin başlarında yeni doğan çocuklara isim koyma geleneği dini kurumlardan alınarak parti görevlilerinin katıldığı bir ritüele dönüştü. Birçok bebek bu dönemde traktor, barrikad, oktyabrina, ninel (lenin’in tersten okunuşu), marlen (marx ve lenin), stalina (bunu tahmin etmek zor değil), revmir/revmira (dünya devriminden türetilmiş) gibi isimler aldı. Yine evlilik törenlerindeki bütün geçmiş yapı değiştirildi yerine Sovyetleri temsilen katılan bir memurun bulunduğu eğlenceli şakalaşmaların olduğu sade kutlamalar getirildi. Ve elbette kuruluş yıl dönümünden, gençlik örgütlerinin geleneksel yürüyüşüne kadar birçok özel gün kutlamalarında ve anmalarda sergilenen resmigeçit törenleri yaratıldı.
Ama bunlar sadece bu iki ülkeye özgü pratikler değil. Özellikle 1870-1914 arası dönemde özellikle paylaşım savaşına hazırlananlar başta olmak üzere yeniden şekillenen tüm ülkelerde uygulandı. Özellikle Avrupa ülkelerinde insanlar, icat edilen törenlerin yerden mantar gibi bitişine tanık oldular.
Krallık yıldönümleri, Bastille Günü, Olimpiyat Oyunları, İngiltere Kupa Finali ve Fransa Turu, yineleyici kutlamaların yeni bir biçim içinde canlandırılmasıydı.
Yaratılan törenlerin bazıları olduğu gibi monarşiden alınırken bazıları monarşik güçlere atıfta bulunularak canlandırılmıştır. Örneğin modern İngiltere’nin simgesi olan İngiliz Kraliyet Ailesi’nin taç giyme törenleri 1870’lerde yeniden canlandırılmış, toplumsal etkisi her geçen gün arttırılmıştır. İçeriye ve dışarıya güçlü İngiltere yaşıyor mesajının bu şekilde verilmesi tercih edilmiştir.
Fransız Devrimini temsil etmesi amacıyla dikilen Eyfel Kulesi ise Fransız İmparatorluğunun fethettiği yerlerde yaptığı su kemerlerini hatırlatması düşüncesiyle tasarlanmıştır. Yine aynı yıllarda ABD’de meydanlara dikilen anıtlar, yapılan devasa heykeller, bugün simge olan hükümet binaları güçlü bir devleti sergileme amacından başka bir şey değildir.6
Modernite hesaplaştığı monarşilerin irrasyonel davranış kalıplarını devralarak yinelenen kutlamalara yol açıyordu.
Oysa ki aydınlanmanın böyle bir yaşam düşüncesini yadsıması beklenir. Tören yoluyla yeniden canlandırmalar dışında bellek oluşturması, bireylerin topluluğa aidiyet hissinin, buna bağlı huzurlu hissetmesinin daha özgün yollarını geliştirmesi beklenebilir. Ancak kapitalizmin ne ekonomik işleyişi ne de siyasal yetkinliği buna izin vermeyecek kadar tek düzedir. Zenginliği biriktirme istikrarının olmaması, krizlerle derin çöküş ve yoksullaşmaların belli periyotlarda yenilemesi, sınırlı ve plansız biriken zenginliğin eşit ve adil biçimde dağıtılmamasının toplulukları geleneksel kalıplarda kalmaya zorladığını düşünülebiliriz.
Birinci Dünya Savaşı’na yönetsel bir krizle giren Almanya’nın savaşı kaybetmesinden de anlaşılacağı üzere bu canlandırmalara ayıracak enerji ve ekonomik gücü yeterince olamamıştır. Ancak hem modern sembollerini kurmakta gecikmiş olma hem de Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiklerini fazlasıyla geri alma hırsı söz konusu ülkeyi faşizmle anılan devasa törenler şeklinde görülen ritüellere taşımıştır diyebiliriz.
Komünizme giden yolda önemli mesafeler almasına rağmen, kuruluş döneminin iç savaş koşulları ardından faşist işgale karşı tek başına savaşmak gibi yaşamsal zorluklarla karşılaşan Sovyet iktidarı, devraldığı coğrafyada hakim bulunan dinci gericiliğin hegemonyasını kırmayı başarmış, çarlık düzeniyle bağlarını tamamen koparmış olsa da topluluk yaşantılarında sosyalizme özgün denilebilecek deneyimlerin geliştirilmesinde istenen sürekliliği sağlayamamıştır. Sosyalizmin insanını yaratma konusunda üretim, eğitim, sağlık, kültür, sanat gibi alanlarda ciddi başarılar sağlansa da özellikle ikinci savaştan sonra ideoloji alanında olduğu gibi toplumsal ritüeller konusunda da yeterince “devrimci” olunamadığı, rekabet edilen kapitalist ülkelere biçimsel olarak benzer yöntemler kullanarak ancak “günü kurtarabildiği” söylenebilir. Bu deneyimden yola çıkarak; sınıf mücadelesinde çok önemli bir yeri olan ritüellerin, devrimci bir perspektif ve o ritüelleri metafizik düşünceye hizmet etmekten alıkoyacak bir uyanıklık olmadığında, yalnızca statükoculuğa yol açmakla kalmayacağı, aynı zamanda işçi sınıfını sinsice silahsızlandırabileceği açıktır.
Ülkemizde modern ritüeller
Cumhuriyet yönetimi Türkiye’de en başından itibaren tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi modern ritüeller yaratma çabası içerisinde oldu. Resmi törenler şeklinde kendini gösteren bu ritüeller en başından beri yeni kurulan siyasal düzenin ideolojik araçları oldular. 29 Ekim, 30 Ağustos, 23 Nisan ilk Ulusal Bayramlar olarak ilan edilirken, 1930’larda 19 Mayıs ve ilkokullarda okutulacak olan andımız şiiri de yeni düzeni tesis edecek araçlar olarak belirlendi.
Tümünün amacı diğer ülkelerdekiler ile aynıydı. Geçmişle bağları koparıp yeni düzeni tesis ederken, yeni bir toplumsal bellek ve aidiyet duygusu geliştirmek. Törenler, laik bir Cumhuriyet anlayışı üzerinden ve kurucu lidere göndermelerle şekillendi. Türk kavramı ulusu simgeleyen kimlik olarak tercih edildi.
Bugün her bir tören karşı devrimci dinci müdahalelerle doğrudan kaldırılamasa da toplumsal etkisi azaltılarak unutturulmaya çalışılıyor. Çünkü özellikle kurtuluş savaşı ve cumhuriyetin kuruluşuna işaret edenler bu coğrafyada anti emperyalist, halkçı, laik, bağımsız bir yaşama işaret etme potansiyelini içinde barındırıyor. Yeterlilikleri, egemenlerce kullanım biçimleri, bugün toplumun farklı azınlıklarında çağrıştırdıkları bu yazının tartışma sınırlarının dışında kalıyor.
Andımız ritüeli ise doğrudan kaldırıldı. Andımız okuması için yapılan bazı eleştiriler mevcut. Bunlardan birisi “Türk” kimliğine vurgu nedeniyle sayı ve politik etki bakımından önemli bir kesimi oluşturan bazı halkların bilimsel ve psikolojik açıdan dışarıda bırakılması. Bir diğeri “Ulu Önder” tanımı ile kurucu liderin kutsallaştırması. Bunlardaki haklılık payı göz ardı edilemez. Hele ki doğrudan çocukların zihnine yöneliyor olması ayrı bir olumsuzluk. Toplum yaşantısına yönelik düzenlemelerde çocuklar başlığı hassas ama bir o kadar kolay alanlardan bir tanesidir. Eşitlik, paylaşma, dayanışma, kardeşlik gibi evrensel insani değerler dışında kalanların çocukların gündemlerine dahil edilmesinin uygun olmadığı malum. Bu nedenlerle söz konusu uygulamanın kaldırılmasına bir itirazım olmayacaktır ancak kaldıran siyasal görüşün toplumu daha geri sembollerle belirleme çabası olduğu da unutulmamalı.
Solcuların da ritüelleri var
Modern zamanların geliştirilen erken icatlarından biri olarak işçi sınıfı hareketinin 1 Mayıs kutlamaları gösterilir. 1890 başlarında 1 Mayıs günü devrimciler arasında bayram olsun mu olmasın mı tartışmalarına yol açmış, Alman Sosyal Demokratlarının önerdiği şekliyle her yıl kızıl bayrak sembolü ve çeşitli fabrikalardan, iş kollarından işçilerin yürüyüşlerinin sergilendiği bir törene dönüştürülmüştür.
Tüm Avrupa’da yükselen işçi sınıfı hareketlerinin bu ritüeli kolayca kabullenmeleri kutlamaların hızlıca yayılmasına ve sürekliliğinin sağlanmasına yol açmıştır. Bir bayram olarak kutlanmasındansa her yılın mayıs ayının ilk gününün genel grev ilan edilmesi talebi de işçi sınıfının siyasal temsilcilerince tartışılmış ancak bu görüş sadece Avusturyalılar tarafından kabul görerek ancak belli bir süre uygulanabilmiştir.
Grev tercihinin bayram olarak kutlanmasına göre daha etkili sonuçlar aldığı da söylenmektedir.7
Kitleler denince akla ilk gelmesi gereken kesim olan işçi sınıfını iktidara taşıma ve onun tarihsel çıkarları doğrultusunda değerler oluşturmayı amaçlayan siyasal öznelerin ritüelleri yok sayması, kullanmayı düşünmemesi gerçekçi değil. Dahası, ritüellerin kitleler açısından hem bilinçlenme hem de mücadele etme açısından yeri doldurulamayacak bir işlev üstlendiği ortada.
Ancak sonuçta ritüel ritüeldir ve hiçbir zaman işçi sınıfı hareketinin ideolojik şekillenmesinde başat bir unsur haline gelmemeli, onun tartışılamayacak kudreti işçi sınıfının öncü partilerinde tembelliğe davet çıkarmamalıdır.
Sonuç olarak:
Ritüeller ilkel toplumlardan itibaren insanın dünyayı kavrama ve dönüştürme çabasına eşlik eden, sosyalliğini geliştiren, güven duygusunun oluşmasına katkıda bulunarak yaşamın devamlılığını sağlayan önemli bir araç olmuştur. Aynı işlevleri bu sefer sınıflı toplumlarda ayrıcalıklı grubun konumunu meşrulaştırıp dolayısıyla mevcut eşitsizliklerin üstünü örterek sürdürmüştür.
Yakın zamanlarda oluşturulan her yıl yinelenen devlet seremonileri olarak kutlanan ulusal kurtuluş günleri, anma günleri gibi resmi bayramlar da ritüel özelliği taşır. Bunlar dini kutsal temalar yerine, seküler içeriklere sahiptir.
Aydınlanma çağının birer ürünü olup yeni toplumların ulus temelinde inşa edilmelerine aracılık etmişleridir. Siyasal hiyerarşinin belirgin varlığı güçlü devlet hissiyatı yaratarak mevcut işleyişe güven duyulmasını sağlarken, sınıf savaşımlarının üstü de bu sayede örtülmüş olur.
İktidarda olmasa da siyasal akımlar dahil her türlü toplulukta bireyleri birbirine yakınlaştıran aidiyet hissiyatlarını geliştiren, grup kimliğinin oluşmasına katkıda bulunan, dışarısıyla mesafeyi belirleyen, topluluk davranışlarını düzenleyecek ortak belleğin oluşmasına katkıda bulunan bayramlar, anmalar, kutlamalar şeklinde ritüeller bulunmaktadır ve faaliyetlerin sürekliğinde önemli işlevler üstlenmektedir.
Ritüellerin kullanımı devrimci dönüşüm iddiasında bulunan siyasal özneler için de kaçınılmaz olabilir. Ancak özellikle yeni insanın yaratılması sürecinin bir parçası olarak inşa edilmesi gereken ritüellerin komünizmin kuruluşunda ilerlendikçe bireylerin, kendilerini tüm insanlığın bir parçası olarak, eşit ve özgür hissedecekleri şenliklerle sınırlandırılmalarında yarar olduğunu düşünebiliriz. Aksi halde gerek bir bütün olarak topluluğun gerekse tek tek bireylerin, nesnel sorunları doğru bir biçimde duyumsama ve rasyonel çözümler üretebilme kapasiteleri, ritüellerin oluşturabileceği yanılsamalar nedeniyle azalabilecektir.
- 1. G. Le Bon, Kitleler Psikolojisi, 1.Baskı, Hayat Yayınları, İstanbul, 1997.
- 2. S. Freud, Kitle Psikolojisi ve Ego Analizi, 2. Baskı, Oda Yayınları, İstanbul, 2017, s.43.
- 3. V. Volkan, Körü Körüne İnanç, 1.Baskı, Okuyanus Yayınları, İstanbul, 2005, s.50-51.
- 4. S. Özbudun, Ayinden Törene Siyasal İktidarların Kurulma ve Kurumsallaşma Sürecinde Törenlerin İşlevleri, 1. Basım, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1997, s.120.
- 5. P. Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar, 2.Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 93.
- 6. E. Hobsbawm, Geleneğin İcadı, 2.Baskı, Agora Kitaplığı, İstanbul.
Kaynak
|